Hristiyanlık ve Yahudilik tabirleri ne zaman ortaya çıkmıştır?
Değerli kardeşimiz,
Hristiyan, Mesih'e bağlı demektir. Bu kelime, Yunanca "Hristos"tan gelir. İbranîcesi "Maşiah"dir, yağlanmış anlamını ifade eder. İncillerde "Hristiyan", "Hristiyanlık" gibi terimler yer almaz. Bu terimler, ilk defa Hz. İsa (as)'dan yirmi-otuz sene sonra Antakya'da kullanılmıştır. (Resullerin işleri, XI, 26). İnciller daha çok, Hz. İsa (as)'a ağırlık vermektedirler ve onun bir tür hayat hikayesi durumundadırlar.
Hristiyanlık, aslında tek tanrı anlayışını esas alan bir dindir. İncillerde ve diğer yazılarda bu hükmü doğrulayacak ifadeler vardır, Allah'ın birliğinden söz edilmektedir. (Yuhanna, V, 44). Fakat yine aynı metinlerde bir kısım ifadeler, mecâzî deyimler, daha sonraları bir üçleme (teslis) anlayışına yol açmıştır. Bunda, İncil yazarları ile Hz. İsa (as) arasındaki zaman aralığının rolü vardır.
Öte yandan, Hristiyan Kutsal Kitabı'nda teslis, hiçbir yerde açıkça zikredilmemiştir. Ancak "Ben ve baba biriz", "Baba'nızın ruhu", "Allah'ın ruhu" gibi ifadeler, zamanla Allah'ın yanında İsa (as) ve kutsal rûhun da tanrı sayılmasına kadar varan yorumlara yol açmıştır. Bu yorumları ilk başlatan, havârîlere sonradan katılan Pavlus olmuştur.
"Hz. İsâ zamanındaki en büyük ilâhiyatçı" olarak tanımlanan Pavlus, bugünkü Hristiyanlığın kurucusu olarak bilinmektedir. Modern bilginlere göre günümüz Hristiyanlığı, Hz. İsa (as)'ın getirdiği nizamdan çok, Pavlus'un yorumlarından ibarettir. Hatta denilebilir ki, sonraki yüzyıllar, dini inançlarını İncillerden çok, onun yorumlarına dayandırdılar. Pavlus'un telkinleri, Allah'ı değil, İsa Mesih'i ağırlık merkezi olarak almıştır. Ona göre İsa (as), sâdece bir insan değil, Tanrı'nın kudretiyle diriltilen bir kimse idi.
Hz. İsa (as)'ın çarmıha gerilmiş olması ve tekrar dirilmesi, insanların Hz. Âdem (as)'in cennette, yasak meyveden yemiş olması sebebiyle doğuştan günahkâr oldukları inançları da Pavlus tarafından Hristiyanlığa sokulmuştur.
Görüldüğü gibi bugünkü Hristiyanlık, Pavlus'un yorumlarına dayanır. Gerek dinin aslî şekli, gerekse kutsal kitabları olan İncil, tahrifata uğramıştır. Artık Hristiyanlık muharref bir dindir. Bunun içindir ki, günümüz Hristiyanlarının benimsediği Hristiyanlık ile Kur'ân-ı Kerîm'in bize bildirdiği Hristiyanlık, birbirinden tamamen farklıdır.
Kur'ân-ı Kerîm'de Hristiyan için "Nasrânî", Hristiyanlar için de "Nasârâ" kelimeleri kullanılmıştır (Âl-i İmran, 3/67; Bakara, 2/62, 111, 113, 135, 140; Mâide, 5/14, 18, 51, 69, 82; Tevbe, 9/30; Hacc, 22/17). Ayrıca, "Ehl-i kitap" ifadesinin yer aldığı âyetlerde, Hristiyanlar da muhatap alınmıştır. Meselâ "De ki; ey Ehl-i kitap! Aramızda eşit olan bir kelimeye gelin. Yalnız Allah'a kulluk (ibadet) edelim ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım." (Âl-i İmrân, 3/64) âyetinde olduğu gibi.
Kur'ân-ı Kerîm'de İslâm kelimesinin geçtiği ilk yer bu âyettir. İslâm'ın sözlük anlamı, "bağlanmak, itaat etmek, teslim olmak, esenlik ve barış içinde olmak"tır. Terim olarak islâm "Hz. Muhammed (asm)'in din adına bildirdiklerinin tamamını bütün varlığıyla benimsemek ve bunu ortaya koyan bir teslimiyet içinde olmak" demektir. Hz. Peygamber (asm)'in getirdiği hak dinin adı da İslâm'dır. Yine İslâm, Arapça'da bu dine girmeyi ifade eden bir masdardır. İslâm dininin mensubu olan kişi Arapça'da müslim, Farsça'da müselmân kelimesiyle ifade edilir. Türkçe'de bu din için İslâmiyet ve Müslümanlık, bu dinin mensubu için de Müslüman kelimeleri kullanılır.
İslâm kelimesinin sözlük anlamıyla terim anlamı arasında güçlü bir alâka vardır. İslâmî anlayışa göre din, irade ve akıl sahibi varlıklar arasında uyuşmazlıkları ve çekişmeleri önleyip uzlaşma sağlayan bir kanundur. Din sadece insanlar arasında değil insanlarla Allah arasında da bir mutabakatı İfade eder. Böylece yaratanın iradesiyle yaratılmışların iradesi arasında bir uyum sağlanmış olur.
Bütün ilâhî dinler Allah'ın birliği esasına dayalı olduğu için, Hz. Muhammed (asm)'in tebliğ ettiği İslâm dini ile diğer peygamberlerin getirdiği dinler temelde birleşirler. Bununla beraber Müslüman bilginlerin bir kısmına göre İslâm dini ve İslâm ümmeti tabirleri sadece Hz. Muhammed (asm)'in getirdiği din ve onun mensupları için kullanılabilir. İslâmiyet önceki hak dinlerle temelde uyuşsa bile bu dinin kendine ait özellikleri ve mensubu olan ümmete özgü hükümleri vardır. Diğer bir grup Müslüman bilgine göre ise, önceki ilâhî menşeli dinlerin de İslâm olarak anılması mümkündür. Onlara göre Kur'ân-ı Kerîm'de bu anlayışı destekleyen birçok âyet vardır: Hz. İsa (as)'ın havarilerinin cevabının "Şahit ol ki bizler Müslümanlarız" şeklinde ifade edilmesi, Hz. İbrahim (as) hakkında "O hanîf bir Müslümandı" buyurulması, yine "O sîze daha önce de bunda da 'Müslümanlar' adını verdi" şeklinde genel bir nitelendirilmeye yer verilmesi bunlara örnektir. Karşı görüş sahiplerine göre ise bu tür nitelendirmeler peygamberlerle alâkalıdır.
Kanaatimize göre Kur'ân-ı Kerîm dışındaki ilâhî kitaplarda, o kitaba tâbi olacaklar için bir din adı konmadığı, Yahudilik ve Hristiyanlık gibi isimlendirmelerin daha sonra ortaya çıktığı ve bunların o peygamberin tâbilerine sonradan verilen adlar olduğu dikkate alınırsa "Doğrusu Allah katında din İslâm'dır" ifadesinin anlamı daha iyi anlaşılır. Her ne kadar Hz. Muhammed (asm)'in tebliğ ettiği dinin kendine özgü hükümleri varsa da, Kur'an'da bu kitabın önceki peygamberlerin getirdiklerini onaylama özelliği üzerinde ısrarla durulması, onların bildirdiklerinin de temelde İslâm dairesi içinde olduğunu, ancak ilâhî hikmet gereği bu öğretilerin en mükemmel şekline Hz. Muhammed (asm)'in gönderilmesi ile ulaşıldığını gösterir.
Şu halde yüce Allah'ın hoşnutluğunu elde etmenin yegâne yolu O'nun bildirdiklerine bütünüyle inanmaktır. Buna göre olgudan hareketle ve belirli kesimleri ifade için başka din isimlerinden söz edilebilirse de, nihaî hedef gerçeği arayanların Allah Teâlâ'nın razı olduğu çerçevede buluşmalarıdır ve ilâhî bildirimler için geçerli olan bu sürecin insanlığın aklına ve vicdanına yansıması kaçınılmazdır. İslâm bilginleri bu anlayışı "ümmet-i icabet" ve "ümmet-i davet" şeklinde kavramlaştırmışlardır; bunlardan birincisi Hz. Muhammed (asm)'in bildirdiklerine bilfiil ve açık biçimde tâbi olma iradesini ortaya koyanları, ikincisi ise henüz bu düzeyde olmayan fakat işaret edilen yansıma süreci içinde bulunan potansiyel kitleyi ifade etmektedir.
Bu itibarla "Musevîlik" ve "İsevîlik" gibi isimlendirmelere kıyasla bazı batılı yazarların İslâmiyet'i "Muhammedîlik" şeklinde sınırlayıcı bir adla anmaları isabetli değildir; zira bu hem gerçeği yansıtmaktan uzaktır, hem de sözü edilen iletişimi ve kaynaşmayı önleyici niteliktedir.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Peygamberimiz zamanındaki Hristiyanlıkla şimdiki Hristiyanlık arasındaki fark nedir? O dönemde de Hristiyanlar Hz. İsa'yı "oğul" diye nitelendiriyorlar mıydı?
- HRİSTİYANLIK
- HRİSTİYANLIK
- Bir insan dünya ve ahiret saadeti için, neden başka bir din ve inanışı değil de İslamı seçmek zorundadır?
- İslam neden hak dindir?
- Ali İmran suresi 19. ayette geçen, ihtirastan ayrılığa düşmelerinin sebebi nedir? Peygamberimiz son peygamber olmasaydı Kur'an-ı Kerim tahrif olur muydu? Hz. İsa'dan sonra peygamber gelmiş midir?
- Eski dinlerin tabileri nasıl isimlendiriliyordu? Onlara da Müslüman mı deniyordu yoksa Hristiyan Yahudi gibi isimler mi alıyorlardı?
- Kur'an'da "Ehl-i kitap" ifadesi sadece Yahudi ve Hristiyanlar için mi kullanılmıştır?
- Allah isteseydi ilk gelen ilahi din tek din olabilirdi, ama neden üç farklı dinin oluşmasına izin vermiştir?
- Hz. İbrahim'den sonraki tüm peygamberler Müslüman mıydı?