Rical kaynakları arasında neden büyük farklılıklar var?

Tarih: 20.08.2018 - 20:10 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Ben her fırsatta, her ortamda hadisleri, hadis ilmini müdafaaya çalıştım ve ulaştığım her mealciye bir cevap verdim. Hatta birkaçıyla bazen saatler, bazen de yazışarak haftalar süren tartışmalar yaptım. Ancak şu iki konu beni bir hayli düşündürüyor. Tatmin edici bir cevap verirseniz iknâ olurum:
1) Rical kaynakları neden farklılık arzediyor? Yani bir alime göre bir ravi sika olduğu halde, diğerine göre vadda olabiliyor. Üstelik birçok râvide durum aynı. Siz de bazı yazılarınızda "şu ravi şu alime göre sikadır, ancak şu alime göre zabtında problem vardır" tarzında cevaplar vermişsiniz.
2) Rical kaynaklarını da bir insan yazmıştır sonuçta. O insanların güvenilir olduğu nereden malum?
- Peki o insanlara güvenilir diyen başkasının sika olduğu ne malum?
- Yani bugün ümmete sızdırılmış, alim diye tanıtılmış bir ajan çok kolayca batıl itikatlılar hakkında "sikadır" diyebilir ve bu ajan alim olarak bilindiğinden kitabı da kabul görebilir.
- Rical kaynaklarının böyle olmadığı ne malum?
(Lütfen beni ikna edin, çok kolay ikna olurum, yeter ki sağlam deliller gösterin).

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

Cerh ve Ta‘dîl, hadis ravilerinin dinî ve ilmî yönden tenkidini konu edinen bir ilim dalıdır.

Bu konunun birçok yönü vardır, bir yönü de cerh ve ta‘dîl sebebinin açıklanmasıdır.

Raviler hakkındaki cerh ve ta‘dîller, gerekçelerinin açıklanıp açıklanmaması bakımından ikiye ayrılır. Ehli tarafından yapılan ve geçerli sebeplere dayanan cerh ve ta‘dîllerin kabulünde ihtilâf yoktur. Gerekçeleri açıklanmayan, “müphem cerh ve ta‘dîl” diye adlandırılan tenkitlerin kabul edilip edilmeyeceği konusunda ise şu görüşler ileri sürülmüştür:

1. İslâm âlimlerinin çoğuna göre, gerekli şartları taşıyan münekkidin gerekçesini belirtmediği ta‘dîl makbul olmakla beraber, böyle bir cerh makbul değildir.

Buna göre râvinin adaletini gösteren sebepleri teker teker saymak zor olduğundan mücmel ta‘dîlin kabul edilmesi gerekir. Halbuki cerh için bir tek sebep söylemek kolay ve yeterlidir. Ayrıca cerh sebebi sayılabilecek davranışlar konusunda münekkitlerin aynı fikirde olmayıp bazılarınca cerh sebebi kabul edilen bir davranışın diğerlerince cerh sebebi sayılmaması, cerhin gerekçesini açıklama zaruretini ortaya çıkarmaktadır.

2. Yaygın görüşün aksine ta‘dîl sebebini açıklamak gerekir, cerh sebebinin açıklanması gerekli değildir. Çünkü genellikle dış durumuna bakılarak ta‘dîl edilen râvide ta‘dîl sebebinin yapmacık davranışlara dayanması ihtimalinden dolayı ta‘dîl gerekçesinin açıklanmasına ihtiyaç vardır. İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, Gazzâlî ve Fahreddin er-Râzî bu görüştedir.

3. Münekkidin aslında cerh veya ta‘dîli gerektirmeyen bir sebebe dayanarak râviyi cerh veya ta‘dîl etmesi mümkün olduğu için, hem cerhin hem de ta‘dîlin gerekçesi açıklanmalıdır. Hatîb el-Bağdâdî ve usulcüler bu görüşü kabul etmişlerdir.

4. Cerh ve ta‘dîl sebeplerini iyi bilen, basîretli, itikadı sağlam bir münekkidin cerh ve ta‘dîlin gerekçesini açıklaması şart değildir. Hatîb el-Bağdâdî, Bâkıllânî, Zeynüddin el-Irâkī ve Ömer b. Raslân el-Bulkīnî gibi âlimler bu görüşü benimsemişlerdir.

Cerh ve Ta‘dîlin çakışması / tearuzu durumuna gelince:

Bir râvi hakkında bağdaştırılamayacak tarzda hem cerh hem de ta‘dîl bulunabilir.

Böyle bir durum (teâruz), ya aynı münekkidin veya ayrı münekkitlerin tenkitlerinden kaynaklanabilir.

Aynı münekkidin tenkitlerinde teâruz (zıtlık) olması halinde ictihadında değişiklik söz konusu olduğu için sonraki tenkidine göre hüküm verilir.

Farklı münekkitlerin bir râvi hakkındaki tenkitlerinde teâruz varsa, yaygın görüşe göre ta‘dîl edenler sayıca çok olsa bile gerekçesi açıklanan cerh, gerekçesi belirtilmeyen ta‘dîle tercih edilir. Ta‘dîl edenlerin cerhedenlerden fazla olması halinde muaddillerin çokluğu ta‘dîlin doğruluğunu, cârihlerin azlığı ise cerhin zayıflığını göstereceği için, ta‘dîlin tercih edileceğini söyleyenler de olmuştur. Bazıları da teâruz halindeki cerh ve ta‘dîlden hangisinin tercih edileceğinin tercihe imkân veren bir sebeple anlaşılabileceğini ileri sürmüşlerdir.

Öte yandan bir muhaddisin rivayet ettiği hadisle amel edip fetva vermesi, o hadisin sahih, râvilerinin de âdil olduğunu göstermeyeceği gibi, amel ve fetvasının rivayetine aykırı olması da söz konusu hadisin sahih ve râvilerinin âdil olmadığı anlamına gelmez. Çünkü muhaddisin bir hadisle amel edip fetva vermesi ihtiyat için olabileceği gibi, rivayetine uygun düşen icmâ ve kıyas gibi başka bir delile veya tergīb ve terhîbe dair hadislerle ameli câiz görmesine dayanabilir.

Râvinin, kendi rivayetiyle amel etmeyip fetva vermemesi de teâruz veya nesih gibi amele mâni bir halin yahut naklettiği habere aykırı olan başka bir haberin bulunması gibi bir durumdan kaynaklanabilir.

Cevap 2:

Cerh ve ta’dilde bulunacak kişilere ait belli şartlar vardır. Bu şartlara uyulmazsa, yapılan değerlendirme kabul edilmez.

Demek ki, tıbbın bir uzmanlığı olduğu gibi, cerh ve ta’dil ilim dalının da bir uzmanlığı vardır. Cerh ve ta'dil konusunda fikir beyan edenler, o sahanın otoriteleridir, üstatlarıdır.

Cerh ve ta‘dîl ilmi, hadisin iki ana kısmından biri olan ve aslında sağlam hadis metnine ulaşma amacının gerçekleşmesinde bir araç sayılan isnadın kontrol sistemidir.

Bu sistem sayesinde hadis nakledenlerin dinî ve ilmî ehliyetleri, dolayısıyla rivayetlerinin sağlamlığı ortaya çıkar. Bu sebeple İbnü’l-Medînî, hadis ricâlini bilmeyi ilmin yarısı olarak kabul etmiştir.

“Falan zayıftır, filan yalancıdır” şeklindeki tenkitlerinden rahatsız olan Muhammed b. Bündâr el-Cürcânî’ye Ahmed b. Hanbel’in, “Peki sen susarsan, ben konuşmazsam, cahiller hadisin sağlamını sakatından nasıl ayırt edecekler?” demesi bu ilmin önemini ifade etmektedir. 

Cerh ve Ta‘dîl konularına gelince:

Münekkit Açısından.

Hadis âlimleri, cerh ve ta‘dîl ile uğraşacak münekkitlerin bilgili, doğru sözlü, tarafsız, iyi niyetli, cerh ve ta‘dîl sebepleriyle cerh ve ta‘dîl lafızlarının anlamını bilen, takvâ sahibi kimseler olmasını şart koşmuşlardır.

Bu temel şartlar yanında tenkitte ölçülü ve ılımlı olmayı, râvinin cerhiyle birlikte varsa iyi yönlerini de belirtmeyi ve gerektiğinde gereği kadar cerhetmeyi tenkitçiliğin âdâbından saymışlardır. Güvenilir olmayan bir münekkidin âdil bir râviyi cerhedemeyeceği, âdil ve dikkatli olmayanın cerh ve ta‘dîlinin kabul edilemeyeceği, hangi sebeple olursa olsun tutuculuktan, kin, öfke ve rekabet duygusundan kaynaklanan tenkitlerin geçerli sayılamayacağı belirtilmiştir.

Ali b. Medînî, bu konunun dini ilgilendiren çok önemli bir mesele olduğunu ifade ederek kendi babasının, Ebû Dâvûd ise oğlunun hadis rivayetinde zayıf olduğunu söylemekten çekinmemiş, Zeyd b. Ebû Üneyse de kardeşi Yahyâ’yı yalancı diye cerhetmek suretiyle en güzel tarafsızlık örneğini vermiştir.

Münekkidin ayrıca diğer münekkitlerin özel olarak kullandıkları tenkit lafızlarını iyi bilmesi, böylece cerh amacıyla söylenmemiş bir ifadeyi cerh mânasında anlama hatasına düşmemesi gerekir.

Tenkitçilerin tenkit lafızları üzerindeki ihtisasının iyi araştırılması gerektiğini belirten Tâceddin es-Sübkî, cerh ve ta‘dîl lafızlarının ifade ettiği mânaları, özellikle örflere göre anlamı değişen, bazen övgü bazen da yergi ifade eden lafızları iyi bilmenin ancak ilimle bütünleşmiş kimselerin erişebileceği zor bir sanat olduğunu söylemiştir.

Diğer taraftan münekkit râviyi uygun mertebeye yerleştirirken aşırılığa kaçmamalıdır. Dinî açıdan cerhine ihtiyaç bulunmayanları cerhetmek veya râvinin kusurlarını gereğinden fazla sayıp dökmek, hatta sadece bir kusuru ile cerhi mümkün ve yeterli iken daha başka kusurlarını ortaya çıkarmak gibi davranışlarla İslâmî tenkit zihniyetine ve ahlâka aykırı davranmamalıdır.

Bundan dolayı Şâfiî, Buhârî ve Ebû Hâtim er-Râzî gibi münekkitler, tenkitlerinde kırıcı olmamaya özen göstermişlerdir. Münekkitlerin söz konusu hatalara düşebilecekleri dikkate alınarak cerh ve ta‘dîllerin kabulünde temkinli davranılmalıdır. Münekkidin cerhini kabule engel bir sebep bulunabileceği düşüncesiyle bazı münekkitlerin sözüne dayanarak râvilerin hemen cerhedilmemesi ve konu üzerinde titizlikle durulması gerektiği belirtilmiştir.

Ünlü bir bilgin veya önde gelen bir hadisçi olsa bile, her cârihin her râvi hakkındaki sözü dikkate alınmamalıdır. Zira bir râviyi cerheden kimsenin bizzat kendisinin cerhedilmiş olması, tenkitlerinde aşırı müsamahakâr veya katı davranması yahut tarafgirlik, taassup, kin, haset ve düşmanlık gibi sübjektif unsurlara yer vererek cerh sebebi sayılmayan davranışlarla râviyi tenkit etmesi mümkündür. 

Râvi Açısından.

Hadis ve fıkıh âlimleri, bir râvinin rivayetini kabul edebilmek için onun adâlet ve zabt sahibi olmasını şart koşmuşlardır. Adâlet, râvinin Allah’ın emirlerine uyması, yasaklarından kaçınması, onur kırıcı davranışlardan uzak durması demektir. Âdil bir kimsenin, durumu bilinmeyen başka bir şahsın âdil olduğunu belirtmesi (tezkiye) râvinin adâletini gösterir. Bu işi yapan kimseye müzekkî veya muaddil denir. Râvilerin adâleti genellikle tezkiye yoluyla tesbit edilir.

Ancak hadis ve usul bilginleri, şehâdet ve rivayete bakış açılarına göre, tezkiye için gerekli müzekkî sayısının bir veya iki kişi olması gerektiği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bazıları da bir râvinin hadisinin, cerh edilen râvilerin hadislerinin bulunmadığı Sahîh-i Buhârî veya Sahîh-i Müslim’de yer almasının o râvi için ta‘dîl anlamına geldiğini söylemişlerdir.

Zabt, râvinin işittiği bir hadisi -aradan uzun süre geçse de- her türlü değişiklikten koruyarak istendiği anda hatırlayıp rivayet edecek şekilde hâfızasında tutabilme yeteneğidir. Hadis âlimleri, râvinin dinen güvenilir olmasını başta gelen şart olarak ileri sürmüşler, ancak bunu yeterli görmeyerek dindarlıkları ile meşhur pek çok râvinin rivayetini ilmî bakımdan güvenilir olmadıkları gerekçesiyle kabul etmemişlerdir.

Ebü’z-Zinâd, Medine’de hepsi de güvenilir olan yaklaşık 100 kişiye rastladığını, fakat rivayete ehil olmadıkları için hiçbirinden hadis almadığını söylemiştir. İmam Mâlik de Mescid-i Nebevî’de hadis rivayet eden yetmiş kişiyle karşılaştığını, her birinin kendisine hazine teslim edilecek kadar emin olduğunu, fakat rivayete ehil olmadıkları için hiçbirinden hadis almadığını belirtmiştir. İbnü’l-Mübârek, bir mecliste Abbâd b. Kesîr’den söz açıldığında dindarlığını över, fakat kendisinden hadis alınmamasını öğütlerdi.

Râvinin zabt sahibi olup olmadığı, rivayetlerinin sika râvilerin rivayetleriyle mukayesesi veya râvinin denenmesiyle tesbit edilir. Abdurrahman b. Mehdî ve diğer bazı âlimler râvileri zabtlarına göre, hıfz ve itkan sahibi olanlar, bazen yanılsa da hadisleri genellikle sahih olanlar ve çoğu zaman yanılanlar şeklinde üç katagoriye ayırırlar. Râvilerin bu şekilde gruplandırılması, adâlet gibi zabtın da değişken bir nitelik olduğunu gösterir. Bu değişkenlik râviler arasında olabileceği gibi bir râvinin hayatının farklı devrelerinde bunama ve yaşlılık gibi sebeplere bağlı olarak da meydana gelebilir.

Râvinin zabtının değişmesiyle rivayet ettiği hadisin sıhhat derecesi de değişmekte ve ona göre adlandırılmaktadır. Sehâvî, “hasen lizâtihî” olan hadisin râvilerindeki zabtın sahih hadis râvilerindeki zabttan eksik olduğunu, bundan başka arada bir fark bulunmadığını ifade etmiştir.

Özetle söylemek gerekirse, cerh ve ta’dil ilmi kendine özgü uzmanlığı olan bir ilim dalıdır, bu ilim dalında uzman olanların görüşleri esastır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Hadislerin birçok raviden geçtiğini dikkate alırsak, hadislere neden ...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 100+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun