Suriye bütünlüğü nasıl sağlayacak?
Değerli kardeşimiz,
Yeni Suriye’nin önünde birçok çözüm bekleyen durum (problem, olgu ve oluşum) var.
Bunların bir kısmı etrafını saran dost ve düşman ülkelerle ilgili,
Bu ayrı bir konu.
Diğer kısmı içerideki farklı gruplarla ilgili.
Eğer gerçek manada ve ileride ayrılma tehlikesini önleyecek şekilde bütünlükten söz ediyorsak “bütün grupların bir tek devletin halkı olarak birlik halinde olmaları” şarttır. Devlet içinde devlet veya devletimsi oluşumlar var olduğu sürece bütünlük sağlanamaz ve bölünme tehlikesi kapının önünde olur…
Bu farklı grupların, Suriye özelinde farklı dinleri, mezhepleri, dilleri, grup kültürleri, siyasi tercihleri, dünya görüşleri, hayat tarzları… var. Bu grupları, cebir kullanarak “tek dil, din, mezhep, siyasi görüş ve hayat tarzında birleştirmek” hem sosyolojik ve siyasi olarak hatalı bir yoldur hem de ayrımı tetiklemekten başka bir işe yaramaz.
Doğru olan tek yol, “ortak değerler, çıkar ve tehlike” çerçevesinde birlik oluşturmak, bunların dışında kalan farklılıkları her grubun kendine bırakmak, tek / bir devletin vatandaşları olarak farklı taraflarını yaşamalarına engel olmamaktır.
Elbette “insan hakları belgelerinin de kabul ettiği” bazı sınırlamalar vardır, olacaktır. Sünni çoğunluk insan kazanmak, daha da çoğalmak istiyorsa bunun yolu güzel ahlak, adalet, iyilik ve çekici temsildir.
Peki, dini, dili, mezhebi, siyasi görüşü… farklı olanlarla bir ülke halkı olarak birlikte yaşamak, iyi ilişkiler kurmak dinimiz bakımından mümkün ve caiz midir?
Bu sorunun cevabını Kuran’dan okuyalım. Mümtehine suresinin 7, 8 ve 9. ayetlerinin mealleri şöyledir:
7. Belki de Allah sizinle onlardan düşmanınız olan kimseler arasında bir dostluk meydana getirecektir. Allah kadirdir. Allah bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.
8. Allah, din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlarla iyi ilişkiler içinde olmanızı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz. Allah adaletli olanları elbette sever.
9. Allah ancak, din konusunda sizinle savaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza yardım etmiş olanlarla dostluk kurmanızı yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte bunlar kendilerine yazık etmişlerdir. (Mümtahine, 60/7-9)
8 ve 9. ayetlerde, 7. ayetteki anlamıyla "düşman" kavramının kapsamı belirlenirken, İslamiyet’i kabul etmeme değil, din konusunda Müslümanlarla savaşma, onları yurtlarından çıkarma veya çıkarılmalarına yardımcı olma kriterleri esas alınmıştır.
7. ayetin başında yer alan "umulur ki, belki de" gibi manalara gelen "asâ" yardımcı fiilini Cenab-ı Allah kendisi hakkında kullandığında onun tarafından yapılmış bir vaadi ifade eder. (bk. Zemahşerî, ilgili ayetin tefsiri)
8. ayetin tefsiri sırasında Taberî’nin belirttiği üzere -burada verilmek istenen mesaj belirli olaylarla sınırlı değildir-, ayette yer alan olumsuz nitelikler kapsamına girmedikçe hangi dine mensup ve hangi etnik kökenden olursa olsun uluslararası toplumun bütün üyeleriyle iyilik ve adalet esasına dayalı ilişkiler kurulabilir, bu hükümle ilgili nesih iddialarının da dayanağı yoktur. (bk. Taberi, ilgili ayetin tefsiri)
Bu ayetlerde Kuran’ın, uluslararası ilişkilerde hemen herkesin makul ve ikna edici bulacağı bir temel düstur getirdiği görülmektedir. Şöyle ki, aslolan barış hâlidir ve dostane ilişkilerin sağlıklı yürüyebilmesi için şu iki şarta titizlikle uyulması gerekir:
a) İyi niyetli olma ve bunun ilişkilere yansıtılması.
b) Bu alanda yapılacak düzenleme ve uygulamalarda, aynı şekilde herhangi bir ihtilaf çıkması durumunda adalet ve hakkaniyetin esas alınması. İstisnaî olan hasmane ilişkiler içine girmenin gerekçesi ise karşı tarafın din özgürlüğünü ortadan kaldırmaya yönelik savaş ilan etmesi ve ülke güvenliğini tehdit eden fiilî davranış ortaya koyması şeklinde özetlenmiştir.
Dikkat edilirse Kuran’ın bu konuda ortaya koyduğu esaslar Müslümanlara imtiyaz tanıyan veya sübjektif değerlere bağlı ilke ve kurallar olmayıp objektif niteliktedir…
Bazen içeride iki Müslüman grup arasında da anlaşmazlık, hatta çatışma olabilir; bu durumda ne yapılacağını da şu ayetten anlıyoruz:
“Eğer müminlerden iki grup birbiriyle kavgaya tutuşursa hemen aralarını düzeltin; ikisinden biri diğerinin hakkına tecavüz etmiş olursa -Allah’ın emrine geri dönünceye kadar- haksızlığa sapanlara karşı savaşın; dönerlerse aralarındaki anlaşmazlığı adaletle çözüme bağlayın ve herkese hakkını verin. Allah hakkı yerine getirenleri sever.” (Hucurat, 49/9)
Ayet, haksız yere devlete başkaldıran gruplar ile devlet arasındaki savaştan değil, halk arasında meydana gelen anlaşmazlıklar ve kavgalardan, bunlara karşı güçlü çoğunluğun, adalet ve hakkaniyet ölçüleri içinde tarafları anlaştırma, aralarını bulma ve gerekirse güce başvurarak haksızlığı önleme yükümlülüğünden bahsetmektedir.
Devlete başkaldıran, hukuka boyun eğmeyen asi guruplar (bâğîler), kıyas yoluyla bu ayetin kapsamına alınmışlar -bazı istisnalar dışında- aynı hükme ve muameleye tabi tutulmuşlardır.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Avupa Birliği (AB) ile sonsuz anlaşma yapmaya İslamın bakışı nasıldır? Peygamber Efendimizin yaptığı anlaşmalarda dikkat ettiği hususlar nelerdir? Bu durumda Türkiye, AB ülkeleri bir Müslüman ülkeyle savaş yaptığında, gayri müslimleri savunmak zorunda?..
- Laiklik nedir?
- Bir Müslüman laik olabilir mi?
- Yahudiler ve Siyonistler arasında ayrım yapmalı mıyız?
- Maide suresi 55. ve Mümtehine suresi 9. ayetler çelişkili mi?
- Kadınların millet vekilliği yapması ve devlet yönetiminde bulunması caiz mi?
- Askerler sistemi mi ayakta tutarlar?
- Allah'ın Ya Kafi ismine ve Allah bize yeter ayetine göre, insanlarla olan birlikteliğimiz, onlara ihtiyaç duyduğumuzdan değil, onlara faydalı olma gayesinden ötürü müdür?
- Peygamber efendimiz (sav) "İman Yemenlidir, Fıkıh Yemendedir, Hikmet Yemendedir" buyuruyor. Bu hadiste anlatılmak istenen nedir?
- Günümüzdeki laiklik acaba dinimizle çatışmakta mıdır?