İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin İslam dünyasına ne gibi yararları ve zararları dokunmuştur?

Tarih: 18.12.2011 - 01:48 | Güncelleme:

Soru Detayı
- Bunların faaliyetlerine bakış açımız nasıl olmalıdır?
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Osmanlı Devletinin son yıllarında Genç Türkler veya Jön Türkler adı verilen, gerek yurt içinde gerek yurt dışında faaliyet gösteren Meşrutiyet taraftarları, 1889 yılının Mayıs ayında, İstanbul’da, İttihad-ı Osmanî derneğini kurdular. Gizli olarak kurulan bu cemiyetin ilk kurucuları, Askerî Tıp Okulu öğrencilerinden İbrahim Ethem (Temo), İshâk Sukutî, Mehmet Reşit, Abdullah Cevdet ve Hüseyinzade Ali Bey idi.

İttihatçıların temel gayeleri; ülkede meşrutiyeti yeniden kurmak, Kanun-i Esasî’yi yürürlüğe koydurarak devleti anayasal yapıya kavuşturmak, kapatılmış olan Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nı açtırmak ve anayasa ile Osmanlı vatandaşlarına verilmiş olan hak ve hürriyetlere yeniden sahip olmak için, Osmanlı Sultanı İkinci Abdülhamid’e ve yönetimine karşı mücadele etmek şeklinde sıralanabilir.

Cemiyet, ilk kuruluşunda örgütlenme modeli olarak İtalyan “Carbonari Cemiyetini” örnek almıştı. Kuruluşundan sonra bir süre sessiz kalan Cemiyet, daha sonra Askerî Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye ve Bahriye gibi okullarda hızla örgütlendi.

Subaylar arasında, askerî ve sivil yüksekokullarda, medreseler ve hattâ tekkelerde taraftarlarını artıran Cemiyet, üyeleri kanalıyla çeşitli illerde örgütlendi. Cemiyetin böyle hızla yayıldığı, taraftarlarını çoğalttığı günlerde İkinci Abdülhamid yönetimi, cemiyetin varlığından haberdar olarak, üyelerini takip ettirdi ve tutuklattı. Takip ve yakalanmaktan kurtulan birçok cemiyet mensubu yurt dışına kaçtı.

Yurt dışına kaçan Cemiyet üyeleri burada da kendilerinden önce Avrupa’ya gelmiş olan “Genç Türk (Jön Türk)”lerle irtibata geçtiler ve bulundukları yerlerde örgütlenmeye çalıştılar. Burada ismini de “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” olarak değiştiren cemiyetin ülke dışındaki örgütlenmesi başlıca üç merkezde yoğunlaştı: Paris Şubesi, Cenevre Şubesi ve Kahire şubesi.

4-9 şubat 1902’de yapılan büyük “Jön Türk Kongresi"nde, ülkeye yeniden kazandırılacak olan Meşrutiyet yönetiminin uygulanması konusunda beliren görüş ayrılıkları Cemiyeti ikiye böldü.

Prens Sebahattin Bey’in öncülüğünde bir grup üye cemiyetten ayrılarak “Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti”ni kurdular ve Terakki Gazetesi’ni çıkarmaya başladılar. Ahmet Rıza Bey başkanlığında temsil edilen diğer grup ise, kongre sonrası ilk icraat olarak “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti”nin ismini “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti”ne dönüştürdüler.

Diğer taraftan, Selanik’te de 1906 Eylül’ünde içlerinde Bursalı Mehmet Tahir Bey, Kazım Nami Bey (Duru), Ömer Naci Bey, Talat (Paşa) gibi bilâhare İttihat ve Terakki Cemiyetinin (Fırkasının) önde gelen isimlerinin yer aldığı “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti” adıyla yeni bir cemiyet kurdular. Bu cemiyet, yurt içinde ve yurt dışında kurulmuş olan Jön Türk cemiyetlerinin bir devamı değildi.

Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kısa zamanda Rumeli’nin her tarafına yayıldı. Makedonya’nın bütün şehir ve kasabalarında ve özellikle Türk Alaylarının bulunduğu yerlerde genç subaylar arasında taraftar buldu. Böylece, Makedonya’da bulunan Osmanlı Üçüncü Ordusu’nun teğmen, yüzbaşı, binbaşı rütbesindeki subayları bu cemiyete katıldılar. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti 27 Eylül 1907’de merkezi Paris’te bulunan Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti ile resmen birleşti.

Bu birleşmeden güçlenerek çıkan Cemiyet, artık Sultan İkinci Abdülhamid yönetimine karşı yaptığı mücadeleyi siyasî olmaktan çıkararak askerî bir temele dayandırmış oldu. Abdülhamid’in baskıya dayalı yönetimini sona erdirmek maksadıyla bazı genç subaylar genel bir ayaklanma çıkarılmasını istemekteydiler. Bu amaçla Kolağası Niyazi Bey Resne’de emrindeki kuvvetlerle dağa çıktı ve daha sonra Enver Bey Tikveş’te, Eyüb Sabri Bey Ohri’de, Selahattin ve Hasan Tosun Bey’ler Arnavutluk’ta aynı şekilde “Hürriyet Taburları” kurarak dağa çıktılar.

Cemiyet, saraya telgraflar çekerek Anayasa’nın hemen yürürlüğe konulması ve Meclis-i Mebusan’ın toplantıya çağırılmasını istedi. Ayrıca milletin bu isteklerini kabul etmeyecek olursa, tahtından indirileceği Sultan İkinci Abdülhamid’e bildirildi. Nitekim 23 Temmuz 1908’de Manastır’da ve Selanik’te Meşrutiyet resmen ilân edildi. Bütün bu gelişmeler üzerine Sultan İkinci Abdülhamid, yayınladığı bir bildiriyle Osmanlı Devletinde anayasayı yeniden yürürlüğe koyduğunu ve meşrutiyeti ilân ettiğini açıkladı.

Artık İttihat ve Terakki ismini kullanmakta olan Cemiyet için, Meşrutiyetin ilânından sonra yeni bir dönem başlamıştı.

Cemiyetin, 1911 Kongresindeki tüzüğünde yapılan bir değişikle İttihat ve Terakki Cemiyetinin merkezi İstanbul olan bir siyasî parti olduğu belirtildi. Böylece, Türk demokrasisinde ilk siyasî parti olma özelliği İttihat ve Terakki Fırkasının oldu. Bu parti, 5 Kasım 1918’deki son kongresinde kendisini feshetti ve Teceddüt Fırkası adıyla yeni bir kimlik kazandı.

İttihat ve Terakki Cemiyeti (Fırkası) bünyesinde, çok sayıda asker, sivil, fikir adamı, gazeteci, yazar ve şair isimleri barındırmıştı. Ancak, İttihat ve Terakki deyince ilk akla gelen isimler “Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa”lardır. Aynı zamanda bunlar lider olarak da ön plâna çıkmışlardı.

İttihat ve Terakki Cemiyeti Osmanlı Devletinin dağılmasını önlemek için “Osmanlıcılık veya Pan-Osmanizm”düşüncesini “İttihad-ı Anasır” (Irkların Birliği) şekliyle benimsedi ve Cemiyet içinde ve devlet yönetimindeki uygulamalarında bunu gerçekleştirmeye çalıştı. İttihatçılar, Türkçülük fikrini parti programlarına aldılar ve 1913-1918 yılları arasında iç ve dış politikalarında adetâ bir devlet politikası olarak uyguladılar.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, Osmanlı Devletini parçalanmaktan kurtarmak amacıyla yola çıkmalarına ve iktidara hiç düşünmedikleri kadar kolay ulaşmalarına rağmen, devlet yönetimindeki tecrübesizlikleri ve dönemlerindeki iç ve dış gaileler sebebiyle bu amaçlarını gerçekleştiremediler. Üstelik Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları ve nihayet Birinci Dünya Savaşı’yla ülkeyi parçalanmanın ve yıkılmanın eşiğine getirdiler.

Osmanlı Devletinde ikinci defa Meşrutiyeti kazandırmakla ve Türk siyasî hayatına çok partili hayatı getirmekle sürekli övünen İttihatçılar, kendi elleriyle kurdukları çok partili hayatı yine kendi elleriyle kaldırmaya çalıştılar. Mutlak iktidarları döneminde siyasî rakiplerine ve diğer siyasî partilere hayat hakkı vermediler. Bu dönemde bazı siyasî partiler kapatıldı veya faaliyetleri yasaklandı. Siyasî muhalifleri olan çok sayıda isim tutuklandı ve sürgünlere gönderildi.

O zamanları bizzat yaşayanlardan biri olan Bediüzzaman, özellikle 31 Mart Hadisesi sırasında İttihad ve Terakki Cemiyetinin çok etkili olduğu dönemde İstanbul’da bulunmuştu.

Bediüzzaman, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin, hürriyetçi / meşrutiyetçi eğilimlerini desteklerken, istibdatçı uygulamalarını eleştirmiştir. Bediüzzaman bu bakış açısını, “İttihad ve Terakki hakkında reyin nedir?” şeklinde yöneltilen bir soruya, “Kıymetlerini takdirle beraber, siyasiyyunlarındaki şiddete muterizim (itiraz ediyorum).” sözleriyle özetlemiştir.

Bediüzzaman’ın, “kıymetlerini takdir” ettiği hususlar, İttihat ve Terakki’nin iktisat ve eğitim alanındaki çalışmaları ve hürriyet taraftarı olmalarıdır. Ayrıca Bediüzzaman, İttihat ve Terakki’nin, Doğu Anadolu’daki şubelerinin uygulamalarını takdir ettiğini de ifade etmektedir.

Bediüzzaman, Cemiyet’in takdir ettiği mensuplarına, “Fakat emin olunuz ki, onların masonluğa girmeyen kısmının maksatları dine zarar değildir. Belki, milletin selâmetini temin etmektir.” diyerek sahip çıkar. Hatta, “onların bir kısmı selamet-i millet fedaileridir” diyerek iltifat eder. Cemiyetteki bu kozmopolit yapıyı,“Vakıa onlarda birtakım edepsiz, çok sefih masonlar dahi bulunur; lâkin yüzde ondur. Yüzde doksanı sizin gibi mu`tekid Müslimlerdir.” sözleriyle tespit eder.( bk. Münazarat, Sualler ve cevaplar, s. 80, 135)

İttihat ve Terakki’nin, Bediüzzaman tarafından eleştirilen yönleri “istibdatçı uygulamaları”, “dinde laubalilikleri” ve özellikle Cemiyet’in “İstanbul şubesi”nin uygulamalarıdır. (bk. Divân-ı Harb-i Örfi, s.39)

Cemiyetin bu olumsuz uygulamalarını, “İttihatçıların bozuk kısmının cinayetleri” olarak niteleyen Bediüzzaman, cemiyetin bütün mensuplarını bu olumsuzluklardan sorumlu tutmak istememiştir. (bk. Emirdağ Lahikası, s. 442)

Yukarıda da ifade edildiği gibi, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin içinde, din düşmanı masonlar bulunduğu gibi, dindar ve samimi hürriyetçiler de bulunuyor. Olumlu fikirleri olduğu gibi menfi fikirleri de vardır. 

Bir müslüman olarak bu cemiyetin olumlu ve din ile barışık olan kısmını destekler, dinsiz ve muzır kısmını da şiddetli olarak eleştiririz. Bu yüzden bu konuyu ak ya da kara diye, keskin hatlar ile ayırmak doğru olmaz.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun