İnsan En Güzel Şekilde Yaratılmıştır

Ateist biyologlar ve pozitivist felsefeciler, insanın gelişigüzel tabiat olayları sonunda tesadüfen ortaya çıktığını ileri sürmekteler. Onlara göre insan mükemmel bir varlık değildir. Aşağı yapılı canlılardan kalan bir takım işe yaramayan organları olan kusurlu bir varlıktır. Akıllarınca, insan şayet bir yaratıcının eseri olsa idi, böyle kusurlu değil, mükemmel olması gerekirdi.

O ki, seni yarattı da seni düzgün (yaratılışlı ve azaları tam bir insan) yaptı; nihayet seni ölçülü (ve dengeli) kıldı1.

Allah, insanı en güzel surette yaratmış, akıl, hafıza, hayal, şefkat ve muhabbet gibi duygularla bezetmiş ve ona gayet geniş istidat ve kabiliyetler vermiş ve en önemlisi, kendisine muhatap almıştır.

Kusur insanın yaratılışında değil, ateistlerin düşüncelerindedir

Ateist biyologlar ve pozitivist felsefeciler, insanın gelişigüzel tabiat olayları sonunda tesadüfen ortaya çıktığını ileri sürmekteler. Onlara göre insan mükemmel bir varlık değildir. Aşağı yapılı canlılardan kalan bir takım işe yaramayan organları olan kusurlu bir varlıktır. Akıllarınca, insan şayet bir yaratıcının eseri olsa idi, böyle kusurlu değil, mükemmel olması gerekirdi.

Ateist biyologlar, yaklaşık yüz yıl önce, insanda işe yaramayan ve dolayısıyla onun önceki atalarından kendisine miras kalan 150’e yakın organ sayıyorlardı. Kör barsak, epifiz, hipofiz bezleri ve kuyruk sokumu gibi yapılar, bu lüzumsuz organların başında geliyordu. Neyse ki, yapılan çalışmalarla bunların öyle lüzumsuz organ olmadığı, bilakis insanın sıhhati için çok önemli görevlerinin bulunduğu anlaşıldı da lüzumsuz organ listesinden çıkarıldılar2.

Ancak, ateist düşünceyi kendilerine meslek edinmiş bazı materyalist biyologlar, insanın var oluşunu, ateizme dayalı pozitivist felsefeyle açıklamayı sürdürüyorlar. İnsanda vazifesi tam bilinemeyen bazı yapıları lüzumsuz addediyorlar. İnsanda görülen bazı hastalıkları da kendi akıllarına sığıştıramadıklarından, bunları, bir yaratıcının olmadığına ve insanın gelişigüzel ve daha aşağı yapılı varlıklardan ortaya çıktığına delil göstermeye çalışıyorlar. Bununla ilgili, internette yer alan iddialarından bazıları şöyle;

1.Çocukların, doğumdan itibaren ilk birkaç ay içinde gaz çıkaramaması,

2. Çocukların iç kulak ile ağız arasındaki östaki borusunun kısa oluşunun orta kulak rahatsızlığına sebep olması,

3. Çocuklarda, idrar kesesinin dışarıya bağlayan kanalın erişkinlere göre kısa olması nedeniyle idrar yolları hastalıklarının görülmesi,

4. Penisteki sünnet derisinin varlığı,

5. Anne sütünde D vitamininin olmaması,

6. İnsandaki diş çürüklüğü ve 20 yaş dişlerinin varlığı,

7. Kemik erimesi (Osteoporaz),

8. Yaşlılarda görülen prostat rahatsızlığı,

9. Kadınlarda görülen rahim ve meme kanserleri,

10. Omurga rahatsızlığı,

11. Bazı insanlarda kasık fıtığının görülmesi,

12. Yaratıcını, yaklaşık 400.000 bitki olmasına rağmen niye daha çok çeşitli meyve ve sebze sunmadığı ve domatesi, şeftaliyi, elmayı, portakalı niye yabani tarzda verdiği gibi ardı arkası kesilmeyen sorular.

Bu soruların özeti; insan başta olmak üzere, bütün varlıkların yaratılış hikmeti ve gayesinin ne olduğu ve niçin yaratıldığıdır. Bu soruların cevabını bilimsel bilgi veremez. Yani, insanın niçin yaratıldığı, hastalıkları yaratmadaki hikmetlerinin neler olduğu gibi soruların cevabını bilimsel bilgi, yani laboratuar değil, semavî kaynaklar verir.

Ateist düşünürler, bu ve benzeri sorulara felsefî bir takım yorumlar getirip, cerbeze ile bunu da bilimsel bir bilgi gibi takdim ediyorlar. Onların yaptığı, fizik ötesine ait, kendi anlayış ve inanışlarına dayalı bir takım faraziye ve yorumlardır.

Burada kusur, insanın yaratılışında değil, Allah’ı bilmeyen, Peygamberleri tanımayan ve Allah’a dost olamayan ateist ve materyalist felsefeci ve evrimcilerin düşüncelerindedir.

Her bir canlı programlanmış bir dosya gibidir

Bilgisayarda kayıtlı, sözgelimi on bin sayfalık bir dosyanın karakteri milyonlara ulaşır. Program dışında bu dosyaya girecek herhangi bir karakter, yani virüs bazen bütün bir dosyanın çalışmasını bozabilir. İşte kâinattaki her bir canlı varlık da adeta bir bilgisayar dosyası gibidir. Her bir canlıyı meydana getiren elementler o dosyanın karakterlerini andırır ve belirli bir plân ve programa göre çalışırlar. Her bir element Allah’ın ilim, irade ve kudreti dâhilinde hareket eder. Hiçbir element program dışı olamaz. Her hangi bir elementin program dışı bir hareketi bütün kâinatın dengesinin bozacaktır.

Bir element bile başıboş ve gayesiz olmazken, varlıkların en şereflisi olan insanın ve insandaki organların lüzumsuz ve gayesiz olması düşünülebilir mi? Onun her bir organın bir ve belki pek çok gayesi ve hikmeti vardır. Bilim adamının görevi, ateist biyologlar gibi, görevi ve yapısı tam bilinmeyen bazı organların gereksiz ve gayesiz olduğuyla milleti lüzumsuz meşgul etmek değil, bu organların yapı ve fonksiyonlarını tespit etmek  olmalıdır.

Ateist düşünürler, dünyanın tanzimine kendilerini memur görüyorlar

Ateist bilim adamlarına göre, bir yaratıcı varsa, bu ve benzer hastalık ve noksanlıklar olmamalıdır. “Kâinattaki eksiklik” görüşü olarak ileri sürülen bu düşünce yeni değildir. Bunun uzun bir geçmişi vardır. Bu görüşe göre, eğer yeryüzündeki varlıkları plânlayan bir tasarımcı varsa, o zaman her şeyi eksiksizce var etmesi gerekirdi. Hâlbuki bazı şeyler bu evrimcilerin düşündüğü gibi olmamaktadır. Bazı ateist düşünürler ile pozitivist felsefeciler tarafından savunulan bu konu zaman zaman gündeme getirilmekte ve Yaratıcıyı inkar fikrine bilimsel bir kılıf uydurulmaya çalışılmaktadır.3

Ateist düşünürler, adeta kendilerini dünyanın yapısı ve şeklini tanzime memur edilmiş birer mühendis gibi görmekte, kendi akıl ve mantıklarına uygun gelmeyen nizam ve düzenlemeyi gereksiz ve lüzumsuz addetmekteler. Bunlardan birisi çıkıyor;

-Dört yüz bin çeşit bitki olduğu halde, niçin dört yüz bin çeşit meyve yok? Diyor. Onun istediği kadar meyve olsa, bu defa dönüp; “Niçin dört yüz bin çeşit meyve var?” diye soracaktır. Nitekim o ateist düşünür bir başka sorusunu ileriye sürüyor ve diyor:

-Yaratıcı varsa, niçin meyveleri yabani olarak veriyor, ıslah edilmiş olarak yapmıyor? Meyveler istediği gibi olsa, sanki bir yaratıcıyı kabul edecek. Onları ıslah ederek “Bilim adamı” unvanını alıyorsun ya. Yaratıcı meyveleri ıslah edilmiş olarak verse, sen ne iş yapacaksın? Sen en küçük bahçende yaptığın bir düzenleme ve değişikliği kimseye sormadığın halde, Allah kâinatta neyi nasıl yapacağını sana mı soracak?

Kâinat Allah’ın mülküdür. O mülkünde istediği gibi tasarruf eder. “Allah dilediğini yapar4.

Yapan bilir, bilen konuşur

Her konuda ihtisas önemlidir. Bir meseleyi en iyi, o işin uzmanı ve yapanı bilir. “Yapan bilir, bilen konuşur.” Umumi bir düsturdur. Bilgisayar hakkında söz sahibi, onu yapan ve programlayandır.

Bir bina hakkında da bin doktorun görüşü değil, ehli ihtisas iki mühendisin raporu geçerlidir. Bir hasta hakkında ise, bin mühendisin teşhisi değil, iki doktorun raporu dikkate alınır. Niye? Çünkü onlar mesleklerinde ihtisas sahibidirler. İnsanın yaratılış gayesi, maksadı ve hedefleri ile ahiret hayatı hakkında söz sahibi ateist felsefeciler ve materyalist ve ateist biyologlar olamaz.

İnsanın yaratılışı, mahiyeti ve geleceği hakkında da söz sahibi ancak ve ancak onu yaratan Allah’ın ve O’ndan bu konuda ders alan peygamberinin ve o peygamberin yolundan gidenlerindir. Çünkü onlar bu konuda ihtisas sahibidirler.

Yukarıdaki soruların temelinde yatan, insan başta olmak üzere, kâinatın mükemmel değil, gelişigüzel ve kusurlu yapılmış olduğu iddiasıdır.

Burada önemli soru şudur:

—Kusursuzluğun ölçüsü nedir?

Bir varlığın veya âletin mükemmelliği, ya da noksanlığı, ne gaye için yapıldığına bağlıdır. Söz gelimi, buzdolabının yapılış gayesi bellidir. Buzdolabını yapan usta, onun ne için yapıldığını, hangi gayeye göre plânlandığını bilir ve bildirir. Siz şayet buzdolabının yapılış gayesini, çamaşır yıkamak olarak alır, ona göre bakarsanız buzdolabında pek çok yapılış hatası bulursunuz.

Ateist evrimcilere göre, ölünce çürüyerek yok olup gidecek ve bir daha dirilmeyecek olan insanın bütün arzu ve istekleri bu dünyada gerçekleşmelidir. Onlara göre insan hiç hasta olmamalı, hiçbir şeyi noksan bulunmamalıdır.

Hâlbuki bir öğrencinin ders çalışmada, imtihana girmede, yeme ve barınmada çektiği sıkıntı ve meşakkatleri dikkate alarak, eğitim hayatının onun için faydalı mı, yoksa faydasız mı olduğu değerlendirmesi, öğrencilik safhasında yapılamaz. Çünkü henüz hedefe ulaşılamamış, çalışmanın meyvesini alma zamanı gelmemiştir. Eğitim hayatında çekilen bütün sıkıntılar, o meyve, yani diploma ve dolayısıyla o diplomanın sağladığı faydalardır.

Yaratıcı da, insanın bütün arzu ve isteklerini ahiret hayatına göre planladığını, insanın arzu ve isteklerini bu dünya hayatının tatmin edemeyeceğini bildirmektedir. Dolayısıyla bu dünyadaki yaşayışa göre insanın durumunu değerlendirmek yanlış olacaktır. Çünkü ondaki istidat ve kabiliyetler inkişaf edecek ve bunların sonuçları ahirette alınacaktır. Bu dünyada çekilen bir takım meşakkat, hastalık ve sıkıntılar belki o insanın ebedî hayatını kurtaracaktır. Bu bakımdan bir takım istidatların inkişafı ve gelişmesi, hastalık, açlık, zenginlik, fakirlik ve sabır gibi imtihanları gerekli kılmaktadır. Bütün bu imtihanların sonucu ahiret hayatında görülecektir.

Allah, bir ayette dünya hayatının bir oyun yeri olduğunu hatırlatıyor:

Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Muttaki olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır5.

Yine bir başka ayette de dünya hayatının aldatıcı olduğunu beyan eder:

Dünya hayatı, aldatıcı menfaatten başka bir şey değildir6.

Artık her kim azgınlık etmiş ve dünya hayatını (ahirete) tercih etmiş ise, şüphesiz (o kimse için) varılacak olan yer ancak Cehennemdir7.

Demek ki, Allah’ın yanında, esas hayat ahiret hayatıdır. İnsandaki bütün duygular ahiret hayatını kazanmak için verilmiş ve ona göre programlanmıştır. Buranın imtihan yeri olduğu, imtihanın gereği olarak da burada hastalık ve musibetlerin bulunacağı belirtilmektedir.

Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir8.

Her nefis ölümü tadacaktır. Hayır ve şerle deneyerek sizi imtihan edeceğiz9.

O ki, hanginizin ameli daha güzeldir diye sizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yarattı10.

And olsun ki, senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından boyun eğsinler diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık11.

Hem hastalandığım zaman da bana O şifâ verir12.

Bir hadiste Peygamberimiz, en ziyade musibete ve meşakkate giriftar olanlar, insanların en iyisi ve en kâmilleri olduğunu beyan eder. Başta Hazreti Eyüp Aleyhisselâm, Enbiyalar, sonra evliyalar ve sonra muttaki müminler çektikleri hastalıklara halis birer ibadet ve Allah’ın bir hediyesi olarak bakmışlar, sabır içinde şükretmişler13.

İnsandaki diş çürüklüğü ve prostat rahatsızlığı gibi hastalıklardan yakınanlar, şayet Allah’ı tanımıyor ve emirlerini yapmıyor ve peygamberi bilmiyorlarsa, onlarda öyle manevi bir hastalık var ki, onun dehşetinden yer ve gök titrer.

İnsanın yaratılış gayesi

Allah, insanın yaratılış gayesini ibadet olarak beyan ediyor:

Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım14.

Demek ki, insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi, kâinatın yaratıcısını tanımak ve O’na iman ve ibadet etmektir. Hâlbuki materyalist ve ateist felsefeci ve evrimciler için hayatın bütün gayesi ve maksadı dünya hayatıdır.

Materyalist evrimcilere göre, bütün canlıların ve özellikle insanın yaratılış gayesi, sadece kendi nefsine hizmet etmektir. Hâlbuki insanın yaratılışında kendisine bakan yaratılış hikmeti bir ise, yaratıcına bakan hikmeti doksan dokuzdur.

Nasıl ki bir ev sahibi evinin içinde istediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. O evinde içinde kendine göre bir takım gerekçe ve sebeplere göre evin içini belli bir düzene koyar. Onun evine verdiği şekil ve düzenin bir takım sebep ve gayelerini bizim bilemememiz normalse, Allah’ın insan başta olmak üzere yarattığı varlıklarda kendisine göre bir takım sebep ve maksatlar, gaye ve hikmetler olacaktır. Birisinin evinde yaptığı bir takım tanzim ve düzenin gerekçelerini tamamen bilemezken, sonsuz ilim ve kudret sahibinin kâinatta yaptığı icraatının bütün gerekçelerini bilmememiz, onların başıboş ve sahipsiz olduğu manasına mı gelir?

İnsan maddî ve manevî en güzel şekilde yaratılmıştır

“İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emin beldeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Ancak iman edip Salih amel işleyenler müstesna. Onlar için tükenmesi mümkün olmayan ecir vardır15.

Allah’ı Teâlâ insanı ruh ve beden kabiliyetleri bakımından canlıların en mükemmeli kılmıştır. İnsan, kendi iradesi ile kabiliyet ve istidatlarını ya doğru yolda, yani Allah’ın istediği şekilde kullanarak en yüksek manevî makama çıkacak, ya da aksi yönü tutarak manen canlıların en aşağı mertebesine inecektir.

Bilgisayarın değeri, insana muhatap olmasından ve insanın sorularına cevap vermesinden kaynaklanır. Yoksa bilgisayarı sadece maddî olarak değerlendirmek ve birkaç kg. demir ve bakalit olarak görmek, bilgisayarı anlamamak demektir.

İşte insan da böyledir. Onu, ateist ve pozitivist düşünürlerin yaptığı gibi, sadece maddî olarak değerlendirmek; et, kemik, kan ve dokulardan meydana gelmiş bir varlık olarak ele almak, onun hakiki vazifesini ve değerini takdir edememektir.

İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiştir. Çok ehemmiyetli kabiliyetler ona verilmiştir. Kabiliyetine göre ona ehemmiyetli vazifeler yüklenmiştir.

İnsana verilen bütün acip cihazlar, bu dünya hayatı için değil, pek ehemmiyetli bir ebedî hayat için verilmiştir. Çünkü insan hayvana kıyas edildiği zaman görülüyor ki, insan, duygu ve cihaz yönünden hayvandan yüz derece fazla donanımlıdır. Ama dünya hayatından lezzet alma yönünden yüz derece aşağıya düşmektedir. Çünkü gördüğü her lezzetinde binler elem izi vardır. Geçmiş zamanın elemleri ve gelecek zamanın korkuları onun zevklerini bozmakta ve her lezzetinde bir elem iz bırakmaktadır. Fakat hayvan öyle değildir, elemsiz bir lezzet alır, kedersiz bir zevk eder. Ne geçmiş zamanın elemleri onu incitir, ne gelecek zamanın korkuları onu ürkütür. Rahatla yaşar, yatar, Hâlıkına şükreder16.

İnsanı kıymet değeri, kendisine verilmiş olan; akıl, fikir ve hayal gibi manevî cihazlar ile Allah’ı tanıması ve O’nun bütün isimlerinin tecellilerine ayna olması ve bunların manalarını anlaması nispetindedir. İnsan, Allah’ın kendisine, başta iman olmak üzere verdiği bütün nimetlerle beraber, sevdiği ve muhabbet ettiği varlıklara da maddî ve manevî ikramlarını, inayetlerini ve ihsanlarını görüp takdir ve ibadetle mukabele ederek Allah’a muhatap ve O’nunla dost olur ve böylece manen insaniyetin en yüksek mertebesine çıkar.

Prof. Dr. Âdem TATLI

Dipnotlar

1 İnfitâr, 7.

2 Richard, M. Shattering the Myths of Darwinism. Terc. İ. Kapaklıkaya. Son Tartışmalar Işığında Darwinizm’in Mitleri. Gelenek Yayıncılık, İstanbul, 2003.

3 Miller, K. R. Life’s Grand Design. Technology Review, Şubat/Mart, 1994, s.29-30.

4 İbrahim, 27.

5 En’âm, 32.

6 Âl-i İmrân, 185.

7 Nâziât, 37-39.

8 Enfâl,28.

9 Enbiya, 35.

10 Mülk, 2.

11 En’âm, 42.

12 Şuarâ, 80.

13 Nursi, B.S. Lem’alar. Sözler Yayınevi, İstanbul, 1976, s. 201.

14 Zâriyât, 56.

15 Tin Suresi, 95/1-8

16 Nursi, B.S. Sözler. Envar Neşriyat, İstanbul, 1996, 23. Söz, s.323-329.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun