Uzayda din ve ibadet var mıdır?
1. Allah neden indinde hak din olarak İslamiyet’i bizlere empoze edip bununla yaşamamızı ısrarla istemektedir?
2. Kuran’da kimi ayetlerde namazı kılıp ibadetlerimizi ısrarla yerine getirmemizi tavsiye edip sonra da neden kimi ayetlerde de sizleri kurtaracak olan namaz ve ibadetleriniz değildir demektedir?
- Kıldığımız namazlarımıza ve yerine getirmeye çalıştığımız ibadetlere ihtiyacı yokken, neden ısrarla dayatmaya çalışmaktadır?
3. Allah adil olduğunu ifade etmesine rağmen, neden tüm insanlığı Müslüman ülkelerde değil de çeşitli dini inanışların bulunduğu ülkelerde dünyaya getirmektedir?
- Bu dünya bizim için bir sınav yeri iken tabiri caizse neden 1-0 önde olarak bizlerin Müslüman bir ülkede ve Müslüman anne ve babadan dünyaya gelmemizi uygun görmüştür?
- Bu diğer dinlere mensup ülkelerde diğer dinlere mensup ailelerde doğan insanlara karşı bir fırsat eşitsizliği anlamına gelmez mi?
4. Bizlere bir takım musibetler göndererek neden ısrarla bizden dua etmemizi istemektedir?
- Bir yandan bizleri eşref-i mahluk olarak ilan ederken bir yandan da neden bizleri ‘duanız da olmazsa ne ehemmiyetin var’ diyerek aşağılama gereği duymaktadır?
5. Bir takım bela ve musibetler göndererek insanların hem bedenen ve hem de ruhen neden acılar çekmesini istemektedir?
6. Allah istemezse yaprak kımıldamaz. Peki günah işlemenin hem kötü bir akıbet getireceğini Kur’an’da bir takım ayetlerde ısrarla vurgularken hem de insanlara günah işleyecek ortamlar sağlaması ve bedenen ve ruhen yanlışa girmelerine neden müdahale etmemektedir (ki biz kendi çocuğumuzu her türlü kötülükten korumaya çalışırken)? Bu bir tezat değil midir?
7. Allah bizi neden yaratma gereği duydu, farklı farklı inanışlara sevk ettirip neden koyduğu kurallara uymamızı ısrarla istemektedir?
8. Uzayda din ve ibadet var mıdır; varsa nasıl olmalıdır?
- Kıblesi, ibadet saatleri ve günleri neye göre ayarlanmaktadır?
- Yoksa dini ibadetler sadece zaman ve mekanla mı sınırlıdır?
Değerli kardeşimiz,
Cevap 1:
Allah, kullarını sonsuz rahmetine mazhar kılmak istediği için hak din olan İslam’a göre yaşamalarını ister.
- Ayrıca, İslam dini, fitrat dinidir. Allah, -en mükerrem olarak yarattığı insanların- Hakîm isminin bir tezahürü olarak yarattığı kâinattaki fıtrat kanunlarına aykırı hareket etmelerini, evrenin gösterdiği kulluk âhengini bozmasını istemediği için İslam dinine uymalarını emretmiştir.
- Bununla beraber, Allah rahmetinin gereği olarak hak ve hakikati göstermekte ısrar etmesine mukabil, insanların özgür iradelerine müdahale sayılacak bir ısrarda da bulunmamıştır.
“Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 2/256),
“Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin...” (Kehf, 18/29)
mealindeki ayet ve benzerlerinde bu gerçeğin altı çizilmiştir.
Cevap 2:
- Evvela, “sizleri kurtaracak olan namaz ve ibadetleriniz değildir” manasına gelen bir ayete rastlayamadık. Bunun hangi ayet olduğunu söylerseniz seviniriz.
- İkinci olarak, Namaz kulluğun fihristesidir. Bütün ibadet şekillerini ihtiva etmektedir. Bu sebepledir ki, imandan sonra ikinci derecede önemli bir vecibedir.
- Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Fakat insanların her yönden Allah’a ihtiyacı vardır. Yokluktan varlığa çıkmaktan tutun ta yiyecek ve içeceklerin ithalat ve ihracatına kadar her şeyde Allah’a muhtaçtır.
Bir fincan acı kahvenin insan olan insan için kırk yıl hatırı varsa, bu sayılamayacak kadar çok olan bu tatlı ve şirin nimetlerin hatırı sayılmaz mı?
İşte unutkanlığıyla bilinen insana Allah’a karşı sürekli şükranlarını arz etmesini hatırlatmak için günde beş defa namaz kılmaya davet edilmiştir.
Bediüzzaman Hazretlerinin şu ifadesi de konumuza ışık tutmaktadır:
“Evet Cenab-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın, manen hastasın. İbadet ise, manevî yaralarına tiryaklar hükmünde olduğunu çok risalelerde isbat etmişiz. Acaba bir hasta, o hastalık hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi' ilâçları içirmek hususunda ettiği ısrara mukabil, hekime dese: 'Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun?' Ne kadar manasız olduğunu anlarsın.” (bk. Asa-yı Musa, s. 171)
Cevap 3:
Gayr-ı müslim bir çevrede yetişip de İslam’ın mesajını alamayanlar zaten sorumlu değiller. İslam’ın mesajını doğru olarak aldıkları takdirde onlarla Müslüman bir çevrede yetişenler arasında bir fark kalmaz.
- Firavun gibi ilahlık dava eden bir kâfirin sarayında yetişen Hz. Musa’nın varlığı,
- Aynı evde olup da imanı tercih eden Firavun’un karısı Asiye’nin varlığı,
- Bugün bile çok dindar ailelerde yetişen, dindar çevrede bulunan bazı kimselerin kâfirliği veya fasıklığı tercih etmeleri,
- Tersine kötü bir ailede bulunup da kötü bir çevrede yaşayan birçok kimsenin iman ve İslam’ı tercih etmeleri,
çevrenin de tek başına imtihanı zorlayan bir unsur olmadığının açık göstergesidir.
Tarih boyunca gayri müslim birçok insanın aklını kullanarak, özgür iradesiyle İslam’ı tercih etmeleri âdil bir imtihanın söz konusu olduğunun açık bir belgesidir.
- “Her doğan çocuk fıtrat dini olan İslam’ı kabul edebilecek bir kabiliyette doğar. Sonra annesi, babası, çevresi, onu Yahudî, Hristiyan, Mecusî yaparlar.” (Buhârî, cenâiz 92; Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5) manasına gelen hadisin ifadesi, imtihan sahasında bir tek zorunlu istikamet gösteren çevresel kodlama trafik işaretinin söz konusu olmadığına işaret etmektedir.
Bir takım fasık olan kimselerin çocuklarının Salih birer insan, tersine salih kimselerin çocuklarının da fasık olmaları bu gerçeğin reddedilmez kanıtıdır.
Cevap 4:
Bir altın, altın olduğu için güzeldir ve değerlidir. Fakat altına bakır gibi maddeler karıştığı nispette 24 ayar değerinden düşer.
Demek aynı şey bir yönden mükemmel iken, başka bir cihetten noksan ve kusurlu olabilir.
- Bunun gibi, Allah insanı -deyiş yerindeyse- 24 ayar altın değerinde yaratmıştır. Ahsen-i takvim kıvamı bu değere işarettir. Asli cevheri ve donanımları itibariyle 24 ayar altın değerinde olan insanın bu güzelim cevherine hayvansal ve bitkisel maddelerin karışması oranında bu değer kaybolur.
- İmtihana tabi tutulmuş bir varlık olarak, bu imtihanı kazanabilecek donanımlar da verilmiştir. Ancak insan, bu -insanı insan eden-donanımları dumura uğrtacak, hatta imtihanı kaybettirecek ve insanı yüksek insanlık kulesinden fırlatıp aşağılar aşağısı olan hayvanlık çukuruna düşürecek pozisyonlara girer.
İşte rabbimiz, insanı insanlık kulesinin zirvesine yükseltecek olan ve imtihanı başarmanın bir kriteri olarak ön görülen kulluk görevine de dikkat çekmiştir.
Özetle, Kuran’da, insanın eşref-i mahlukat olarak yaratıldığının vurgulanması, yüceler yücesi rabbimizin insana verdiği değerin boyutunu ve bu değer nispetinde üstlendiği kulluk görevinin büyüklüğünü ve sorumluluğunun ciddiyetini hatırlatmaya yöneliktir. İnsana verilen bu değerin, insanın yaptığı kulluk göreviyle orantılı olarak manevi yükselişi veya alçalışının sözkonusu olduğu gerçeği ilan edilmiş ve bu konuda insanların bamteline dokunan
“Duanız / kulluğunuz olmasaydı, Rabbim size ne diye değer versin ki!..” (Furkan, 25/76)
mealindeki ayet ve benzerleriyle insanlara ciddi uyarı yapılmıştır.
Cevap 5:
Bütün güzelliklerin kaynağı varlık olduğu gibi, bütün çirkinliklerin kaynağı da yokluktur.
Mesela, insanın gözü, kulağı, dimağı ve damağı gibi maddi-manevi donanımlarının varlığı büyük bir güzellik serveti olduğu gibi, bunların yok olması durumunda da insana büyük sıkıntıların, kayıpların ve zararların olması bu gerçeğin tartışılmaz delilidir.
Demek ki varlıkta mutlak hayır; yoklukta ise mahza şer vardır.
İşte insanın hayatında da hayırlı varlık nişanları olduğu gibi, kötü yokluk göstergeleri de vardır.
Bu varlığın en parlak nuru olan hayat, değişik hallerde yuvarlandığında kuvvet bulur, tasaffi eder, arınır, yaratıcı Allah’ın isimlerinin değişik nakışlarını gösterir.
Bela ve musibetler ise, bu değişik varlık hallerinin teceddüd etmesini, yeni bir pozisyon kazanmasını, hayatın taze bir lojistik destek almasını sağlar.
Böylece insanlar, kulluk görevleriyle ilgili olan sabır, şükür, tahammül, dayanıklılık, tevekkül, teslimiyet gibi donanımlarını test etmek, aktif hale getirmek gibi imtihan için gereken pozitif aktiviteyi kazanmış olur.
Bediüzzaman Hazretlerinin konuyla ilgili şu ifadelerini dikkatle okumakta fayda olduğunu düşünüyoruz.
"Gayet zengin, nihayet derecede sanatkâr ve çok sanatlarda mahir bir zat; asar-ı sanatını, hem kıymettar servetini göstermek için adi bir miskin adamı, modellik vazifesini gördürmek için, bir ücrete mukabil bir saatte murassa', musanna' yaptığı gömleği giydirir, onun üstünde işler ve vaziyetler verir, tebdil eder. Hem her nevi sanatını göstermek için keser, değiştirir, uzatır, kısaltır. Acaba şu ücretli miskin adam o zata dese: 'Bana zahmet veriyorsun. Eğilip kalkmakla vaziyet veriyorsun, beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun.' demeğe hak kazanabilir mi? 'Merhametsizlik, insafsızlık ettin.' diyebilir mi?"
"İşte onun gibi Sâni'-i Zülcelal, Fâtır-ı Bîmisal; zîhayata göz, kulak, akıl, kalb gibi havas ve letaif ile murassa' olarak giydirdiği vücud gömleğini esma-i hüsnanın nakışlarını göstermek için çok hâlât içinde çevirir, çok vaziyetlerde değiştirir. Elemler, musibetler nev'inde olan keyfiyat; bazı esmasının ahkâmını göstermek için lemaat-ı hikmet içinde bazı şuaat-ı rahmet ve o şuaat-ı rahmet içinde latif güzellikler vardır.” (bk. Sözler, s. 472)
Cevap 6:
Bilindiği gibi, din bir imtihandır. İmtihanlarda herkesin özgür iradesiyle hareket etmesine fırsat vermek esastır.
Atomlardan galaksilere, bir sivrisineğin kanadından en büyük yıldızlara kadar her dakika her saniyede bütün kâinatın nabzını tutan, bütün kâinatı idare eden, bütün varlıkları bir anda gören ve bütün canlıların rızkını veren Allah’ın sonsuz ilim ve kudrete sahip olduğu açıktır. Aksini düşünen kimseyi tüm varlıklar yalanlayacaktır.
- İyilik ve kötülük ölçüsü bizzat dinin kendisidir. Din olmadan ne iyilik ne de kötülük diye bir olgu olur.
Dinin emirleri ve yasakları din imtihanının yegâne malzemesidir. Bu emir ve yasaklara riayet edenler iyi insan unvanını alır. Bunlara uygun davranmayanlar da kötü insan lakabını alır. Bu ölçüler çerçevesinde cennete eleman alınır..
Eğer -sizin arzu ettiğiniz gibi- Allah herkesin yapacağı günahına engel olursa o zaman imtihan diye bir şey ortada kalmaz. Çalışkanlarla tembeller, elmas ruhlu kimselerle kömür ruhlu kimseler aynı seviyede olurlar ki bu büyük bir haksızlık olur.
Cevap 7:
Allah bizim varlığımıza muhtaç değildir. Öyle bir gereği de duymuş değildir.
Ancak Allah sonsuz kudret, ilim ve hikmeti gibi bin bir isim ve sıfatlarının tecellilerini, nakışlarını görmek istedi. Bunun için -deyiş yerindeyse- bin bir çeşit varlık yarattı.
- Allah’ın vahiy ettiği farklı dinlerin olması ise, dinin muhatapları olan insanların farklı görgü ve kabiliyetlerine bakar.
Bilindiği gibi, mahiyeti itibariyle aynı da olsa, örneğin bir matematik dersi ilk okul, orta ve liselerdeki talim şekli ile üniversitedeki öğretim şekli farklılık arz eder. Aynen bunun gibi;
Eski zamanlarda insanların görgüsü, istidat ve kabiliyetlerinin inkişafı az olduğu için, onlara bazı suhıuflar/sayfalar gönderildi. Onlar için gerekli olan bilgiler verildi.
Daha sonra insanlık orta ve lise mektebine uygun bir kıvama gelince, onlara Tevrat ve İncil gibi kitaplar gönderildi.
Daha sonra insanlık kültür, görgü, kabiliyet, akıl ve fikir bakımından birbirine yakın seviyede olup adeta üniversite talebesi olmaya liyakat gösterince, artık hepsinin tek bir kitaptan ders alabildikleri için, İslam dini kıyamete kadar devam etmek üzere ortaya konuldu.
- Allah’ın meriyete koyduğu dinin esaslarına göre hareket etmemizi istemesi, imtihanı kazanmamızı istemesindendir. Bu ise onun kullarına karşı gösterdiği şefkat ve merhametin göstergesidir.
Bununla beraber, her imtihanda olduğu gibi, din imtihanında da başarısız olanlar da olacaktır.
Cevap 8:
Uzayda ibadet vardır.
Uzaydan maksat, güneşler, aylar, yıldızların içinde bulunduğu gökler memleketidir. Ancak oradakiler insan değil, meleklerdir.
Bizim kıblemiz Kabe olduğu gibi, onların da kabesi, “Beytu’l-mamur”dur.
Melekler bizim gibi parça parça, zaman zaman ibadet etmezler, onlar sürekli ibadetle meşguldürler. İbadet onların gıdasıdır. Onlardan bir kısmı, sürekli ayakta, bir kısmı sürekli rükuda, bir kısmı sürekli secdedir.
- Ayrıca meleklerin başka başka meşguliyetleri de vardır ki, onu da ibadet şevkiyle yapıyorlar. Bu konuyu kısaca asrın müceddidine bırakalım:
“Meleklerin bir kısmı âbiddirler, diğer bir kısmının ubudiyetleri ameldedir. Melaike-i arziyenin amele kısmı bir nevi insan gibidir. Tabir caiz ise, bir nevi çobanlık ederler. Bir nevi de çiftçilik ederler. Yani rûy-i zemin, umumî bir mezraadır. İçindeki bütün hayvanatın taifelerine Hâlık-ı Zülcelal'in emriyle, izniyle, hesabıyla, havl ve kuvvetiyle bir melek-i müekkel nezaret eder. Ondan daha küçük her bir nevi hayvanata mahsus bir nevi çobanlık edecek bir melaike-i müekkel var. Hem de rûy-i zemin bir tarladır, umum nebatat onun içinde ekilir. Umumuna Cenab-ı Hakk'ın namıyla, kuvvetiyle nezaret edecek müekkel bir melek vardır. Ondan daha aşağı bir melek, bir taife-i mahsusaya nezaret etmekle Cenab-ı Hakk'a ibadet ve tesbih eden melekler var."
"Rezzakıyet arşının hamelesinden olan Hazret-i Mikâil Aleyhisselâm, şunların en büyük nâzırlarıdır.” (bk. Sözler, s. 353)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Allah'ın tapınılma ihtiyacı mı vardır?
- 20 zor soruya cevap verir misiniz?
- İslam ne zaman parlaklığını gösterecek?
- İslamı tebliğ ederek zulmetmiş olmaz mıyız?
- Allah bir şey vermeden neden şükür ister?
- Hristiyan Ebrehe, Allah'a şirk koşan ve puta tapanlara neden yenilmiştir?
- Allah isteseydi ilk gelen ilahi din tek din olabilirdi, ama neden üç farklı dinin oluşmasına izin vermiştir?
- Hristiyanlık ve Yahudilik tabirleri ne zaman ortaya çıkmıştır?
- Ehl-i Kitaba; Yahudi ve Hristiyanlara kafir demek doğru mudur?
- Hz. Ömer, bazı konularda Hz. Muhammed'e karşı çıkmış mıdır?