Ölüm sırasında zevk alınır mı? "Her nefis ölümü tadacaktır." ne demektir? Cenaze neden yıkanır, neden gusül aldırılır?

Tarih: 29.08.2006 - 08:56 | Güncelleme:

Soru Detayı
Kur'an-ı Kerim'de geçen "Her nefis ölümü tadacaktır." ifadesinde "zaika" zevk anlamına mı gelmektedir?
Cevap

Değerli kardeşimiz,

"Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günnü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir."(Âl-i İmran, 3/185)

Elmalılı Hamdi YAZIR bu âyeti şöyle tefsir eder:

Her nefis (canlı) ölümü tadacaktır. (Yani herkes ölecektir) Nefs, zat ve ruh mânâlarına geldiği için, bundan bazı kimseler ruhun ebedî olduğu mânâsını anlamışlardır. Çünkü tatmak, bir hayat eseridir. Ve zevk anında tadıcının bakî (ebedî) olduğunu anlatır, yoksa zevk tasavvur olunamaz. O halde mânâ: "Her nefis bedeninin ölümünü tadacaktır." demek olur. Bu da nefsin, bedenden başka olduğunu ve bedenin ölümüyle onun ölmeyeceğini anlatır. Şu halde ölüm zorunluluğu cismânî hayata mahsus olup, mücerred (soyut) ruhların yok olmadığını söylerler. Ve ahiret meselesini bu şekilde ruhun ebedî oluşuna dayanan ruhanî (ruhlara ait) bir hayat tasavvur etmişlerdir.

Fakat diğer taraftan bir çok tefsirciler ve bilginler demişlerdir ki, bu şekil yorum, bir zorlamadır. "Zaikatü'l-mevt" demek "ölecektir" demek olduğu açıktır. Belli ki tadan kim ise, ölen o olacaktır. Evet, bedenin ölmesiyle nefis ve ruhun büsbütün yok oluvermeyip bir müddet kalabileceği diğer delillerden açıkça anlaşılıyor ise de, genelde ruhların ölmedikleri davası ne aklen, ne de naklen zorunlu olarak sabit değildir. Önce "zaikatü'l-mevt", herhalde, tadan nefsin ölümünü ifade etmektedir. Rivâyetler de bu mânâyı göstermektedir. Rivâyet olunuyor ki, ne zaman,

"Yeryüzündeki her canlı yok olacak." (Rahman, 55/26)

âyeti indi, melekler, "yeryüzündekiler öldü" dediler. Sonra (Küllü men aleyhe...) indiği zaman biz de öldük dediler. (Her nefis (canlı) ölümü tadacaktır.) Ruhların ölümünü de ifade etmeseydi, meleklerin ölümünü de anlatmazdı ve melekler için ölüm ve yok olma düşünülünce, beşer ruhları için de düşünülmesi gerekir. Ancak genel hükmünün de umumi üzere cereyan edemeyeceği de hatırlatmaya değer görülmüştür. Çünkü,

"Allah'ın diledikleri hariç olmak üzere, göklerde ve yerde kim varsa hepsi düşüp ölmüş olacak." (Zümer, 39/68)

âyetinde Allah Teâlâ'nın diledikleri, bu genelden hariç tutulmuşlardır. Buna göre göklere ait olsun, yere ait olsun, gerek melekler ve gerek bütün nefisler yanında ebediyete kadar ölmeyecek olanlar da bulunabilecektir.

İşte İslâm âlimlerinin çoğunluğunun görüşleri budur. Özetle ruhun ebedî oluşu inkâr edilemez. Ve fakat umum için zorunlu değildir. Dinin ve ahiretin imkanının, mutlak olarak, ruhların ebedîliği nazariye (teori)sine dayanması da zorunlu değildir. "Kıyamet" kelimesi de tamamen yok oluşu ve ondan sonra kıyam (öldükten sonra dirilme), neşr ve haşr (dağılıp, toplanmay)ı ifade eder ki, ölüm ve öldükten sonra dirilme, özetle ahiret inancı, bir ebedî olma inancıdır. Fakat bu ebedîlik, ilk oluşum değil, ikinci oluşumdur.

Evet, her nefis ölümü tadacak; dünyanın ne üzüntüsü, ne sevinci hiç biri kalmayacak, ve sevaplarınızın size tam olarak ödenmesi de ancak kıyamette olacaktır. Dünyada iyi veya kötü bütün çalışmaların sevap veya cezasını yine dünyada elde etmek mümkün değildir. Mesela, şehidlerin kanlarıyla kazanılan savaşların başarı meyvelerinden o şehidlerin dünyada istifade etmelerini düşünmek tenakuz (çelişki) olur ki, bütün faziletler de böyledir. Gerçi dünyada hiçbir ücret verilmez de değildir. Burada da bazı çalışmaların karşılığının alındığı da vardır. Fakat bu dünyada sonuç, ölüm ve yok olmak muhakkak bulunduğu için; gelen herhangi bir menfaat ve tad, kesilme ve sona erme korkusuyla karışık ve muhakkak gam ve kederle sarılıdır. Gamsız sevinç, korkusuz eminlik, ıztırapsız lezzet, kesintisiz ebedi saadet kıyamet gününde hasıl olur.

Cenaze neden yıkanır, neden gusül aldırılır?

Ölen bir mü'minin teçhiz ve tekfini, yani yıkanıp, kefenlenip, namazının kılınması ve defnedilmesi, ge­ride kalan Müslümanlara kifayeten farzdır, yani bu Allah'ın emridir. Bunda aynı zamanda ölüyü tertemiz bir şekilde yolcu etme amacı vardır.1 Bu görevi, Müslümanların bir veya birkaçı yapınca, diğerleri de sorumluluktan kurtulur. Ama hiç kimse bu görevi yapmazsa hepsi sorumlu olurlar.

Ölüyü yıkayıp kefenleyerek namazını kılmak ve toprağa gömmek şeriat-ı kadîmedendir. Übeyy b. Ka'b'-dan (v.21/642) rivayet edilen bir haberde bildirildiğine göre, Hz. Âdem (as) vefat edince, melekler cennetten ge­tirdikleri kefen ve kokularla geldiler ve Hz. Âdem (as)'i yıka­dılar, kefenlediler, güzel kokular sürdüler. Sonra nama­zını kılıp, kazdıkları mezara yerleştirdiler ve üzerini kerpiçle kapatarak toprakla düzlediler. Bu işleri ta­mamladıktan sonra Hz. Âdem (as)'in oğullarına: "Ey Âdemoğulları, bu yaptığımız, sizin sünnetiniz olan şeriatınızdır. Bundan sonra ölülerinizin cenaze merasimini ve defin işini bizden gördüğünüz gibi yapın." dediler. Hz. Âdem (As)'dan bu yana gelen bütün ilâhî dinlerde ölülere aynı muamele yapılmaktadır.

Nitekim son semavî din olan dinimiz İslam'ın tebliğcisi Hz. Muhammed (asm) de ölümünden sonra Müslümanın yıkanmasının, ölenin sağ kalan Müslamanlar üzerindeki haklarından biri olduğunu belirtmiş ve geride kalan Müslümanların ölen kardeşlerine karşı bu son vazifelerini yapmalarını emrederek, nasıl yapılaca­ğını da öğretmiştir. Müctehid imamlarının hepsi, Rasulullah (asm)'in bu emri sebebiyle, teçhiz ve tekfinin farz-ı kifâye olduğunda ittifak etmişlerdir.

İlave bilgi için tıklayınız: 

Cenâzelerin Yıkanması (Gasli):..

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun