Kuran tefsiri yapılırken neden işlerine yarar gibi çeviriyorlar?

Tarih: 01.01.2017 - 02:20 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Kuran tefsiri yapılırken neden işlerine yarar gibi çeviriyorlar, iddiasına nasıl cevap veririz?
- Arapça zengin bir dil her kelime mevcut buna rağmen cümleden herkes aynı şeyi anlarken anlam netken tefsirlerde çoğunlukla burada şu anlam kastedilmiştir diyorlar, bu neden oluyor.
- Örneğin; (Sorumu maddeler halinde soracağım böyle daha iyi anlıyorum, umarım sorun olmaz sizin için, kusura bakmayın biraz uzun gelirse aklımı karıştırdığı için sormak zorundayım cidden cevap almam lazım şimdiden)
1) Rahman suresinde net bir şekilde her ikisinden de inci çıkar diyor ve inci tatlı sularda çıkmayacağı için Kuran bilimle çelişmesin diye tefsirlerde "her ikisinden demek aslında birinden çıkar demek" gibi bir şey tefsirlenmiş bu sanki çelişkiyi ortadan kaldırmak için tefsirlemek değil midir?
2) Bir hadiste Hz. Peygamber "Allah benimle görüştü ve el sıkıştı. Elini iki omuzum arasına koydu; ..... " bu hadiste de örneğin omuzdan kastın peygamberin kalbidir denilmiş. Peki Arapçada kalp kelimesi var Kuran’da da geçiyor neden kalp denmemiş omuz denmiş omuz kelimesini biz neden kalp diye anlıyoruz?
3) İnşikak ve Hakka suresinde de kafirlerin kitabı solundan ve arkasından verilenler olarak 2 ayrı yön belirtilmiş ama sitenizden cevabınızı okuduğumda "ilgili tefsirlerin geneline baktığımızda arkadan verilenler ifadesi solundan verilenler olarak algılanmıştır" dediniz. Ama bunu tatmin edici bir cevap olarak alamadım. 2 ayrı ayette 2 ayrı yön var, siz cevap olarak tefsirlerde arkadan ifadesi sol tarafa karşılık geliyor dediniz..

Cevap

Değerli kardeşimiz,

1) “Onların her ikisinden de inci ve mercan çıkar.” (Rahman, 55/22)

Önce şunu belirtelim ki, ayetlerin tefsirinde üç konu var:

Birincisi: Ayetin Allah’ın kelamı olduğu gerçeği,

İkincisi: Allah’ın muradının kesin doğru olduğu hakikati,

Üçüncüsü: Allah’ın muradının / maksadının ne olduğu meselesi.

İlk iki konuda hiç kimsenin tereddüt etmesi, farklı yorum yapması mümkün değildir. Zira aksini düşünmek küfürdür.

Üçüncü konu alimlerin tefsir, yorum yapma alanıdır.

İşte farklı tefsir kaynaklarında farklı yorumlar bu konuya bakar. İnsanların ilmi seviyeleri, ferasetleri, takvaları, bulundukları zaman ve zeminin etkileri, yapılan tefsir üzerindeki rolleri inkâr edilemez.

Mesela; bin yıl önce yazılan bir tefsirde kevni ayetlerin açıklaması, çağımızda yapılan tefsirler arasında fark vardır ve olması zorunludur.

Örneğin, sorudaki söz konusu ayeti tefsir eden alimler, o günkü bilgilerine göre ayetin tevil edilmesinin gereğine inanmışlar. Çünkü, ayetin zahir ifadesi, hem tatlı hem tuzlu denizlerden inci ve mercanın çıkacağını göstermektedir. Bir taraftan bu ayet Allah’ın kelamıdır ve ifadesinde yanlışlar olmaz, olamaz. Diğer taraftan o günkü bilgilere göre bu hüküm doğru görünmemektedir. “Öyleyse, Allah’ın kelamını mevcut realiteye göre tevil etmek imanın gereğidir.” demişler ve bilinen yorumları yapmışlardır.

Son dönemlerde yapılan bazı araştırmalar, inci ve mer­canın deniz ve nehir sularında bulunduğunu ortaya koy­muştur. İncilerin en bol şekilde Umman Yarımadasından Katar Yarımadasına kadar uzanan büyük körfez açıkla­rındaki sularda bulunduğuna dikkat çeken kaynaklar, bunların kuzey yarı küre ılıman kuşağındaki tatlı sularda bulunduğunu belirtiyorlar.

Özellikle Mississippi ve onu besleyen ırmaklarda çok değerli incilerin bulunduğu kay­dedilmektedir.

Yine bu kaynaklara göre, Asya, Avrupa ve Amerika'nın bazı ırmak ve akarsularında inci bulunduğu belirtilmektedir. Meselâ: Avrupa kıtasında çıkan en kıy­metli incilerin kaynağı, Bavyera ormanlarındaki akarsu­lardır. Çin'de ırmak inciliği çok öncelerden beri bilinmek­tedir. (bk. The Encyclopedia Americana, 1973, "pearl" mad.; The World Book Encyclopedia, 1978, "pearl" mad.; Encyclopedia of Science and Tachnology, 1971, "pearl" mad.; Ana Britannica, 1992, “inci” mad.)

Bazı âlimlere göre, ayetin zahiri, incilerin hem tuzlu hem de tatlı denizlerden çıktığına delâlet etmektedir. Bunların sadece tuzlu denizlerden çıktığına dair iddialar dalgıçların tecrübelerine dayandırılır. Allah'ın sözü ise dalgıçların tecrübelerinden daha çok itibar edilmeye de­ğer. Faraza dalgıçlar, gerçekten şimdiye kadar incileri sa­dece tuzlu sudan çıkarmış olsalar bile bu yine de incilerin tatlı suda bulunmadığına delil olmaz. Çünkü bütün her şey, bu dalgıçların malûmatına münhasır değildir. Bunların şu andaki bilgileri, ileride tatlı sulardan da inci çıkarılabile­ceği ihtimalini ortadan kaldırmaz. (krş. er-Razî; el-Alûsî, ilgili ayetin tefsiri)

Not: Bu konuyla ilgili daha geniş bilgi için (bk. Niyazi BEKİ, Rahman suresinin tefsiri, ilgili ayet)

2) Bu gibi hadisler bazı ayetler gibi müteşabihtir. Selef alimleri, kendi dönemlerinde bu konularda açıklama yapmamayı uygun görmüşler. “İman ederiz, manasını Allah’ın ve resulünün ilmine havale ederiz.” demişler.

Ancak, Halef alimleri bu gibi konuların tevil edilerek açıklanmasının zorunluluğuna inanmışlar ve öyle de yapmışlardır.

Aslında Ehl-i sünnetin Selef ve Halef alimlerinin hepsi, İslam’ın temel inançlarıyla uyuşmayan bu gibi ifadelerin zahir manalarının kastedilmediği konusunda hemfikirdir.

Yukarıda da işaret edildiği üzere, farklı zamanların, farklı muhatapların durumunu göz önünde bulunduran alimler, kendi devirlerinin görgüsünü esas almışlar.

Önceki alimler, saf ve tertemiz zihinleri bulandırmamak için bu konulara açıklama yapmamışlar, ayet ve sahih hadisin ifadesinin doğru olduğuna iman etmekle beraber, bunlardan kastedilen hususun ne olduğunu Allah’a havale etmişler.  

Sonraki alimler ise, yabancı kültürle tanışmış, tercüme edilen Yunan felsefesinin varsayımlarıyla akılları allak bullak olmuş insanların imanlarını koruma adına ilgili müteşabih ifadeleri İslam ruhuna ve akl-ı selime göre tevil edip açıklamayı uygun görmüşlerdir.

Zira, “Zaman büyük bir müfessirdir, kaydını gösterse itiraz edilmez.”  

3) Hakka suresi 25. ayette kitabın solundan verilmesi var, fakat arkadan verildiğine dair bir ifade yoktur.

İnşikak suresi 10 ayette ise, “arkadan” ifadesi var, fakat “soldan” ifadesi yoktur.

- İslam alimleri de bu iki suredeki farklı ifadeleri uzlaştırmak için değişik yorumlar yapmışlar:

a) el-Kelbi’ye göre, kâfirlerin sağ elleri boyunlarına zincirlenmiş, sol elleri ise arkalarına bağlanmıştır.

b) Mücahid’e göre, kâfirlerin sol eli yerinden sökülüp arka taraflarına bırakılır.

c) Bazı alimlere göre, kâfirin yüzü arkasına çevrilir ve kitabını bu halde okur.

d) Diğer bir yoruma göre, kâfirin kitabı sol eline verilir, ancak bu sol el arkasına götürülür kitabı öyle verilir. (bk. Razi, İnşikak:10. ayetin tefsiri).

Razi, Hakka ve İnşikak surelerinde farklı ifadeleri iki şekilde yorumlamıştır.

Birincisi: Kelbi’nin anlattığı gibi, kâfirlerin sağ elleri boyunlarına zincirlenmiş, sol elleri ise arkalarına bağlanmıştır. Bir surede elin asıl konumu “olan” vasfı, diğerinde ise, sonradan aldığı pozisyon itibariyle “arka” denilmiştir.

İkincisi: Kâfirlerin bir kısmı kitabını sol eliyle, diğer bir kısmı da arkasından alır. (bk. Razi, a.g.y)

Öyle anlaşılıyor ki, bizim sitemizdeki açıklama, hem nakil hem de akıl cihetiyle değerlendirilerek yapılmıştır.

Nakil cihetiyle, yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, alimlerin çoğu “arka” tabirini de sol elin bir fonksiyonu olarak yorumlamıştır. Akıl cihetini şöyle açıklayabiliriz: Son yorumda yer alan “Kâfirlerin bir kısmı kitabını sol eliyle, diğer bir kısmı da arkasından alır.” ifadesi makul değildir. Çünkü insanın iki eli var. Bir kısım kâfirler eğer sol ellerini kullanmadan, kitaplarını arkalarından alıyorlarsa, bu takdirde “Ne ile alırlar?” sorusu akla gelir ve cevabı da bulunamaz...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun