Nefse edilen zulüm


“En kıymettar âletleri en kıymetsiz şeylerde sarf edip, nefsine zulmettin.” Sözler

Bu güzel söz, “Muhakkak, Allah, mü’minlerden nefislerini ve mallarını cennet mukabilinde satın aldı” âyet-i kerimesinin tefsiri sadedinde ifade buyurulmuş.


Nefis; akıl ve kalbimizden elimize ayağımıza kadar bütün cihazatımızı ve duygularımızı, mal ise bunların dışında kalan maddî varlığımızı ifade eder. İşte, Allah’ın emir çizgisinde sarfedilmeleri hâlinde mükâfatı cennet olacak bu iki sermayeyi, yanlış sahalarda kullanan insan, nefsine zulmetmiştir ve zulmünün cezasını ebed yurdunda bütün acılığıyla tadacaktır.
Nefse zulmetme denilince hemen hatırımıza, emanetle ilgili âyet-i kerime gelir:

“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik. Onlar onu yüklenmeğe yanaşmadılar, ondan korktular da insan onu yüklendi. O cidden çok zâlim, çok câhil bulunuyor.” (Ahzab Sûresi, 72)


Bediüzzaman Hazretleri âyette geçen “emanet”in bir vechinin, bir mânâsının da “ene” olduğunu ifade eder ve “âlemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır” buyurur. Yâni, insan kendi nefsine takılan o “çok kıymettar âletleri” yerinde kullandığı takdirde nefsini bildiği gibi, Rabbini de bilecek ve hem nefsinde hem de şu muhteşem kâinatta tecelli eden İlâhî isimleri ve sıfatları tefekkür ile mârifet ve muhabbet vadisinde mesafeler katedecektir. İşte bu kabiliyet ve bu sermaye insana emanettir. İnsan bu kudsî emanete ihanet ederek “o kıymetli cihazatı en kıymetsiz yerlerde sarfederse” ebedî bir saadeti ve kemalâtı kaybetmekle nefsine zulmetmiş olacaktır.


...
Hadis-i Şerifde, “Dünya âhiretin tarlasıdır” buyrulur. Buna göre insan bu tarlada kendi nefsini usulüne uygun olarak ekerse, yâni “kendisine verilen kıymettar âletleri” cenneti netice verecek hayırlı sahalarda istimâl ederse, karşılığında ebedî ve ulvî bir nefis kazanacaktır. Zira, ceza amel cinsindendir.


Cenneti, “ne gözler görmüş, ne kulaklar işitmiş, ne de beşerin kalbine, hatırına gelmiştir” diye tasvir buyuran Allah Resûlü’nün (a.s.m.) bu hayret uyandıran ifadelerinde, cennetteki insanın büyük payı vardır. Biz bu hadisi okuduğumuzda aklımıza, genellikle, cennetin ırmakları ve köşkleri gelir.Halbuki şu muhteşem kâinat insan için olduğu gibi, o tariflere sığmaz cennet de insan içindir. Ve cennet insanı, cennetin çok fevkindedir. İşte mü’minin cennette erişeceği o mânevî kemâlâtı, bu dünyada anlamak mümkün değildir. Bu yüksek makama lâyık olmamızın yolu, nefis ve malımızı istikamet çizgisinde ve rıza dairesinde sarfetmemizden geçiyor. Bu ulvî ticaretin neticesi, ebedî saadettir.


Ticaret denilince çoğumuzun aklına dünyevî alışverişler gelir, kâr denilince de sermayemizin üzerine eklediğimiz miktarı anlarız. Halbuki, dünyaya ticaret için gönderilen insanın, ticaret ve kâr kelimelerinden hemen alması gereken mesaj, ölüm ötesine taşıyabileceği müsbet neticeler; kabirde, mahşerde ve cennette ona arkadaşlık edebilecek daimî kazançlardır.


Kazanç, sermayeye ilâve edilen ek gelir olduğuna göre, öncelikle sermayemizin ne olduğuna bakmamız gerek. Saçımızdan tırnağımıza kadar bütün bedenimiz, görmemizden koku almamıza kadar bütün duygularımız, kalbimizden aklımıza, hâfızamıza kadar bütün ruh dünyamız ve bu dünyadaki sevgi, korku endişe, merak gibi sayısız denilebilecek kadar çok his âlemimiz... Bütün bunlar “en kıymettar âletler” şeklinde ifade buyurulmuş. Bunların herbiri muhteşem bir holdingin birer ticaret birimini hatırlatıyor, her birimin kârı ayrı, zararı ayrıdır. Toplam kâr, bu münferit birimlerin kazanç yekûnundan meydana geliyor.


Kur’an’a bakan, kâinatı ibretle temaşa eden, meşru kazanç elde etmeye yardımcı olan bir göz, insan için ayrı bir ticaret birimidir. Doğru söyleyen ve hakkı tebliğ eden dil, bir başka birim olduğu gibi, sevgi, korku, endişe, şefkat de ayrı birer kazanç vesilesidir. Meselâ, bu dünyadan imanla göçüp göçemeyeceği endişesini taşıyan, ahlâksızlığa sürüklenen gençliğin geleceğinden endişe eden, atılan birtakım yanlış adımların bu milletin istikbalini tehlikeye düşüreceğinden korkan bir insan “endişe birimi”ni verimli çalıştırıyor demektir.


...
Bütün bu cihazlar, lâyık oldukları müspet sahalarda istimâl edildiklerinde hem ruhu yüceltirler, hem de kendileri mânen terakki ederler.

“Hem o kıymettar âletler benim namımla ve benim tezgâhımda işlettirilecek, hem fiyatı, hem kıymeti birden bine çıkar.” Sözler

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun