Sümerler bir anda nasıl gelişti?

Tarih: 08.08.2024 - 08:44 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Sümerlerin abartılı propagandalarının yanında, tarihin fırsatlar sunduğu bazı unsurların varlığı da kazandıkları haklı şöhretlerinde önemli bir payı vardır.

Uzmanların bildirdikleri doğrultusunda burada hikâyeler tarzında değil, bilimsel sayılabilecek bazı unsurları maddeler hâlinde göstermeye çalışacağız:

a) Şu tarihi bir gerçektir ki, hiçbir millet peygambersiz bir ömür geçirmemiştir.

(Resulüm!) Sen ancak bir uyarıcısın. Doğrusu biz seni hak ile desteklenmiş bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki içlerinden bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın. Seni yalancılıkla itham ediyorlarsa, bil ki daha öncekiler de (peygamberlerini) yalancılıkla itham etmişlerdi. Peygamberleri onlara açık kanıtlar, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getirmişlerdi. Sonra ben o inkârcıları yakaladım bir bilsen o nasıl bir cezalandırmak idi!” (Fatır, 35/23-26)

mealindeki ayetlerde bu gerçeğin altı çizilmiştir.

b) Araştırmacıların verdiği bilgilere göre, Sümerler yaklaşık MÖ 4.000-2.000 yılları arasında Irak'ın güneyinde (Güney Mezopotamya) yerleşik hayata geçmiş olup medeniyetin beşiği olarak bilinen coğrafi bölgede yaşamış bir uygarlıktır. MÖ 6'ncı ve 5'nci milenyumda Kalkolitik ve Erken Tunç Çağı dönemi arasında ortaya çıkmış olup Dünyanın bilinen en eski uygarlıklarından birisi olarak kabul edilmektedir.

Sümerler, "Bereketli Hilal" olarak adlandırılan Mezopotamya bölgesinde ortaya çıkan sayısız medeniyetin temelini atmıştır.

Genel düşünce, Sümerlerin, çağdaşı olan halklarla yakın bir etkileşim ve benzerliklerinin olduğu yönündedir. Sümer Devleti'nin, Sami olmayan izole bir topluluk tarafından kurulmuş olduğu kabul edilmektedir.

Mezopotamya'da yaşayan birçok farklı kavimden ilk öne çıkan ve daha sonraki medeni oluşumların temelini atan Sümerlerdir. Gerek yazı, dil, tıp, astronomi, matematik; gerekse de din, fal, büyü, mitoloji gibi alanlarda ilk öne çıkan ve bilinen toplum Sümerlerdir. "Yaratılış" ve "Tufan"a, "Emeş ve Enten"e ilk kez Sümerlerde rastlanır. Yılbaşı ağacı süsleme, evlilik yüzüğü, nazar boncuğu da ilk olarak Sümerlerde görülmüştür.

c) Sümerler uygarlığı konusunda değişik yorumlar yapılmış ve görüşler bildirilmiştir. Ancak tahkik edildiğinde bunların hiçbirinin bilimsel kesin bir veriye ulaşmadığı görülecektir. Bu sebeple Sümer uygarlığı konusunda kesin bir rotayı tayin etmek, ilgili bilgiler için epistemolojik bir sağlam limanı göstermek oldukça zordur.

Fakat biz yine de kendi kaynaklarımızdan istifade edebildiğimiz kadar bazı hususlara dikkat çekmek isteriz:

Birinci Nokta: İnsanlık camiasının teşekkülünden sonra hiçbir medeniyet dinden uzak kalmamıştır. “Hiçbir ümmet yoktur ki içlerinden bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın.” (Fatır, 35/224) mealindeki ayetin ifadesi çok açıktır ve Sümerler de bu kuraldan istisna değildir.

İkinci Nokta: Yeryüzünde teşekkül eden hiçbir medeniyet sadece fen bilimlerinin gösterdiği bir rotayı takip edip gelişme gösterememiştir.

Üçüncü Nokta: Peygamberler, sonsuz ilim, hikmet ve kudret sahibi bir yaratıcının yönetiminde ve Allah’ın gözetiminde vahyi tebliğ ve açıklayıp uygulama görevini yerine getirmişlerdir.

Kuvvetli ihtimalle o bölgeye gelen peygamberler bir yandan insanların manevi ihtiyaçlarını öğretirken bir yandan da maddi ihtiyaçlarını temin etmede rehberlik etmişlerdir. Bu hakikati veciz bir şekilde ifade eden asrın söz sahibi Bediüzzaman hazretlerinin şu ifadeleri çok manidardır:

“İşte Kur'an-ı Hakîm; enbiyaları, insanın cemaatlerine terakkiyat-ı maneviye cihetinde birer pişdar ve imam gönderdiği gibi; yine insanların terakkiyat-ı maddiye suretinde dahi o enbiyanın her birisinin eline bazı harikalar verip yine o insanlara birer ustabaşı ve üstad etmiştir. Onlara mutlak olarak ittibaa emrediyor.

İşte enbiyaların manevi kemalâtını bahsetmekle insanları onlardan istifadeye teşvik ettiği gibi, mucizatlarından bahis dahi; onların nazirelerine yetişmeye ve taklidlerini yapmaya bir teşviki işmam ediyor.

Hatta denilebilir ki: Manevi kemalat gibi maddi kemalatı ve harikaları dahi en evvel mucize eli nev-i beşere hediye etmiştir.

İşte Hazret-i Nuh'un (Aleyhisselâm) bir mu'cizesi olan sefine.. ve Hazret-i Yusuf'un (Aleyhisselâm) bir mu'cizesi olan saatı en evvel beşere hediye eden, dest-i mucizedir.

Bu hakikate latif bir işarettir ki: Sanatkârların ekseri, her bir sanatta birer peygamberi pîr ittihaz ediyor. Meselâ gemiciler Hazret-i Nuh'u (Aleyhisselâm), saatçılar Hazret-i Yusuf'u (Aleyhisselâm), terziler Hazret-i İdris'i (Aleyhisselâm)..” (Sözler, Yirminci Söz, s. 254)

Dördüncü Nokta: Değişik asırlarda ve zaman dilimlerinde manevi ihtiyaçların giderilmesi için gereken manevi unsurların gün yüzüne çıkmasını sağlayan Allah, maddi ihtiyaçların giderilmesi için de lazım olan unsurları da nübüvvet yoluyla, vahiy kanalıyla insanlık camiasına öğretir. Örneğin; yalan söylemenin, kin beslemenin, komşusu açken tok yatmanın, fitne-fesat çıkarmanın çirkinliğini göz önüne sermek; keza yaratandan ötürü yaratılanı sevmek, insanların dünya ve ahiret hayatında mutlu bir hayata kavuşmalarını arzu etmek, dürüst olmak, barış ve huzurun temin edilmesine çalışmanın çok güzel insani erdemler olduğu düşüncesini toplumda yayılmasını sağlamak nübüvvetin iki kanatlı hizmet anlayışının bir tezahürüdür.

Öyle anlaşılıyor ki, bu iki cenahta da nübüvvetin yansımalarının gün yüzüne çıktığı bir zaman ve zeminde ilahi hikmetin öngördüğü dönemler olmuştur.

Bu da Sümerlerin terakkisi için ayrı bir aktif zemberektir.

Beşinci Nokta: Araştırmaların bildirdiğine göre, Tarihin en büyük buluşu olarak kabul edilen yazının icadı Sümerler tarafından gerçekleştirilmiştir. Yapılan arkeolojik çalışmalarla elde edilen bulgular incelenmiş ve yazının tarihi MÖ. 3.200 olarak belirlenmiştir.

Ancak bize göre, bu çalışmaların sonucu gözle görülen bir veriye dayanmamaktadır. Bilakis elde edilen bazı verilerin farklı yorumlar neticesinde hayal edilen bir temayülün sonucudur.

Buna çarpıcı bir örnek, parmak izlerinin keşfiyle ilgili şu yorum verilebilir:

Güya, “Çin bölgesinde bazı mağaraların duvarlarında 'el ayası'nın şeklini gösteren bazı figürler bulunmuştur. Bunlardan anlaşılıyor ki, yabancıların rastgele oradaki mağaralara izinsiz girip çıkmalarını engellemek için söz konusu el ayasındaki (parmak uçlarındaki) izleri tespit etme amacına yönelik olarak bu el ayalarının şekli yapılmış, gelenler oraya ellerini basıp kim olduklarına dair kimliklerini göstermeye çalışırlarmış…”

Acaba, bu işlem kapının önüne kadar gelenleri durdurabilir mi? Acaba, bu çok az sayıdaki figürler gelen yabancıların sayısı ile örtüşür mü? Acaba, bugün bile çamurlu ellerle sağlam bir kimlik verisini elde etmek mümkün olmadığı hâlde, binler sene önce böyle bir işlemin bu amaca yönelik bir aklıselimin tasarımı olabilir mi? Acaba, Acaba. Acaba?..

Bunun gibi yazının icadı ile ilgili tespitler de bu "Acaba?"larla mualleldir. En kuvvetli ihtimal her millet ve her medeniyet gibi Mezopotamya bölgesi ve özellikle SÜMER uygarlığında da diğer birçok medeni unsurlar gibi yazının varlığı da bir vahyin neticesidir.

“Biz Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve İbrâhim’e, İsmâil’e, İshak’a, Yakūb’a, torunlara, İsa’ya, Eyyûb’a, Yûnus’a, Harun’a ve Süleyman’a vahyettik. Davud’a da Zebur’u verdik. Bir kısım peygamberleri sana daha önce anlattık, bir kısmını ise sana anlatmadık. Ve Allah, Musa ile gerçekten konuştu. Müjdeleyen ve uyaran peygamberler gönderdik ki, insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı tutunacak bir delilleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.” (Nisa, 4/163-165)

mealindeki ayette başında Hz. Nuh’un bulunduğu bir kısım peygamberlere vahiy edildiği ifade edilmektedir.

Hz. Nuh'un kesin olarak hangi yıllarda yaşadığına dair net bir tarih verilmemektedir. Ancak İslam kaynaklarına göre, Hz. Nuh, uzun bir ömür sürmüş ve 950 yıl kavmine tebliğde bulunmuştur.

Bu bilgiler ışığında, Hz. Nuh'un yaşam süresinin yaklaşık 950 yıl olduğu kabul edilir. Hz. Nuh'un yaşadığı dönemin, insanlık tarihinin çok eski devirlerine dayandığı ve İslam tarihçileri tarafından M.Ö. 4.000-3.000 yılları arasına denk geldiği tahmin edilmektedir.

Buna göre, MÖ. 3.200’de icad edildiği ifade edilen yazının ortaya çıktığı dönem, Mezopotamya’da doğduğu bilinen Hz. Nuh’un peygamber olduğu döneme rastlar.

Altıncı Nokta: İnsanlık tarihi boyunca teşekkül eden bütün toplumlarda nübüvvetin yani peygamberliğin ve vahyin mührü hakimdir. Nübüvvetin bulunduğu her yerde iman edenler ve etmeyenler olarak iki gruba ayrılmıştır.

“Muhakkak ki, biz her bir ümmete yegâne Allah’a kulluk etmelerini ve (hak yoldan saptırıcı olarak bilinen her türlü din karşıtı olan) tağuttan uzak durmalarını tavsiye eden bir peygamber göndermişizdir.” (Nahl, 16/36)

mealindeki ayette bu hakikatin altı çizilmiştir.

Dolayısıyla nübüvvete dayalı düzene uyup itaat edenlerin yanında itaat etmeyen grupların da her zaman bulunduğu bir gerçektir. O dönemlerdeki mevcut medeniyetin tekamülü, müspet hareket etmeyi öğrenen müminlerin ortaya koyduğu bir terakki olarak kabul edilmiştir. Olumsuz hareket eden inançsızların negatif davranışlarının sonucu da tedenninin ana damarı olarak değerlendirilmiştir.

Bununla beraber, bu iki akımın ortaya koyduğu propagandalar, zaman ve zemine göre, arz-talep dengesi doğrultusunda etkilerini ortaya koymuşlardır. Her zaman hak sahibi kazançlı, haksız olan zararlı çıkmaz. Nitekim Kuran’da

“Artık kim cömert davranır, günah işlemekten sakınırsa; bunların güzel karşılığına da inanırsa; biz ona iyilik yollarını kolaylaştırırız. Ama kim cimrilik eder, kendisiyle yetinirse; güzel karşılığı da yalan sayarsa biz onu zora sokarız. Kabir çukuruna düştüğü zaman da malı kendisine hiç fayda vermez.” (Leyl, 92/5-11)

mealindeki ayetlerde aynı toplumdaki insanların iman ve inkar kavşağında farklı taifelere bölündüklerine işaret edilmiştir.

Yedinci Nokta: Zamanla her iki grubun kendi propagandasını yapmak üzere gördükleri, duydukları medeniyet unsurlarını kendi lehine olacak şekilde yaymaya çalıştılar. Nübüvvet kanadını temsil edenler işin ilahi inayet boyutunu nazara verdikleri gibi, materyalist grup da işi seküler ve moleküller bazında ele aldılar. Özellikler İslam’dan önce de ve sonrasında da birtakım tutar gibi işin doğru olup olmadığını incelemekten ziyade ideolojik bir rotayı takip etmeyi tercih ettiler. Özellikle 6-7. asırdanberi materyalist felsefenin de desteğiyle fen bilimleri yobazları din olgusunu tamamen ilmî çalışma sahasının dışına itmek suretiyle yegâne gerçeğin duyu organlarının görebildiği laboratuvarlarda olandır.

Bediüzzaman Hazretlerinin bu konudaki şu teşhis ve tespitleri gerçekten manidardır:

“Bu zamanda ehl-i İslamın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalplerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi: Nurdur, nur göstermektir ki, kalpler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır; nifaka inkılap eder. Hem nur, hem topuz.. ikisini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için bütün kuvvetimle nura sarılmağa mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor. Amma maddî cihadın muktezası ise; o vazife şimdilik bizde değildir. Evet, ehline göre kâfirin veya mürtedin tecavüzatına sed çekmek için topuz lazımdır. Fakat iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok!..” (Lem'alar, On Altıncı Lem'a, s. 104)

Demek ki, seküler bir hamle olarak Sümer uygarlığının kısa bir zamanda gelişme gösterdiğinin yaygın bir hâlde şöhret bulmasının özellikle bu zamandaki en önemli sebebi, pozitivist fen ve felsefeden gelen dalalet saikasıyla Medeniyetin din cenahını yok saymalarıdır.

Hâlbuki, araştırmalara göre, gerek yazı, dil, tıp, astronomi, matematik; gerekse de din, fal, büyü, mitoloji gibi alanlarda ilk öne çıkan ve bilinen toplum Sümerlerdir. "Yaratılış" ve "Tufan"a, "Emeş ve Enten"e ilk kez Sümerlerde rastlanır.

Bu unsurların seküler bir zeminde yeşerme ihtimali, nübüvvet fidanlarının sümbül verdiği metafizik bir zeminde serpilip boy gösterme ihtimalinden çok zayıftır. Çünkü ilahi inayetin bulunduğu yerde hem fizik hem metafizik unsurların cereyan ettiği münbit bir zemin söz konusudur. “Dünyanın ahiretin tarlası olduğunu” (Buhari, Rikak, 3) bildiren hadisin bu ifadesine dikkat etmek gerekir.

Sekizinci Nokta: İlahî takdirin ilmi bir tezahürüdür ki, “SÜMER” kelimesinin Arapça olarak bir anlamı: “Semer/Esmar” kökünden gelip “meyve/meyveler/ürün/ürünler”dir.

Demek ki, değişik medeni unsurların ilkini barındıran bir bölge olarak “meyveler / ürünler” adıyla meşhur olması da ayrı bir ilahi inayettir. Nitekim Kuran’da az bir su ile imtihana tabi tutulmuş ilgili kavmin bir adı Semud’dur.

Kuran’ın ayetlerinden anlaşılıyor ki, Hz. Salih’in kavmi ile devesi arasında “su problemi” vardı. Ve netice itibariyle bu deve kesildi ve Semud kavmi de helak edildi. (bk. Niyazi Beki, Kur’an’daki İsimlerin Esrarı)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Okunma sayısı : 21
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun