İzmirli İsmail Hakkı Ehl-i Sünnet mi?
- Bid’atçı, reformist gibi şeyler söylüyorlar, doğru mu?
Değerli kardeşimiz,
Tek tip bir Ehl-i Sünnet mezhebi yoktur. Ehl-i Sünnet, Müslüman toplumun ana kitlesini kapsayan, çok farklı fikirleri bünyesinde barındıran ve geniş bir yelpazeyi içine alan, diğer mezheplere göre Kuran ve Sünnete daha yakın duran en doğru bir mezheptir.
Kelam tarihine baktığımız zaman Ehl-i Sünnet dediğimiz yapı tarihi süreç içerisinde çeşitli merhalelerden geçmiştir. Bunlar:
1. Selef/Selefiyye,
2. Halef yani, sonradan ortaya çıkan Eş’ari ve Matüridi kelamcıları.
Halef de üç merhaleden geçmiştir:
1. Mütekaddimûn dönemi,
2. Müteahhirûn dönemi,
. İlm-i Kelam-ı Cedîd (yani, Yeni İlm-i Kelam) dönemi.
Ehl-i Sünnetin tarihi süreçte geçirdiği bütün bu merhalelerde, bir merhaleden diğer bir merhaleye geçerken içinde yaşadıkları çağın ihtiyaçları ve ilcaatları gereği kelam alimleri yeni duruma ayak uydurmaya ve bulundukları çağın ihtiyaçlarına göre yorumlar yapmaya çalışmışlardır.
Bilindiği üzere kelam ilminin konuları, ilk başta mesail / makasıd yani değişmeyen temel ana konular ile “vesail" yani vesileler, araçlar olmak üzere iki şekilde ele alınmaktadır. Bunlardan mesail/makasıd dediğimiz ana konular altı iman esası gibi değişmez ve değiştirilemez prensiplerdir. Zaten burada bir ihtilaf yoktur. Ancak vesail dediğimiz vesileler ve araçlara gelince bunlar çağın ihtiyacına göre değişmektedir. Mesela, Allah’a iman hiçbir zaman ve çağda değişmeyecek bir iman esasıdır, çünkü bu, ana konudur, mesaildir / makasıddır. Ancak Allah’ın varlığını anlatma ve ispat etme yöntemleri (vesileler, araçlar) asırların ihtiyacına göre değişmektedir. Çünkü bu değişim hayatın getirdiği kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Nitekim bu durum Kuran tefsirleri içinde geçerlidir. Ayetlerin kendileri kıyamete kadar değişmez ve değiştirilemez. Bunda herkes hem fikirdir. Ancak ayetlerin tevil, yorum ve tefsiri asırların ihtiyacına göre değişir. Çünkü her müfessir ve müellif içinde yaşadığı çağın çocuğu olup kendi çağındaki ilimlerin verilerine dayanarak izahlar yapmak durumundadır.
İşte genelde ihtilaf buralarda (yani vesilelerde, araçlarda) meydana gelmektedir. Mesailde / Makasıdda (temel konularda) inkâr olursa en hafifiyle El-i sünnet dışına çıkar, en ağır ifadesiyle küfre girer.
Mesela kadere iman ana konulardandır. Bunu inkar eden zaten küfre gireceği için Ehl-i Sünnet dairesinde de kalamaz. Kaderi inkâr etmemek şartıyla kader konusunda izahlar ve yorumlar yapmak, velev hatalı yorum yapsa da kişiyi Ehl-i Sünnet dışına çıkarmaz.
Meseleye bu zaviyeden baktığımızda Ehl-i Sünnetin tarihi süreçte geçirdiği merhalelerde görülen ihtilaflar ve birbirlerini suçlamalar genelde söz konusu merhalelerdeki geçiş sürecinde ve sonrasında görülmektedir.
Mesela, Selef/Selefiyye’ye göre Ehl-i Sünnet sadece kendileridir. Kendilerinden başkasını Ehl-i Sünnet kabul etmezler. Çünkü onlar önce Mutezile kelamına karşı çıkarak bidat diyerek reddettiler. Ardından Ehl-i Sünnet kelamcıları ortaya çıkınca ayrım yapmadan onları da aynı gerekçe ile reddettiler. Çünkü onlar, kelam ilmine karşı oldukları için kelamcıları bidat ehli saymış ve şiddetle reddetmişlerdir. Onlara göre tevil haramdır. Bu nedenle müteşabih ayetleri tevil eden kelamcıları bidat ehli, hatta bazen küfürle suçlamışlardır.
Hâlbuki kelamcılar geçen zaman içerisinde yaşadıkları çağın şartlarının zorlaması ile müteşabih ayetleri tevil etmek zorunda kalmışlardır.
Ehl-i Sünnet kelamcılarına göre ana konular (mesail / makasıd) inkâr edilmediği müddetçe müteşabih ayet ve hadislerde tevil gereklidir. Bu nedenle kuralına göre tevil yapan kişi bidatçı ya da kâfir sayılamaz.
Aynı durum mütekaddimun döneminden müteahhirun dönemine, müteahhirun döneminden de Yeni İlm-i Kelam dönemine geçişlerde de yaşanmıştır. Yani bir dönemden diğer bir döneme geçişte çağının yeni şartlarını göz önünde bulundurarak ana konularda çağın şartlarına ve ilimlerin verilerine göre yeni izahlar yapmak bu âlimlere göre bir önceliktir ve zorunluluktur.
Ancak ne yazık ki, her bir dönemden diğer bir döneme geçişlerde, yeni dönemde yeni izahlar ve yorumlar yapan âlimler, bir önceki döneme bağlı olan kimselerin eleştirilerine ve hücumlarına maruz kalmaktadırlar. Çünkü bunlar yeni dönemin getirdiği şartlara ayak uydurmakta zorlanmaktadırlar.
Eskiden bidatçı ve kâfir olarak suçlanan bu insanlar, Yeni İlm-i Kelam döneminde bunlara ilaveten reformist olmakla da suçlanmaktadırlar. İzmirli İsmail Hakkı’nın başına gelen de budur. O, Türkiye’de Yeni İlm-i Kelamın kurucuları arasındadır.
Dolayısıyla eski döneme bağlı olan kimseler tarafından bu şekilde suçlanması normal kabul edilmelidir. Yalnız eskilerin onları böyle vasfetmeleri onların Ehl-i Sünnet olmadığı anlamına gelmez. Çünkü Yeni İlm-i Kelam dönemi âlimleri on dokuzuncu ve sonraki yüzyılda Avrupa’da çıkan pozitivist ve inkârcı akımlara karşı İslam’ı ve iman esaslarını çağın şartlarına göre, modern bilimlerin verilerinden de yararlanarak yeni izahlar yaparak savunmuşlardır. Bunu yapmaları gayet normaldir.
Kaldı ki bugün Ehl-i Sünnet kavramı çok suiistimal edilmektedir. Çünkü herkesin kafasında kendi şablonuna göre bir Ehl-i Sünnet tasavvuru var. Tarikata mensup bazı kimselerin, bir kısım ilahiyatçıların ve diğer dini cemaatlerin ve grupların kafalarındaki Ehl-i Sünnet şablonları birbirlerinden farklıdır. Bunlar bazen birbirlerini dahi Ehl-i Sünnet olmamakla suçlamaktadırlar.
Halbuki Ehl-i Sünnet olmak kimsenin tekelinde değildir ve söz konusu gruplara mensup kimselerin anlayışlarındaki dar kalıplara sığmayacak kadar genişliğe sahiptir. Ana konuları inkâr etmemek şartıyla, İzmirli İsmail Hakkı ve onun gibi alimler yeni dönemde Müslüman toplumun önünü açmak için birtakım yeni fikirler öne sürmüşlerdir. Onlar bu görüşlerinde velev hata etmiş olsalar dahi Ehl-i Sünnetin dışına çıkmış sayılmazlar.
Nitekim Ehl-i Sünnete mensup geçmiş ulemadan hata yaparak birbirlerini eleştirenler bol miktarda mevcuttur. Onlar Ehl-i Sünnet dışı sayılmadıkları gibi bunlar da Ehl-i Sünnet dışı sayılmazlar, bu hususta geniş olmak lazım.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet