Mimar Sinan nasıl bir insandı? Hayatı ve kişiliği hakkında bilgi verir misiniz?

Tarih: 23.01.2012 - 10:26 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Mimar Sinan'ın Allah'ın sevgili kullarından biri olduğu kanaatindeyiz. Allah yaptığı hayırlarını kıyamete kadar amel defterine yazsın.

Kısaca Hayatı:

Mimar Sinan, Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğduğu tahmin edilmektedir. 1511'de Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak istanbul'a geldiği bir söylentiden ibarettir, bu konuda hiçbir bilgi yoktur. Mimar olarak Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferine katıldı. 1521 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Belgrad Seferine Yeniçeri olarak katıldı. 1522’de Rodos Seferine Atlı Sekban olarak katılıp, 1526 Mohaç Meydan Muharebesi'nden sonra, gösterdiği yararlıklar sebebiyle takdir edilerek Acemi Oğlanlar Yayabaşılığına (Bölük Komutanlığına) terfi ettirildi.

1533 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın İran Seferi sırasında Van Gölü'nde karşı sahile gitmek için Mimar Sinan iki haftada üç adet kadırga yapıp donatarak büyük itibar kazandı. İran Seferinden dönüşte, Yeniçeri Ocağında itibarı yüksek olan Hasekilik rütbesi verildi. Bu rütbeyle, 1537 Korfu, Pulya ve 1538 Moldavya seferlerine katıldı. 1538 yılında Hassa başmimarı oldu.

Mimar Sinan’ın, Mimarbaşılığa getirilmeden evvel yaptığı üç eser dikkat çekicidir. Bunlar: Halep’te Husreviye Külliyesi, Gebze’de Çoban Mustafa Külliyesi ve İstanbul’da Hürrem Sultan için yapılan Haseki Külliyesidir.

Halep’teki Hüsreviye Külliyesinde, tek kubbeli cami tarzı ile bu kubbenin köşelerine birer kubbe ilave edilerek yan mekanlı cami tarzı birleştirilmiş ve böylece Osmanlı mimarlarının İznik ve Bursa’daki eserlerine uyulmuştur. Külliyede ayrıca, avlu, medrese, hamam, imaret ve misafirhane gibi kısımlar bulunmaktadır.

Gebze’deki Çoban Mustafa Paşa Külliyesinde renkli taş kakmalar ve süslemeler görülür. Külliyede cami, türbe ve diğer unsurlar ahenkli bir tarzda yerleştirilmiştir.

Mimar Sinan’ın İstanbul’daki ilk eseri olan Haseki Külliyesi, devrindeki bütün mimari unsurları taşımaktadır. Cami, medrese, sübyan mektebi, imaret, darüşşifa ve çeşmeden oluşan külliyede cami, diğer kısımlardan tamamen ayrıdır.

Mimar Sinan’ın Mimarbaşı olduktan sonra verdiği üç büyük eser, onun sanatının gelişmesini gösteren basamaklardır. Bunların ilki İstanbul'daki Şehzade Camii ve Külliyesidir. Dört yarım kubbenin ortasında merkezi bir kubbe tarzında inşa edilen Şehzade Camii, daha sonra yapılan bütün camilere örnek teşkil etmiştir.

Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki en muhteşem eseridir. Kendi tabiriyle kalfalık döneminde, 1550-1557 yılları arasında yapılmıştır.

Mimar Sinan’ın en büyük eseri ise, seksen yaşında yaptığı ve "ustalık eserim" diye takdim ettiği, Edirne’deki Selimiye Camiidir (1575).

Mimar Sinan, Mimarbaşı olduğu sürece birbirinden çok değişik konularla uğraştı. Zaman zaman eskileri restore etti. Bu konudaki en büyük çabalarını Ayasofya için harcadı. 1573’te Ayasofya’nın kubbesini onararak çevresine, takviyeli duvarlar yaptı ve eserin bu günlere sağlam olarak gelmesini sağladı. Eski eserlerle abidelerin yakınına yapılan ve onların görünümlerini bozan yapıların yıkılması da onun görevleri arasındaydı. Bu sebeplerle Zeyrek Camii ve Rumeli Hisarı civarına yapılan bazı ev ve dükkanların yıkımını sağladı.

İstanbul caddelerinin genişliği, evlerin yapımı ve lağımların bağlanmasıyla uğraştı. Sokakların darlığı sebebiyle ortaya çıkan yangın tehlikesine dikkat çekip bu hususta ferman yayınlattı. Günümüzde bile bir problem olan İstanbul’un kaldırımlarıyla bizzat ilgilenmesi çok ilgi çekicidir.

Mimar Sinan 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 7 darül-kurra, 20 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa (hastane), 5 su yolu, 8 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere 365 eser vermiştir. Büyükçekmece Köprüsü üzerinde kazılı olan mührü şöyledir:

Elfakiru Hakir Ser Mimaranı Hassa (Değersiz ve muhtac kul, Saray özel mimarlarının başkanı).

Hizmet Eri Sinan

Başarılarıyla kırk yaşlarında “reis-i mimarân-ı dergâh-ı âli” rütbesini almış ve vefatına kadar mimarbaşı olarak vazife yapmıştır. Sinan, mimarlıkta orijinal eserler verebilecek derecede sanat bakışına ve teknik birikime sahip üst seviyede bir Osmanlı bürokratı idi ve Osmanlı’daki bütün inşaat işlerinin idaresi elindeydi. Sinan yaptığı işlerle bize güzel bir örnek olduğu gibi, insanlığa kazandırdığı eşsiz eserleriyle de hizmetin doruklarında yer almıştır.

Mütevazı Sinan

Mimar Sinan’ın, aralarında Selimiye ve Süleymaniye gibi dünyanın en muhteşem âbideleri kabul edilen birçok caminin de bulunduğu yüzlerce eserine, üç kıtaya yayılan Osmanlı topraklarının hemen her köşesinde rastlanır. Böyle bir şeref insanlık tarihinde kaç mimara nasip olur. Ancak o muhteşem mimar mütevâzılığını, dervişlik terbiyesi ile yetişmiş her Osmanlı sanatkârı gibi imza ve mühründe ortaya koymaktadır. Kişiliğini ön plâna çıkarmamak için adının başına mütevazı sıfatlar eklemiştir. İmzası istifli tarzda daha önce de aktardığımız gibi, “El-fakir Sinan sermi’mârân-ı hassa”, yazar. Mührünün ortasında “El fakîr-ül hakîr Sinan” (zavallı fakir Sinan), alt bölümünde “Pir ser-mimârân habâr müstement” (aciz mimar başının mührü) ve üst bölümünde “bende-i miskîn kemîne derdmend” (Çok fakir değersiz dertli) sözleri yer almaktadır.

Sinan’ın Şehzade Camii’nde, Süleymaniye’de, Selimiye’de ve diğer eserlerinde imzasına rastlanmamıştır. Tek istisna eski Topkapı-Silivri yolu üzerindeki Büyükçekmece Köprüsü’dür.

Sinan’ın bilinen tek mimar imzasının bulunduğu kitabesi üzerinde “Gafara-Allahu lehu ve lil mübâşirîn” (Allah onu ve burada çalışanları bağışlasın) yazmaktadır. Ayrıca Sinan eserlerinin inşaatında işçilerle birlikte çalışacak, taş taşıyacak, harç karacak kadar mütevâzı idi. Belki de eserlerinin her aşamasında birlikte çalıştığı insanlara, nasıl çalışmaları gerektiğini bizzat göstermek ve ortaya çıkmakta olan eserin beyninin içindeki projeye uygun olup olmadığını kontrol etmek istemiştir.

Sanatkâr Sinan

Elleriyle eserini yapana işçi; elleri ve beyni ile eserini yapana zanaatkâr; elleri, beyni ve gönlü ile eserlerini yapana ise sanatkâr denmektedir. Sinan bir sanatkâr idi, o Osmanlı medeniyetini her yönüyle eserlerine yansıtmıştır.

İbadet alanını tek kubbe altında toplayarak bununla Allah’ın birliğini ifade etmeye çalışmıştır.

Sinan’ın çıraklıktan ustalığa geçiş eserlerine bakıldığında, çıraklık eseri Şehzade Camii’ne, kalfalık eseri Süleymaniye’ye ve ustalık eseri Selimiye’ye kadar, hep bu tek kubbeyi büyütmeyi başardığını görmekteyiz. Eserlerinde kubbeleri büyütürken, ağırlığını ve basıncını iyi bir şekilde temele iletmiştir.

Sinan, Selimiye Camii’ni yaparak 6. yy’dan bu yana tek kubbe altındaki en büyük yapı olan Ayasofya’nın kubbesi büyüklüğünde bir kubbeyi Osmanlı’ya kazandırmıştır.

Sinan’ın çağdaşı olan Rönesans ustası Michelangelo (Mikelanj)’ın yaptığı San Pietro (Sen Piyer)’in çatlayan kubbesini, Romalı demirciler bir kasnakla kurtarmaya çalışırken, Sinan; eserlerinde en güzel örneklerini verdiği kubbelerin insanlık var oldukça dimdik ayakta kalabileceğini gösteriyordu.

Sinan’ın mekânları İslâm düşüncesini yansıtan subjektif mekânlar olduğu kadar, insana huzur veren faktörleri de içermektedir. Öyle ki, mekânların ferahlığıyla sağlamlığı insanda bir güven ve huzur duygusu oluşturmaktadır. Sinan eserlerini yaparken temsil ettiği misyonu unutmamıştır. Sinan gibi atalarımız, sahip oldukları duygu ve düşüncelerini eserlerine yansıtarak, takdire şayan bir medeniyetin oluşumuna katkıda bulunmuşlardır. Sinan’ın eserleri yalnız Osmanlı mimarisinin değil dünya mimarisinin de en önemli mirasları arasındadır.

Ehil Sinan

Sinan pratikten yetişmiş, aldığı eğitimle geometriye hâkim olmuştur. Geometriyi iyi kullanan bir mühendis olduğu eserlerine bakıldığında görülmektedir. Geometri bilgisini teorik araştırmalar için kullandığını gösteren bulgular yoktur. Mimarbaşı iken ekibi ile Osmanlı topraklarında önemli eserlere imza atmıştır. Ayrıca Sinan tasarımlarında insanı ön plânda tutmuştur. Eserlerindeki kapı, pencere ve revaklar, kullanıma uygun tasarlanmıştır.

Genç yaşta ehil bir inşaat ustası olduğundan, normalden daha büyük bir yaşta devşirme olarak Osmanlı ordusuna seçilmiştir. Askerî mühendis olarak göz doldurmuş, Osmanlı’da baş mimar makamına atanmış ve devletin inşaat işlerini idare etmiştir.

Sinan ve İnsan Yetiştirme

Sinan sahip oluğu mimarlık ve mühendislik birikimini yeni nesillere aktarmak için, çok sayıda mimar yetiştirmiştir. Sinan ekolünün Lâle Devri’ne (1718) kadar devam ettiği bilinmektedir. İnsan yetiştirmenin kesintiye uğramasıyla, yahut tamamen son bulmasıyla 18. yüzyıldan itibaren büyük kamu yapılarının değil yapımı, tamiri için dahi yabancı mimarlara başvurulmuş ve ülkede mimarlık kültürü yok olmaya başlamıştır. Öyle ki, camilerin akustik açıdan tasarımını zorlaştıran kubbelerinin akustik performansını artıran boşluklu rezonatör teknolojisi, Osmanlı’nın son dönemlerinde unutulmuş ve hatta var olanlar ne yazık ki korunamamıştır. Sinan eğitime verdiği önemle, sadece yaşadığı döneme değil, ölümünden sonraki dönemlerde de ekolünü canlı tutabilmiştir.

Mimar Sinan, şöhretine ve servetine rağmen, geride bir şey bırakmamış, kazandıklarını kurmuş olduğu vakıflara bırakmıştır. O, Yüce Yaratıcı’nın gösterdiği yolda yürüyen bir insandı. Geleceği görmüşçesine, eserleriyle, “Dinin terakkiye mâni olduğu” safsatasını çürütmüştü. O, ilme talip olmuş, azimle çalışmış ve dünyanın takdir ettiği birçok esere imza atmıştır.

Eserlerinin bir kısmı İstanbul’dadır. 1588’de İstanbul’da vefat eden Mimar Sinan, Süleymaniye Camii'nin yanında kendi yaptığı sade türbeye gömüldü.

Mimar Sinan Türbesi, İstanbul Müftülüğü'nün sütunlu kapısından çıkınca hemen solda, iki caddenin kesiştiği noktada Fetva Yokuşu sonunda solda, Süleymaniye Camii'nin Haliç duvarının önünde, beyaz taşlı sade bir türbedir... 

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun