Peygamberlik vehbi mi kesbi mi?

Tarih: 16.05.2025 - 15:20 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Şah Veliyullah ehli sünnet midir?
- Nübüvvetin hem kesbi hem vehbi olduğu görüşü ehli sünnete uygun mudur?
Soru 1:
Bir makalede şöyle denmektedir:
Şah Veliyyullah ed-Dihlevî (ö. 1239/1824), peygamberlere verilen fıtrî kemâliyetin ardında, bunu takiben kesbî bir yol bulunduğunu ileri sürmüş, bununla birlikte, bu makamın tamamen ihtiyarî olarak kendisine ulaşılacak bir mertebe olmadığını da vurgulayarak nübüvvette hem vehbin hem de kesbin bir payı olduğuna işaret etmiştir."
- Şah veliyullah ehli sünnet midir, nübüvvetin hem kesbi hem vehbi olması görüşü ehli sünnete zıt mıdır, yoksa bunu ehli hak görüşlerden biri mi kabul etmeliyiz?
Soru 2:
"Şah Veliyullah, mucizelerin kabulü için eşyanın içerisinde ayrılmaz sabit özelliklerin bulunmadığını iddia eden Eşari mezhebinden farklı düşünmektedir. Bu hususta o, Allah'ın âlemde gözettiği hikmet gereği eşyada belli özelliklerin bulunduğunu, fakat Allah'ın dilediği anda bunları değiştirebileceğini kabul eden Maturîdîlerden ve Mutezile'den de ileri gider ve Farabî, İbn Sîna gibi mucizelerin gizli tabii sebeplere bağlı olarak meydana geldiğini kabul eden felsefecilerin görüşünü paylaşır."
- Şah Veliyullahın peygamber mucizeleri ilgili görüşlerini kesin olarak yanlış diyebilir miyiz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Öncelikle ifade edelim ki, peygamberlik çalışılarak elde edilmez, Allah’ın ihsanı ve ikramı olarak, bu görevi istediğine verir. Ancak peygamberlik en büyük bir görev ve sorumluluk olduğundan elbette buna ehil ve layık olanlara peygamberlik verilir.

Büyük bir alim olan Şah Veliyyullah da muhtemelen bunu demek istemiştir. Yoksa "çalışarak peygamber" olunur anlamında bir ifadesi yoktur ve olamaz.

Bu kısa bilgiden sonra sorulara gelince:

Cevap 1:

Peygamberlik elbette vehbidir. Şah Veliyullah Dehlevi ehl-i sünnet alimlerindendir. Ancak söylediği sözleri hangi makamda söylemiş olduğunu görmek lazımdır. Belki de şunu demek istemiştir ki; “Allah bir şeyi yaratmak istediği zaman onun vesilelerini de yaratır.” kuralı mucibince, Allah peygamber yapmak istediği bir kimseyi o makama layık donanımlarını da yaratır.

Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi, “Risalet ve nübüvvet akrabiyet-i ilahiyeye bakar. Bu ise sırf vehbidir, kesbî değil; incizabdır, cezb-i Rahmanidir ve mahbubiyettir.” (bk. Sözler, 27. Söz'ün Zeyli, s. 492)

Bu konuda Şah Veliyullahın şu ifadeleri sorumuza ışık tutmaktadır:

“Hz. Muhammed (asm) Arapların en soylusu, güç-kuvvet bakımından en şecaatlisi, sahavet bakımından en cömerdi, hitabet bakımından en fasihi/edibi, kalb-i selim bakımından en arınmış gönül sahibi idi. Diğer peygamberler de kavimlerinin kendi içinden seçilmişlerdir. Zira insanlar altın ve gümüş madeni gibi madenlerdir. Güzel ahlakı insanlar çoğu zaman kendi babalarından/mensup oldukları soydan almış olurlar. Ahlakta mükemmel olanlardan başka kimse nübüvvete hak kazanmaz/istihkak kesbetmez.” (bk. el-Huccetu’l-baliğa, 2/316)

Allah’ın hidayet ve rehberliğini insanlara ulaştırmakla görevlendirilen peygamberler başkalarının vâkıf olamayacağı derin meselelere nüfuz edebilecek kapasiteye sahip olup Allah tarafından korunmuştur. Her dönemde toplumlar kendilerine önderlik edecek günahsız insanların rehberliğine ihtiyaç duymuştur. Peygamberler fıtratın dört temel özelliğini oluşturan iç temizliği, Allah’a bağlılık, hoşgörü ve adalet ilkelerini yerleştirmek ve bunların önündeki engelleri kaldırmak için çalışır. Böylece insanların maddî güçlerini ıslah ederek melekî yönlerinin gelişmesine yardımcı olurlar. Dinin temel prensiplerinde ve genel hükümlerde peygamberler müttefiktir, aralarındaki farklılıklar sadece şekil bakımındandır. Nebîlerin ismet sıfatı taşıması dinin korunması açısından zorunlu olup henüz bu görevi üstlenmedikleri dönemi de kapsamaktadır. (el-Huccetu’l-baliğa, 1/159-165, 243-256; 2/135-136, 558)

Cevap 2:

Şah Veliyyullah’a göre peygamberliğin tasdik edilmesi için mucize şart değildir; mucizenin yanı sıra kesin aklî delil, ilâhî kitap veya ortaya konulan farklı hayat tarzı da delil sayılabilir. Nitekim Hz. Muhammed’in (asm) en büyük mucizesi Kuran-ı Kerim ve insanların mutluluğunu sağlayan dinî hükümlerdir. (el-Huccetu’l-baliğa, 1/37; el-Hayrü’l-kesir, s. 83)

Mucizelerin her zaman olağan üstü özellikler taşıması gerekmez. Onların bir kısmının adetullah çerçevesinde cereyan etmesine rağmen sebepleri bilinmeyebilir ve nadiren meydana geldikleri için insanlar tarafından mucize şeklinde algılanır. (Tevil al-ahadis, s. 91)

Felsefi yorumlara müsait olan görüşlerin hepsine yanlış veya doğru demek isabetli değildir. Konuyu fazla uzatmadan yine asrın söz sahibi Bediüzzaman hazretlerinin şu tespitlerine kulak vermemizde büyük faydalar vardır:

Unutmamak gerekir ki, bir şeyin doğru olmadığını/doğruluğunun olmadığını ispat etmek için o konudaki tüm kaynakları taramak gerekir. Zira "hususî olmayan ve has bir yere bakmayan bir nefiy (yokluk) ispat edilmez" meşhur bir düsturdur. Mesela, bir şeyi dünyada var diye ben ispat etsem, sen de "dünyada yok" desen; benim bir işaretimle kolayca ispat edilebilen o şeyin sen nefyini yani ademini ispat etmek için, bütün dünyayı aramak ve taramak ve göstermek, belki geçmiş zamanların her tarafını dahi görmek lazım geliyor. Sonra "yoktur, vuku bulmamıştır" diyebilirsin. (bk. Şualar, 7. Şua, Mukaddime, s. 101)

Bu sebeple, Şah Veliyullahın tamamen haklı olduğunu söyleyemediğimiz gibi, tamamen haksız olduğunu da söyleyemeyiz.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun