Peygamberimizin çektiği sıkıntı, zulüm, ölüm tehlikelerine rağmen davasında sebat etmesini, peygamberliğinin bir alameti olarak değerlendirebilir miyiz?

Tarih: 11.09.2011 - 03:02 | Güncelleme:

Soru Detayı
- Bazı insanlar Hz Muhammed (asm)'in çektiği sıkıntıların ve ölüm tehlikesine rağmen davasında sebat etmesinin peygamberlik alameti olamayacağını söylüyorlar. - İdealist insanlar için makam, para gibi şeylerin bir anlamı yoktur, örneğin Chequera gibi kişiler de davası ve insanlar için hayatlarını riske atmışlardır, diyorlar. - Hz. Muhammed (asm) de yeni bir dinden başka toplumu ve insanlık için bir çıkış yolu bulamamıştır ve yeni bir din ile devrim yapmıştır, iddiasına ne dersiniz?
Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Bir dava uğrunda fedakârlık gösteren, sıkıtlara katlanan kimselerin bu halleriyle bize gösterdikleri gerçek şudur: “Ben bu davanın hak ve hakikat olduğuna inanıyorum, hak bildiğim bir konuda her türlü fedakârlığı da yaparım...” Bu ifadeler bize gösteriyor ki, söz konusu insanlar -kendilerince- doğru olan bir yolu takip ediyorlar.

- Bunun gibi, Hz. Muhammed (a.s.m)’in de bir ideali, ideal bir davası vardır. Herkesten çok davasında sadık olduğuna, idealinde samimi olduğuna bütün hayatı şahitlik etmektedir.

- Peki onun hak gördüğü ideal davası nedir? 

Özetle Allah’ın elçisi olduğu hususu değil midir? O halde kendisini her türlü eza ve cefaya katlanmaya götüren ideal davası, onun Allah’ın elçisi olduğuna bütün zerreleriyle inanmasıdır. Elçilik konusunu işlemeden böyle bir davaya girişseydi, bütün halkı tarafından kabul görürdü. Çünkü zaten toplum tarafından sevilen, sayılan ve “emin/güvenilir” bir kimse olduğunda ittifak edilen böyle mümtaz bir şahsiyete karşı asla tereddüt etmez ve ardından giderlerdi.

Nitekim tarih ve siyer kaynaklarının bize bildirdiği gibi, Mekke halkı onun “Allah’ın bir olduğu, dolayısıyla kendisinin onun elçisi olduğu davasını bırakması karşılığında, istediği her arzusuna boyun eğeceklerini" beyan etmişlerdir. Onun buna cevabı ise,

“Allah’a yemin ederim ki, güneş sağ elime, Ay’ı sol elime koysanız, yine de bu davadan vaz geçmem. Ya bu davayı tahakkuk ettireceğim, yahut da bu uğurda öleceğim...” şeklinde olmuştur. (bk. Sîretu İbn Hişam, 1/266; İbnu Seyyid’n-nas,Uyunu’l-eser, 1/132; İbn Kesir, es-Sîretu’n-Nebeviye, 1/474;  Beyhakî, Delail’u’n-Nübüvve-şamile- 2/63; Taberî, 2/218-220)

Demek ki idealden ideale fark vardır. Eğer ilgili kimseler, idealist insanların kendi ideallerinde samimi olduklarına inanıyorlarsa, Hz. Muhammed’in de peygamberlik idealinde samimi olduğuna inanmaları gerekir. Aksi takdirde iki yüzlülük ve samimiyetsizlik söz konusudur.

Bununla beraber, Hz. Muhammed (asm)’in yaptığı sadece toplumun ahlakını düzeltmekten ibaret değildir. Başka insanlardan istemediği hâlde, kendisinin defalarca iftar yapmadan üst üste oruç tutmasını, her gece uykusunu bölerek kalkıp teheccüd namazını kılmasını ne ile izah edeceğiz? Bunun neresinde toplumsal bir ideal yatıyor?

Hz. Muhammed (a.s.m)’den başka hangi idealist, -on beş asırdan beri bütün muarızlarına karşı meydan okuyan ve kırk yönden mucize olduğunu gösteren- Kur’an gibi mucizevî bir kitabı ortaya koymuştur? Hangi idealist, onun gösterdiği mucizeleri göstermiştir? Hangi idealist, davasının muhakkak hakim olacağını önceden haber vermiştir? Hangi idealistin arkasında on beş asır bir zaman dilimi ve milyarlarca tabi olanı olmuştur?

Bütün bu gerçekler gösteriyor ki, Hz. Muhammed (asm) bilinen şekliyle bir idealist değil, bir peygamberdir. Eğer ille de o kelime kullanılacaksa;

“O bir elçilik idealistidir, Allah’tan aldığı vahyin idealistidir, beşer üstü bir konumun idealistidir, İslam davasının idealistidir, kendisine itaat edenlere cenneti vaad eden, isyan edenleri cehennemle uyaran bir dünya ve ahiret idealistidir..."

- Unutmamak gerekir ki, putlara tapmayı en ideal bir ülkü kabul eden Kureyş müşrikleri, sonunda Hz. Muhammed (asm)’in peygamberlik idealine inandıkları için kendi ideallerinden vazgeçtiler. Nice şairler şiirlerine taparcasına ve taptırırcasına bir şiir idealleri olmasına rağmen, Kur’an’ın ilahî kitap olduğunu gördükten sonra, o şairlik ideal hakimiyetine son verdiler. Hatta en meşhur şair Lebid’in kızı “Kur’ana karşı bunların değeri kalmadı.” diyerek, altınla yazılarak Kâbe’nin duvarına asılan babasının şiirini oradan söküp atmıştır.

İşin özü ve özeti şudur:

İdealler arasında dağlar kadar fark vardır. Örneğin insan topraktan mamul  ideal bir sanat yapmak istediği zaman, tuğla yapar, duvar yapar, küp yapar, çömlek yapar. Allah ise, aynı topraktan insan yapar... Keza, aynı harfleri kullanan insan şiir yazar, nesir yazar, hikaye yazar, roman yazar... Allah ise aynı harflerden Kur’an yazar...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun