Hz. Mehdî Neler Yapacak?

Tarih: 11.07.2007 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bir hadis-i şeriflerinden Allah Resûlü,

“Başında benim bulunduğum, sonunda İsa bin Meryem'in, ortasında (sondan önce) Mehdî'nin bulunacağı bir ümmet helâk olmaz.”1 buyururlar.

Çünkü tarih şahittir ki, başında kendisinin bulunduğu ümmet helâk olmamıştır. Sonda Hz. İsa’nın ve sondan önce pâk neslinden Hz. Mehdî'nin bulunduğu ümmet de helâk olmayacaktır.

Hz. Mehdî'nin hizmetleri öylesine önemli ve büyüktür ki, rivayetlerden onun hilafetinden sadece insanların değil, bütün yer ve gök ehlinin memnun olacağı belirtilir.2 Çıkışı sadece ehl-i îman için değil, yer ve gök ehli için dahi sevinç kaynağı olur. Öyle ki kuşlar, vahşî hayvanlar, denizdeki balıklar dahi sevinirler.3 Hattâ Mehdî'nin bu güzel hizmetleri sebebiyledir ki, ölüler bile dirilip onun zamanında yaşamayı temennî ederler.4 Kısaca Allah, kalbleri onun muhabbetiyle doldurur.5

Büyüklerden Tavus-u Yemenî onun zamanında yaşamayı çok arzulamıştır.

Bu önemli hakikati ifade ettikten sonra İslâmı, sadece âhiret diniymiş gibi görme veya göstermenin İslâmı tanımamak mânâsına geldiğini, peygamberlerin sadece âhiret işlerinde değil, dünya işlerinde de rehber oldukları gibi Hz. Mehdînin de maddî ve mânevî her konuda yol göstereceğini, ıslahatını her sahada yapacağını hemen belirtelim.

Evet, Hz. Mehdî vazifesini sadece din sahasında değil, saltanat, hilafet, sosyal hayat, cihad gibi hayatı kuşatan her sahada icra edecektir.

Biz şimdi rivayetlere dayanarak Hz. Mehdî'nin bu hizmetlerinin en dikkat çekici olanları üzerinde duralım:

a. Dini İkâme

Hz. Mehdî bir müceddittir. Cenab-ı Hak onunla dini tekrar iâde edecektir.6 O, âhir zamanda, Asr-ı Saadette olduğu gibi İslâmı yeni baştan hâkim kılacak, yüceliğini, üstünlüğünü bütün dünyaya îlan edecektir. Nuru'l-Ebsar müellifi Said bin Cübeyr,

“Müşrikler hoşlanmasalar da Allah, bu dini bütün dinlere üstün kılacaktır.”7

âyetinin tefsirinde dini üstün kılacak kişinin Hz. Fatıma'nın çocuklarından Hz. Mehdî olduğunu belirtir. Bunun, “O İsa'dır (a.s.)” diyenlerin sözleriyle de çelişki teşkil etmediğini, zira Hz. İsa'nın Hz. Mehdî'ye zemin hazırlayacağını söyler.8

el-Kavlü'l-Muhtasar'da, Resûlullah (a.s.m.) en başta İslâmı nasıl ayakta tuttuysa, Hz. Mehdî de en sonunda İslâmı aynı şekilde ayakta tutacaktır.9 kaydı vardır.

Saadet-i Ebediyede Ashab-ı Kehf'in mağaradan çıkıp Hz. Mehdî'ye asker olacakları tarzında bir rivayete yer verilir.10 Ashab-ı Kehf'in dirilip asker olmasının ne mânâya geldiğini kesin olarak bilemiyoruz. Yalnız şunu söyleyebiliriz ki, Hz. Mehdî'nin îmanî mesajlarıyla Ashab-ı Kehf'in dirilişi gibi ölü ruhlar dirilecek, yeniden hayata dönecektir. Bu bize Hz. Mehdî'nin mesajının temelini de insanı mânen diriltecek îmanî hakikatler teşkil ettiğini göstermektedir.

Muhyiddin-i Arabî, Mehdî'nin dini ikàme edeceğini, önemsenmez hale geldikten sonra ona tekrar kıymet kazandıracağını, ihya edeceğini söyler ve "Dini Resûlullahın zamanında olduğu gibi aynen tatbik edecek" der.11

İmam-ı Rabbanî de sönen İslâm güneşinin Hz. Mehdî'yle yeniden parlayacağını ifade eder.12

Ümmü Seleme'nin rivayetine göre, Hz. Mehdî, İslâmı yeryüzünün değişik bölgelerinde hâkim kılacaktır.13

Onun diktiği kuru bir dalın, hatta ağacın yeşerip yapraklandığı belirtilir ki,14 bundan, onun kerametlere sahip bir kişi olduğu kadar, îmansızlıkla ölü hale gelen kalbleri, ağacın yeşerdiği gibi, irşadları ve eserleriyle canlandıklarını, yeniden hayata döndüklerini de çıkarabiliriz.

b. Sünnet-i Seniyyeyi İhya

Hz. Mehdî müceddit olduğu içindir ki, aynı zamanda dönemine İslâmın damgasını vuracaktır. İslâma yöneltilen hücumları bertaraf edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihya edecektir. Aişe Validemizin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte bu husus açık açık anlatılır:

“Benim vahiy üzere mücadele verdiğim gibi Mehdî de sünnetim üzere mücadele verir.”15 buyurulur.

Rivayetlere göre Hz. Mehdî ihya etmedik sünnet, kaldırmadık bid'at bırakmayacak, âhir zamanda tıpkı Resûlullah gibi dinin vecibelerini îfa edecektir.16

İmam-ı Rabbanî de Mektûbât'ında Hz. Mehdî'nin bu önemli hizmeti üzerinde durur. Onun aslî vazifelerinden birisinin Sünnet-i Seniyyeyi ihya ve bid'atları kaldırmak olduğunu söyler.17 Sünnet-i Seniyyenin önemini anlatırken de şu satırlara yer verir:

“Sünnet ve bid'attan herbiri, diğerinin yokluğunu gerektirir. Birini ihya etmek, diğerini öldürmek sayılır. Bu mânâya göre Sünnet-i ihya etmek, bid'atı öldürmek demektir. Aksi dahi böyledir.”

Hatta onun dini yayma ve sünneti ihya etme görevini yürütürken halkı bid'alarla amel etmeye alıştıran modern bir bilginden dahi söz eder.18

Hz. Mehdî geldiğinde alabora olmuş bir atmosferle karşılaşır. Tepeden tırnağa İslâma yöneltilmiş bir tahribat söz konusudur. İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan İslâm kalesinde bir sürü gedikler açılmıştır. Bin senedenberidir yığılan ve birikegelen şüphelerin bir anda kusulduğunu; İslâmî esas, cereyan ve şeâirlerin kırılmaya, kalb-i umumî ve efkâr-ı âmmenin dehşetli yaralanmaya, vicdan-ı umumînin bozulmaya yüz tuttuğunu müşahede eder.

Bütün bunlar Süfyan'ın öncülüğünde gerçekleşir. Hz. Mehdî ise bu müthiş tahribatın sebep olduğu mânevî hastalığı Kur'ân eczahanesinden aldığı ilaçlarla tedavî eder; bid'atlarla unutulmaya, unutturulmaya çalışılan ve savaş açılan, gerçekte ise herbiri birer iksir olan Sünnet-i Seniyye prensiplerini yerleştirmeye çalışır. O ve onun nûrânî cemiyeti, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid'akârânesini tamir edip Sünnet-i Seniyyeyi ihya edecektir.19

c. Süfyanla Mücadele

Bir gün Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), Hz. Ömer’e, Yahudî çocukları içerisinde birini gösterip, “İşte Süfyanın sûreti!” buyurdu. Hz. Ömer ileri atılıp, “Öyleyse ben onu öldüreceğim.” dedi. Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) ise,

“Eğer bu Süfyan ve İslâm Deccalı olsa, sen öldüremezsin; eğer o olmazsa, onun sûretiyle öldürülmez.”20 buyurdu.

Evet, Süfyan âhir zamanda gelecek ve "Kıyamete kadar hak üzere cihada devam eden, muhalefet edip düşmanlık edenlerin bir zarar veremeyeceği,"21 bu hak cihadlarını muzaffer olarak sürdüren22 ve “en son grubu Mesih-i Deccalle savaşan bir cemaat"23 ve onun temsilcisi olan Hz. Mehdî tarafından öldürülecektir.

Hz. Mehdî, mücadelesini, bütün mukaddesleri inkâr fikriyle ortaya çıkan büyük Deccala, hem de İslâma, Kur'ân'a savaş açan, dinsiz, yalancı İslâm Deccalı Süfyana karşı verecek, bu mücadeleler sonucunda onu öldürecek, tahribatını tamir edecektir.

Allah'ı, Kur'ân'ı, peygamberi tanımayan, İslâm adına ne varsa hepsine savaş açan, icraatını sistemli ve münafıkâne bir tarzda yürüten, İslâmın rükünleri olan bu inanç esaslarını kaldırmaya, yok etmeye, zayıflatmaya çalışan Süfyan, “Hz. Mehdî'yi de devamlı tarassut altında tutacak, muhasarasını üzerinden kaldırmayacaktır.”24

Bu demektir ki, Hz. Mehdî çok zor şartlarda hizmet verecek, mücadelesini sürdürecek.

Hadis-i şeriflerde Süfyanın tahribatına olduğu kadar Hz. Mehdî'nin onunla yapacağı mücadelelere de yer verilmiştir. Bu mücadele birçoklarının zannettiği gibi maddî kılıçla değil, mânevî kılıçlı, fikir yoluyla; kanlı değil, kansız olacaktır. el-Heytemî bunu şöyle anlatır:

“Ona bîat edenler, (Kâbe civarındaki) rükün ve makam arasında bîat ederler. Uyuyanı uyandırmaz, aslâ kan dökmezler.”25

Bediüzzaman da, Hz. Mehdînin, Süfyan komitesinin rejim-i bid’akârânesini tamir edeceğini belirterek Mektûbât isimli eserinde, bu görevin kaba kuvvet ve güç kullanmakla değil, ıslahat ve tamirat yoluyla olacağını söylemektedir.

Müslim'de yer alan bir hadiste27 Hz. Mehdî'nin Deccalle olan enteresan bir mücadelesine yer verilmektedir. Her ne kadar Mamer ve Ebû İshak gibi ravîler, bu zâtın, Hz. Hızır olduğunu söylüyorlarsa da hadisin öncesi ve sonrasından onun Hz. Mehdî olduğu anlaşılmaktadır. Bu hadis-i şeriften anladığımıza göre Deccalın merkezde silahlı gözetleme yapan askerleri bulunmaktadır ki bu, onun büyük bir ordu ve hükümet gücüne sahip olduğunu göstermektedir. Buna dayanarak Hz. Mehdî'yi kendine bende etmek istemekte, kabul etmeyince de eziyet ve sıkıntı vermekte, tesirsiz hale getirmek için elinden gelen herşeyi yapmaktadır. Öyle ki “sırtı ve karnı döve döve genişletilmekte,” yani onun dâvâsı gün geçtikçe etrafa daha da yayılmaktadır.

O, bunca eziyet ve işkenceye rağmen asla boyun bükmez, Deccalı tanımaz, aksine Deccallığı hakkındaki kanaati daha da pekişir, mağlup edilmez bir edayla insanlara şöyle seslenir: “Ey insanlar şüphe yok ki artık Deccal bana yaptığı bu işi artık insanlardan hiçbir kimseye yapamayacaktır.” Deccal yine onu öldürmek için alır. Ama onun boynu ile köprücük kemiği arası bir bakır levha haline geliverir ve Deccal artık onu kesebilecek hiçbir yol bulamaz. Sonunda onu iki eli ve iki ayağı ile yakalar ve fırlatıp atar. İnsanlar, Deccalın onu ateşe attığını sanırlar. Oysa o mü'min Cennet içine atılmıştır.

Bu ifadeler Deccalın Hz. Mehdî'yi öldürmek istemesine rağmen bunu başaramayacağını göstermektedir. Ona diş geçiremeyecek, kılıcı da işlemeyecektir. Onu ateşe atması ise zamanında bir nevi Cehenneme dönen zindanlara atması demektir. Ama onun îmanı o zindanı da bir nevi Cennete çevirir. Çünkü Cennet ve Cehennem herşeyden önce gönülde yaşanır. Èman zindanları saraya, ateşleri âb-ı hayata çevirebilecek güçte bir iksirdir. Aynı zamanda bu Deccalın Hz. Mehdî'yi en ücrâ, ıssız yerlere süreceğini, oraların ise bağlık bahçelik yerler olacağını da göstermektedir.

Müslim'deki hadisin sonu şöyle bitiyor:

“İşte o mü'min âlemlerin Rabbi katında insanların şehadet bakımından en büyük olanıdır.”28

Başka bir rivayette ise Hz. Mehdî'nin Süfyanla ilgili mücadelesine şöyle dikkat çekilir:

“Süfyanla Mehdî yarışa hazır iki at gibi ortaya çıkarlar. Kâh Süfyanî gâlip gelir, kâh Mehdî.”29

Hz. Mehdî Şam'a geldiğinde Süfyanîler dallı budaklı ağaçlar kesip Taberiye gölüne atarlar.30 Horasan tarafına giden bir taife de Süfyanîleri mağlup eder.31 Sonunda Süfyanîler hilafeti Hz. Mehdî'ye teslim ederler.32

Bu rivayetlerde de görüldüğü gibi Süfyan herşeye rağmen Hz. Mehdî’nin kılıncından kurtulamayacaktır. Hak ve hakikatin hükmettiği kâinatta bu kurulu düzene meydan okuyan, safsata, yalan ve hileden medet uman Deccalın teslim-i silâh etmemesi düşünülebilir mi?

Hem o Hz. Mehdî'den öyle bir darbe yiyecektir ki, bunu, unutmak mümkün olmayacaktır. Evet, "İslâmiyete darbe vuranların başlarında öyle müthiş bir patlayış olacak ki, Kıyamete kadar unutulmayacak."33

Burada hemen belirtelim ki, Deccal da nihayet insandır. Önemli olan onun şahsının değil, fikrinin, inançsızlığının, bozuk cereyanının öldürülmesidir. Yoksa onun şahsını bir virüs dahi öldürebilir.

İşte ehl-i nifakın başına geçen, Şeriat-ı İslâmiyeyi tahribe çalışan bu müthiş şahsın meydana getirdiği münafıkâne cereyanı, Âl-i Beyt-i Nebevîden olan Hz. Mehdî öldürüp dağıtacaktır.34

Evet, Deccalın kurduğu tahripkâr rejime karşı mücadele veren, onun tahribatını tamire çalışan Âl-i Beytten bu mübarek zât, Deccalın fitnesine son verecek, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid'akâranesini tamir edip Sünnet-i Seniyyeyi ihya edecek; yani âlem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (a.s.m.) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hz. Mehdî cemiyetinin mu'cizekâr manevî kılıncıyla öldürülecek ve dağıtılacaktır.35

Hz. Mehdî, bunu arkasını dayadığı şahs-ı mânevîsi, seyyidler cemaatı ve diğer ehl-i îmanla birlikte gerçekleştirecektir. Bu konudaki gelişmelerin seyrinde de dikkat çekici noktalar vardır:

Bediüzzaman’ın belirttiğine göre Süfyan,

“Yedi yüz sene müddetinde İslâmiyetin ve Kur’ân’ın elinde şeref-şiâr, bârika-asa bir elmas kılınç olan Türk milletini ve Türkçülüğü, muvakkaten İslâmiyetin bir kısım şeâirine karşı istimal etmeğe çalışır. Fakat muvaffak olmaz, geri çekilir. ‘Kahraman ordu, dizginini onun elinden kurtarır.’ diye rivayetlerden anlaşılıyor.”36

“Rahmet-i İlâhiyeden ümit kesilmez. Çünkü Cenab-ı Hak, bin senedenberi Kur’ân’ın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatini muvakkat arızalarla perişan etmez. Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir.”37

Bu bahsin devamında (el yazma nüshasında) Bediüzzaman, kendi el yazısıyla şu notu düşer: “Kılıncını ayağına vurdurmaz, düşmanına vurdurur. Kur’ân’a hizmetkâr eder. Ağlayan âlem-i İslâmı güldürür.”

Hz. Mehdî, bu mücadeleleri esnasında elbette bir kısım sıkıntılarla karşılaşacaktır. Ona destek verenler de, cephe alanlar da çıkacaktır

Hz. Mehdîye Destek Verenler

Süfyan da, Mehdî de faaliyetlerini tek başlarına yürütmezler. Her ikisi de destek bulurlar. Zaman fert değil, şahs-ı mânevî zamanı olduğu için Süfyan sırtını bir şer komitesine, Mehdî de dayanışmayı esas alan hak bir cemaate dayar.

İlk anda Hz. Mehdînin etrafında toplananların sayısı oldukça azdır. Ama ihlaslıdırlar, sadıktırlar, sebatkârdırlar. Yılma bilmeyen bir azim, korku bilmeyen bir cesaret, ender rastlanan fedâkârlık içerisindedirler.

Evet, onların başlangıçtaki sayıları Bedir Ashabı, yani 313 kişi kadar, Talut'la nehri geçenler kadar az, kalbleri uzlaşmış, şehid düşenlerine üzülmeyen, kendilerine katılanlara sevinmeyen39 kimselerden müteşekkildir. Onlar Allah yolunda kınayanın kınamasından, dedikodusundan korkmazlar.40 Hz. Ali’nin belirttiğine göre, bu insanlar hiçbir şeyden korkmaz, hiçbir menfaate de sevinmezler.41 Azdırlar, ama bir ordu kuvvetindedirler. Güç ve kuvvetlerini ihlas, sadakat ve tesanüdden alırlar. Onun için "Ne kadar da az olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar."

"İşte o pek kesretli muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır ve Hz. Mehdî'nin en has ordusudur."42

İhlas, sadakat, sebat ve cesaret dolu bu topluluğun halleri, Hz. Musa zamanında Calut'la mücadele eden Talut'u andırır. Talut'un kuvveti azdı. Emirlere uymayıp bir imtihan vesilesi olan nehirden su içip gevşeyen, Calut ve ordusuna güç yetiremeyeceklerini söyleyen askerlere karşı, herşeyi göze alan fedâkâr ve cefakâr az bir grup ise şöyle diyordu:

"Nice az topluluk vardır ki, Allah'ın izniyle çok tupluluğa gâlip gelir."43

İhlası esas alan, ihlasla zerrenin güneşler kadar büyüyeceğine inanan bu samimi insanlar Süfyanizmi yıkmada zorlanmayacaklardır.

Arap değil, diğer milletlerden olan bu yardımcılar44 her zalime ve cebbar oğlu cebbara gâlip geleceklerdir. Demir gibi kalblere sahip bu insanların diğer önemli bir özellikleri de geceleri âbid, gündüzleri de arslan kesilmeleridir.45

Mehdî'nin ordusu zaman zaman darbeler yiyecek, zaman zaman o çetin görevi üstlenememek, rahatlık meyli; can, mal, mevki korkusu gibi çeşitli sebeplerle kendisinden ayrılanlar olacaktır. Ama "onlar buna aldırmayacak,"46, "Ayrılanlar da muhalifler de ona zarar veremeyecek. O kendisinden ayrılanlara rağmen muzaffer olarak yoluna devam edecektir."47 Böylece "mücahede edenlerle sabredenler ortaya çıkarılmış"48 olacaktır.

Ona Muhalefet Edenler

Mevdûdî, "Çok korkarım ki, Hz. Mehdînin getireceği yeniliklere karşı ilk feryadı basanlar; ulemâ ve sofîler olacaktır. Kezâ onun tanınabilmesi için alelâde bir adamın durumundan farklı şekillere sahip bulunacağını ummaktayım.”49 der.

Evet, Hz. Mehdî, ne yazık ki, Süfyan'ın engellemeleriyle kalmayacak, bir kısım hocaları da karşısında bulacaktır. Taklitçi içtihad âlimleri ona düşman kesilecek. Mehdî'nin mezhep imamlarına zıt hükmettiğini gördüklerinde bundan hoşlanmayacaklar, fakat karşı da gelemeyeceklerdir.*

d. Kalbleri Birleştirmesi

Taklidî îmanları tahkikileştiren, îmanda inkişaf ve terakkì sağlayan Hz. Mehdî, her türlü iyilik ve güzelliğin kaynağı olan îmanla önce bir huzur atmosferi sağlar. O inanç birliği ile kalbleri birleştirir, kurtla kuzu bir arada yaşayacak derecede dostluğu, uhuvveti, hürmeti, muhabbeti tesis eder. Böylece ehl-i îman büyük bir kuvvet kazanır.

Hz. Ali'nin belirttiğine göre “Allah, Mehdî için birçok insanları bulut parçaları gibi toplayacak ve Allah kalblerini telif edecektir.”

Yine Hz. Ali'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, dünyanın sonu geldiğinde fitne ve kargaşalar çoğalacak, altın madeninde türediği gibi türeyecek, halk fitne içerisine dalacak, Şam ehli semadan yağan belâlarla darmadağın olacak ve o kadar zayıflayacak ki tilkiler bile harp etse mağlûp edecek.

İşte böyle bir anda Hz. Mehdî üç zafer sancağıyla çıkıp Müslümanların kalblerini telif edecek, eski nimetlerini geriye verecek, görüşlerini birleştirip kalblerini yumuşatacaktır.50

e. Adalet, Sulh ve Sükûnu Tesis Etmesi

Herhangi bir kimseye ait olan şeye hak, hakkın hak sahibine verilmesi, yerine konulmasına da adalet diyoruz. Zulüm ise hakkın yerinden oynatılması, başka yerlere konulması demektir.

Herşeyin ters yüz edildiği, zulmün başına adalet külahını geçirdiği bir zamanda ruh dünyası kararan insanlık hakkı, adaleti tesis edecek bir kurtarıcıyı her zamankinden daha çok aramaya başlayacaktır. Resûlullahın yolunda, onun tarzında bir insanın âleme reis olup hükmetmesini, problemlerine çözüm bulmasını, zulme son verip sulh ve sükûnu temin ve adaleti hâkim kılmasını bekleyecektir.

İşte Hz. Mehdî böyle bir zamanda çıkacak, zulümle dolan yeryüzünü adaletiyle dolduracak,51 işleri düzene sokacak52 ve insanları hakka döndürünceye kadar mücadele edecektir.53

O, zulüm, istibdad hâkim olan dünyayı öylesine sulh ve sükûna kavuşturacaktır ki Müslümanlar İslâmın ilk dönemlerindeki gibi yaşamaya başlayacaktır. Artık kan dökülmeyecek, uyuyan kimse de rahatsız edilmeyecektir.”54

Onun döneminde iyilerin iyilikleri artar, kötülere bile iyilik yapılır.55

f. Bolluk ve Berekete Vesile Olması

Îmanın hükmettiği bir dünyada nelerin gerçekleşebileceğini bir düşünün. Orada çalışkanlık, gayret, faaliyet, fedakârlık, cömertlik gibi güzel huylar namına ne varsa hepsi yeşerecek, meyvelerini vermeye başlayacaktır. Zâten îman, güzel meyveler veren nuranî bir ağaç değil midir?

İşte Hz. Mehdî zamanında Asr-ı Saadette olduğu gibi küllenmiş duygular bir bir tomurcuklanacak, çiçek açacaklardır. Bu huzur ve sulh döneminin en göze çarpan özelliklerinden biri de rivayetlerde belirtildiği gibi bolluk ve bereketin görülmesidir.56

Müslim'de, âhir zamanda geleceği bildirilen halife -ki İslâm âlimlerince bunun Mehdî olacağı bildirilir- malı sayılamayacak derecede taksim edecek57 ibaresi yer alır. Ebû Davud'daki ifade ise şöyledir:

“Âhir zamanda bir halife gelir de malı avuç avuç verir, verdiği malı saymaz.”58

Ebû Saidi'l-Hudrî'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte ise dönemindeki bolluk ve refahtan söz edilirken şöyle buyurulur:

“Benim ümmetim onun döneminde öylesine bir refaha ulaşacaktır ki, o güne kadar benzerine asla rastlanmamıştır. O kadar ki yer ürünlerini verir, insanlardan hiçbir şey saklamaz, mal da o gün çok birikir. Adam kalkıp, ‘Ey Mehdî, bana ver!' dediğinde, Mehdî de ‘Al!’ der.”59

“Ümmetim onun zamanında benzerine rastlanmamış derecede nimetlere kavuşacaklar, gök bol bol yağmurunu gönderecek. Yer de bitki ve mallardan hiçbir şey saklamayacak (yani yeraltı zenginliklerini insanların faydasına sunacaktır.)60 Onun döneminde yeryüzü hazinelerini dışarı fırlatacaktır.61 Hayvan sürüleri de fazlalaşacaktır.62

Batılılarca kaleme alınan İslâm Ansiklopedisinde de Macdonald'ın, Hz. Mehdî zamanındaki bu bolluğu şöyle anlattığını görüyoruz:

“Müslümanlar onun şeriatini takip ederek, benzerini aslâ görmedikleri bir refaha erişeceklerdir. Yer bütün meyvelerini verecek ve gökler yağmurlarını boşaltacak, gümüş para ayaklar altına alınacak, hesap bile edilmeyecektir. Bir kimse her kalkışında, ‘Ey Mehdî! Bana ver!’ diyecek, o da, ‘Al!’ cevabını verecektir. Elbisesinin eteğiyle taşayabileceği her şeyi adamın önüne dökecektir.”

Bunu Müslim-i Şerifin rivayet ettiği şu hadis-i şerif de desteklemektedir:

"Ümmetim kaybolmaya yaklaşınca, saymaksızın servetler saçan bir halife gelecektir.”63

Bu bolluğun sebebini, teknolojinin geliştiği ve tohum ıslahı ile tarımda üretimin kat kat arttığı günümüzde anlamak zor olmasa gerek.

Onun zamanında her şey olduğu gibi Müslümanların sayısı da artacaktır.64

g. Mezhebleri Tevhidi

Muhyiddin-i Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye'sinde Hz. Mehdî'nin mezhebleri kaldıracağını, hâlis ve hakiki dinden başka bir mezheb kalmayacağını söyler.65

Saadet-i Ebediye'de Hz. Mehdî'nin mezhebleri kaldıracağı tarzında bir rivayete yer verilir.66

Mezhebleri kaldırmadan maksat, Resûlullah dönemine dönüş olabilir. Daha açıkçası onun zamanında mezhebler birleştirilecek demektir. Bu ise Sözler'de anlatıldığı gibi, önceden asırlara göre şeriatlar değiştiği, hatta aynı asırda kavimlere göre bile ayrı ayrı şeriatler geldiği halde Resûlullahın Şeriatı her asra kâfî gelecek, bütün insanlık aynı dersi alabilecek, birtek muallimi dinleyebilecek, birtek şeriatle amel edebilecek bir özellikte gönderildiği için muhtelif şeriatlere ihtiyaç kalmamıştır. Ancak insanlık bütünüyle aynı seviyeye gelmediği ve aynı sosyal hayatı koruyamadığı için teferruatta bir derece ayrı ayrı mezheblere ihtiyaç duyulmuştur. Ne zaman ki çoğu insan yüksek bir okulun talebesi gibi, bir sosyal hayat tarzı içerisine girer, bir seviyeye gelirse o zaman mezhebler birleştirilebilir.67

Şu halde, Hz. Mehdî zamanında insanlık bir yüksek okulun talebeleri gibi aynı fikrî ve kültürel yapıya kavuşacak, benzer sosyal hayat tarzını paylaşacak hale gelecek, dolayısıyla da ayrı ayrı mezheplere ihtiyaç kalmayacak, Mecelle türü tek bir hukuk sistemi Müslümanların ihtiyacına cevap verebilecektir.

h. Dünya Hâkimiyeti

İmam-ı Rabbanî, Mektûbât'ında Peygamberimizin bir hadislerinden bahseder. Bu hadis-i şerife göre Peygamberimiz, yeryüzünün dört meliki bulunduğunu, bunlardan ikisinin Müslüman, ikisinin de kâfir olduğunu, Müslüman olanların Hz. Zülkarneyn'le Hz. Süleyman, kâfir olanlarının da Nemrud'la Buhtunnasr olduğunu bildirmiştir. Beşinci olarak da yere Ehl-i Beytinden birinin, yani Hz. Mehdînin hâkim olacağını zikretmiştir.68

Konuyla ilgili başka bir hadis-i şerif de şöyledir:

"Mehdî, tıpkı Zülkarneyn ve Süleyman (a.s.) gibi bütün dünyaya hükmedecektir." 69

Hadis-i şerifte Hz. Mehdî'nin Zülkarneyn'e benzetilmesi oldukça enteresandır. Hz. İbrahim döneminde yaşamış Yemen hükümdarlarından biri olan Hz. Zülkarneyn'i seyahatları, kavimlerle yaptığı mücadeleler ve nihayet zamanın azgın ve taşkın kavmi Ye'cüc ve Me'cüce karşı yaptığı meşhur seddiyle tanıyoruz.

Allah'ın, sahip olduğu herşeyi ilmiyle kuşattığını bildirdiği,70 İskender diye de bilinen Hz. Zülkarneyn, yolculuğu esnasında "iki dağ arasına ulaşmış, hiçbir söz anlamaz derecedeki bir kavme rast gelmişti. Onların zulmünden bîzar olanlar, "Ey Zülkarneyn! Ye'cüc ve Me'cüc, yeryüzünde fesat çıkarıp duran kimselerdir. Sana bir vergi versek, onlarla bizim aramızda bir set yapar mısın?" demişlerdi.

O da, onların yardımlarını da alarak sağlam bir set yapmak için kolları sıvamıştı. İki dağ arasını demir kütleleriyle doldurmuş, pekişmesi için de aralarına erimiş bakır dökmüştü. Ondan sonradır ki Ye'cüc ve Me'cüc ne o seddi aşabilmiş ve ne de ondan delik açabilmişti.

Bu hadise, Kehf Sûresinin 93-97 âyetleri arasında anlatılır.

Demek ki, zamanın terörizmine karşı sedd-i Zülkarneyn büyük bir görev üstleniyordu. Hz. Mehdî zamanında da ateizme dayalı anarşi dünyayı kasıp kavuracak, o da İslâmî hakikatlerle onlara set gerecektir.

Küfre set geren faaliyetleriyle tanınacak olan Hz. Mehdî, İslâmı dünya kalesinin burcuna dikecektir. Ümm-ü Seleme'nin rivayet ettiği bir hadis-i şeriften öğrendiğimize göre Sünnet-i Seniyyeyi esas alan Hz. Mehdî, İslâmiyeti küre-i Arz'ın denizlerine kadar yayacaktır.71 Ancak onun fütûhâtı, dünya hâkimiyeti İslâmı yayma şeklinde, yani ilmen, maddeten değil, mânen olacaktır.

Öyle ki İslâmın ezelî ve ebedî, her çağda yeni ve canlı olan, güzelliğinden hiçbirşey kaybetmeyen esas ve prensiplerini akıl ve gönüllere nakşedecek, duyurmadık bir yer bırakmayacak, her okuyanı etkisi altına alacak, kalb ve kafaları fethedecektir.

O, İslâmın yüce hakikatlerini öylesine parlak ve güçlü bir şekilde gösterecek, sarsılmaz delillerle ispatlayacaktır ki, ele aldığı meseleler karşısında en muannid feylesoflar dahi susacak, itiraz edebilecek bir nokta bulamayacak; küfür ve zındıka her çeşidiyle bu yıkılmaz sedd-i Zülkarneyne çarpıp kendisi yıkılmak zorunda kalacaktır. Bu hâkimiyetin önünde hiçbir kuvvet duramayacaktır.

Anarşi ve teröre karşı da en büyük bir sedd-i Zülkarneyn'dir bu mânevî surlar. Tarihin çeşitli devirlerinde anarşi ve fesat kaynağı olmuş, Deccalizmin hâkimiyet kurmaya çalıştığı asrımızda Büyük Deccala çanak tutarak fitne ve fesat kazanlarını kaynatmaktan geri kalmayan Ye'cüc ve Me'cüc denilen Mançur ve Moğol kabilelerinin istilâlarını da önler bu set.

Hz. Zülkarneyn zamanında mazlum kavimler onların terörü altında eziliyorlardı. Hz. Zülkarneyn gedik dahi aşılamayacak sağlamlıktaki setiyle onları bu musibetten korumuştu.

Gerek Büyük Deccalın sisteminin iskeletini teşkil eden komünizme ve gerekse İslâmı ve bütün mukaddesleri tahribi hedef olan Süfyanizme karşı günümüzün insanlarının da sağlam bir sedde ihtiyaçları vardır. Hz. İsa'nın şahs-ı mânevîsini temsil eden, teslisten kurtulup tevhide teslim olan Hıristiyan âlemiyle Hz. Mehdî'nin başını çektiği İslâm âlemi bu dehşetli fitneye, yani ateizme karşı kurduğu, kuracağı savunmaya yönelik bir kısım kuruluş ve birlik teşekküllerinin yanısıra mânevî bir set germekle de mükelleftir. İşte bu mânevî set, Yecüc ve Mecücün bu asırdaki temsilcisi komünizmin ruh, kalb ve kafaları istilâ etmesini önleyen îman ve Kur'ân hakikatleridir.

Evet, zamanının yağmacı, anarşist, bozguncu, tahripçi Ye'cüc ve Me'cüc kabilelerinin tahribatına set germeyi başaran bu güçlü hükümdar, o günün dünyasına hâkim olacak derecede "yeryüzünde kudret sahibi" kılınmış ve kendisine "muhtaç olduğu herşeye ulaşabileceği bir sebep"72 verilmişti. Bu tasarrufunu o, Allah'ın ihsan ettiği ilim ve kudretle yapıyordu.

Mehdî de dünyaya hâkim olacak.73 Vehbî ilim ve mânevî iktidarla desteklenen Hz. Mehdî, ihlas, sebat ve tesanüdü esas alan şahs-ı mânevîsiyle önce müthiş şerleri def'edecek, sonra da mânevî hâkimiyetini kuracak, güçlü delillere dayanan izah ve ispatları karşısında kefere ve fecere ya îmana gelecek, ya da susmak zorunda kalacaktır.

Asrımızda Deccalizmin şahs-ı mânevîsi olan komünizm tehlikesi daha ortada yokken, 1911'de kaleme aldığı Muhakemat isimli eserinde doğmakta olan bu dehşetli tehlikeyi haber veren büyük islâm âlimi Bediüzzaman, başta Avrupa olmak üzere bütün dünyanın korkunç bir fitneye hamile olduğunu bildiriyordu. Dinden uzaklaşan Avrupa medeniyetinin iç yüzü karışmakta, birkısım fesat ve ihtilal fırkaları doğmaya başlamaktaydı. Eğer İslâmın sağlam ipi ve Zülkarneyn seddi gibi sağlam hakikatlerine iltica edilip dayanılmazsa, bu fesat fırkaları medeniyetlerini yerle bir edecekti, hattâ tehdit etmeye bile başlamıştı.74

Sonraki yıllarda bu fitne ortaya çıkacak, bütün dünyayı kasıp kavuracak, önüne gerilen engelleri bir bolduzer gibi ezip geçecekti.

Ahtapot misali cemiyet hayatını saran bu tehlikeyi Bediüzzaman,

"Sedd-i Zülkarneyn'in tahribiyle Ye'cüc ve Me'cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi, Şeriat-ı Muhammediye (a.s.m.) olan sedd-i Kur'ânînin tezelzülüyle ve Ye'cüc ve Me'cücden daha müthiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor."75

diye üzüntüyle dile getirecekti.

Hıristiyanlığı mağlup eden ve anarşiyi yetiştiren kuzeyde çıkan dinsizlik cereyanının değişik ülkelerdeki ayak sesleriydi bunlar. Hile, entrika ve gasbla gücü kendinde toplayan bu şer odakları birer cellat olup çıkıyor, menhus rejimlerini masum ülkelere yerleştirmek için zulmü, istibdadı, kanı tek çare olarak görüyordu. Artık karşısında durulabilecek hiçbir maddî güç kalmamıştı.

Bu müthiş tahribata karşı nasıl karşı konulacaktı?

Ancak sedd-i Zülkarneyn gibi olan sedd-i Kur'ânî lâzımdı ki bu felâket durdurulabilsin. Bu sedd-i Zülkarneyn ise Kur'ân hakikatleriydi.

Evet, Avrupa'da istilâkârâne hükmeden ve semavî dinlere dayanmayan dehşetli cereyanın istilâsına karşı ancak bir kale hükmündeki îman ve Kur'ân hakikatleriyle karşı durulabilirdi.76

"Dinsizlik Rus'u, şimdiye kadar yarı Çin'i ve yarı Avrupa'yı istilâ ettiği halde, bize karşı tecavüz ettirmeyip tevkif ettiren, hakàik-ı îmaniye ve Kur'âniyedir. Yoksa, Rusların tahribat nev'inden mânevî kuvvetlerine karşı adliyenin binden birine maddî ceza vermesiyle serserilere ve fakirlere, zenginlerin malını peşkeş çeken ve hevesli gençlere ehl-i namusun kızlarını ve ailelerini mübah kılan ve az bir zamanda Avrupa'nın yarısını istilâ eden bir kuvvete karşı, ancak ve ancak mânevî bombalar lâzım ki, o da hakikat-i Kur'âniye ve îmaniye atom bombası olup o dehşetli solculuk cereyanını durdursun. Yoksa, adliye vasıtasıyla yüzden birine verilen maddî ceza ile bu küllî kuvvet tevkif edilmez."77

Demek oluyor ki, Hz. Mehdî'nin dünya hâkimiyetinin silahı maddî değil, mânevî olacaktır. Mânevî güç o kadar kuvvetlidir ki, maddî gücün yapamadıklarını yapar.

Biraz da Hz. Süleyman'la Hz. Mehdî'nin münasebetleri üzerinde duralım. Kuşların dilini bilecek derecede ilim sahibi, cinlere hükmedecek seviyede yaratıklara hâkim, bakırı eritip kazanlar döktürecek ölçüde sanayici, muhteşem saraylar yaptıracak kadar teknolojiye vâkıf, Kur'ân'ın "Ne güzel bir kuldur o!"79 diye tavsif ettiği Hz. Süleyman, sadece bir kısmını saydığımız bunca büyük nimete nasıl kavuşmuştu acaba?

Şu duâsına borçluydu bütün bunları Hz. Süleyman. Allah'a şöyle yakarmıştı:

"Ya Rabbî, beni bağışla. Ve benden sonra kimseye nasip olmayacak bir hükümranlık ver. Şüphesiz ki Sen pek çok lütuf ve ihsan sahibisin."80

Allah, onun duâsını kabul etti.

"Şüphesiz o, Allah'a yönelmiş bir kimseydi."81

Hz. Süleyman bunca nimeti istemişti, istemesine ama hepsine şükür gözlüğüyle bakmayı, "tefekküre vesile"82 yapmayı da ihmal etmemişti.

İşte onun kendini Allah yoluna bu adamışlığı, onu emsali görülmemiş bu ihsanlara kavuşturmuştu. O, yeryüzüne hükmü geçen bir hükümdardı. Son derece adaletliydi. Zâlimlerin korkulu rüyası, mazlumların şefkat meleği olmuştu. Daima hakkın, haklının yanında yer almış, ezileni kaldırmış, ülkesini sulh ve sükûna kavuşturmuştu.

Hz. Süleyman, zenginliğin, bolluğun sembolüdür. Ülkeyi baştan sona imar etmiştir. Kırk yıllık hükümranlığı esnasında, kurda kuşa varıncaya kadar herkesi huzura kavuşturmuş, mutlu bir hayat sürmelerini sağlamıştı.

Ancak o, haşmetli saltanatına rağmen musibetli dönemler yaşamaktan da kurtulamamıştı.

Hz. Mehdî'yle onun arasında birkısım benzerlikler var.

Hz. Süleyman mânen görevliydi. Hz. Mehdî de öyle.

Hz. Süleyman dünyaya hükmediyordu. Hz. Mehdî de hükmedecek. Gerçi Hz. Mehdî, dağa, taşa, kuşa hükmü geçirebilecek derecede bir hükümranlığa sahip değil. Ama, Allah'ın izniyle taş gibi kalbleri yumuşatabilecek, kömür gibi ruhları elmaslaştırabilecek, ölü ruhları îmanın nuruyla diriltebilecek, dünyanın en ücrâ köşesinde de olsa hizmetleriyle mü'minlere moral, kâfirlere hüzün verebilecek bir iksir, yani hizmet ve eserlerin sahibidir.

Evet, Hz. Mehdî de Hz. Süleyman gibi yeryüzüne hâkim olacaktır.83 Ama o, bu hâkimiyetini şahs-ı mânevîsiyle birlikte gerçekleştirecek; baştacı edindiği, müfaasını yaptığı kutsî hakikatleri ruh ve gönüllere nakşedecek ve bu Amerika'dan Japonya'ya, Rusya'dan Avusturalya'ya kadar dünyanın her ülkesinde varlığını, gücünü, hâkimiyetini hissettirecek, bu mânevî gücün karşısında küfrün çürük direkleri bir bir yıkılacak, teslim-i silah edeceklerdir. "Tesadüf, şirk ve tabiat"tan teşekkül eden fesat şebekesi, âlem-i İslâmdan nefy ve ihraç edilecektir.

Hz. Süleyman kırk yıl saltanat sürmüştü. Hz. Mehdî de kırk yıl hükmedecek.

Hz. Süleyman dönemi bolluk ve refah dönemleriydi. Hz. Mehdî zamanında da bolluk ve bereket görülecek.

Hz. Süleyman, emrindekilerle ülkesini baştan başa îmar etmişti. Hz. Mehdî de talebeleriyle birlikte insanlığı mânen îmar edecek.

Hz. Süleyman birkısım fitnelere maruz kalmıştı. Hz. Mehdî'de dinsiz komitenin sıkıntılarından kurtulamayacak.

i. İstanbul'un Fethi

Hz. Mehdî'nin icraatlarından biri de İstanbul'u fethetmesidir. Bir rivayette ümmet-i Muhammed'in son emiri Ehl-i Beyt-i Nebevîden hüsn-ü sîret sahibi Mehdî'nin çıkacağı, Kayser şehrini fethedeceği, zamanında Deccalın çıkacağı ve Hz. İsa'nın gökten ineceğini bildirilir.84 Hatta Resûlullah bu konu üzerinde öylesine önemle durmuştur ki, dünyanın sonuna bir gün bile kalsa Allah'ın o günü uzatıp Kostantıniyeye fethedeceğini bildirmiştir.85

Muhyiddin-i Arabî de, Mehdî'nin İstanbul şehrini Deccalın elinden kurtaracağı kaydeder.86

Rivayetlerde bu fethin harp etmeden, Lâ ilâhe illallah tekbirleriyle gerçekleşeceği de belirtilmektedir.87 Ki bundan fethin mânevî yönden gerçekleşeceğini anlıyoruz.

Kayser şehri Kostantıniyye, yani İstanbul’un ilk fethinin Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedildiğini, hadis-i şerifte de gerek kendisi ve gerekse askerlerinin medhedildiğini biliyoruz. Yukardaki hadiste ise bundan farklı bir yöne, yani İstanbul'un Deccalın çıktığı, Hz. Mehdî'nin indiği bir zamanda fethine dikkat çekilmiştir. Bundan bir zaman gelip İstanbul'un işgal edileceğini, fakat kurtarılacağını, ayrıca fısk u fesada gömüldüğü bir zamanda Hz. Mehdî'nin gelip onu mânen fethedeceğini çıkarabiliriz.

Dipnotlar:

1. Neseî ve Ebû Nuaym (Said Havva, A.g.e., 9:339).
2. İs'âfü'r-Râğıbîn, s. 146; el-Havî, 2:66-67.
3. a.g.e., s. 67-68; Rahbavî, Kıyamet Alâmetleri, s. 162-163.
4. Tezkiretü'l-Kurtubî, s. 186; Şerhu'l-Makàsıd, 2:307; İs'âfü'r-Rağıbîn, s. 145.
5. el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 42.
6. Ikdü'd-Dürer, Varak: 9a.
7. Tevbe Sûresi: 33.
8. Nuru'l-Ebsâr, s. 186.
9. el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 27.
10. Hüseyin Hilmi Işık, Saadet-i Ebediye, s. 1029.
11. M. Arabî, Fütûhât-ı Mekkiye, s. 66.
12. İmam-ı Rabbânî, Mektûbât, 1:565.
13. Said Havva, A.g.e., 9:334.
14. Kitabü'l-Bürhan, s. 67; el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 43
15. Ikdü'd-Dürer, Varak: 5b; el-Burhan, Varak: 85b
16. Rahbavî, Kıyamet Alâmetleri, s. 162, 163.
17. Nursî, Mektûbât, s. 255.
18. İmam-ı Rabbanî, Mektûbât (Arapçası), 1:234; Mektûbât-ı Rabbanî Tercümesi, çev. Abdülkadir Akçiçek, İstanbul: Çile Yayınları, 1:565, 566.
19. Nursî, Mektûbât, s. 426.
20. Buharî, Cenâiz: 80, Cihad: 178; Müslim, Fiten: 85-86, 95; Tirmizî, Fiten: 63.
21. Buharî, İ'tisam: 10; İbni Mâce, Mukaddime: 1; Tirmizî, Fiten: 51.
22. Müslim, Îman: 247.
23. Ebû Davud, Cihad: 4.
24. Tılsımlar Mecmuası, s. 212 (İs'afü'r-Rağıbîn'den naklen).
25. el-Heytemî, el-Kavlü’l-Muhtasar, s. 24.
27. Müslim, Kitabü'l-Fiten, 23. Bab, 113. H. (H. 2938).
28. Buharî, Fiten: 27; Fezâilü’l-Medine: 9; Müslim, Fiten: 112 (H. 2938).
29. Nuaym bin Hammad, Kitabü'l-Fiten: Varak: 76a; el-Burhan, v. 92a.
30. el-Havî li'l-Fetâvâ, s. 67-68.
31. a.g.e., s. 67, 68; Tezkire, s. 187.
32. Kitabü'l-Fiten, v. 50a.
33. Kastamonu Lâhikası, s. 55.
34. Mektûbât, s. 56.
35. Mektûbât, s. 413.
36. Şuâlar, s. 515.
37. Mektûbât, s. 327.
39. Kitabü'l-Bürhan, s. 57.
40. İbni Mâce, 10:259.
41. Sıddık Han, el-İzaa, s. 128.
42. Emirdağ Lâhikası, 259.
43. Bakara Sûresi, 249.
44. Kıyamet Alâmetleri, s. 169.
45. Kitabü'l-Bürhan, s. 57, 68.
46. Râmûzü'l-Ehadîs, s. 476 (İbni Mâce'den).
47. Râmûzü'l-Ehadîs, s. 487 (Taberânî'nin Kebir'inden.)
48. Âl-i İmran Sûresi, 142.
49. Mevdûdî, İslâmda İhya Hareketleri, s.
* Bu konuda Muhyiddin İbni Arabî’nin görüşleri için bk. s. 164.
50. Hakim, Müstedrek'ten Mukaddime, Fasıl: 52; s. 318.
51. Ebû Davud, Kitabü'l-Mehdî, 4:107 (H. 4284, 4290.); Sâdüddin Teftazanî, Şerhu'l-Makasıd, 2:307.
52. Buharî, Kitabü'l-Fiten, 5.
53. İbni Hacer, el-Metalibü'l-Âliye, 4:342 (H. 4553.)
54. el-Burhan, Varak: 82a; Kitabü'l-Fiten, Varak: 51a.
55. el-Bürhan, s. 17.
56. el-Havî li'l-Fetâvâ, s. 67, 68; Rahbavî, Kıyamet Alâmetleri, s. 162, 163.
57. Müslim, Kitap: 52 (H. 67-69.
58. Ebû Davud, Kitap: 34.
59. İbni Mâce Kitabü'l-Fiten: 34 (H. 4083.)
60. Mecmaü'z-Zevâid, 7:317.
61. el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 45.
62. Müstedrek, 4:558.
63. Macdonald, “Mehdî,” İslâm Ansiklopedisi, 7:478.
64. Müstedrek, 4:558.
65. Rahbavî, Kıyamet Alâmetleri, s. 186-187.
66. Hüseyin Hilmi Işık, Saadet-i Ebediye, s. 1029.
67. Sözler, s. 447.
68. Mektûbât, 2:251.
69. Kitabü'l-Bürhan, s. 10; el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 32; Rahbavî, Kıyamet Alâmetleri, s. 162, 163.
70. Kehf Sûresi, 91.
71. İbni Kesir, en-Nihaye, 1:27, 28; Suyûtî, el-Havî, 2:58, 59.
72. Kehf Sûresi, 84.
73. Râmûzü'l-Ehadis, 1:135.
74. Nursî, Muhakemât, s. 38.
75. Kastamonu Lâhikası, s. 111.
76. Emirdağ Lâhikası, 1:90.
77. Emirdağ Lâhikası, 2:297.
79. Sâd Sûresi, 30.
80. Sâd Sûresi, 35.
81. Sâd Sûresi, 30.
82. Sâd Sûresi, 32.
83. el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 24.
84. Nuaym bir Hammad, Kitabü'l-Fiten, Varak: 59a.
85. el-Bürhan, s. 74.
86. M. Arabî, Fütûhât-ı Mekkiye, s. 66.
87. Şârânî, Ölüm, Kıyamet, Âhiret ve Âhir zaman Alâmetleri, s. 445-446.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun