İrade imtihanı
“İnsan hikmet ile yapılmış bir masnûdur... Öyle bir fiilin mahsulüdür ki, istidadı irade ettiği şeyi kendisine veriyor.” Mesnevi-i Nuriye
“Ben gizli bir hazine idim, Bilinmek istedim de mahlûkatı yarattım.” Hadis-i Kudsî
Rabbimiz bilinmek diledi ve varlık âleminin ilk tohumunu yarattı. Bu tohum, Nur-u Muhammedî (a.s.m.) idi.
Büyükleri küçüklerde cemetmek ve küçüklerden büyükleri çıkarmak O’nun kemalindendi. Bu kemalini teşhir etmek, göstermek üzere, ebede kadar yaratacağı bütün varlık âlemini bir şifrede topladı.
Bu şifre Nur-u Muhammedî (a.s.m.) idi.
Bir ismi de Nur olan Rabbimizin bütün isimleri ve bütün sıfatları nuranî. Onun ilmi de nur, kudreti de, iradesi de nur, görmesi, işitmesi de... Rabbimiz bu nuranî sıfatlarını ve isimlerini mahlûkat âleminde tecelli ettirmek istedi.. Ve bütün tecellilere çekirdek olacak bir mahiyet yarattı.
Bu çekirdek, Nur-u Muhammedî (a.s.m.) idi..
Başta ruhlar ve melekler âlemi ve en sonunda şu gördüğümüz cismanî âlemler hep o çekirdekten sümbüllendiler. Açılıp yayıldı, büyüp geliştiler... Ve hepsinde ayrı ayrı İlâhî isimler tecelli etti.
İlâhî irade nelerin nasıl olmasını dilemişse hepsi o iradeye uygun olarak şekillendi, bezendi, donandı ve varlık sahasında boy gösterdiler.
O’nun iradesine kim karşı koyabilirdi!
Cinler mi melek olacağız diyebileceklerdi? Taşlar mı ‘biz de büyümek istiyoruz” diye baş kaldıracaklardı? Hayvan mı, ben insan olacağım, diye diretecekti? Ayak mı yerini beğenmeyecek ve başın üstüne çıkmağa kalkışacaktı?
Aklın haddine mi düşmüştü ki, kalbin yerini alsın da sevsin!. Onun işi sevmek değil anlamaktı. Hâfıza, hayal kurmaya kalkışabilir miydi?
Dünyaya, durması yasaklanmıştı. İstirahat yüzü görmeyecekti, tâ kıyamete kadar. Güneş aralıksız yanacak; Ay da Dünyanın peşini bırakmayacaktı.
Hiçbir varlık, bu âleme geleceği zamanı da kendisi tayin etmiş değildi. Öyle olmasa, bugünkü koyunlar, hiç âhirzaman insanlarına gıda olmak isterler miydi?
Bir noktanın koordinatları belirlenmiş ise, grafikte alacağı yer de belli demektir. Başka yerde yerleşmesi düşünülemez.
Bütün mahlûkat da iki eksene bağlı: Zaman ve mekân. Her birinin hangi zaman ve mekânda yaratılacağı belirlenmiş, bir ezelî irade ile...
Varlık âlemi içerisinde insan ayrı bir ihsana mazhar. Ona cüz’i irade verilmiş.
Gerçekten irade büyük bir lütuf.
Örümceğin bir ağı vardır, başka bir şey örmeyi dileyemez. İpek böceği de ağdan anlamaz. Atın işi koşmak, deveninki yük taşımak, bülbülünki ötmektir. Bunların dışına çıkmaya güç yetiremezler. Onlara bu irade verilmemiştir.
Ama, insan öyle mi? Elinden, iğne de çıkıyor, füze de... Fikrinden, nice farklı, hatta birbirine zıt kitaplar fırlayabiliyor. Ve kalbi, fâniden bakiye nice sevgilere açık, dilediğini sevebiliyor.. İrade denilen büyük bir nimet ile, yahut azim bir imtihan suali ile..
İnsan bu büyük sermayesini hakkıyla değerlendirmeye mecbur.
Söz tutmak, emir dinlemek de bir irade işidir. Karşı kutupta itaatsizlik vardır, isyan vardır. Bir öğrenci kendi iradesini hocasının emirlerini dinlemeye sarf ederse âlim olur, ârif olur, fazıl olur... Söz dinlememeyi marifet sananlar ise, cehaletlerini artırmaktan öte bir şey yapmazlar.
Kul olduğunu bilen ve bunun şuuruna eren insan, kendi cüz’i iradesini Rabbinin küllî iradesine tâbi kılar. Yâni, O neden razı oluyorsa onu yapar; neye rızası yoksa ondan kaçar.
Cenâb-ı Hakk bu irade imtihanını başarabilen kullarını ebedî Cennetle lütuflandıracaktır.
Göze görmeyi, kulağa işitmeyi ihsan eden Allah, insan ruhuna bahşettiği iradenin hakkını da şöylece veriyor:
İnsan kendi cüz’i iradesiyle neyi diliyorsa, Allah onu yaratıyor. Bu da İlâhî iradenin bir başka tecellisidir. Şöyle ki:
Cenâb-ı Hakk, irade sahibi bir mahlûk yaratmayı, o kendi iradesini hangi yönde kullanırsa, o sahada önünü açmayı, hayır olsun, şer olsun, o ne dilerse onu halketmeyi irade buyurmuştur. O halde, insan isyan etmekle Allah’ın iradesine rağmen bir iş yapmış olmuyor; ancak O’nun rızasına zıt hareket etmiş oluyor.
Allah’ın iradesi sonsuzdur, mutlaktır. Onu sınırlayacak, had altına alacak bir başka irade düşünülemez. Kulun kendisi gibi, irade sıfatı da yaratılmış. Yaratılanın ise yaratanı kayıtlaması mümkün değil..
O’nun ihsan ettiği irade sıfatını O’na isyanda kullananlar için ezelî irade, bir ebedî Cehennem takdir etmiştir. Geliniz o azap diyarına uğramamak için irademizi hayırda kullanalım... Böyle yaparsak Cennetleri çok gerilerde bırakan rızaya kavuşuruz.
BENZER SORULAR
- Allah'ın yaratmış olduğu cüz'i iradeden dolayı insan nasıl sorumlu olur?
- Zat-ı İlahi, Lafza-i Celal, şuunat, sıfât, esma ve ef'al kavramlarını örneklerle açıklar mısınız?
- İnsana irade sıfatı niçin verilmiştir ve bu sıfat nasıl kullanılmalıdır?
- "Nur-u Muhammedî" ne demektir?
- "Nur-u Muhammedî" ne demektir?
- İnsandaki MAOA geni, insanı saldırgan yapıyorsa, insanın ne suçu var?
- Bu kainatın dellalı, yani onu insanlara açıklayan Peygamberimiz (asm) ise, ondan önce gelen insanlar bu kainatı nasıl anlamışlardır?
- Nisbi ve itibari emirler ne demektir?
- Allah'ın zatını bilen insan(lar) var mı?
- İnsa, kendisi için önceden belirlenen hareketleri yapmaktadır, iddiasına ne dersiniz?