İnsan kainat içerisinde bir kum tanesi kadarken, Allah'ın insana bu kadar kıymet vermesinin sebebi nedir? Peygamberler, kitaplar, cennet, cehennem hep bizim için varoldu...

Tarih: 23.03.2007 - 17:55 | Güncelleme:

Soru Detayı
Bütün evreni düşündüğümüzde yıldızlar, gezegenler, uzay vs. insan bir kum tanesinden daha küçük kalıyor. Tüm bunları yaratan yüce yaratan neden kum tanesinden küçük insanla bu kadar ilgilendi? Peygamberler, kitaplar, cennet, cehennem hep bizim için varoldu.
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Şu kainatın ve içindeki varlıkların Sanii olan Cenab-ı Hak, şu kainatı çok ciddi gayeler için yaratmıştır. Kur’an bunu şöyle bildirir:

"Biz göğü, yeri ve bu ikisi arasında olanları oyun olsun diye yaratmadık." (Enbiya, 21/16)

"Göğü, yeri ve bu ikisi arasında olanları boşuna yaratmadık." (Sad, 38/27)

Bütün varlıklar kendilerine mahsus dillerle Yüce Yaratıcıyı tesbih ve takdis ederler. Kendilerine tevdi edilen görevleri büyük bir zevk ve şevkle yerine getirirler. Mesela güneş bir saniye bile geri kalmadan kendine çizilen yörüngede yoluna devam eder. Irmaklar bir cuşuhuruşla denizlere doğru akar. İnsanın emrine verilen hayvanlar tam bir itaatle ona hizmet eder.

İlahi emirleri yerine getiren bu varlıklar içinde insanlar ve cinler farklı bir konuma sahiptirler. Gerçi onlar da,

"Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım."(Zariyat, 51/56)

ayetinin hükmünce ibadetle mükelleftirler. Fakat bunu yapıp yapmamakta serbesttirler. İnsan ve cinlerin bu farklı konumu, onlara verilen iradeden kaynaklanır. Onlar bu irade ile, imanı veya küfrü, iyiyi veya kötüyü, güzeli veya çirkini, itaati veya isyanı... seçebilirler.

Nur Külliyatında insan için “misâl-i musağğar” tabiri kullanılır; yâni bu kâinatın küçültülmüş şekli. Küçültme (tasgir) fiili âlemde öyle harika bir şekilde icra edilmiş ki, şu muhteşem âlem, mevcut hâlini yine muhafaza etmekle birlikte, ondan onu temsil edecek küçük âlemler süzülmüş. Ağacı süzüp meyveye sıkıştıran kudret ve hikmet eli, aynı kanunla nice âlemleri insana yerleştirmiş.

İnsan, okuduğu bir eserin özetini çıkarır. Bu özet asıl eserin küçük bir misâlidir. Ama, “şu özet yardımıyla eserin tamamını yeniden ortaya koy” deseniz bundan âciz kalır. Fakat, bir çekirdek öyle mi? Toprağa attığınızda ağacının tamamını yeniden size takdim edebiliyor.

Emanetle ilgili ayet-i kerimenin meali:

“Biz, emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik. Onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi. O cidden çok zalim, çok cahil bulunuyor.” (Ahzab, 33/72)

Emanetin lügat manası: eminlik, birisine koruması için bırakılan şey. Eminliğin zıddı, hıyanet... Yani, emaneti korumamak, onu emanet edenin değil de, kendi nefsinin arzu ettiği gibi harcamak...

Istılahta, emanet için birçok manalar verilmiş. Bunlar içerisinde en meşhur olanları şunlar:

“Dini tekliflerin tamamı”, “farzlar”, “İslam’ın emirleri”, “insana ihsan edilen her nimet”, “akıl”, “yer yüzüne halife olma kabiliyeti.”

Kur’an güneşinden bir nur:

“Allah hiçbir nefse vüs’atini aşan (güç yetiremeyeceği) bir vazifeyi teklif etmez.” (Bakara, 2/286)

Bu nefislerden birisi göz; ona işitme vazifesi yüklenmemiş. Bir başkası kulak; ona da anlama teklif edilmemiş. Koyun ruhu tefekkür etmekle, dağlar ve taşlar da ışık vermekle vazifeli değiller... Her varlık kendisine verilen kabiliyete göre bir vazifeye koşulmuş. İnsan ruhunun diğer varlıklardan önemli farklılığı var. Ona cüz’i irade takılmış. Kendisine verilen vazifeyi yapıp yapmamada serbest bırakılmış. Zalim ve cahil oluşunun kaynağı da bu cüz’i iradeyi yanlış kullanması, nefsin emrine vermesi...

Emanet, irade sahibine verilir. Kasaya koyduğunuz para için, “Paramı kasaya emanet ettim.” demezsiniz. Demek ki, cansız eşya emanete muhatap olamıyor... Melekler de onlardan pek farklı değil... Onların vazifelendirilmeleri teklif ile değil, emir iledir.

Emanetle ilgili ayet-i kerimede emanetin göklere, yere ve dağlara “teklif” değil, “arz” edildiğinden bahsedilir. Teklif edilseydi reddetmeleri düşünülemezdi. Arz etmekte bir başka mana vardır. Hani, bir padişah, huzuruna çağırdığı bir askerine bir vazife arz eder. Mesela, ona “Sen katiplik yapabilir misin?” diyebilir. O nefer, padişahından özür dileyerek, “Maalesef benim okuma yazmam yok; olsaydı emrinizi yerine getirirdim.” der. Bu teklif , “Bana bir su getir.” demeye benzemez. Suyu her nefer getirir, ama katipliği herkes yapamaz.

Emanetle ilgili ayette de Cenab-ı Hak, göklerden, yerden ve dağlardan bir vazife istemiştir. Onlara bir emanet arz etmiştir. Bu arz edişin keyfiyetini bilemeyiz ve onların bu vazifeden içtinap etmelerini de bir isyan olarak değerlendiremeyiz. Onlara teklif edilen vazife, onların kabiliyetleriyle, sermayeleriyle, kuvvetleriyle yapabilecekleri cinsten değildir. Ama insanın yaratılış keyfiyeti, ona takılan cihazlar, verilen kabiliyetler, bu vazifeyi yapmasına müsaittir. Nitekim, göklerin çekindiği bu emaneti o yüklenmiştir.

Nedir bu vazife? Bediüzzaman Hazretleri Haşir Risalesinin On Birinci Hakikatinde bu emanetin “insanın istidadı” olduğuna işaret eder ve bu istidada yüklenen görevi, “Küçücük cüz’i ölçüleriyle, sanatçıklarıyla Halikını, muhit sıfatlarını, külli şuunatını, nihayetsiz tecelliyatını ölçerek bilmek.” olarak açıklar.

Kendi misaliyle açıklayalım:

“Ben nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun malikiyim ve idare ediyorum. Öyle de: Şu koca kainat sarayının bir ustası var. O usta onu bilir, görür, yapar, idare eder ve hakeza...”

İşte bu ve benzeri nice mukayeseleri yaparak Allah’ın sonsuz sıfatlarını, şuunatını bilme vazifesini gökler, yer ve dağlar yüklenememişlerdir; kendilerinde bunu yapabilecek istidat bulunmadığı için...

Medya mensupları sıradan bir vatandaşın peşinde dolaşmazlar. Ama, başbakan gibi yüksek bir mevkide olanı gölge gibi izler, her yaptığına dikkat eder, ağzından her çıkanı kaydederler. Onun gibi, arzın halifesi olan insanın her yaptığı meleklerce yazılır, her söylediği kaydedilir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun