1
Deccal kimdir, yeryüzüne gelişi nasıl olacaktır?
Ahir zamanla alakalı rivayetlerde geçen önemli şahıslar: Deccal, Mehdî ve Hz. İsa... Birincisi din, îman, ahlâk, fazilet ve insanlık namına ne varsa tahrip eden, istibdat, zulüm ve terör estiren, diğerleri de ona karşı çetin bir mücadele veren üç insan... İşte Deccalın icraatını ortaya döktüğü böyle korkunç bir dönemde Mehdî ve İsa (a.s.) iştiyakla beklenmeye başlar. Bu mânevî kurtarıcılar inançsızlığa büyük darbeler indirerek inananlar için en büyük dayanak; güç, moral ve ümit kaynağı olurlar.
Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) hem Büyük Deccal, hem de İslâm Deccalı Süfyan'dan bahsetmiştir. Halbuki bunların özellikleri, sıfatları ayrı ayrıdır. Rivayetlerde bir sınırlama olmadığı, mutlak bırakıldığı için birkısım râvî ve âlimler birini diğerine karıştırmış, birini öteki zannetmişlerdir. Bu bakımdan müteşabih hadis hükmüne geçmektedir.
Deccal
Rivayetlerde Deccalın çıkışı, kâinatın en korkunç hadiselerinden birisi olarak gösterilmiştir. Bundan dolayıdır ki Peygamberimiz (a.s.m.), ümmetine özellikle onu haber vermiş, fitnesinden sakınmış ve ümmetini de sakındırmıştır.
"Hz. Âdem'in yaratılışından itibaren kıyamete kadar geçen süre içerisinde Deccal'dan daha büyük bir hadise (diğer bir rivayette daha büyük bir fitne) yoktur."(1)
buyurmakla da onun tahribatının dehşet ve büyüklüğünü nazara vermiştir. Başka bir hadis-i şeriflerinde ise onun şerrinin şeytandan daha etkili olduğunu bildirirler.(2) Sadece Resûl-i Ekremin (a.s.m.) değil, istisnasız bütün peygamberlerin ümmetlerini ondan sakındırması,(3) Firavunların, Nemrutların fitnesinin onun fitnesi yanında küçük kalacağına dikkatleri çekmek içindir.
Deccalın şerri öylesine büyüktür ki, Peygamberimizin (asm) bildirdiğine göre o çıktığında, korkudan, onun şerrinden kurtulmak için insanlar dağlara kaçma zorunda kalacaklardır.(4)
Şer ve fitnesinin büyüklüğü, dehşeti sebebiyledir ki, Allah Resûlü (asm) çoğu zaman olduğu gibi, ana hatlarıyla İslâmın bir özetini verdiği Veda Haccında okuduğu Veda Hutbesinde de Deccaldan bahsetmeyi gerekli görmüş, diğer peygamberler gibi, o da ümmetini uyarmıştır.(5)
Deccal, Arapça bir kelimedir, "decl" kökünden gelir. Sözlüklerde verilen mânâya göre Deccal, "yalancı, hîlekâr; zihinleri, gönülleri, iyi ile kötüyü, hak ile bâtılı karıştıran, bir şeyi yaldızlayıp gerçek yüzünü gizleyen, bucak bucak her yeri dolaşan müfsid ve mel'ûn bir kişidir."
Bir hadis-i şerifte, özellikle onun, "yalancı, dalâlete sürükleyici"(6) özelliğine dikkat çekilmiştir.
Deccal, aldatıcı ve inkârcı, dehşetli fitne dolaplarını döndüren bir kimsedir. Fitnesinin en dehşetli tarafı, dinsizliğe dayalı bir sistem kurup insanları îmansız yaparak hem dünya, hem de ebedî hayatlarını mahvetmeye çalışmasıdır. O, ateizme, ahlâksızlığa, yalana dayanan saltanatını tek başına değil, kendisine gönül veren komitesiyle, temsil ettiği kâfirane ve münafıkâne sistemiyle birlikte yürütür.
Deccala, "mesih" kelimesi eklenerek Mesih-i Deccal da denilir. Onun bu ünvanla anılmasının sebebi, gözlerinden birinin silik olmasıdır. Sözlüklerde Mesihe değişik bir çok manalar verilmiştir. Deccala sıfat olabilecek tarzdaki bu mânâlardan bir kısmı şöyledir: Yüzünün bir tarafında kaşı ve gözü olmayan, yaratılıştan bozuk, kötü, uğursuz, yalancı, çok öldüren.
Bir hadis-i şerifte ondan, "Mesihü'd-Dalâle," "Sapıklık Mesihi" diye söz edilir.(7)
Süfyan
Bir hadis-i şerifte,
"Âhir zamanda bir adam çıkacak ve ona Süfyan denilecek"(8)
buyurulmaktadır. Mahiyeti ise, "Sahih hadislerde bildirildiğine göre ahir zamanda gelecek ve ümmete karanlık günler yaşatacak, şeâir-i İslâmiyeyi tahribe çalışacak dehşetli ve münafık bir şahıstır."(9)
Çoğu kere onun harikalıklarından bahsedilir. Bu arada komutanlığına da dikkat çekilir.(10)
Büyük Deccal, dinsizliği program edinip daha çok Hristiyanlığa savaş açarken, İslâm Deccalı Süfyan, Allah katında yegâne hak din olan İslâma hem de açıkça savaş açmaktadır. Onun için de daha dehşetli görülmüştür. Elbette, yürürlükten kalkmış ve tahrif edilmiş bir dini terk etmek hak, ebedî ve hükmü devam eden bir dine ihanet etmek derecesinde gayretullaha dokunmayacaktır.(11)
Deccal Hakkında Tevatür Var
İlim adamlarının çoğu Deccal hakkında tevatür bulunduğunu, inkârının mümkün olmadığını söylerler.(12) Hatta bu konuda Allame Şevkanî, "Beklenen Mehdî, Deccal ve Mesih Hakkında Gelen Rivayetlerin Tevatür Derecesine Ulaştığının Açıklanması" adında bir kitap bile yazmıştır. Şevkanî, bu eserinde Mehdî ve İsa Aleyhisselâmın inişi hakkındaki hadislerin olduğu gibi Deccal hakkında rivayet edilen hadislerin de tevatüre ulaştığını anlatır.(13)
İbni Mende, Deccalın çıkışına inanmanın vacip olduğunu söyler.(14) Onun geleceğini inkâr etmek ise en azından dalâlettir.
Süfyanla İlgili Hadis Var mıdır?
Şüphesiz vardır. Hem de pek çok vardır. Yoktur demek ya cehaletten, ya da kasıttan kaynaklanır. Bediüzzaman, mahkemede savcının, "Süfyan'la ilgili hadis yoktur." şeklindeki iddiâsını cevaplandırırken bu gerçeğe dikkat çekmişti:
"'Süfyan'a dâir hiçbir hadis yoktur; varsa mevzûdur' diyen müddeî, hiç hadis kitaplarını okumadığı, belki Kur'ân'ın sûrelerinin ne kadar olduğunu bilmediği halde, biri bir milyon, diğeri beş yüz bin hadisi hıfzına alan İmam-ı Ahmed İbni Hanbel ve İmam-ı Buharî gibi müçtehidlerin, böyle küllî ve umûmî bir tarzda cesaret edemedikleri halde, o müddeî, küllî bir sûrette ve umûmî bir tarzda 'Süfyan hakkında hiçbir hadis yoktur, varsa mevzûdur' demesiyle, haddinden binler defa tecavüz edip, büyük bir hatayı irtikâb etmiş. Farz-ı muhal olarak, hadis de olmasa, ümmet-i İslâmiyede bir hakikat-i içtimâiye ve müteaddit defalar eseri görülmüş, vâkî ve hak bir hâdise-i istikbaliyedir."(15)
Deccalların sayısı çoktur. Her asrın deccalları vardır. Bir hadis-i şeriften bunların sayısının otuzu bulacağını öğreniyoruz.(16)
Bunlar arasında âhir zaman deccallarının apayrı yeri vardır. Çünkü daha dehşetlidirler. Bunlar da iki tanedir. Biri, büyük Deccal'dır, dünya çapında çıkar; diğeri de İslâm Deccalıdır. Buna -ki Hz. Ali(17) ve bir kısım ehl-i tahkik Süfyan demişlerdir(18) ve Hz. Ali (ra) hep bu Deccalden bahsetmiştir.(19) Süfyan Müslümanlar içinde çıkacak ve aldatmakla iş görecektir.
Deccalla ilgili Buharî ve Müslim dahil birçok hadis kitabında çokça sahih hadis bulunmaktadır. Doğrusu Deccalın vasıfları ve icraatı hariç, geleceğiyle ilgili hiçbir tartışma bulunmamaktadır.
Öyleyse Deccalın geleceği ne kadar kesinse Mehdî'nin gelişi de o ölçüde kaçınılmazdır. Çünkü zehir panzehirsiz düşünülemez. Nemrudu Hz. İbrahim (as)'siz, Firavunu Hz. Musa' (as)sız düşünemeyeceğimiz gibi Deccalı da Mehdîsiz düşünemeyiz. Deccal varsa Mehdî de vardır.
Hiç akıl kabul eder mi ki, Deccal meydanı boş bulup alabildiğine at oynatsın, maddî ve mânevî istediği her türlü tahribatı yapsın, bâtılları yerleştirmeye çalışsın da onun karşısında duracak, onunla mücadele edecek, tahribatını engelleyip hakkın yerleşmesini sağlayacak kimseler bulunmasın. Bunu akılla, mantıkla, ilimle, dinle bağdaştırmak mümkün değil, âdetullaha da ters düşer. Bediüzzaman'ın dediği gibi,
"Cenab-ı Hak kemâl-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddit veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevî Mehdî hükmünde mübarek zâtları göndermiş; fesadı izâle edip, milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi (a.s.m.) muhafaza etmiş. Mâdem âdeti öyle cereyan ediyor; âhir zamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddit, hem hâkim, hem Mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât-ı nurânîyi gönderecek ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır."(20)
Kaynaklar:
(1) Müslim, Fiten: 126.
(2) Ramûzü'l-Ehadis, s. 518.
(3) Buharî, Fiten: 26; Müslim, Fiten: 101.
(4) Müslim, Fiten: 125; Tirmizî, Kitabü'l-Menakıb: 70.
(5) Buharî, Kitabü'l-Meğazî: 64.
(6) Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I-VI (Kahire: 1313), 5:372.
(7) el-Heytemî, Mecmaü'z-Zevâid-I-VIII (Beyrut: 1403/1982), 7:348.
(8) Hakim en-Nisaburî, Ebû Abdullah Muhammed, Müstedrek, I-IV (Beyrut: Dâru'l-Marife, ts.), 4:520; Kenzü'l-Ummal, 14:272.
(9) Alâeddin el-Müttekì bin Hüsameddin bin İsmail el-Hindî, Kenzü'l-Ummal (Beyrut: 1989), 11:125; Bursalı İsmail Hakkı, Ruhu'l-Beyan fî Tefsîri'l-Kur'ân, I-X (İstanbul: 1330), 8:197.
(10) Müslim, Fiten: 125.
(11) Nursî, Sözler, s. 158.
(12) el-Münavî, Feyzü'l-Kadîr (Beyrut: 972), 3:537; Said Havva. el-Essas fi's-Sünne-İslâm Akàidi. çev. M. Ahmed Varol, Orhan Aktepe v.d. (İstanbul: Aksa Yayın-Pazarlama, 1992), 9:335.
(13) Sıddık Hasan Han, el-İzaa, s. 114; Said Havva, el-Essas fi's-Sünne, 9:335-336.
(14) Sarıtoprak, A.g.e., s. 67.
(15) Şuâlar, s. 360.
(16) Buharî, Fiten: 25; Menakıb: 25; Müslim, Fiten, 84; Ebû Davud, Fiten: 1.
(17) Gazalî, A.g.e., 1:59
(18) Berzencî, el-İşâa fî Eşrâti's-Sâa, s. 95-99; Muhtasar u Tezkireti'l-Kurtubî, s. 133-134; Şuâlar, s. 501, 504.
(19) Şuâlar, s. 501.
(20) Mektûbât, s. 425
İlave bilgi için tıklayınız:
- Mehdi kimdir? Mehdiyi nasıl bileceğiz? ...
2
Mehdi kimdir? Kavram olarak "mehdi" ne demektir?
Birgün Avf bin Malik'e Allah Resûlü,
“Çok karanlıklı ve şiddetli bir kısım fitneler gelir. Derken fitneler birbirlerini takip eder. O kadar ki bu Ehl-i Beytimden Mehdî denilen bir zât çıkıncıya kadar devam eder. Sen ona ulaştığında tabi ol ki hidayette olanlardan olasın.”1 buyurmuşlardı.
Ebû Saidü'l-Hudrî rivayet ediyor:
“Resûlullahtan sonra önemli bir olayın meydana gelmesinden korktuk ve Bunu Resûlullaha sorduk. O da Hz. Mehdî'yi müjdeledi.”2
Şüphesiz bu dönemler mânevî kurtarıcıların dört gözle beklendiği dönemlerdir. Böyle bir anda âhir zamanın beklenen şahsı Hz. Mehdî geleceğine göre ona bîat etmenin, katılmanın önemi tartışılmaz. Resûl-ü Ekrem de (a.s.m.) ümmetini buna teşvik ederek,
“Sizden kim o güne yetişirse karlar üzerinde emekleyerek de olsa ona katılsın.”3 buyurmuşlardır.
Başka bir hadislerinde de Allah Resûlü, Huzeyfetü'l-Yemanî'nin bir sorusu üzerine hayırdan sonra şer, şerden sonra sulh olacağını bildirmiş, “Bu sulhtan sonra ne olacak?” diye sorduğunda da şöyle buyurmuşlardı:
“Dalâlete dâvet edilecek. İşte sen o gün bir halife gördüğünde ağacın kökünü ısırarak da olsa ölünceye kadar ona koş.” 4 buyurmuşlardı.
Hadis-i şeriflerde kar üzerinde emekleyerek, ağaç kökünü ısırarak da olsa ona tâbi olmamız öğütlenen halife açıkça görüldüğü gibi Hz. Mehdî'dir.
Bu konu Asr-ı saadette de o kadar önemli bir yer tutmuş olacak ki Ümmü Seleme validemiz, Resûllullaha “Mehdî gelecek mi?” diye sorma ihtiyacını hissetmiş, Allah Resûlü de “Evet, gelmesi haktır.”5 cevabını vermişlerdi. Hatta başka bir hadis-i şeriflerinde dünyanın yıkılmasına birgün kalsa bile, Cenab-ı Hak o günü uzatıp Hz. Mehdî'yi göndereceğini6 belirtmektedir ki, bu onun geleceğinin zorunluluğunu ortaya koyar.
Hz. Ali’den bize ulaşan bir başka hadise göre, bir gün o, oğlu Hz. Hasan’a bakmış ve:
“Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem’in isimlendirdiği gibi, mutlaka benim bu oğlum Seyyiddir (Beyefendi, Halim Selim, zarif ve centilmendir.) Yakında onun soyundan, Nebinizin (s.a.v.) adıyla adlandırılan bir adam çıkacak, ahlakında ona (Hz. Peygambere) benzeyecek, ama yaratılışında (beden ve cisim özelliklerinde) ona benzemeyecektir.” buyurmuştur. 7
Büyük Alim Taftazani’nin (Mesud b. Ömer) Şehru’l- Makasıd adlı meşhur eserinde; Mehdi ile ilgili konunun başında şöyle der:
“Dünyayı adalet ve iyilikle dolduracak bir imamın (liderin, büyüğün, mehdinin) çıkması konusunda ahadis-i sahiha (sahih hadisler) varid olmuşlar.”8
Kimdir bu Hz. Mehdî? Resûl-ü Ekrem niçin özellikle ona uymayı tavsiye etmektedir? Eğer onun döneminde yaşayacak olursak onu nasıl tanıyacağız? O karışıklık, bozukluk, herc ü merc, fısk u fesad döneminin adamı olduğuna göre mücadelesini kimlere karşı ve nasıl yapacaktır? Özellikleri nelerdir? Bunlar ve bunlara benzer soruların cevabı bilinmedikçe Hz. Mehdî'nin fonksiyonu, icraatının ehemmiyeti elbette tam anlaşılamaz.
- Mehdî kimdir?
Sözlüklerde hidayette, doğru yolda olan, başkalarının hidayet ve doğru yolda gitmelerine vesile olan mânâsına gelen Mehdî, İslâmî bir terim olarak âhir zamanda geleceği müjdelenen, kendisine Allah tarafından özellikle doğru yol gösterilen, hakka yöneltilen, dinî noktalarda hata ve yanlışlıklardan korunan, insanları, bilhassa Müslümanları irşad eden, doğru yola sevk eden, zulüm ve haksızlıkların kol gezdiği bir dünyada adaleti tesis eden, âhir zamanda geleceği müjdelenen Âl-i Beytten büyük bir zâttır.
Mehdî yazdığı eserlerle, inançsızlık içerisinde bulunanları, îmanı şüphe ve tereddütte olanları kurtaracak, mü'minlerin îmanlarını takviye edecek büyük bir âlimdir.
Lisanü'l-Arap'ta Mehdînin, doğru yola erişmiş, hidayeti bulmuş olan; kendisine Allah tarafından doğru yol gösterilen kimse diye tarifi yapılmaktadır.9
Bu mânâda doğru yolda giden her Müslüman bir mehdîdir. Hz. Ali'ye hem doğru yolu gösterici anlamında hâdî, hem de mehdî denildiğini biliyoruz.10
Dört halife ve onların yolunda gidenler de mehdiyyûn, yani mehdîler olarak anılmışlardır. Nitekim Resûl-ü Ekrem (a.s.m.),
“Sizi sünnetime sımsıkı sarılmaya, raşid ve mehdî halifelerimin yolunda gitmeye teşvik ederim.”11
buyurarak, onların yolunda gitmeyi tavsiye etmişlerdir.
Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Muhammed, Dört Halife, Hz. Hüseyin, Süleyman bin Abdülmelik ve bazı Abbasî halifelerine Mehdî denildiğini de biliyoruz.12
Emevî halifesi Ömer bin Abdülaziz'e Mehdî denilmiş, hatta Mehdîyle ilgili bazı hadisleri ona hamledenler de olmuştur.13 Büyük Mehdînin birçok evsafına sahip14 Mehdî-i Abbasînin ise, onun siyaset âlemindeki vazifesini yaptığını görüyoruz.15
Demek ki "mehdî" kelimesi geniş periyodlu bir kelimedir. Ancak bu kelime başına “el” takısı geldiğinde özel ve belli bir kimseye isim olmuş olur ve hadis-i şeriflerde âhir zamanda geleceği müjdelenen meşhur ve mânevî büyük kurtarıcı için kullanıldığı görülür.
Kaynaklar:
------------------------------------------
1. Süyûtî, el-Havî, 2:67-68; el-Burhan, v. 87a.
2. Tirmizî, Kitabü'l-Fİten, 34; İbni Mâce, Kitabü'l-Fİten: 36, Hurûcü Mehdî: 34.
3. İbni Mâce, Kitabü'l-Fiten: 36 (H. 4082, 4084); Müstedrek, 4:465.; İbni Kesir, Kitabü'n-Nihaye, 1:28-29.
4. Ebû Avane, Müsned, 4:476.
5. Ikdü'd-Dürer, Varak: 7b.
6. Ebû Davud, Mehdî: 1 (H. 4282); Tirmizî, Fiten: 52 (H. 2231-2232).
7. Tac V, 363
8. TAFTAZANİ, Mesud b. Ömer, Şerhu’l-Makasıd, I-V, Tahkik, ta’lik Abdurrahman Amire, Alemu’l- Kütüb, Beyrut, 1989, V, 312; krş, et-Tac, V, 343, (Kitabu’l- Fiten, bab, 7)
9. İbni Manzur, Lisanü'l-Arap, (İbni Manzur, h-d-y md), 15:354.
10. İbnü'l-Esir, Ebû’s-Saadât el-Mübarek bin Muhammed el-Cezerî, Üsdü'l-Gâbe fî Ma’rifeti’s-Sahabe, I-VIII (Kahire: ts), 4:31.
11. Tirmizî, İlim: 16; İbni Mâce, Mukaddime: 6; Ebû Davud, Sünnet: 5.
12. İbnü'l-Esir, a.g.e., 4:31.
13. Nuaym bin Hammad, Kitabü'l-Fiten, İstanbul: Âtıf Efendi Kütüphanesi (el yazma) no. 602, v. 53a.
14. Nursî, Mektûbât, s. 96.
15. Nursî, Şuâlar, s. 509.
3
Deccal'ın özellikleri nelerdir?
"Hz. Âdem'in yaratılışından itibaren Kıyamete kadar geçen süre içerisinde Deccaldan daha büyük bir hadise (diğer bir rivayette daha büyük bir fitne) yoktur."(1)
hadis-i Şerif' in de ifade ettiği gibi Deccalın fitnesi yeryüzünün en büyük fitnesidir.
Korkunç bir tahribatın öncüsü olan Deccalı tanımanın, mânevî hayatımız açısından önemi büyüktür. Bu sûretle onun şerrinden korunabilir, mânevî dünyamızı tehlikelerden kurtarabiliriz.
Onu tanımamak, tanıyamamak ise hem büyük bir gaflet, hem de birçok riski berebarinde getiren büyük bir felâkettir. Mâdem ki onun gelişi kâinatın en büyük hadiselerinden birisidir. Mâdem ki o firavunların, nemrutların yapamadığı tahribatı yapmaktadır. Öyleyse onu tanıma yolunda özel bir gayret sarf etmelidir. Besmele gibi heryerde, her vesileyle adı anılan, herşeyin önüne geçirilen, devamlı muhabbeti telkin edilen, âlemi İslâma ve istikbale pek acı tesiri olan bu müthiş adamın mâhiyetinin ne olduğunun bilinmesi için “binler adam hapse girse, hatta îdam olsalar, din-i İslâm cihetiyle yine ucuzdur.” Onun mahiyetinin okunup öğrenilmesiyle en mütemerridler bile mutlak inançsızlıktan, bir derece kurtulur, küfründe şüpheye düşer, mağrûrâne ve cür’etkârâne tecavüzlerini tadil ederler.(2)
Deccala bile bile taraftar olmak felâketlerin en büyüğüdür, mânen ölüm demektir.
Halkın yüzde sekseni ehl-i tahkik olmadığı için hakikate doğrudan nüfuz edemez. Ancak âlimlere bakar, onları taklid ederler. Peki, ya âlimler de hakikati bulamamışlarsa? Eğer âlimler de ifrat ve tefrite düşüyor, yanlış kanaatler içerisine giriyorlarsa, halk da doğruyu bulamayacak, şüphe ve tereddütlerden kurtulamayacaktır.
Ne yazık ki, bu konuda dünden bugüne ifrat ve tefritler olagelmiştir. Geçmişte ve günümüzde yaşayan bir kısım âlimler, Deccalın harika birkısım özelliklerine bakıp böyle bir şeyin olamayacağını söyleyecek kadar ileri giderlerken, bazı âlimler de hiçbir tevil ve tefsire girmeksizin Deccalı hadislerde anlatıldığı şekliyle aynen bekleme yolunu seçmişlerdir. Birinciler imkânsızlığını belirtirlerken, ikinciler Allah'ın kudreti açısından herşeyin mümkün olduğunu, O diledikten sonra böyle bir Deccalın gelmesinin imkânsız olmayacağını söylemişlerlerdir.
Oysa, normal şartlarda, bir insanın minareden daha yüksek olmasının, alnında kâfir yazısı bulunmasının, kırk günde dünyayı gezmesinin, eşeğinin iki kulağı arasındaki mesafenin 40 arşın olmasının, bağırdığında bütün dünyanın duymasının aynen gerçekleşmesi mümkün değildir. Eğer bu özelliklerde bir adam gelse, herkes onun Deccal olduğunu bilir, bu da imtihan sırrına ters düşer.
Ama, bunları Resûlullah bildirdiğine göre inkâr etmeye de imkân yoktur. Bir bir gerçekleşecektir. Ancak tevilleri bilinmelidir ki akıldan uzak görülmesin, ne kadar yerinde ve hikmetli olduğu anlaşılsın.
O halde önemli olan Deccalı nasılsa öyle öğrenmektir. Bu önemi sebebiyledir ki, İslâm âlemleri daha küçük yaşlardayken çocuklara Deccalle ilgili bilgilerin verilmesini, hattâ okullarda ders programlarında yer almasını istemişlerdir.
- Deccal kolayca nasıl tanınır?
Elbette ümmetini her an ve herkesten çok düşünen, onların sevincini sevinç, ıstırabını ıstırap edinen Allah Resûlünün, ona karşı ümmetini uyarmaması; onun mahiyet, özellik, fonksiyon ve icraatını bildirmemesi düşünülemez. İnsan, İslâmî bir hayatı esas alır ve hadislerde verilen bilgileri göz önüne alırsa onu tanımak zor olmaz. Bir hadis-i şerifte, "Deccalın hayatını ve işlerini beğenmeyenlerin onu tanıyabileceğine"(3) dikkat çekilmiştir. Güçlü bir îmana dayalı İslâmî bir hayat, münafıkâne hareket eden Deccalla onunla mücadeleyi esas alan Hz. Mehdîyi göstermede zorlatmayacaktır.
Hadis-i şeriflerinde onun göze çarpan, en dikkat çekici özelliklerini bildirerek ümmetini teyakkuza davet ettiğini görmemek mümkün değildir. Birçoğu müteşabih ve mecaz yolla anlatılmış olan bu tip hadisleri, hadis uzmanları izah, tevil ve tefsir ederek net bir şekilde gözümüzün önüne sermiş, işimizi kolaylaştırmışlardır.
Evet, Allah Resûlü, Deccalın özelliklerini bir bir anlatmış ve buna rağmen, "Karıştırırsınız diye endişe ediyorum."(4) diye düşüncesini belirtmekten de geri kalmamıştır. Çünkü îman nuru ve ferasetiyle bakılmazsa, karıştırma her zaman söz konusudur.
a. Yahudîliği
Deccal Yahudîdir. İcraatı dikkate alındığında, onun bir Yahudî oluşu, insana hiç de şaşırtıcı gelmez. Yahudîler de zâten bunu övünelecek bir davranış olarak görürler. Alûsî tefsirinde anlatıldığına göre, bir gün Yahudîler, Resûlullaha (a.s.m.) gelmiş, "Âhir zaman Deccalı bizden olacak, şöyle yapacak, böyle yapacak" demişlerdi. Cenab-ı Hak da bunun üzerine Mü'min Sûresinin 56. âyetini göndermişti.
Ebu's-Suud tefsirinde belirtildiğine göre de, Yahudîlerin, Resûlullaha şöyle dedikleri bildirilir:
"Bizim Tevrat'ta zikredilen sahibimiz sen değilsin. Davud'un oğlu Mesih'tir. Yani sizin Deccal dediğiniz. O, âhir zamanda çıkacak, bütün dünyaya hâkim olacak, artık mülk ve saltanat da bize geçecek."
Gönderilen -yukarıda bahsi geçen- âyette Allah, onlara şu cevabı vermişti:
"Kendilerine gelen hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın âyetleriyle mücadele edenler, hak dini söndürmek gibi, aslâ erişemeyecekleri büyük bir hevesi gönüllerinde taşıyorlar. Sen Allah'a sığın. Muhakkak ki O, her şeyi hakkıyla işitir, herşeyi hakkıyla görür."
b. Vücut Yapısı
Deccal cüsseli, heybetli(5) kızıl renkli,(6) kıvırcık saçlı,(7) ensesi kalın ve alnı geniş(8) bir kimsedir. Kısa ve ayrık bacaklıdır.(9) Alnında "kâfir" yazısı vardır.(10) Okuma yazması olsun olmasın onu her Müslüman okur. İcraatlarını beğenmeyen herkes o yazıyı okuyacaktır.(11)
Bir insanın alnında açık açık kâfir yazısının bulunması, herkes bilir ki imtihan sırrına ters düşer. Öyleyse bununla başka bir mânâ kastedilmiş olmalıdır. Şuâlar'da buna şöyle tevil getirildiğini görüyoruz:
"Bunun bir tevili şudur ki: o Süfyan, kendi başına Frenklerin serpuşunu koyup, herkese de giydirir. Fakat, cebir ve kànun ile tamim ettiğinden, o serpuş dahi secdeye gittiği için, inşaallah, ihtidâ eder (hidayete gelir); daha herkes, yalnız istemeyerek onu giymekle kâfir olmaz."(12)
c. Tek Gözlülüğü
Deccal tek gözlüdür.(13)
Resûllullah birgün Deccaldan söz açarak, “Şüphesiz, ben sizi, ona karşı uyarıyorum. Hiçbir peygamber yoktur ki, gönderildiği toplumu ona karşı uyarmamış olsun. Nitekim Hz. Nuh da (a.s.) kavmini ona karşı uyarmıştı. Ama ben size Deccal hakkında hiçbir peygamberin kavmine söylemediği bir söz söyleyeceğim. Haberiniz olsun ki, o kördür, Halbuki Allah asla kör değildir."(14) buyurmuşlardı.
“Kör olduğu halde insanlara, 'Ben sizin Rabbinizim.' der. Halbuki sizin Rabbiniz kör değildir (yaratıklara benzemekten, her türlü kusur ve noksanlıktan uzaktır).”(15)
“Allah kör değildir. Dikkat edin. Mesih-ı Deccalın sağ gözü kördür. Gözü sanki fırlamış bir üzüm tanesi gibidir.”(16)
"Silik gözlüdür."(17)
Rivayetlerde Deccalın gözünün yeşil renkli bir cama,(18) ve parlak bir yıldıza benzetildiği de görülmektedir.(19)
Kurtubî bu rivayetlere dayanarak, Deccalın iki gözünün de kusurlu olduğunu, bir gözünün nurunun çekilmiş, diğerinde de yaratılıştan bozukluk olduğunu söylemektedir.(20)
Bu körlüğün onun kalb gözünün kör olduğu anlamına geldiği de belirtilmiştir.(21)
Mevlâna ise, "İnsan hevâ ve gazab sebebiyle kör olur" derken bu körlüğün başka bir yönünü nazara verir.
Folklörde ise tek gözlülüğün kötüler ve zorbalar için kullanıldığını görüyoruz. Deccal için kullanılan tek gözlülük de "herşeyin kötüsü" anlamına gelmektedir. Arap folklöründe "gözleri cam gibi" tabiri de kadınlara düşkün kimse için kullanılmaktadır.(22)
Tek gözü kör anlamına gelen Arapça a'ver kelimesinin "içinde asla hayır bulunmayan kimse" için de kullanılması(23) oldukça mânâlıdır.
Nitekim Muhammed Abduh, Deccalı hurafelerin, yalancılık ve kötülüklerin sembolü olarak görür. Muhammed el-Behî ise Deccalın çıkışını, toplumda fesat ve anarşinin yaygınlaşması ve materyalizmin hâkimiyet kurması olarak değerlendirir ve "Deccal zirveye çıkacak olan materyalizmin sembolüdür." der. Muhammed Esed'e göre ise bu özellik sadece maddeyi gören, mâneviyata kapalı, bir kısım olağanüstülükleri olan Batı medeniyetine tıpa tıp uymaktadır. Esed’in bu yorumu, Bediüzzaman'ın gerçek İsevîlikten uzaklaşan Batı için kullandığı, "Deccal gibi bir tek gözü taşıyan kör dehâ"(24) ifadesiyle uyum arz etmektedir.(25)
Bediüzzaman ise Büyük Deccalın bir gözünün kör, diğerinin ona nisbeten kör hükmünde olduğunu, gözünde ispirtizma nev'inden büyüleyici bir manyetizma, İslâm Deccalının da bir gözünde teshir edici manyetizma bulunduğunu söylerken(26) bunları şöyle yorumlamaktadır:
"Hattâ rivayetlerde, 'Deccalın bir gözü kördür.’ diye, nazar-ı dikkati gözüne çevirerek, büyük Deccalın bir gözü kör; ve ötekinin bir gözü öteki göze nisbeten kör hükmünde olduğunu hadiste kaydetmekle, onlar kâfir-i mutlak bulunduğundan yalnız münhasıran bu dünyayı görecek birtek gözü var ve âkibeti ve âhireti görebilecek gözleri olmamasına işaret eder."
Bu izahlardan sonra Bediüzzaman, "Ben bir mânevî âlemde İslâm Deccalını gördüm. Yalnız birtek gözünde teshirci bir manyetizma gözümle müşahede ettim ve onu bütün bütün münkir bildim. İşte bu inkâr-ı mutlaktan çıkan bir cür'et ve cesaretle mukaddesâta hücum eder. Avam-ı nâs hakikat-i hali bilmediklerinden, harikulâde iktidar ve cesaret zannederler."(27) der.
Kütüb-ü Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi'nde ise bu konuda şu ifadelere yer verildiğini görüyoruz:
"Deccalın yol açtığı âhir zaman fitnesinin, en bariz ve en mühim vasfı dine karşı olmasıdır. Âhir zamanda ortaya çıkacak bir kısım beşerî (hümanist) görüşler ve değerler, dinin yerini almaya çalışacaktır. Kendisine resmen din denmese bile ortaya attığı sistemi, kurmaya çalışacağı nizamıyla akide nokta-i nazarından aynen bir din hüviyetini alacaktır. Bu yeni din, beşer üstünde mevcut her çeşit İlâhî hâkimiyeti kaldırmak için inkâr-ı ulûhiyeti akidesine temel yapar. Her çeşit dinî değerlerin yerine beşerî bir put (hevâ) dikmeye çalışır. Temel mâbûdu madde ve insan olan lâdinî bir dindir. Hadis-i şeriflerden lâdinî olanların İslâmiyeti ortadan kaldırmaya çalışacakları ve mü'minlerin çeşitli hakaretlere maruz kalacakları anlaşılmaktadır. Bunların hem geçmişte, hem günümüzde aynen çıktığı şüphesizdir."(28)
Acaba Deccalın bir gözünün kör olmasının özellikle bildirilmesinin hikmeti ne olabilir? Müslümanların kolayca onu tanımalarını sağlamak için olabilir. Tanısınlar ki, gösterebileceği harikulâdeliklere, hilelere, büyüleyiciliğine aldanmasınlar. Gerek maddeten kör olduğunu ve gerekse âhireti inkâr edip dünyayı gâye-i hayat yaptığını görenler onu tanımakta güçlük çekmezler, münkirliğini hemen fark eder, kusurlu haliyle kendini ilahlaştırmasına sadece gülüp geçerler.
d. Çocuğunun Olmaması
Resûl-i Ekrem (a.s.m.), Deccal konusunda ümmetini dikkate davet ederken, zaman zaman Sahabîlerinin, Deccal hakkında, merak ve korkuyla sordukları sorulara da cevap vermiş, tanımada zorluk çekmemeleri için özelliklerini anlatmıştır.
Bunlardan biri de onun çocuğunun olmayacağıdır.(29) Onun bu hali, Kevser Sûresindeki "ebter," yani "soyu kesik" tabiriyle bütünüyle uygunluk arz etmektedir. Sûrenin, ayrıca ebced hesabıyla ona işaret ettiği belirtilmektedir.
e. Minareden Yüksek Oluşu
Rivayetlerden Deccalın fevkalâde büyük, hatta minareden daha yüksek, Hz. İsa'nın da ona nisbeten çok küçük olduğunu(30) öğreniyoruz. Hatta Hz. İsâ onu öldüreceği vakit, on arşın yukarıya atladığında ancak kılıcıyla dizine vurabilmektedir. Demek ki Deccal Hz. İsa'dan on yirmi misli daha büyüktür.
Hz. Ali'nin belirttiğine göre Süfyan da cüsseli biridir. Önce etrafını yakıp yıkar, sonra da Doğu ülkelerini dolaşıp meliklerini mağlup eder.(31)
Tamamen maddeci, tabiatçı, Allah'ı inkâr eden, kendinde bir nevî sahte tanrılık tahayyül eden, heykellerine rükûa vardırır gibi boyun büktüren Deccalın boyunun minareden daha yüksek gösterilmesi, Hz. İsa'ya göre çok büyük olması, iktidar ve icraatının büyüklüğüne, maddî ve siyasî gücünün fazlalalığına işaret eder. Rivayetlerden, âhir zamanda çıkacak şahısların fevkalâde iktidarlara sahip olduğunun anlaşıldığını belirten Bediüzzaman, bunu tevil ederken, o şahısların temsil ettikleri mânevî şahsiyetin büyüklüğünden kinaye olduğunu söyler ve bir zaman Rusya'yı mağlup eden Japon başkumandanının sûretinin, bir ayağının Büyük Okyanusta, diğer ayağının da Port-Artür kalesinde gösterildiğini, bu sûretle şahs-ı mânevîsinin dehşetli büyüklüğünün o şahsiyetin mümessilinde ve büyük heykellerinde ifade edildiğini anlatır.(32)
Diğer bir yerde ise şu teviline rastlıyoruz:
"'Lâ ya'lemü'l-gaybe illallah (Gaybı ancak Allah bilir) bunun bir tevili şu olmak gerektir ki: İsa Aleyhisselâmı nûr-u îman ile tanıyan ve tâbi olan cemaat-i ruhaniye-i mücahidînin kemiyeti (mücahid ruhânî cemaatinin sayısı), Deccalın mektepçe ve askerce ve maddî ordularına nisbeten çok az ve küçük olmasına işaret ve kinayedir."(33)
Kastamonu Lâhikası'nda da yukardaki hadisi hürafe ve muhal gören zındıkları susturur, onu görünürdeki anlamıyla aynen gerçekleşecekmiş gibi itikad eden zahirî hocaları da ikaz eder tarzda farklı mânâlarından bir tanesinin gerçekleştiğini söyleyen Bediüzzaman, İkinci Cihan Savaşında ortaya çıkan tabloyu nazara verir. İsevîliği muhafazaya çalışan bir hükümetle, resmen dinsizlik ve Bolşevizme yardım eden, pis menfaati için Müslümanlar arasında ve Asya'da dinsizliğin yayılmasına taraftar olan fitnekâr ve cebbar hükümetler ve taraftarlarının şahs-ı mânevîleri cisimleştiği takdirde üç cihetle hadis-i şerife uygunluk arz ettiklerini söyler:
Birinci cihet: Hakiki İsevî dinini esas tutan İsevî ruhânî cemaatiyle onlara karşı dinsizliği yaymaya başlayan cemaat, ayrı ayrı birer vücut giyecek olsalar, birincisi ikincisine göre minare boyundaki bir insanın yanındaki bir çocuk kadar da kalmaz.
İkinci cihet: Resmî îlânıyla, "Allah'a dayanıp dinsizliği kaldıracağım, İslâmiyeti ve İslâmları himaye edeceğim" diyen ve yüz milyon küsür nüfûsuyla dört yüz milyona yakın bir nüfûsa; Bolşeviklere, müttefikleri olan Çin ve Amerika'ya gâlibâne ve öldürücü darbe vuran hükümetteki muharip cemaatin şahs-ı mânevîsiyle, mücadele ettikleri dinsizlerin şahs-ı mânevîsi cisimleşse, minare boyundaki bir insana nisbeten küçük bir insan gibi kalır. "Deccal dünyayı zabt eder" şeklindeki rivayet, "Dünya ekseriyetle ona taraftar olur" demektir. Nitekim öyle de olmuştur.
Üçüncü cihet: Avrupa içerisinde dörtte bir bile yer işgal etmeyen, dine dayanıp Hz. İsa'nın vekâletini dâvâ ederek Asya, Afrika, Amerika ve Avusturalya'ya karşı gâlibâne savaşan bir hükümetin şahs-ı mânevîsiyle diğerlerinin şahs-ı mânevîleri bir insan sûretine girseler, hadis-i şerifin farklı mânâlarından birisi daha kendini göstermiş olacaktır.(34)
İktidarlarının fevkalâde ve harika görülmesinin diğer bir sebebini ise şöyle izah eder Bediüzzaman:
“Ekser icraatları tahribat ve müştehiyyat (nefsin hoşuna giden şeyler) olduğundan fevkalâde bir iktidar görünür, çünkü tahrip kolaydır. Bir kiprit bir köyü yakar. Müştehiyyat ise, nefisler taraftar olduğundan çabuk sirayet eder.”(35)
Rivayetlerde her iki Deccalın da harikulâde icraat, fevkalâde iktidar ve heybetli gösterilmeleri, hatta bedbaht bir kısım kimselerin onlara ilahlık isnad etmelerinden bahsedilir.(36)
Şuâlar'da bunun da dört cihet ve sebebi -özetle- şöyle anlatılır:
Birincisi: İstidrac eseri olarak, müstebidâne olan koca hükümetlerinde, cesur orduların ve faal milletin kuvvetiyle vukûa gelen gelişme ve iyilikler, haksız olarak kendilerine isnad edilerek, şahıslarının binlerce adam kadar bir iktidara sahip olduğu sanılır.
İkincisi: Her iki Deccal da, büyük bir istibdad, büyük bir zulüm, büyük bir şiddet ve dehşet ile hareket ettiklerinden, iktidarları da büyük görünür. Öyle bir istibdad sürerler ki, kànunlar perdesi altında herkesin vicdanına ve mukaddesatına, hattâ elbisesine müdahale ederler.
Üçüncüsü: Her iki Deccal da İslâma ve Hıristiyanlığa şiddetli bir intikam besleyen gizli bir Yahudî komitesinin yardımını, kadın hürriyetlerini maske olarak kullanan bir komiteyi, İslâm Deccalı da mason komitelerini aldatıp desteklerini kazandıklarından, iktidarları dehşetli bir iktidar zannedilir.
"Hem bazı ehl-i velâyetin istihracatıyla anlaşılıyor ki, İslâm devletinin başına geçecek olan Süfyanî Deccal ise; gâyet muktedir ve dahî ve faal ve gösterişi istemiyen ve şahsî olan şan ve şerefe ehemmiyet vermeyen bir sadrazam ve gâyet cesur ve iktidarı metin ve cevval ve şöhretperestliğe tenezzül etmeyen bir serasker bulur, onları teshir eder (emri altına alır). Onların fevkalâde ve dâhiyâne icraatlarını, riyasızlıklarından istifade ile kendi şahsına isnad ve o vasıta ile koca ordunun ve hükümetin teceddüt (yenilik) ve inkılâb ve Harb-i Umûmî inkılâbından gelen şiddet-i ihtiyacın sevkiyle işledikleri terakkiyâtı şahsına isnad ettirerek şahsında pek acip ve harika bir iktidar bulunduğunu meddahlar tarafından işâa ettirir (yaydırır)."
Dördüncüsü: Büyük Deccalın ispirtizma nev'inden teshir edici (büyüleyici) özellikleri bulunur. İslâm Deccalının da gözünde teshir edici bir manyetizma vardır. Sadece dünyayı maksat edinen bu münkir, mutlak inançsızlıktan çıkan bir cür'et ve cesaretle mukaddesâta hücum eder. İşin hakikatini bilmeyen halk, bunu harikulâde bir iktidar ve cesaret olarak görür.(37)
f. Kırk Günde Dünyayı Gezmesi
Rivayetlerden, Deccal çıktığında bütün dünyanın işiteceğini, kırk günde dünyayı gezeceğini, harikulâde bir eşeğe sahip olduğunu öğreniyoruz.(38)
Deccalın eşeğinin iki kulağı arasındaki mesafe ise kırk arşını bulmaktadır. (yaklaşık 27 m).(39)
Çağdaş bazı âlimler bundan maksadın iki kanadı arası kırk arşını bulan bir uçak olduğunu söylerler. Herhalde “yeryüzünün ayaklarının altında koçun derisinin yünden dürüldüğü gibi dürülmesi (öylesine hızlı gitmesi)(40) bundan olsa gerek.
"Deccal önüne bulutu katan rüzgâr gibi hızlı gider."(41) rivayetinden de onun hızlı araçlardan yararlanacağını, sür'atli icraat yapacağını anlıyoruz.
Allah Resûlü, kırk günde dünyayı dolaşan Deccalın Mekke ve Medine hariç ayak basmadık belde bırakmayacağını bildirir.(42)
Şuâlar'da da belirtildiğine göre, Deccal zamanında haberleşme ve seyahat araçları o derece gelişir ki, bir hadise bir günde bütün dünyada işitilir. Ve bir adam kırk günde dünyayı dolaşabilecek, yedi kıtasını, yetmiş hükümetini görebilecek ve gezebilecektir.
Bu rivayet aynı zamanda keşfedilmeden on asır öncesinde tren, otomobil, otobüs ve uçak gibi araçlardan mûcizâne haber vermektedir.
Ancak Deccal, deccallık haysiyetiyle değil, aksine gâyet müstebid bir kral sıfatıyla işitilir. Gezmesi de her yeri istilâ etmek için değil, aksine fitneyi uyandırmak ve insanları baştan çıkarmak içindir. Bindiği eşeği de bir kulağı Cehennem gibi ateş ocağı, diğer kulağı Cennet gibi güzelce tezyin ve tefriş edilmiştir. Düşmanlarını ateşli başına, dostlarını da ziyafetli başına gönderir. Veyahut onun eşeği dehşetli bir otomobil veya uçak veyahut da daha başka birşeydir.(43)
Konuyla ilgili Bediüzzamanla talebeleri arasında geçen enteresan bir hatırayı da buraya alalım: İnebolulu Ziya Dilek, gelişen hadiseler ışığında Deccalın çıktığına inanmaktadır. Ancak bazı müteşabih hadisleri anlamakta da zorlanmaktadır. Bunlardan biri şöyle: "Deccalın eşeğinin kulakları fil kulağı gibi kocaman, ayakları yumuşak olacak. Yürürken de şiddetli bir ses ve pis bir konu çıkaracak." Konuyu bir ziyaretlerinde Bediüzzaman'a sorarlar. O da şu cevabı verir:
"Kardaşım, şu bindiğiniz otomobil bir parça o tarife benzemiyor mu? Bunun da kapıları fil kulağı gibi, ayakları (lastikleri) yumuşak ve giderken de arkasından hem bir pis koku hem de ses çıkarıyor."(44)
Eski zamanın zındıkları bu tip rivayetleri imkânsız görüp inkâra kalkarlarken, şimdikiler de normal görmektedirler.(45)
g. Harikulâdelikleri
Deccalın bir kısım harikulâdelikleri vardır. Sihir, manyetizma, ispirtizma gibi istidracî harikalarla kendini muhafaza eder, birçoklarını emri altına alır.(46)
Peki, Deccal inançsız biri olduğu halde nasıl olur da böylesine olağanüstülükler gösterebilir?
Bilindiği gibi kâfirlerin gösterdikleri olağanüstülüklere "istidraç" denilir. Bunlar onlara bir üstünlük sağlamaz, sadece inançsızlıklarını arttırır. Tabiî bunu şerre âlet ettikleri için baskı kurar, etkili olur, etraflarında o ölçüde de insan toplarlar.
Deccal da böyledir. Ebû Hanife'nin dediği gibi ondaki bu haller istidraç kàbilindendir.(47) Her ne kadar Firavun gibi ilâhlık dâvâsında da bulunsa, birkısım harikulâdelikler de gösterse, nihayet Deccal doğup büyüyen, beşerî özelliklere sahip bir yaratıktan başka birşey değildir. Ve îmanlı gönüller onun bu hîlekârlığını anlamakta zorlanmazlar.
Deccala birçokları boyun büktükleri halde gençlik dolu bir mü'min karşı çıkar. Deccal da onu başından ikiye böler. Sonra da diriltip îman etmesini ister. Fakat tam aksi mü'minin onun Deccallığı hakkındaki kanaati daha da pekişir. Resûlullahın âhir zamanda çıkacağını bildirdiği Deccalın o olduğuna şâhit olur. Bunun üzerine Deccalın gücü gider, artık kimseyi öldürüp diriltemez hale gelir.(48)
Bunu yine mecaz olarak düşünmek mümkündür. Halimî (öl. 1012) ise Deccalın öldürüp diriltmesinin bir çeşit tedavî yoluyla olacağını söylemektedir.(49)
h. Cennet ve Cehenneminin Bulunuşu
Kur’ân-ı Kerimde meşhur bir Talut kıssası vardır. Talut askerleriyle birlikte bir nehir imtihanına tâbi tutulur.
Deccalın yanında da iki nehir vardır ve âhir zamanın insanları da bu nehirlerle imtihan edilirler.
Deccalın iki nehrine geçmeden önce, aralarındaki benzerlikleri anlama açısından Talut’un nehir kıssasına bir göz atalım.
Her devirde zulüm ve işkenceye maruz kalan İsrailoğulları, Hz. Musa’dan (a.s) sonra yine sıkıntılarla başbaşa kalmış, düşmanlarıyla baş edebilmek için peygamberlerinden bir kumandan istemiş, “Bize bir kumandan tayin et de Allah yolunda savaşalım” demişlerdi.
Peygamberleri onlara şu îkazı yaptı: “Sakın, üzerinize savaş farz kılındıktan sonra harp etmekten kaçınmayasınız.”
Onlar, “Bize ne oluyor ki Allah yolunda savaşmayalım.” demişlerdi. “Biz ki yurdumuzdan çıkarılmış, evladlarımızdan ayrı düşürülmüşüz.”
Fakat onlara savaş farz kılındığında az bir kısmı hariç hepsi sözlerinden döndüler.
Allah, onlara Talut’u kumandan tayin etti. Talut, ordusuyla düşmana yürüdü. Bir nehre geldiler. İşte o anda önceki imtihanlarına bir imtihan daha eklenecekti. Talut dedi ki:
“Allah sizi bir nehirle imtihan edecek. Kim o nehrin suyundan içerse benden değildir. Kim ondan içmezse şüphesiz o bendendir. Ancak bir avuç içmenin zararı yoktur.”
Onlardan pek azı müstesnâ, geri kalanı o nehrin suyundan içtiler. Talût ve beraberindeki mü’minler nehri geçince, kalanlar, ‘Bugün bizim Câlût ve askerine karşı koyacak gücümüz yok’ dediler. Âhirete inanıp Allah’ın huzuruna çıkacaklarını bilenler ise onlara şöyle cevap verdiler: ‘Nice az topluluklar, nice kalabalık topluluklara gâlip gelmişlerdir. Allah sabredenlerle beraberdir.’
Onlar Câlût ve ordusuna karşı meydana çıktıklarında ise, ‘Ey Rabbimiz,’ dediler. ‘Üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sâbit kıl. Ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”
Sonra Allah’ın izniyle düşmanı hezimete uğrattılar. Davud da Câlût’u öldürdü.
Bu hadise Bakara Sûresinin 246-251. âyetleri arasında anlatılır.
Şimdi de Tâlut'la Hz. Mehdînin benzerliklerine geçelim.
Tâlût, cesur, gözüpek büyük bir komutandı. Hz. Mehdî de en şirret düşmanlara karşı dahi gözünü budaktan esirgemeyen bir mâneviyat komutanı.
Tâlût ve askerleri nehirden su içmemek üzere imtihana tâbi tutulmuşlar, su içenler güç ve tâkâttan düşüp yığılıp kalmış, içmeyen az bir grup ise kahramanca düşmanla çarpışıp gâlip gelmişti.
Hz. Mehdî ve askerleri, yani talebeleri de Deccalın nehirleriyle imtihana tâbi tutulacaklar. “Sayıları Tâlût’un askerlerinin sayısı kadar.”(50) olan "ihlas, sadakat ve tesanüd"ü esas tutan, nefsine hâkim bu iradeli grup, onun tatlı sulu nehrinin aslında ateş, parlak bir ateş gibi görünen nehrinin ise soğuk su olduğunu görüp tatlı sudan içmeyeceklerdir. İçenler de imtihanı kaybedeceklerdir.
Şimdi Resûlullahın bahsettiği Deccalın bu iki nehrine geçelim.
Bir gün Allah Resûlü (a.s.m.), Sahabîlerine Deccalı anlatırken, "Ben Deccalın yanında neler bulunduğunu, kendisinden daha iyi bilirim" diye söze başlıyor ve şunları anlatıyor:
"Onun yanında akan iki nehir vardır. Biri dış görünüşüyle beyaz bir sudur. Diğeri de parlak bir ateş olarak görülür. Kim ona yetişirse, ateş olarak görünen nehrin yanına varsın ve başını eğip ondan içsin. Zira bu parlak ateş gibi görünen nehir, soğuk bir sudan ibarettir."(51)
Başka bir rivayette Deccalla birlikte su ve ekmek dağlarının bulunduğu da belirtilir.(52)
Müslim'de yer alan başka bir hadiste ise onun cennet ve cehennemi bulunduğu, cehenneminin cennet, cennetinin de cehennem olduğu bildirilir.(53) Kendine tâbi olanları cennetine, tâbi olmayanları da cehennemine atar.(54)
Âlimler, bu hadisleri yorumlarken, Deccalın kendisine boyun bükmeyen mü'minleri eziyet ve işkencelere atacağını belirtirler. Aliyyü'l-Karî, "Onun suyu nimet ve lezzet, ateşi de meşakkat, azap ve elemdir."(55) der. Deccalı tanımayan mü'minlerin sıkıntı, belâ, çile ve meşakkat içerisinde kalacaklarını, buna rağmen Allah'ın lütuf ve ihsanıyla rıza, şükür ve sabır gösterecekleri anlatır.(56)
Bir hadis-i şerifte bu durum anlatılırken, Deccalı tanımayan, reddeden topluluğun kıtlığa maruz kalacağını, mallarına el konulacağını, aksine onu kabul edenlerin nimetlere mazhar olacakları açıkça bildirilmektedir.(57)
Askalanî de cennetten maksadın lezzet ve nimet, cehennemden maksadın da işkence ve azap olabileceğini belirtmektedir.(58)
Elindeki maddî güç ve imkânla, zekâ ve kurnazlığıyla istibdat kuran Deccal, kendini kabul etmeyen bir kavmi kıtlık belâsına atar, ellerinde hiçbir mal bırakmaz.(59)
Evet, fitneyi en büyük koz olarak kullanan Deccal, medeniyetin zevk ve eğlencelerini, nefsin hoşuna gidecek her şeyi taraftarlarının, dostlarının önüne serer, onları makam, mevkî ve maddî imkânlarla el üstünde tutar, refah ve saadet sunar, yani onlara bir nevi cennet hayatı yaşatır. Kendini tanımayan kimseleri yokluk, azap, işkence ve sıkıntılara atar, hayatlarını zindana çevirir. Hapishaneler onun zamanında bir nevi cehenneme döner.
Onun zamanında okullar hûrî ve gılmanın çirkin bir sûreti, hapishane de azap yeri ve zindan haline dönerken, onun merkebinin, yani bindiği trenin bir kulağı, yani bir tarafı dostları için ziyafet alanı, diğer kulağı da, ateş ocağı olur.(60)
ı. Bilginleri Kendine Bende Etmesi
Rivayette var ki: "Süfyan büyük bir âlim olacak; ilim ile dalâlete düşer. Ve çok âlimler ona tâbi olacaklar."(61)
Çağımız âlimlerinden Muhammed Gazalî, Deccalı tabiat ilimlerine vâkıf bir Yahudî âlimi olarak nitelendirir ve onun haktan sapan Yahudîlerin vicdanını temsil ettiğini söyler.(62)
Bediüzzaman'ın belirttiğine göre ise Deccal birkısım padişahlar gibi kuvvet, kudret, kabile, aşiret, cesaret ve servet gibi bir saltanat vasıtası olmadığı halde, zekâveti, fenni ve siyasî ilmiyle o mevkii kazanır. Ve aklıyla birçok âlimin aklını emri altına alır, etrafında fetvâcı yapar. Birçok öğretmenleri de kendine taraftar eder, dinderslerinden soyutlanan millî eğitimi rehber edip tamimine şiddetle çalışır.(63)
Birer İslâm Deccalı olan Cengiz ve Hülagu; Cafer Hoca, Danişmend Hacip gibi hocaları destekçi buldukları gibi, büyük Deccalla Süfyan da bir kısım hocaları kendilerine fetvacı edineceklerdir.
i. Bağırınca Bütün Dünyanın Duyması
Deccal çıktığında müthiş bir şekilde bağırır, nâra atar ki, Doğu ve Batının bütün halkı onu duyar.(64) İslâm Deccalı öldüğünde de, ona hizmet eden şeytan, İstanbul'da Dikilitaş'ta "O öldü!" diye bütün dünyaya bağıracak ve herkes o sesi işitecek.(65)
Normal şartlarda bir insanın sesi ne kadar gür olursa olsun, sesini dünyaya duyurması mümkün olmaz. Böyle olsa bu insan yaratılışına ve imtihan sırrına ters düşer. Çünkü o zaman Deccalı herkes tanır.
Mâdem ki bunu Resûl-i Ekrem (a.s.m.) bildirmiştir; doğrudur, haktır. Ama te'vili vardır. Bugün artık herkes biliyor ki, radyo, televizyon gibi cihazlarla herhangi bir konuşma, hem de ânında dünyanın dört bir yanında işitilebilmektedir. Demek ki, Deccal, teknolojinin böylesine geliştiği bir devirde çıkacak, bunlardan da faydalanarak icraatını sürdürecektir.
İşte Deccalın kuvvetli görünmesinin sebeplerinden biri de, bu harika âlet ve cihazlardan faydalanması, sûistimal etmesidir.
Yeri gelmişken Resûlullahın, keşiflerinden yüzyıllarca önce telgraf, telefon, radyo, televizyon gibi cihazların keşfedileceğine ve Deccalın böyle bir zamanda geleceğine işaret etmesini onun ap açık gaybî bir mûcizesi olarak tecellî ettiğini belirtelim.
j. Elinin Delik Olması
Deccalın elinin delik olması ise, onun israfa düşkün birisi olduğunu gösterir. "Falan adamın eli deliktir" dediğimizde, onun müsrif birisi olduğunu nasıl anlatmaya çalışıyorsak; Deccalın elinin delik oluşundan da, oyun, eğlence ve sefahet yolunda elinde para tutmaz bir kimse olduğunu anlıyoruz. "Süfyan israfı teşvik etmekle, şiddetli bir hırs ve tamaı uyandırarak insanların o zaif damarlarını tutup kendine musahhar eder... İsraf eden ona esir olur, onun dâmına düşer."(66)
Bediüzzaman'a Dâru'l-Hikmeti'l-İslâmiyede iken Süfyan'dan sorarlar: "Bir su içecek, onun eli delinecek ve bu hâdise ile 'Süfyan' olduğu bilinecek."
O da şu cevabı verir:
"Bir darb-ı mesel var: Çok israflı adama 'Eli deliktir' denilir. Yani elinde mal durmuyor, akıyor, zâyi oluyor' deniliyor. İşte o dehşetli adam bir su olan rakıya mübtelâ olup, onun ile hasta olacak ve kendisi hadsiz israfâta girecek, başkalarını da alıştıracak."(67)
k. Fitnesinin Câzip Olması
Bir rivayette bildirildiğine göre,
"Fitne-i âhir zaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olamaz."(68)
Bu sebepledir ki, mü'minler kabir azabından sonra, "Bizi Deccalın ve âhir zamanın fitnesinden koru." (69) duâsını vird-i zebân etmişlerdir.
Çünkü o fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftûn eder; insanlar istekleriyle, belki zevkle içine atılırlar. Meselâ o devirde Rusya'da hamamlara kadın erkek beraber çıplak girerler. Kadın kendi güzelliklerini göstermeye fıtraten meyyal olduğundan, seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar. Fıtraten güzelliğe düşkün erkekler de nefsine mağlup olup, o ateşe sarhoşâne bir sürûr ile düşer, yanar. İşte dans ve tiyatro gibi zamanın oyunları, büyük günah ve bid'aları, birer câzibedarlık ile, pervâne gibi, nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder.(70)
Deccal, sefahetin her türlüsünden istifade eder, kendisi sefahete düşkün olduğu gibi, nefislerine düşkün insanları da câzip fitnesine çeker. Kolayca taraftar bulduğu için taraftarları çok olur.
Dipnotlar:
(1) Müslim, Fiten: 126.
(2) Nursî,Şuâlar, s. s. 299.
(3) Tirmizî, Fiten: 56.
(4) Ebû Davud, Melahim: 14.
(5) Buharî, Fiten: 26; Müslim, Îman: 277; Müsned, 2:122, 144.
(6) Buharî, Fiten: 26.
(7) Buharî, Libas: 68; Müslim, kitabü'l-Fiten: 20. Ebû Davud, Kitabü'l-Melahim: 14.
(8) Müsned, 2:191.
(9) Ebû Davud, Kitabü'l-Melahım:14.
(10) Buharî, Fiten: 26; Müslim, Fiten: 101-102; Tirmizî, Fiten: 62; Müsned, III:115, 211.
(11) Müslim, Fiten: 95, 101-102; Ebû Davud, Melahim: 14; Tirmizî, Fiten: 56; Müsned, III:103, 173, 201.
(12) Nursî, a.g.e., s. 358, 502.
(13) Buharî, Enbiya: 3; Rüya: 11.
(14) Buharî, Fiten: 26, Enbiya: 77; Müslim, Fiten: 95, 100, 109; Ebû Davud, Melahim: 14; Tirmizî, Fiten: 56, 62; Müsned, 1:176, 182; II:27, 149.
(15) Müsned, 3:367-368.13
(16) Buharî, Fiten: 26; Müslim, Kitabü'l-Fiten: 20; Müsned, II:33.
(17) Ebû Davud, Kitabü'l-Melahim (Deccalın çıkışı babı) 4:116-117.
(18) Müsned, 5:123-124.
(19) Müsned, 1:374; 3:79.
(20) Kurtubî, et-Tezkire fî Ahvali’l-Mevtâ ve’l-âhire, I-II (Kahire: 1406/1985), 2:397-398.
(21) Ali el-Karî, Ali bin Sultan el-Herevî, Mirkatü’l-Mefatih (Kahire: ts.), 5:190.
(22) Sarıtoprak, a.g.e., s. 128.
(23) İbni Manzur, Lisanü'l-Arap, a-v-r md.
(24) Nursî, Lem'alar, s.
(25) Sarıtoprak, a.g.e., s. 117.
(26) Nursî, Şuâlar, s. 499.
(27) a.g.e., s. 513-514.
(28) Canan, A.g.e. (İstanbul: Akçağ Yayınları, 1992), 13:458.
(29) Müslim, Fiten: 89.
(30) el-Münavî, Feyzü'l-Kadir Şurhu Câmii’s-Sağîr, I-IV. Beyrut: 1392 (1972), Hadis no: 4249; el-Heytemî, Mecmaü'z-Zevâid ve Menbâü’l-Fevâid, I-VIII (Beyrut: 1403/1982), 8:344.
(31) el-Berzencî, es-Seyyid eş-Şerif Muhammed bin Resûl, el-İşâa fî Eşrâti’s-Sâa (Kahire: Selimağa Kütüphanesi, No: 582, ts), s. 167, 168.
(32) Nursî, Şuâlar, s. 505.
(33) a.g.e., s. 508.
(34) Nursî, Kastamonu Lâhikası, s. 53-54.
(35) Nursî, Şuâlar, s. 492.
(36) Kenzü'l-Ummal, 14:334.
(37) Nursî, a.g.e., s. 513-515.
(38) Kenzü'l-Ummal, 14:330.
(39) Müsned, 3:367-368; Hâkim, Müstedrek: 4:530.
(40) Hâkim, Müstedrek: 4:529-530.
(41) Müslim, Fiten: 110; Ebû Davud, Melahim: 14; Tirmizî, Fiten: 59; İbni Mâce, Fiten: 33, Müsned, 6:455-456.
(42) Müslim, Fiten: 91.
(43) Nursî, a.g.e., s. 509.
(44) Necmeddin Şahiner, Son Şahitler Bediüzzaman Said Nursî’yi Anlatıyor (İstanbul: Yeni Asya Yayınları, 1993), II:242-243.
(45) Kastamonu Lâhikası, s. 53.
(46) Nursî, Şuâlar, s. 506.
(47) İmam-ı Azam Ebû Hanife, el-Fıkhu'l-Ekber, (Kahire: ts), s. 5.
(48) Buharî, Fiten: 27; Fezâilü'l-Medine: 9; Müslim, Fiten:110, 112-113; İbni Mâce, Fiten: 33; Tirmizî, Fiten: 59; Müsned, 5:434-435; 6:456.
(49) Sarıtoprak, A.g.e., s. 84.
(50) el-Bürhan, s. 57.
(51) Buharî, Fiten: 25, Enbiya: 50; Müslim, Fiten: 105 (H. 2935); Ebû Davud, Melahim: 14 (H. 4315).
(52) Buharî, Fiten: 26; Müslim, Fiten: 114; İbni Mâce, Fiten: 33; Müsned, 4:248, 252.
(53) Müslim, Fiten: 20.
(54) Müslim, Fiten: 104; İbni Mâce, Fiten: 33.
(55) ez-Zebidî, Zeynüddin Ahmed bin Ahmed bin Abdi’l-Latif, çev. Kâmil Miras, Sahih-i Buharî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi (Ankara: DİB Yayınları, 1973), 9:184.
(56) Aliyyü'l-Karî, Mirkat, 5:196.
(57) Müslim, Kitabü'l-Fiten: 110.
(58) el-Askalanî, Fethü'l-Barî, 16:214.
(59) İbni Kesir, Muhtasar-ı Tefsir-i İbni Kesir Tercümesi, (Beyrut: İhyâü Türasi’l-Arabî, s. 491.
(60) Nursî, Şuâlar, s. 503,509.
(61) İhyâü Ulûmiddin, 1:59
(62) Sarıtoprak, a.g.e., s. 121.
(63) Nursî, Şuâlar, s. 504.
(64) İbni Kesir, en-Nihaye, 1:96.
(65) Nursî, Şuâlar, s. 500.
(66) a.g.e., s. 491.
(67) a.g.e., s. 358.
(68) Fethu'l-Kebîr, 1:315, 2:185, 3:9; Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, 1:266.
(69) Buharî, Daavat: 39; Müslim, 2:2200; Müsned, 2:185-186, 288.
(70) Nursî, a.g.e., s. 504.
4
"Deccal" ve "Süfyan" hakkında bilgi verir misiniz ?
Âhir zamanla alakalı rivayetlerde geçen önemli şahıslar: Deccal, Mehdî ve Hz. İsa... Birincisi din, îman, ahlâk, fazilet ve insanlık namına ne varsa tahrip eden, istibdat, zulüm ve terör estiren, diğerleri de ona karşı çetin bir mücadele veren üç insan... İşte Deccalın icraatını ortaya döktüğü böyle korkunç bir dönemde Mehdî ve İsa (a.s.) iştiyakla beklenmeye başlar. Bu mânevî kurtarıcılar inançsızlığa büyük darbeler indirerek inananlar için en büyük dayanak; güç, moral ve ümit kaynağı olurlar.
Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) hem Büyük Deccal, hem de İslâm Deccalı Süfyan'dan bahsetmiştir. Halbuki bunların özellikleri, sıfatları ayrı ayrıdır. Rivayetlerde bir sınırlama olmadığı, mutlak bırakıldığı için birkısım râvî ve âlimler birini diğerine karıştırmış, birini öteki zannetmişlerdir. Bu bakımdan müteşabih hadis hükmüne geçmektedir.
Deccal
Rivayetlerde Deccalın çıkışı, kâinatın en korkunç hadiselerinden birisi olarak gösterilmiştir. Bundan dolayıdır ki Peygamberimiz (a.s.m.), ümmetine özellikle onu haber vermiş, fitnesinden sakınmış ve ümmetini de sakındırmıştır.
"Hz. Âdem'in yaratılışından itibaren kıyamete kadar geçen süre içerisinde Deccaldan daha büyük bir hadise (diğer bir rivayette daha büyük bir fitne) yoktur."(1)
buyurmakla da, onun tahribatının dehşet ve büyüklüğünü nazara vermiştir. Başka bir hadis-i şeriflerinde ise onun şerrinin şeytandan daha etkili olduğunu bildirirler.(2) Sadece Resûl-i Ekremin (a.s.m.) değil, istisnasız bütün peygamberlerin ümmetlerini ondan sakındırması,(3) Firavunların, Nemrudların fitnesinin onun fitnesi yanında küçük kalacağına dikkatleri çekmek içindir.
Deccalın şerri öylesine büyüktür ki, Peygamberimiz (asm)'in bildirdiğine göre o çıktığında, korkudan, onun şerrinden kurtulmak için insanlar dağlara kaçma zorunda kalacaklardır.(4)
Şer ve fitnesinin büyüklüğü, dehşeti sebebiyledir ki, Allah Resûlü çoğu zaman olduğu gibi, ana hatlarıyla İslâm'ın bir özetini verdiği Veda Haccında okuduğu Veda Hutbesinde de Deccaldan bahsetmeyi gerekli görmüş, diğer peygamberler gibi, o da ümmetini uyarmıştır.(5)
Deccal, Arapça bir kelimedir, "decl" kökünden gelir. Sözlüklerde verilen mânâya göre Deccal, "yalancı, hîlekâr; zihinleri, gönülleri, iyi ile kötüyü, hak ile bâtılı karıştıran, bir şeyi yaldızlayıp gerçek yüzünü gizleyen, bucak bucak her yeri dolaşan müfsid ve mel'ûn bir kişidir."
Bir hadis-i şerifte, özellikle onun, “yalancı, dalâlete sürükleyici"(6) özelliğine dikkat çekilmiştir.
Deccal, aldatıcı ve inkârcı, dehşetli fitne dolaplarını döndüren bir kimsedir. Fitnesinin en dehşetli tarafı, dinsizliğe dayalı bir sistem kurup insanları îmansız yaparak hem dünya, hem de ebedî hayatlarını mahvetmeye çalışmasıdır. O, ateizme, ahlâksızlığa, yalana dayanan saltanatını tek başına değil, kendisine gönül veren komitesiyle, temsil ettiği kâfirane ve münafıkâne sistemiyle birlikte yürütür.
Deccala, “Mesih” kelimesi eklenerek Mesih-i Deccal da denilir. Onun bu ünvanla anılmasının sebebi, gözlerinden birinin silik olmasıdır. Sözlüklerde Mesihe değişik bir çok mânâlar verilmiştir. Deccala sıfat olabilecek tarzdaki bu mânâlardan bir kısmı şöyledir: Yüzünün bir tarafında kaşı ve gözü olmayan, yaratılıştan bozuk, kötü, uğursuz, yalancı, çok öldüren.
Bir hadis-i şerifte ondan, “Mesihü'd-Dalâle," “Sapıklık Mesihi” diye söz edilir.(7)
Süfyan
Bir hadis-i şerifte,
“Âhir zamanda bir adam çıkacak ve ona Süfyan denilecek”(8)
buyurulmaktadır. Mahiyeti ise:
"Sahih hadislerde bildirildiğine göre âhir zamanda gelecek ve ümmete karanlık günler yaşatacak, şeâir-i İslâmiyeyi tahribe çalışacak dehşetli ve münafık bir şahıstır."(9)
Çoğu kere onun harikalıklarından bahsedilir. Bu arada komutanlığına da dikkat çekilir.(10)
Büyük Deccal, dinsizliği program edinip daha çok Hristiyanlığa savaş açarken, İslâm Deccalı Süfyan, Allah katında yegâne hak din olan İslâma hem de açıkça savaş açmaktadır. Onun için de daha dehşetli görülmüştür. Elbette, yürürlükten kalkmış ve tahrif edilmiş bir dini terk etmek hak, ebedî ve hükmü devam eden bir dine ihanet etmek derecesinde gayretullaha dokunmayacaktır.(11)
Deccal hakkında tevatür var
İlim adamlarının çoğu Deccal hakkında tevatür bulunduğunu, inkârının mümkün olmadığını söylerler.(12) Hatta bu konuda Allame Şevkanî, "Beklenen Mehdî, Deccal ve Mesih Hakkında Gelen Rivayetlerin Tevatür Derecesine Ulaştığının Açıklanması" adında bir kitap bile yazmıştır. Şevkanî, bu eserinde Mehdî ve İsa Aleyhisselâmın inişi hakkındaki hadislerin olduğu gibi Deccal hakkında rivayet edilen hadislerin de tevatüre ulaştığını anlatır.(13)
İbni Mende, Deccalın çıkışına inanmanın vacip olduğunu söyler.(14) Onun geleceğini inkâr etmek ise en azından dalâlettir.
Süfyanla ilgili hadis var mıdır?
Şüphesiz. Hem de pek çok vardır. Yoktur demek ya cehaletten, ya da kasıttan kaynaklanır. Bediüzzaman, mahkemede savcının, "Süfyan'la ilgili hadis yoktur" şeklindeki iddiâsını cevaplandırırken bu gerçeğe dikkat çekmişti:
"'Süfyan'a dâir hiçbir hadis yoktur; varsa mevzûdur' diyen müddeî, hiç hadis kitaplarını okumadığı, belki Kur'ân'ın sûrelerinin ne kadar olduğunu bilmediği halde, biri bir milyon, diğeri beş yüz bin hadisi hıfzına alan İmam-ı Ahmed İbni Hanbel ve İmam-ı Buharî gibi müçtehidlerin, böyle küllî ve umûmî bir tarzda cesaret edemedikleri halde, o müddeî, küllî bir sûrette ve umûmî bir tarzda 'Süfyan hakkında hiçbir hadis yoktur, varsa mevzûdur' demesiyle, haddinden binler defa tecavüz edip, büyük bir hatayı irtikâb etmiş. Farz-ı muhal olarak, hadis de olmasa, ümmet-i İslâmiyede bir hakikat-i içtimâiye ve müteaddit defalar eseri görülmüş, vâkî ve hak bir hâdise-i istikbaliyedir."(15)
Deccalların sayısı çoktur. Her asrın deccalları vardır. Bir hadis-i şeriften bunların sayısının otuzu bulacağını öğreniyoruz.(16)
Bunlar arasında âhir zaman deccallarının apayrı yeri vardır. Çünkü daha dehşetlidirler. Bunlar da iki tanedir. Biri, büyük Deccal'dır, dünya çapında çıkar; diğeri de İslâm Deccalıdır. Buna —ki Hz. Ali(17) ve bir kısım ehl-i tahkik Süfyan demişlerdir(18) ve Hz. Ali hep bu Deccalden bahsetmiştir.(19) Süfyan Müslümanlar içinde çıkacak ve aldatmakla iş görecektir.
Deccalla ilgili Buharî ve Müslim dahil birçok hadis kitabında çokça sahih hadis bulunmaktadır. Doğrusu Deccalın vasıfları ve icraatı hariç geleceğiyle ilgili hiçbir tartışma bulunmamaktadır.
Öyleyse Deccalın geleceği ne kadar kesinse Mehdî'nin gelişi de o ölçüde kaçınılmazdır. Çünkü zehir panzehirsiz düşünülemez. Nemrudu Hz. İbrahim'siz, Firavunu Hz. Musa'sız düşünemeyeceğimiz gibi, Deccalı da Mehdîsiz düşünemeyiz. Deccal varsa Mehdî de vardır.
Hiç akıl kabul eder mi ki, Deccal meydanı boş bulup alabildiğine at oynatsın, maddî ve mânevî istediği her türlü tahribatı yapsın, bâtılları yerleştirmeye çalışsın da onun karşısında duracak, onunla mücadele edecek, tahribatını engelleyip hakkın yerleşmesini sağlayacak kimseler bulunmasın. Bunu akılla, mantıkla, ilimle, dinle bağdaştırmak mümkün değil, âdetullaha da ters düşer. Bediüzzaman'ın dediği gibi,
"Cenab-ı Hak kemâl-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddit veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevî Mehdî hükmünde mübarek zâtları göndermiş; fesadı izâle edip, milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi (a.s.m.) muhafaza etmiş. Mâdem âdeti öyle cereyan ediyor; âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddit, hem hâkim, hem Mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât–ı nurânîyi gönderecek ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır.”(20)
Dipnotlar:
(1) Müslim, Fiten: 126.
(2) Ramûzü’l-Ehadis, s. 518.
(3) Buharî, Fiten: 26; Müslim, Fiten: 101.
(4) Müslim, Fiten: 125; Tirmizî, Kitabü'l-Menakıb: 70.
(5) Buharî, Kitabü'l-Meğazî: 64.
(6) Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I-VI (Kahire: 1313), 5:372.
(7) el-Heytemî, Mecmaü'z-Zevâid-I-VIII (Beyrut: 1403/1982), 7:348.
(8) Hakim en-Nisaburî, Ebû Abdullah Muhammed, Müstedrek, I-IV (Beyrut: Dâru’l-Marife, ts.), 4:520; Kenzü’l-Ummal, 14:272.
(9) Alâeddin el-Müttekì bin Hüsameddin bin İsmail el-Hindî, Kenzü'l-Ummal (Beyrut: 1989), 11:125; Bursalı İsmail Hakkı, Ruhu'l-Beyan fî Tefsîri’l-Kur’ân, I-X (İstanbul: 1330), 8:197.
(10) Müslim, Fiten: 125.
(11) Nursî, Sözler, s. 158.
(12) el-Münavî, Feyzü'l-Kadîr (Beyrut: 972), 3:537; Said Havva. el-Essas fi's-Sünne-İslâm Akàidi. çev. M. Ahmed Varol, Orhan Aktepe v.d. (İstanbul: Aksa Yayın-Pazarlama, 1992), 9:335.
(13) Sıddık Hasan Han, el-İzaa, s. 114; Said Havva, el-Essas fi's-Sünne, 9:335-336.
(14) Sarıtoprak, A.g.e., s. 67.
(15) Şuâlar, s. 360.
(16) Buharî, Fiten: 25; Menakıb: 25; Müslim, Fiten, 84; Ebû Davud, Fiten: 1.
(17) Gazalî, İhyâü Ulûmiddin, 1:59
(18) Berzencî, el-İşâa fî Eşrâti's-Sâa, s. 95-99; Muhtasar u Tezkireti'l-Kurtubî, s. 133-134; Şuâlar, s. 501, 504.
(19) Şuâlar, s. 501.
(20) Mektûbât, s. 425.
5
Kur'ân "Deccal"den bahsediyor mu?
Bilindiği gibi Kur'ân'da herşey bulunur. Ama bunu Kur'ân makam gereği bazan açıkça, doğrudan, bazan da gizlice, işaretle ve dolaylı olarak anlatır. Deccaldan da doğrudan olmasa da dolaylı olarak ve işaretle bahsettiğini görüyoruz. Âlimler, Hz. İsa'nın çarmıha gerilmeyip gökyüzüne çıkarıldığını bildiren âyetin hemen peşinden gelen ifadelerde, "And olsun ki, Ehl-i Kitaptan hiçbir kimse yoktur ki, ölümden önce İsa'nın hak peygamber olduğuna îman etmesin" meâlindeki Nisa Sûresinin 159. âyetinde geçen "ölümden önce" ifadesinin tefsirinde şu ifadelere yer vermişlerdir:
"Âhirzaman geldiğinde Hz. İsa yeryüzüne inecek, ihtilâfa düşen Ehl-i Kitap da ona inanacaktır. Kıyamet kopmadan önce ona iftiraya kalkacak derecede ileri giden Yahudîlerle, ilâh diyecek derecede ifrat eden Hıristiyanların iftiralarında yalancı oldukları ortaya çıkacaktır.
Hz. İsa'nın inmesi söz konusu olduğuna göre mücadele edeceği Deccala da otomatik olarak işaret edilmiş olmaktadır. İki zıttan birinden bahsedip diğerinden söz etmemek Arapların âdetidir." (1)
Kıyamet alâmetlerinden bahseden ve önemli bir Kıyamet alâmeti olan Deccala, "Rabbinin bazı âyetleri geldiği gün"(2) âyetinde de işaret edilmiştir. Birçok müfessir de "O, Kıyamete bir alâmettir."(3) âyetinin Deccala işaret ettiğini bildirmişlerdir.
"Zamanımızın fitnesi en büyük fitne olduğundan, hem müteaddit hadisler, hem çok işârât-ı Kur'âniye aynı tarihiyle haber veriyorlar." (4) diyen, "Herbir âyetin mütaddit mânâları, herbir mânânın küllî ve her asırda efradı bulunduğunu" belirten, birçok âyetin işarî olarak asrımıza baktığını, "O küllî mânâda asrımız bir ferttir. Fakat hususiyet kesb etmiş ki, ona tarihiyle bakar" diyen, "asrımızın dehşetli fitnelere sahne olduğunu söyleyen" (5) Bediüzzaman'ın, Şuâlar'da kaydettiğine göre, "Hayır, muhakkak insan azgınlaşır"(6) âyet-i kerimesi hem mânâ, hem de cifir hesabıyla o dehşetli şahsın hem zamanına, hem de şahsına işaret etmektedir.(7)
Bediüzzaman, Şuâlar'da Felak Sûresinin bu asra bakan bir tefsirini yaparken de yokluk âlemleri hesabına çalışan şerîrlerden, insî ve cinnî şeytanlardan muhafazayı emreden sûrenin her asra olduğu gibi acip asrımıza da işarî mânâsıyla, hem de daha çok ve daha açık şekilde baktığını belirtmektedir. Âyetlerin cifir hesabı ve mânâ yönüyle tahlil ve tefsirini yaparken, sûrede "şer" kelimesinin dört defa tekrar edilmesinin "asrın emsalsiz dört dehşetli ve fırtınalı maddî ve mânevî şerlerine ve inkılâplarına ve mübarezelerine aynı tarih ile parmak basıp, "Bunlardan çekininiz" diye emrettiğini ve bunun Kur'ân'a yakışır tarzda bir irşad-ı gaybî olduğunu ifade etmektedir. Aynı yerde, sûrenin, ecnebî antlaşmaların icbariyle önemli sarsıntılar ve felsefenin tahakkümüyle dindar millette ehemmiyetli tahavvüller meydana geleceğine hem cifir, hem de mânâ olarak işaret ettiğini de bildirmektedir. Ayrıca sûre, zamanlarının birer Deccalı olan dehşetli Cengiz ve Hülagu fitnesine işaret ettiği gibi asrımızın maddî mânevî şerlerine de baktırmaktadır.(8)
Âyetü'l-Kürsî'den hemen sonra gelen Bakara Sûresinin 256. âyetinde de asrımızın bu dehşetli tahribatlarına hem cifir hesabı, hem de mânâ olarak dikkat çekilmektedir.(9)
Ayrıca, Bediüzzaman, "Onlar Allah'ın nurunu üflemekle söndürmek isterler. Allah ise nurunu tamamlamaktan başka birşeye razı olmaz-kâfirler hoşlanmasalar da" meâlindeki Tevbe Sûresinin 32. âyetinin asrımıza bakan işaretlerini anlatırken de Deccal ve komitesine işaretler çıkarmaktadır. Bu tesbite göre Avrupa zâlimleri, devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle müthiş bir sûikast plânı yaparlar. Türkiye hamiyetperverleri ise 1324'te Hürriyeti ilân ederek o plânı akîm bırakmaya çalışır. Bundan altı yedi sene sonra Birinci Cihan Savaşı sonunda yine o sûikast niyetiyle Sevr Antlaşmasıyla Kur'ân'ın zararına gâyet ağır şartlarla kâfirâne fikirlerini icra etme plânlarını yaparlar. Bunu akîm bırakmak için de Türk milliyetperverleri Cumhuriyeti ilânla mukabeleye çalışmışlardır. İşte âyet cifir hesabıyla bu plânın yapıldığı tarihe, yani Hicrî 1324-34-54'e tam tamına tevafuk ederken, aynı zamanda bu herc ü mercte Kur'ân nurunu muhafazaya çalışan fedâkârlara da işaret etmektedir.
Ayrıca âyet, cifir hesabıyla 1284 tarihinde Avrupa kâfirlerinin devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle on sene sonra Rusları tahrik edip meş'ûm doksan üç harbiyle âlem-i İslâmın parlak nuruna geçici bir bulut perde edişlerine, Mevlânâ Halid'in şakirdleriyle bu bulut zulümâtını dağıtışlarına remzen parmak basmaktadır. Sonra da şu kayıt yer alır: "Eğer şeddeli lâmlar ve 'mim' ikişer sayılsa, bundan bir asır sonra zulümâtı dağıtacak zâtlar ise, Hz. Mehdînin şâkirdleri olabilir."(10)
Hz. Mehdînin hizmetinin söz konusu olduğu yerde Deccal da icraatını sürdürüyor demektir. Onun mânevî tahribatına ancak mânevî tahribatla karşı konulabilir.
Ayrıca İslâm âlimlerinin Kur'ân'da tağut, Calut, Sâmirî gibi örnekleri Deccal'ın bir proto-tipi olarak kabul ettiklerini de burada belirtelim.
Görüldüğü gibi Deccal Kur'ân'da açıkça yer almamaktadır. Ancak ona işaret eden birçok âyet-i kerime bulunmaktadır.
Deccalın Kur'ân'da açıkça zikredilmeyiş hikmetini ise âlimler şöyle yorumlarlar: "İslâmın iki ana kaynağı vardır. Birincisi Kur'ân, ikincisi Sünnet. Deccaldan Kur'ân açıkça söz etmiyorsa da birçok hadis-i şerifte onun varlığından açık açık bahsedilmektedir. Bazan açık seçik olan şeyleri ikinci bir defa zikretmeye gerek duyulmamaktadır."
----------------------------
(1) İbni Kesir, Nihayetü'l-Bidaye (Riyad: Muhammed Fehim nşr., 1968), .I:153; el-Askalânî, Fethu'l-Bârî, XIII:98.
(2) En'âm Sûresi, 158.
(3) ez-Zuhruf, 61.
(4) Şuâlar, s. 293.
(5) A.g.e., s. 240.
(6) Alak Sûresi, 6.
(7) Şuâlar, s. 514-515.
(8) A.g.e., s. 238-241.
(9) A.g.e., s. 242.
(10) A.g.e., s. 619-620.
6
Hz. Mehdî nerede, hangi millet içinde vazife yapacaktır ?
Hz. Mehdî'nin neseben Âl-i Beytten olduğuna dair rivayetler vardır.* Ancak bu, Hz. Mehdî'nin illâ Araplar arasında çıkacağını göstermez. Hatta hadislerden Arapların dışında zuhur edeceğini çıkarmak bile mümkündür. Meselâ Tirmizî'de yer alan bir hadiste, “Hz. Mehdî'nin Araba hakim oluncaya kadar Kıyametin kopmayacağından”1 söz edilir ki, buradan Arapların içinde çıkmayacağını anlıyoruz. Çünkü Araba hâkim olmak için onların dışında olmak gerekir.
Bir rivayette, Hz. Mehdînin Doğu tarafından çıkacağı bildirilir.2
İbni Haldun ve Kurtubî, yukardaki rivayeti teyid eder tarzda Hz. Mehdî'nin Meşrık, Horasan ve Amuderya taraflarından geleceğini kaydetmektedirler.3 Kurtubî'nin onun Kuzey Afrika'dan çıkacağını söylemesi ise, o günlerde bir ıslahatçı ve mehdîye duyulan ihtiyaç sebebiyledir.4
Başka bir hadis-i şeriften ise şunu öğreniyoruz: Doğudan bir takım insanlar çıkacak ve Mehdîye zemin hazırlayacaklar, yani Hz. Mehdî onlar arasında hükümran olacaktır.5
Bu hadis Doğuda bulunan veya Doğudan gelen bir millet içerisinde çıkacağını göstermektedir ki,—Allahu a'lem—bunlar o zamanlar Doğuda bulunan, sonradan Anadolu'ya yerleşen Türklere işaret etmektedir.
İs'afü'r-Rağıbîn'de buna daha da açıklık getirilmiştir. “Mehdî Rum'dan,** Türklerden ayrılmayacaktır.”6
Birçok hadis kitabıyla birlikte Hakim'in Müstedrek'inde yer alan, Buharî ve Müslim'in şartlarına uygun gördüğü bir hadis-i şerifte ise siyah sancaklılar diye nitelendirilen bu topluluğun kahramanlıklarına dikkat çekilir :
“'Hazinelerinizin yanında üç kişi savaşacak. Üçü de halife oğludur. Fakat hiçbiri halife olamaz. Sonra Doğu tarafından bir takım siyah sancaklılar belirir ve öyle bir savaşırlar ki, böyle bir savaşı hiçbir kavim yapmamıştır.' Peygamberimiz daha sonra bir kısım şeyler söyledi ki hafızamda kalmadı. Devam edip şöyle buyurdular: 'Siz bu siyah sancaklılarla gelen zâtı gördüğünüzde kar üzerinde emekleyerek de olsa gidip ona bîat ediniz. Çünkü o Allah'ın halifesi Mehdî'dir.'”7
Kitabü'n-Nihaye'de yer alan rivayette ise Hz. Mehdî'nin bu siyah sancaklılarla teyid edileceği, ona muvafakat edecekleri ifade edilmektedir.8
Seyyid Ahmed Hüsameddin (r.a.) İstihraçnâme'sinde Mehdînin doğuş yeriyle ilgili şöyle bir not düşmüştür:
"Müslümanlardan bir zât gelecek, bu zâtın şerefi, Kafkasya'nın en ulu dağından etrafa güneşin şuâı gibi şûlenisar olacaktır."9
Bütün bunlar, Hz. Mehdînin yoğun faaliyetini Türkler içerisinde yürüteceğini göstermektedir.
Düşmanlarının ehl-i içtihad âlimlerinin mukallidleri olduğunu, Mehdînin kendi imamlarının tersine hükmettiğini gördüklerinde bundan hoşlanmayacaklarını, fakat karşı da gelemeyeceklerini söyleyen Muhyiddin Arabî, onun kılıncının ise "kardaş"ları olduğunu söyler. Bu kılınçtan korktukları için ister istemez hâkimiyetine boyun eğerler. Muhyiddin Arabî şöyle devam eder:
"Onun açık düşmanları fukahâ olacak. Elinde kılıncı, yani "kardaşları" olmasa idi katliyle fetvâ vereceklerdi. Lâkin Cenab-ı Hak, onu keremiyle ve kılınç ile tathir edecek; onlar ona itaat edeceklerdir. Çünkü halk arasında imtiyazları kalmayacak, hattâ ahkâm hususunda ilimleri de azalacak. Mehdî'nin gelişiyle âlimlerin hükümlerindeki ihtilâflar da giderilecek. Ondan hem korkacaklar, hem de birşeyler umacaklar. Kalben ondan nefret edecekler, fakat buna rağmen ister istemez hükmünü kabul edecekler."10
---------------------------------
Rivayetlerde Mehdi'den bahsediliyor mu ?
Peygamber Efendimiz, Mehdînin kendi soyundan olacağını ifade etmiştir. Ancak dâima ehliyete, takvâya önem veren bir peygamber için kendi soyundan gelen bir insanı müjdelemesi, onu üstün tutması, dikkatleri onun üzerine çekmesini nasıl yorumlayacağız?
1 Tirmizî, Fiten: 43.
2 Tirmizî, Fiten: 79.
3 Macdonald, İslâm Ansiklopedisi MEB Yayınları, 7:478.
4 A.g.e., 7:477.
5 İbni Mâce, Kitabü'l-Fiten: 35 (4088.).
** Eskiden Türkiye’ye diyar-ı Rum deniliyordu.
6 Tılsımlar, s. 212 (İs'afü'r-Rağıbîn'den naklen).
7 İbni Mâce, Kitabü'l-Fiten, 34 (H. 4084.); Müstedrek, 4:464; Kurtubî, Tezkire, s. 186.
8 İbni Kesir, Kitabü'n-Nihaye, 1:29, 30; Suyûtî, el-Havî, 1:61, 62.
9 Osman Yüksel Serdengeçti, Mabedsiz Şehir, Serdengeçti Neşriyatı: VI, s. 107.
10 M. Arabî, Fütûhât-ı Mekkiye, 66. Bab.
7
Mehdi'nin Özellikleri Nelerdir?
a. Ehl-i Beyt'ten Olması
Hadis-i Şeriflerden Hz. Mehdî'nin Âl-i Beytten olacağını öğreniyoruz. Bu husus birçok hadis-i şerifte açıkça belirtilmiştir.
Hz. Ali, bir gün Resûl-ü Ekreme (a.s.m.) sorar:
“Ya Resûlallah! Mehdî bizden mi? Bizim dışımızdan mı?” Efendimiz (a.s.m.) buyururlar ki:
“Bilakis bizdendir. Allah bu dini bizimle sona erdirdiği gibi bizimle açacaktır. Şirkten bizimle kurtulacaklar. Allah yine bizim sayemizde kalblerini apaçık bir düşmanlıktan sonra telif edecek.”1
Daha önce bir kısmını zikrettiğimiz hadis-i şerifte de bu konu üzerinde durulmaktadır.
“Dünyanın yıkılmasına bir gün kalsa bile, Cenab-ı Hak o günü uzatır; Ehl-i Beytimden ismi ismime, babasının ismi babamın ismine uygun birini gönderir…”2
Hadise ilk bakışta Hz. Mehdî'nin kendisinin ve babasının isminin Peygamberimizin ismine benzeyeceği anlaşılmaktadır. Ancak bu uygunluk, tıpa tıp benzerlik demek değildir. Yani Hz. Mehdî'nin isminin illâ Muhammed, babasının isminin de illâ Abdullah olması şart değildir. Eğer böyle olsaydı, hadiste “uygundur” mânâsı verilen “yüvatiû” kelimesi yerine, tetabük kökünden gelen “yütabikû” şeklinde bir kelime kullanılabilirdi. O zaman açık açık belirtilmiş olurdu ki, bu imtihan sırrına da ters düşerdi. Çünkü imtihan, istikballe ilgili hadiselerin bir ölçüde perdeli, üstü kapalı anlatılmasını gerektirir. Tâ ki herkes zoraki inanma mecburiyetinde kalıp da imtihan sırrı bozulmasın.
Mâneviyat büyüklerinden Bayezid-i Bistamî, Hz. Mehdî'nin babadan Hasenî, ana cihetinden de Hüseynî olduğunu söyler. 3 Aliyyü'l-Karî'nin tesbiti de aynıdır. Aliyyü'l-Karî, rivayetlerden anlaşılan en kuvvetli ihtimalin, Hz. Mehdî'nin baba tarafından Hasenî, anne tarafından da Hüseynî olduğunu söylemektedir. 4
b. Şemâili
Hz. Ali, bir gün oğlu Hasan'a bakarak,
"Bu oğlum, Resûlullahın adlandırdığı gibi seyyiddir. Bunun neslinden Peygamberinizin adını taşıyan biri çıkacak. Ahlâk bakımından ona benzeyecek, fakat şeklen benzemeyecek."5 demiştir.
Hadislerde, Hz. Mehdî'nin şemâiliyle ilgili ayrıntılı rivayetlere rastlıyoruz. O, açık alınlı, ince burunlu 6 yüzü yıldız gibi parıldayan7 iri gözlü, seyrek ve parlak dişli birisidir. Sağ yanağında yıldız gibi yüzünü aydınlatan bir işaret bulunmaktadır, esmer renkli, orta boylu ve kavis kaşlıdır.8 Gözleri sürmelidir.9 Omuzunda Resûlullahın bir mührü, nişanı vardır. Benî İsrail erkekleri gibi de heybetlidir.10
Hz. Ali, onun delikanlılık dönemine dikkat çekerek güzel bir delikanlı olduğunu anlatır. Güzel bir siîması vardır. Saçları omuzuna kadar dökülmüş, yüzünün nuru başına ve saçlarının siyahına kadar yükselmiştir.11 Onun sakalsız olacağı rivayeti de bulunmaktadır:
“Şüphe yok ki said [bahtiyar] fitnelerden uzak kalandır [Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), bu cümleyi üç defa tekrarlamıştır.] Fakat fitnelere mübtelâ olur ve sabreder. Ona müjdeler, onu o hale düşürenlere de yazıklar olsun."12
Bu hadiste geçen, üç defa tekrar edilen ve yukarıda müjdeler olsun diye mânâlandırılan “fevâhen” kelimesinin değişik mânâları, Aliyyü'l-Karî'nin Mirkatü'l-Mefatih'inde13, Rumuz ve Levamî'de14 izah edilmektedir. Rumuz'un kenarında "fevâhen" kelimesine el-vehyü, yani sakalı tıraş edilmiş mânâsının da verildiği görülmektedir. Tezkire-i Kurtubî'de de aynı mânâya yer verilir.
Hadislerde Hz. Mehdî'nin başına da dikkat çekilmiş, sünnet olan sarığı başından çıkarmayacağı bildirilmiştir.15
Bir rivayet de şöyledir:
"Hz. Mehdî, çıktığında başında bir sarık olacak ve bir münadî, 'Bu, Allah'ın halifesi olan Mehdî'dir. Ona uyunuz" diye seslenecektir."16
Bir rivayetten onun kırk yaşlarında vazifeye başlayacağını da öğreniyoruz.17
c. Fazileti
Hz. Mehdînin mânevî makamı o kadar büyüktür ki dört halife ve Sahabeden sonra ilk sırayı alır. Bu konuda icma bile vardır.18
İmam-ı Rabbanî ise Mektûbât'ında, "Mehdînin makamı sahabenin makamından da önde görünüyor." ifadesini kullanmaktadır.19
Mehdî'de, Sahabede olduğu gibi velâyet-i kübrâ denilen veraset-i nübüvvet sırrı inkişaf etmiştir. Bu sır, berzaha uğramaksızın doğrudan doğruya zâhirden hakikate geçer, akrabiyet-i İlâhiyenin, yani Allah'ın kuluna olan yakınlığının inkişafı şeklinde kendini gösterir. Velâyet-İ kübrâ gâyet kısa olduğu halde gâyet yüksektir. Harikaları az, fakat, meziyetleri çoktur.20
İmam-ı Rabbanî, Hz. Mehdî'nin, bu makam münasebetiyle hiçbir tavassut, engel ve vasıta olmaksızın feyz ve bereketlere mazhar olduğunu söyler.21
Hâkim'in Müstedrek'inde Hz. Ali'den gelen bir rivayette, Hz. Mehdî ve askerlerinin faziletleriyle ilgili olarak şöyle denilir:
“Selef onları geçemediği gibi halef de onlara ulaşamaz.”22
Hz. Mehdî velâyetin en yükseğindedir.23 Zamanında yeryüzünün en hayırlısıdır. 24
Hz. Hüseyin'e Hz. Mehdî'nin ne ile tanınacağı sorulduğunda,
“Sekîne ve vakarı, helal ve haramı bilmesi, insanların kendisine muhtaç olup onun kimseye muhtaç olmamasıyla tanınır.”25 cevabını verir.
Hz. Mehdî, Resûl-ü Ekremin (a.s.m.)
"Benim Ehl-i Beytim, benden sonra katle, belâya ve sürgüne maruz kalacaklardır."26
sırrından payını fazlasıyla alan bir cefakârdır.
Onun içindir ki Hz. Mehdî'nin asıl faziletini Hz. Eyyüb gibi bu tip belâ ve sürgünlere sabrı teşkil eder. Bir rivayette şöyle buyurulmuştur:
“Mehdî'nin efdaliyeti, bütün kederlere ve şiddetli fitnelere gösterdiği azamî sabır cihetiyledir… Deccalın muhasarası üzerinden kalkmayacaktır. Yoksa Mehdî'nin efdaliyeti, sevap ve Allah katındaki mertebesinin yüksekliği sebebiyle değildir.”27
Hz. Mehdî mühim hizmetleri sebebiyledir ki, daha dünyadayken Âl-i Beytten bazıları gibi Cennetle müjdelenmiştir. Enes bin Mâlik der ki:
“Ben Resûlullahtan işittim: ‘Biz Abdülmuttalip çocukları Cennet halkının büyükleriyiz. Ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdî.”28
Muhyiddin Arabî, onun dokuz önemli özelliğini nazara verir: O basiret sahibi, Kitap'ı iyi anlayan, mânâsını bilen, görevlendireceği kimselerin hal ve hareketlerini iyi kestiren, öfkelendiğinde merhamet ve adaletten ayrılmayan; varlıkların sınıflarını, işlerin girift yönlerini bilen, insanların ihtiyaçlarını iyi anlayan, bilhassa zamanının gâib ilimlerine vâkıf olan kimsedir.29
Hz. Mehdî son derece takvâ sahibidir.
"Allah'tan çok korkan birisidir. Kartal cinsinden nesir kuşunun kanatlarıyla titrediği gibi Allah'tan korkar."30
Rivayetlerden Hz. Mehdî'nin hesabını çok seri bir şekilde yapacağını da öğreniyoruz.31 Ve işini sıkı tutacağını da. Öylesine azim ve kararlıdır ki, karşısına dağlar dikilse, onları ezip geçer, o dağlardan kendisine yol bulur.32
Hz. Mehdî'nin talebeleri de fazilet yönünden o kadar ilerdedirler ki, Sahabeden sonra ilk sırayı alırlar.
d. İlmi
Hz. Mehdî ilminin üstünlüğüyle temayüz edecektir. Bir hadis-i şerifte belirtildiğine göre o, mevhibe-i İlâhiye olarak kendisine hikmet, yani ilim bahşedilmiş, tesiri geniş birisidir.33
Mâneviyat büyüklerinden Bayezid-i Bistamî, Cenab-ı Hakkın, ona daha çocukken çokça ilim ve amel ihsan edeceğini belirtir.34
Kitabü'n-Nihaye'de belirtildiğine göre ilim ve vakar Hz. Mehdî'nin ziyneti olacaktır.35
Onun uzun boylu ilim öğrenmeye ihtiyacı yoktur. Çünkü o âhirzamanın en dehşetli döneminde alabildiğine önemli bir hizmetle vazifeli olarak gönderilecektir. Onun için de bu ilmine olağanüstü bir tarzda kavuşacaktır. Bunu,
“Allah, onu bir gecede ıslah eder.”36 ve
"Cenab-ı Hak, Mehdî'yi bir gecede kâmil mânâda hidayete ulaştırır."37
hadis-i şeriflerinden öğreniyoruz.
Bu iki hadis-i şerifi açıklayan âlimler, Allah'ın onun tövbesini kabul edip onu feyiz, fazilet ve hikmetlerle dolduracağını, muvaffakiyet nasip edeceğini belirtmektedirler. Camiü's-Sağîr Haşiyesinde el-Hafnî, bu hadisi açıklarken Cenab-ı Hakkın ona bir gecede halk üzerinde hükümranlık vereceğini ve ilmî faziletlere kavuşturacağını belirtmektedir.38
Abdülkerim İbnü'l-Arabî, Hz. Mehdî'ye kendi sun'u olmadan en yüksek kutbiyet, içtihad yapma özelliği verileceğini, çalışıp kazanarak değil, emin makamında bunu elde edeceğini söyler.39
Muhyiddin Arabî ise Mehdî'nin bu özelliklerini anlatırken şu ifadeleri kullanır: "O, hiç yanılmayacaktır. Çünkü onun, görmediği yerde doğrultan bir meleği vardır." (Fütûhât-ı Mekkiye, 366. Bab). Melek-i ilham olarak değerlendirdiği bu melekle olan münasebetini de şöyle anlatır:
"Hadis-i Mehdî'nin işaret ettiği gibi, melek-i ilhamın kendisine ilkà ettiği esaslarla hükmeder. Melek, Şeriat-ı Muhammediyeyi (a.s.m.) ilham eder; artık Mehdî de hükmünü icra eder. Hadis-i Mehdî'de, 'Eserime tâbi olacak ve onda hataya düşmeyecektir' buyurulmaktadır."40
Mehdî, irşadını vehbî olarak yapar. O, Allah'ın hususî inayetiyle yetişir.41
Kaynaklarda Hz. Mehdî'nin esrar-ı huruf, yani cifir ve ebced ilmini, müsbet ilimleri bileceği de belirtilir.42 İlimler ansiklopedisi yazarlarından birisi olan Taşköprülüzâde Ahmed Efendi de "Mevzûâtü'l-İlim" adlı eserinde Mehdî'nin cifir hesabını bileceğinden de söz etmektedir.43
e. Faaliyet Süresi
Ebû Davud'da yer alan bir hadiste, Hz. Mehdî'nin yedi sene hakim olacağı44 İbni Mâce'de yer alan diğer bir hadiste, kısa yaşasa yedi, yoksa dokuz sene kalacağı45 belirtilir.
Ebû Saidi'l-Hudrî'nin rivayet ettiği Müsned'de yer alan bir hadis de aynı minvalde:
“Mehdî ümmetimdendir. Ömrü uzun veya kısa olsa; yedi, sekiz yahut dokuz sene yaşar.”46
Bazı rivayetlere göre Hz. Mehdî kırk sene hükmedecektir.47 Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri de Marifetnâme'sinde Hz. Mehdî'nin kırk yıl adaletle hükmedeceğini söylemektedir.48
Hz. Mehdî hizmetlerini "ihlas, sebat ve sadakat"i esas alan bir cemaatle, onların şahs-ı mânevîsiyle yapacaktır. Ebû Davud'daki bir rivayette hak üzerine mücadele verecek bu cemaatin en son grubu Mesih-i Deccalle savaşacaktır.49
Bediüzzaman,
“Ümmetimden bir grup Kıyamet kopuncaya kadar hak uğrunda cihad yapmaya devam edecek.”50
hadis-i şerifini açıklarken, hadisin aslını Ebced hesabına vurmuş, Hz. Mehdî'nin şahs-ı mânevîsinin icraat dönemini çıkarmıştır. Buna göre hadisteki “Zâhirîne ale'l-hakk=hak üzerine gâlibâne olarak” ifadesinin Ebcedî değeri 1506'dır. Bu cemaat, Hicrî 1506 tarihine kadar zâhir, âşikâre, daha öte gâlibâne hükmedecektir. Daha sonraki hizmetler ise 1542'ye kadar gizli ve mağlubiyetle yürütülecektir. “Hattâ ye'tiyellâhu biemrihî=Kıyamet kopuncaya kadar”1545 ise kâfirin başında kopacak Kıyamete işaret etmektedir. 51
Ayrıca Bediüzzaman, Şam Ümeyye (Emeviye) Camii'nde 1911 yılında yüzü aşkın ilim adamının bulunduğu bir topluluğa hitaben okuduğu hutbede,
“İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacak ve hakim, hakâik-ı Kur'âniye ve îmaniye olacak.”52
başka bir zaman da “İstikbal, semavât-ı zemin-i Asya/Bâhem teslim olur yed-i beyzâ-yı İslâma” müjdelerini verirken, İslâmın bu hâkimiyet dönemlerine de dikkatleri çekmiş, bu saadet dolu günlere tarih düşürmeyi de ihmal etmemiştir.
Dipnotlar:
1 eş-Şeblencî, Nuru'l-Ebsar, s. 189.
2 Ebû Davud, Mehdî: 4; Tirmizî, Fiten: 43.
3 Nursî, B. Said, Tılsımlar Mecmuası, İstanbul: Tenvir Neşriyat, 1988, s. 205, 206.
4 Hatiboğlu, Haydar, Sünen-i İbni Mâce Tercümesi ve Şerhi (İstanbul: Kahraman Yayınları, 1983), 10:351.
5 Ebû Davud, Mehdî: 1.
6 Ebû Davud, Mehdî: 1.
7 İs'âfü'r-Râğıbîn, s. 46; el-Havî, 2:66, 67. Kitabü'l-Bürhan, s. 22.
8 Nuaym bin Hammad, Kitabü'l-Fiten, Varak: 52a.
9 İs'âfü'r-Râğıbîn, s. 146; Nuru'l-Ebsâr, s. 187.
10 el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 41; Kitabü'l-Bürhan, s. 23, 30.
11 Ikdü'd-Dürer, Varak: 11a.
12 Ebû Davud, Fitne: 2.
13 Aliyyü'l-Karî, Mirkatü'l-Mefatih, 5:151
14 Levami', 1:652
15 el-Burhan, Varak: 81a; el-Havî, 2:61, 62; İs'âfü'r-Rağıbîn, s. 148, 149.
16 el-Kavlü'-Muhtasar, s. 25.
17 A.g.e., s. 43.
18 Levami’, II:85; el-Heytemî, el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 71; Nursî, Mektûbât, s. 271.
19 İmam-ı Rabbanî, Mektûbât, I:45;
20 Nursi, Mektûbât, s. 54.
21 İmam-ı Rabbanî, Mektûbât, 2:763, 764.
22 Müstedrek, Mukaddime: 52. Fasıl, s. 319.
23 İmam-ı Rabbanî, Mektûbât, s. 357 (251. mektuptan).
24 el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 27.
25 Ikdü'd-Dürer, Varak: 12b.
26 Kenzü'l-Ummal, 14:267.
27 İs'afü'r-Rağıbîn'den naklen Tılsımlar, s. 212.
28 İbni Mâce, Kitabü'l-Fiten: 34 (H. 4087.)
29 Şârânî, Kıyamet Alâmetleri, s. 189.
30 Kitabü'l-Bürhan, s. 53.
31 el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 12.
32 A.g.e., s. 39.
33 Ramûzü'l-Ehadis, s. 518.
34 Tılsımlar Mecmuası, s. 205, 206.
35 İbni Kesir, Kitabü'n-Nihaye, 1:29-30.
36 İbni Mâce, Kitabü'l-Fiten: 34 (H. 4085).
37 Müsned, 1:84.
38 Sünen-i İbni Mâce Tercümesi ve Şerhi, 10:351.
39 Nursî, Tılsımlar Mecmuası, s. 207.
40 A.g.e., s. 211.
41 Haccac, Abdullah, Alâmâtü'l-Kıyameti'l-Kübrâ, Kahire: 1986, s. 73.
42 Tılsımlar, s. 206.
43 Taşköprülüzâde Ahmed Efendi, Mevzûâtü'l-Ulûm, II:246.
44 Ebû Davud, Kitabü'l-Mehdî, 4:170; Müsned, 3:117.
45 İbni Mâce, Kitabü'l-Fiten: 33, 34 (H. 4083.)
46 Müsned, 3:36.
47 Kitabü'l-Bürhan, s. 83; el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 50.
48 Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetnâme, 1:27.
49 Ebû Davud, Cihad: 1.
50 Buharî, İ'tisam: 10; Müslim, Îman: 247; İbni Mâce, Mukaddime: 1; Tirmizî, Fiten: 51.
51 Nursî, Kastamonu Lahikası, s. 23.
52 Nursî, Hutbe-i Şamiye (İstanbul: Yeni Asya Neşriyat, 1993), s. 28.
8
Mehdi ve mesih kavramları aynı şeyler midir; mesih ve mehdi ne demektir? Hz. İsa mesih ya da mehdi midir?
Mesih Hz. İsa (as) için denmektedir. Mehdi ise ahir zamanda gelecek ve deccalın fitnesini önleyecek, Peygamber Efendimizin soyundan gelecek olan zattır.
Mehdi kimdir? Kavram olarak "Mehdi" ne demektir?
Birgün Avf bin Malik'e Allah Resûlü,
“Çok karanlıklı ve şiddetli bir kısım fitneler gelir. Derken fitneler birbirlerini takip eder. O kadar ki bu Ehl-i Beytimden Mehdî denilen bir zât çıkıncıya kadar devam eder. Sen ona ulaştığında tabi ol ki hidayette olanlardan olasın.” 1 buyurmuşlardı.
Ebû Saidü'l-Hudrî rivayet ediyor:
“Resûlullahtan sonra önemli bir olayın meydana gelmesinden korktuk ve Bunu Resûlullaha sorduk. O da Hz. Mehdî'yi müjdeledi.” 2
Şüphesiz bu dönemler mânevî kurtarıcıların dört gözle beklendiği dönemlerdir. Böyle bir anda âhir zamanın beklenen şahsı Hz. Mehdî geleceğine göre ona bîat etmenin, katılmanın önemi tartışılmaz. Resûl-ü Ekrem de (a.s.m.) ümmetini buna teşvik ederek,
“Sizden kim o güne yetişirse karlar üzerinde emekleyerek de olsa ona katılsın.” 3 buyurmuşlardır.
Başka bir hadislerinde de Allah Resûlü, Huzeyfetü'l-Yemanî'nin bir sorusu üzerine hayırdan sonra şer, şerden sonra sulh olacağını bildirmiş, “Bu sulhtan sonra ne olacak?” diye sorduğunda da şöyle buyurmuşlardı:
“Dalâlete dâvet edilecek. İşte sen o gün bir halife gördüğünde ağacın kökünü ısırarak da olsa ölünceye kadar ona koş.” 4 buyurmuşlardı.
Hadis-i şeriflerde kar üzerinde emekleyerek, ağaç kökünü ısırarak da olsa ona tâbi olmamız öğütlenen halife açıkça görüldüğü gibi Hz. Mehdî'dir.
Bu konu Asr-ı Saadette de o kadar önemli bir yer tutmuş olacak ki Ümmü Seleme validemiz, Resûllullah'a “Mehdî gelecek mi?” diye sorma ihtiyacını hissetmiş, Allah Resûlü de “Evet, gelmesi haktır.” 5 cevabını vermişlerdi. Hatta başka bir hadis-i şeriflerinde dünyanın yıkılmasına birgün kalsa bile, Cenab-ı Hak o günü uzatıp Hz. Mehdî'yi göndereceğini 6 belirtmektedir ki, bu onun geleceğinin zorunluluğunu ortaya koyar.
Hz. Ali (ra)’den bize ulaşan bir başka hadise göre, bir gün o, oğlu Hz. Hasan (ra)’a bakmış ve:
“Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem’in isimlendirdiği gibi, mutlaka benim bu oğlum Seyyiddir (Beyefendi, Halim Selim, zarif ve centilmendir.) Yakında onun soyundan, Nebinizin (s.a.v.) adıyla adlandırılan bir adam çıkacak, ahlakında ona (Hz. Peygambere) benzeyecek, ama yaratılışında (beden ve cisim özelliklerinde) ona benzemeyecektir.” buyurmuştur. 7
Büyük Alim Taftazani’nin (Mesud b. Ömer) Şehru’l- Makasıd adlı meşhur eserinde; Mehdi ile ilgili konunun başında şöyle der:
“Dünyayı adalet ve iyilikle dolduracak bir imamın (liderin, büyüğün, mehdinin) çıkması konusunda ahadis-i sahiha (sahih Hadisler) varid olmuşlar.” 8
Kimdir bu Hz. Mehdî? Resûl-ü Ekrem niçin özellikle ona uymayı tavsiye etmektedir? Eğer onun döneminde yaşayacak olursak onu nasıl tanıyacağız? O karışıklık, bozukluk, herc ü merc, fısk u fesad döneminin adamı olduğuna göre mücadelesini kimlere karşı ve nasıl yapacaktır? Özellikleri nelerdir? Bunlar ve bunlara benzer soruların cevabı bilinmedikçe Hz. Mehdî'nin fonksiyonu, icraatının ehemmiyeti elbette tam anlaşılamaz.
Mehdî kimdir?
Sözlüklerde hidayette, doğru yolda olan, başkalarının hidayet ve doğru yolda gitmelerine vesile olan mânâsına gelen Mehdî, İslâmî bir terim olarak âhir zamanda geleceği müjdelenen, kendisine Allah tarafından özellikle doğru yol gösterilen, hakka yöneltilen, dinî noktalarda hata ve yanlışlıklardan korunan, insanları, bilhassa Müslümanları irşad eden, doğru yola sevk eden, zulüm ve haksızlıkların kol gezdiği bir dünyada adaleti tesis eden, âhir zamanda geleceği müjdelenen Âl-i Beytten büyük bir zâttır. Mehdî yazdığı eserlerle, inançsızlık içerisinde bulunanları, îmanı şüphe ve tereddütte olanları kurtaracak, mü'minlerin îmanlarını takviye edecek büyük bir âlimdir.
Lisanü'l-Arap'ta Mehdînin, doğru yola erişmiş, hidayeti bulmuş olan; kendisine Allah tarafından doğru yol gösterilen kimse diye tarifi yapılmaktadır.9
Bu mânâda doğru yolda giden her Müslüman bir mehdîdir. Hz. Ali (ra)'ye hem doğru yolu gösterici anlamında hâdî, hem de mehdî denildiğini biliyoruz.10
Dört halife ve onların yolunda gidenler de mehdiyyûn, yani mehdîler olarak anılmışlardır. Nitekim Resûl-ü Ekrem (a.s.m.),
“Sizi sünnetime sımsıkı sarılmaya, raşid ve mehdî halifelerimin yolunda gitmeye teşvik ederim.” 11
buyurarak, onların yolunda gitmeyi tavsiye etmişlerdir.
Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Muhammed (asm), Dört Halife, Hz. Hüseyin (ra), Süleyman bin Abdülmelik ve bazı Abbasî halifelerine Mehdî denildiğini de biliyoruz.12
Emevî halifesi Ömer bin Abdülaziz'e Mehdî denilmiş, hatta Mehdîyle ilgili bazı hadisleri ona hamledenler de olmuştur.13 Büyük Mehdînin birçok evsafına sahip on dört Mehdî-i Abbasînin ise, onun siyaset âlemindeki vazifesini yaptığını görüyoruz.15.
Demek ki mehdî kelimesi geniş periyodlu bir kelimedir. Ancak bu kelime başına “el” takısı geldiğinde özel ve belli bir kimseye isim olmuş olur ve hadis-i şeriflerde âhir zamanda geleceği müjdelenen meşhur ve mânevî büyük kurtarıcı için kullanıldığı görülür.
Kaynaklar:
1. Süyûtî, el-Havî, 2:67-68; el-Burhan, v. 87a.
2. Tirmizî, Kitabü'l-Fiten, 34; İbni Mâce, Kitabü'l-Fiten: 36, Hurûcü Mehdî: 34.
3. İbni Mâce, Kitabü'l-Fiten: 36 (H. 4082, 4084); Müstedrek, 4:465.; İbni Kesir, Kitabü'n-Nihaye, 1:28-29.
4. Ebû Avane, Müsned, 4:476.
5. Ikdü'd-Dürer, Varak: 7b.
6. Ebû Davud, Mehdî: 1 (H. 4282); Tirmizî, Fiten: 52 (H. 2231-2232).
7. Tac V, 363
8. TAFTAZANİ, Mesud b. Ömer, Şerhu’l-Makasıd, I-V, Tahkik, ta’lik Abdurrahman Amire, Alemu’l- Kütüb, Beyrut, 1989, V, 312; krş, et-Tac, V, 343, (Kitabu’l- Fiten, bab, 7)
9. İbni Manzur, Lisanü'l-Arap, (İbni Manzur, h-d-y md), 15:354.
10. İbnü'l-Esir, Ebû’s-Saadât el-Mübarek bin Muhammed el-Cezerî, Üsdü'l-Gâbe fî Ma’rifeti’s-Sahabe, I-VIII (Kahire: ts), 4:31.
11. Tirmizî, İlim: 16; İbni Mâce, Mukaddime: 6; Ebû Davud, Sünnet: 5.
12. İbnü'l-Esir, A.g.e., 4:31.
13. Nuaym bin Hammad, Kitabü'l-Fiten, İstanbul: Âtıf Efendi Kütüphanesi (el yazma) no. 602, v. 53a.
14. Nursî, Mektûbât, s. 96.
15. Nursî, Şuâlar, s. 509.
9
Deccal ne zaman çıkacak?
Bu soruya daha net bir cevap verebilmek için Deccalın çıkacağı atmosferi bilmekte fayda vardır. Bu bilinirse onun ne zaman çıkacağını anlamak kolaylaşır.
Bilindiği gibi, çöplükler, bataklıklar haşerâtın menbaıdırlar. Deccal da çıkmak için kendine manevî bir bataklık bulacaktkır.
Mikropların zayıf bünyede at oynattığı gibi Deccal da zayıf bir mânevî atmosferi kollar, ortaya çıkar ve faaliyetini sürdürür.
Bir hadis-i şerifte bu gerçeğe şöyle dikkat çekilir:
“Deccal dinin güçsüzleştiği, ilmin yetersiz hale geldiği bir anda ortaya çıkar."(1)
Evet, Deccal dinî duyguların zayıfladığı, sulhün sükûnun kalktığı, insanların ihtilâfa düştüğü, kin ve düşmanlık duygularının kol gezdiği bir anda zuhur edecektir.(2)
O günler, îman ve küfrün açıkça kamplaştığı, kesin hatlarla birbirlerinden ayrıldıkları günlerdir.(3)
O günler, akılların çelindiği günlerdir. İnsanlar birbirlerini öldürürler. Öyle ki kişi komşusunu, amcaoğlunu, yakınını öldürür de(4) öldüren de, öldürülen de niçin olup bittiğini bilmezler.(5)
Başka bir hadiste ise bu ortam şöyle anlatılır:
"Kitap ve Sünnet ne tarafa dönerse siz de o tarafa dönünüz. Haberiniz olsun kitap ile hükümet birbirlerinden ayrılacaktır. İşte o zamanda sizler sakın Kitabın emrinden ayrılmayınız."
"Haberiniz olsun, şu muhakkak ki başlarınıza bir takım âmirler ve devlet başkanları gelecek de, onlar (siz yardıma muhtaç iken, devlet hazinesinden ) sizlere vermezlerken, (hakları yokken) kendilerine verilmesini hükme bağlayacaklar. Eğer sizler onlara karşı gelirseniz sizi öldürürler, kendilerine itaat edip uyarsanız sizi (Şeriat yolundan) saptırırlar."(6)
Deccal ve Süfyan âhirzamanın insanlarıdır. Dönemlerinde herşey alt üst olur, bozulur; hele insanlar görülmedik derecede bozulurlar. Bir rivayette bildirildiğine göre, o devirde bir kısım kimseler dinle dünyayı talep ederler. İnsanlara karşı yumuşak, dindar görünmek için koyun postuna bürünürler. Dilleri şekerden tatlıdır, fakat kalbleri canavarların kalblerine benzer. Allah onlara içlerinden öyle bir fitne gönderir ki, değil sadece kötülük işleyenler iyiler bile şaşkına dönerler. Ne onu uzaklaştırabilirler ve ne de paçalarını ondan kurtarabilirler.(7) İşte Deccal ve Süfyan böyle anları kollarlar.
Bir rivayette Deccalın büyük bir savaştan sonra çıkacağı bildirilir.(8)
Her asır büyük savaşlar görmüştür ve kendilerine göre deccalları da bulmuştur. Meselâ zamanlarının büyük savaşlarının baş aktörleri olan Cengiz ve Hülagu birer deccal idiler.
Ama yaşlı dünyamız, daha nice büyük savaşlara sahne olacak, ağrımayan başını ağrıtacak, saçlarını ağartacak, ölüm fermanını çabuklaştırmak için âhirzamanın dehşetli şahıslarına meydan açacaktı.
Birinci ve ikinci Cihan Savaşları, çağların en büyük savaşları arasında yerlerini almıştır. Acaba böyle bir anda Deccal ve Süfyan çıkamazlar mıydı?
Bediüzzaman, İkinci Cihan Savaşına katılan devletleri ele alırken, Büyük Deccalın çıktığının sinyallerini verir. Bu savaşta, "Allah’a dayanıp dinsizliği kaldıracağım. İslâmiyeti ve İslâmları himaye edeceğim” diyen Almanya, Büyük Deccalın şahs-ı mânevîsini temsil eden dinsizliği yaymaya çalışan Rusya, Çin ve müttefiklerine karşı kahramanca mücadele vermiş, Büyük Deccalın çıkışının değişik mânâlarından bir mânâsının mu’cizâne haberini fiilen göstermiştir." (9)
“Din afyondur” sloganıyla ortaya çıkıp bütün dinlere savaş açan, 1917’de Rusya’da çöreklenen, sonra da etrafına dal budak salan komünizmin çıkış zamanı da başka bin büyük savaş olan Birinci Cihan Savaşı yıllarına denk gelmektedir. Bu da yine Resûlullahın gaybî bir ihbarının, mu’cizâne bir tarzda gerçekleşmesinden başka birşey değildir.
İslâm Deccalı Süfyanın çıkış yılları da Büyük Deccalın çıkışıyla hemen hemen aynı yıllardadır.
Hz. Ali’nin (r.a.) istikbalden haber veren meşhur Kaside-i Ercûze'sinde Süfyanın çıkacağı zamanı bildirdiğini görüyoruz. Şeyh Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî Hazretleri, Mecmuatü'l-Ahzab isimli matbû eserinin 582-597 sayfaları arasında yer alan bu kasidenin Süfyan'dan bahseden bölümüne tarih bile düşmüştür.
Bediüzzaman Hazretleri, Kaside-i Ercûze hakkında bilgi verirken, bu husustan da bahseder:
"1350 sene evvel Hazreti Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın bir şâkirdi ve esrar-ı Kur'âniyenin dersini bizzât Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmdan alan Hz. Ali (r.a.) meşhur ve matbû kasidesinde demiş ki:
... İşte bu kasidede Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmdan aldığı derse binâen diyor ki:
Huruf-u Arabiye Acemî, yani Frengî hurufuna tebdil edildiği zaman Deccalı intizar ediniz [bekleyiniz]."(10)
Bu ifadelere göre İslâm Deccalı Süfyanın çıkmış olması gerekiyor.
Önceden siyaseti İslâma âlet edip o yolla da önemli hizmetler veren Bediüzzaman’ın, gün gelip siyaseti terk ettiğini ve mesâîsini bütün bütün îman hizmetine tahsis ettiğini görüyoruz. Sebebini ise şöyle açıklar:
"Beşinci Şuâ'nın aslının verdiği haberin bir kısmını, orada bir adamda gördüm. Mecbûriyetle o çok ehemmiyetli vazifeleri bıraktım. Ve bu adamla başa çıkılmaz, mukabele edilmez diye, dünyayı ve siyaseti ve hayat-ı içtimâiyeyi terk edip yalnız îmanı kurtarmak yolunda vaktimi sarf ettim."(11)
Bu durum talebelerinin kaleme aldığı ve kendi tashihinden geçen Tarihçe-i Hayat isimli eserinde ise şöyle anlatılır:
"Bediüzzaman, rivayetlerde gelen eşhas-ı âhirzamana [hadislerde âhirzamanda çıkacağı belirtilen şahıslara> ait haberlerin mühim bir kısmını ve Hürriyetten evvel İstanbul'da tevilini söylediği hadislerin ihbar ettiği âhirzamanın dehşetli şahıslarının âlem-i İslâm ve insaniyette zuhur ettiğini görür. Ve yine gelen rivayetlerden, onlara karşı çıkacak ve mukabele edecek olan Hızb-i Kur'ân hakkında, 'O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset cânibiyle onlara galebe edilmez; ancak mânevî kılınç hükmünde i'caz-ı Kur'ân'ın nurlarıyla mukabele edilebilir' tavsiyesine uyarak Van'a gider." (12)
Bu ifadeler, bir yandan açıkça Süfyanın çıktığını bildirirken, öte yandan da ona karşı siyasetle değil, maddî güçle de değil, ancak mânevî kılınç hükmündeki îman ve Kur’ân hakikatleriyle durulabileceğini göstermektedir.
Büyük Deccal, İkinci Dünya Savaşıyla dünyayı kasıp kavururken, İslâm Deccalı da âlem-i İslâmda sinsî plânlarını uygulayacaktır. Tefekkürnâme-Mârifetnâme isimli eserinde Bediüzzaman, "Allah, bu ümmetin üzerinde Deccalın kılıncıyla büyük harb kılıncını bir arada tutmayacaktır" hadis-i şerifi altına düştüğü bir notla bu noktaya işaret eder:
"Melhame-i Kübrâ [Büyük Savaş] olan İkinci Harb-i Umûmî âlem-i İslâmı hırpalamadığı işaretiyle İslâmlar içinde bir Deccal, âlem-i İslâmı başka bir tarzda hırpalayacak."(13)
Kalacağı süre
Deccalın yeryüzünde kalacağını süreyle ilgili olarak değişik rivayetler vardır. Kırk sabah,(14) kırk gece,(15) kırk yıl(16) gibi.
Deccalın uzun veya kısa süre kalması o kadar önemli midir? Aslında bundan daha önemli olan onun, ister uzun, ister kısa süre kalsın, yaptığı tahribattır. Çünkü o çok kısa zamanda çok büyük tahribât yapacaktır. Yıkmanın kolay, yapmanın zor olduğu düşünülürse, tamirâtının yıllar alacağı da kendiliğinden ortaya çıkar.
Deccalın dört gününün bulunduğu; birinci gününün bir sene, ikinci gününün bir ay, üçüncü gününün bir hafta, dördüncü gününün de normal günler gibi olduğu şeklindeki rivayet,(17) aynı zamanda Deccalın icraatının dehşetini de haber vermektedir.
Şuâlar'da belirtildiğine göre hem büyük Deccalın, hem İslâm Deccalının üç istibdat dönemi mânâsında, üç günleri bulunmaktadır: Birinci gün ve devresinde üç yüz senede, ikinci devresinde otuz senede, üçüncü gün ve devresinde bir senede yaptığı değişiklikler on senede yapılmaz. Dördüncü günü ve devresi âdîleşir, birşey yapmaz, yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır.(18)
Deccalın dönemi uzun gelir insanlara. Çabuk bitmez. Çünkü yokluklar, sıkıntılar, çileler dönemidir. Evet, sıkıntılı günler çabuk geçmez.
Dipnotlar:
(1) Müsned, 3:367.
(2) Abdülkadir Badıllı, Risale-i Nur'un Kutsî Kaynakları (İstanbul: Envar Neşriyat, 1992), s. 561.
(3) Ebû Davud, Fiten: 1.
(4) İbni Mâce, Fiten: H. 3959.
(5) Müslim, Fiten: 55.
(6) Şârânî, Ölüm, Kıyamet ve Âhiret ve Âhirzaman Alâmetleri (İstanbul: Bedir Yayınları), s. 350.
(7) Tirmizî, Zühd: 60.
(8) Tirmizî, Fiten: 58; İbni Mâce, Fiten: 35; Ebû Davud, Melahim: 7, 9.
(9) Nursî, Kastamonu Lâhikası (Germany: 1994), s. 53-54.
(10) Rumuzât-ı Semâniye, 4. Remiz.
(11) Şuâlar, s. 314.
(12) Nursî, Tarihçe-i Hayat (Germany: 1994), s. 131-132.
(13) Nursî, Bedüzzaman Said, Tefekkürnâme-Mârifetnâme, çev. Dr. Abdülaziz Hatip (İstanbul: Gençlik Yayınları, 1993), s. 248.
(14) Müsned, 5:364, 434-435.
(15) Müsned, 3:367
(16) İbni Mâce, Fiten: 33.
(17) Müslim, Fiten: 110; Ebu Davud, Melahim: 14; Tirmizî, Fiten: 59; Müsned, 6:455-456.
(18) Nursî, Şuâlar, s. 506.
10
Deccal nereden çıkacak?
Deccal söz konusu olunca, nereden ve ne zaman çıkacağı hususları da ister istemez akla gelir. Peygamberimizin, bunlara da cevap verdiğini görüyoruz.
Büyük Deccal kuzeyden çıkacaktır. Bunu "Deccalın birinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, diğer günleri de normal günler gibidir"(1) hadis-i şerifinden öğreniyoruz.
Çünkü, Kuzey kutup bölgesinde bütün sene, bir gece bir gündüzdür. Yazın, trenle birgün güneye doğru gelinse bir ay güneşin batmadığı görülür. Sonra otomobille birgün daha gelinse bir hafta boyunca güneş batmaz. İşte bu durum büyük Deccalın kuzeyden çıkıp güneye doğru tecavüz edeceğini mu’cizâne haber verir.(2)
Resûl-i Ekrem (a.s.m.), Süfyanın da ümmeti içerisinden çıkacağını44 bildirirken, çıkış yerinin Doğu olacağına da dikkat çekmiştir. Buna Resûlullah, öylesine önem vermiştir ki üç defa tekrarlama ihtiyacı hissetmiştir.
Bir rivayette Horasan denilen Doğu tarafında bir yerden çıkacağı bildirilmektedir.(3) Başka bir rivayette daha detaya inilerek, "Isbahan (Isfahan) Yahudiyesinden çıkacağı" bildirilmektedir.(4) Isfahan bölgesinde yer alan Şehristan ve Yahudiya’nın, Yahudîlerin en çok bulundukları iki şehir olduğunu biliyoruz.
Şuâlar'da bu tip rivayetlere şöyle bir açıklık getirilir:
"Şarkın en cesur ve kuvvetli ve kesretli kavmi ve İslâmiyetin en kahraman ordusu olan Türk milleti, o rivayet zamanında Horasan taraflarında bulunup daha Anadolu'yu vatan yapmadığından, o zamandaki meskenini zikretmekle, Süfyanî Deccal onların içinde zuhur edeceğine işaret eder."(5)
Bununla birlikte Deccal'ın Şam'dan çıkacağı(6) şeklindeki rivayetler de bulunmaktadır. Allah Resûlü, "
Sizleri benden sonra çıkacak yedi fitneden sakındırırım" buyururken, "
Şam'ın merkezinde zuhur edecek Süfyanî fitneyi de bunlar arasında saymıştır.(7)
Hâkim'in Müstedrek'inde yer alan bir rivayette Süfyanî Deccalden bahsedilirken, Dımaşk'ın [Şam> ortasından çıkacak bu adamın zâlim birisi olduğu, kendisine tâbi olanların çoğunu Kelb Oğullarının teşkil edeceği, ayak basmadık yer bırakmayacağı, sonunda Âl-i Beytten çıkan bir adam tarafından askerleriyle birlikte öldürüleceği bildirilir.(8)
Bu rivayetler, öncekilerle çelişki teşkil etmez. Aksine birbirini destekler, tamamlarlar. Çünkü Doğu, Horasan bölgesi, Resûlullah bu sözlerini söylediği anda Deccalın içerisinden çıkacağı kavmin bulunduğu yerdi. Şam ve civarı da o kavmin sonradan hâkim olduğu hilafet merkezlerden biriydi. Şam değil de, daha başka bir merkez de olabilir. Bu farklılığın sebebi râvîlerin meseleye kendi yorumlarını da katmış olmalarıdır. Çünkü, "
Merkez-i hilafet eski zamanda Şam'da, Irak'ta ve Medine'de bulunduğundan ravîler, kendi içtihadlarıyla daimî öyle kalacak gibi mânâ verip, merkez-i hükümet-i İslâmiye yakınlarında tasvir etmişler, Halep ve Şam demişler, hadisin mücmel haberlerini kendi içtihadlarıyla tafsil etmişlerdir."(9)
Bununla birlikte bu rivayetlerde, İslâm deccalı Süfyanın, uzun yıllar İslâma başkentlik yapan Şam'da inançsızlığa dayalı sisteminin projelerini hazırlayabileceğine de bir işaret vardır. Çünkü Hz. Mehdî de yangını suyla söndürürcesine, “
Şam’ın minberine çıkıp”(10) meşhur hutbesini okuyarak onun sinsî plânlarını akamete uğratmaya çalışacaktır.
Deccal'ın Mekke ve Medine'ye girememesiMüthiş, korkunç bir âfet olan Deccalın şerri, bulaşıcı hastalık gibi her yere yayılır, sadece Mekke ve Medine'ye giremez. Allah Resûlü onun ayak basmadık yer bırakmayacağını, ancak Mekke ve Medine’ye giremeyeceğini bildirmişlerdir. (11)
Deccalın hükmü heryere ulaştığı halde(12) Medine'ye girmesi haram kılınmış,(13) korkusunun bile orada hissedilmeyeceği beyan buyurulmuştur.(14)
Resûl-i Ekremin (a.s.m.) vefatından sonra bile şerefli yurdunun böyle bir felâketten korunmuş olması, oldukça önemlidir. Cenab-ı Hak, onun hürmetine harb, v.s. gibi çeşitli sebeplerle bu mübarek beldeleri Deccalın tasallutundan kurtarır, onun sistem ve rejiminin girmesine engel olur.
-------------------------------
(1) Müslim, Fiten: 110; Ebu Davud, Melahim: 14; Tirmizî, Fiten: 59; Müsned, 6:455-456.
(2) Nursî, A.g.e., s. 506.
(3) Müslim, Fiten: 17; İbni Mâce, Fiten: 33.
(4) Müslim, Hac: 486; Fiten: 119-121; Ebû Davud, Melahim: 15; Tirmizî, Fiten: 57, 66; İbni Mâce, Fiten: 33; Müsned, 6:412-413.
(5) Tirmizî, Fiten: 57; İbni Mâce, Fiten: 33; Kenzü'l-Ummal, 11:261, 301.
(6) Müsned, 3:224.
(7) Nursî, A.g.e., s. 515.
(8) Müslim, Fiten: 34; Muhammed Aliyyü’s-Sabban, İs'âfü'r-Râğıbîn (Mısır: 1367/1948 [Nuru’l-Ebsar’la birlikte>) s. 150, 151; Ali bin Hüsamüddin. el-Bürhan fî Alâmeti Mehdî Âhiri’z-Zaman. Konya Yusuf Ağa Kitaplığı, no: 312.), v. 89a.
(9) Gümüşhanevî, Ahmed Ziyaeüddin, Râmûzü'l-Ehadis, çev. Abdülaziz Bekkine (İstanbul, ts.), 1:18.
(10) Hâkim, Müstedrek, 4:520.
(11) Müslim, Fiten: 91.
(12) Müsned, 5:16.
(13) Buharî, Fezâilü'l-Medine: 9.
(14) Buharî, Fiten: 26; Tevhid: 17; Tirmizî, Fiten: 61.
11
Hz. Mehdî Neler Yapacak?
Bir hadis-i şeriflerinden Allah Resûlü,
“Başında benim bulunduğum, sonunda İsa bin Meryem'in, ortasında (sondan önce) Mehdî'nin bulunacağı bir ümmet helâk olmaz.”1 buyururlar.
Çünkü tarih şahittir ki, başında kendisinin bulunduğu ümmet helâk olmamıştır. Sonda Hz. İsa’nın ve sondan önce pâk neslinden Hz. Mehdî'nin bulunduğu ümmet de helâk olmayacaktır.
Hz. Mehdî'nin hizmetleri öylesine önemli ve büyüktür ki, rivayetlerden onun hilafetinden sadece insanların değil, bütün yer ve gök ehlinin memnun olacağı belirtilir.2 Çıkışı sadece ehl-i îman için değil, yer ve gök ehli için dahi sevinç kaynağı olur. Öyle ki kuşlar, vahşî hayvanlar, denizdeki balıklar dahi sevinirler.3 Hattâ Mehdî'nin bu güzel hizmetleri sebebiyledir ki, ölüler bile dirilip onun zamanında yaşamayı temennî ederler.4 Kısaca Allah, kalbleri onun muhabbetiyle doldurur.5
Büyüklerden Tavus-u Yemenî onun zamanında yaşamayı çok arzulamıştır.
Bu önemli hakikati ifade ettikten sonra İslâmı, sadece âhiret diniymiş gibi görme veya göstermenin İslâmı tanımamak mânâsına geldiğini, peygamberlerin sadece âhiret işlerinde değil, dünya işlerinde de rehber oldukları gibi Hz. Mehdînin de maddî ve mânevî her konuda yol göstereceğini, ıslahatını her sahada yapacağını hemen belirtelim.
Evet, Hz. Mehdî vazifesini sadece din sahasında değil, saltanat, hilafet, sosyal hayat, cihad gibi hayatı kuşatan her sahada icra edecektir.
Biz şimdi rivayetlere dayanarak Hz. Mehdî'nin bu hizmetlerinin en dikkat çekici olanları üzerinde duralım:
a. Dini İkâme
Hz. Mehdî bir müceddittir. Cenab-ı Hak onunla dini tekrar iâde edecektir.6 O, âhir zamanda, Asr-ı Saadette olduğu gibi İslâmı yeni baştan hâkim kılacak, yüceliğini, üstünlüğünü bütün dünyaya îlan edecektir. Nuru'l-Ebsar müellifi Said bin Cübeyr,
“Müşrikler hoşlanmasalar da Allah, bu dini bütün dinlere üstün kılacaktır.”7
âyetinin tefsirinde dini üstün kılacak kişinin Hz. Fatıma'nın çocuklarından Hz. Mehdî olduğunu belirtir. Bunun, “O İsa'dır (a.s.)” diyenlerin sözleriyle de çelişki teşkil etmediğini, zira Hz. İsa'nın Hz. Mehdî'ye zemin hazırlayacağını söyler.8
el-Kavlü'l-Muhtasar'da, Resûlullah (a.s.m.) en başta İslâmı nasıl ayakta tuttuysa, Hz. Mehdî de en sonunda İslâmı aynı şekilde ayakta tutacaktır.9 kaydı vardır.
Saadet-i Ebediyede Ashab-ı Kehf'in mağaradan çıkıp Hz. Mehdî'ye asker olacakları tarzında bir rivayete yer verilir.10 Ashab-ı Kehf'in dirilip asker olmasının ne mânâya geldiğini kesin olarak bilemiyoruz. Yalnız şunu söyleyebiliriz ki, Hz. Mehdî'nin îmanî mesajlarıyla Ashab-ı Kehf'in dirilişi gibi ölü ruhlar dirilecek, yeniden hayata dönecektir. Bu bize Hz. Mehdî'nin mesajının temelini de insanı mânen diriltecek îmanî hakikatler teşkil ettiğini göstermektedir.
Muhyiddin-i Arabî, Mehdî'nin dini ikàme edeceğini, önemsenmez hale geldikten sonra ona tekrar kıymet kazandıracağını, ihya edeceğini söyler ve "Dini Resûlullahın zamanında olduğu gibi aynen tatbik edecek" der.11
İmam-ı Rabbanî de sönen İslâm güneşinin Hz. Mehdî'yle yeniden parlayacağını ifade eder.12
Ümmü Seleme'nin rivayetine göre, Hz. Mehdî, İslâmı yeryüzünün değişik bölgelerinde hâkim kılacaktır.13
Onun diktiği kuru bir dalın, hatta ağacın yeşerip yapraklandığı belirtilir ki,14 bundan, onun kerametlere sahip bir kişi olduğu kadar, îmansızlıkla ölü hale gelen kalbleri, ağacın yeşerdiği gibi, irşadları ve eserleriyle canlandıklarını, yeniden hayata döndüklerini de çıkarabiliriz.
b. Sünnet-i Seniyyeyi İhya
Hz. Mehdî müceddit olduğu içindir ki, aynı zamanda dönemine İslâmın damgasını vuracaktır. İslâma yöneltilen hücumları bertaraf edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihya edecektir. Aişe Validemizin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte bu husus açık açık anlatılır:
“Benim vahiy üzere mücadele verdiğim gibi Mehdî de sünnetim üzere mücadele verir.”15 buyurulur.
Rivayetlere göre Hz. Mehdî ihya etmedik sünnet, kaldırmadık bid'at bırakmayacak, âhir zamanda tıpkı Resûlullah gibi dinin vecibelerini îfa edecektir.16
İmam-ı Rabbanî de Mektûbât'ında Hz. Mehdî'nin bu önemli hizmeti üzerinde durur. Onun aslî vazifelerinden birisinin Sünnet-i Seniyyeyi ihya ve bid'atları kaldırmak olduğunu söyler.17 Sünnet-i Seniyyenin önemini anlatırken de şu satırlara yer verir:
“Sünnet ve bid'attan herbiri, diğerinin yokluğunu gerektirir. Birini ihya etmek, diğerini öldürmek sayılır. Bu mânâya göre Sünnet-i ihya etmek, bid'atı öldürmek demektir. Aksi dahi böyledir.”
Hatta onun dini yayma ve sünneti ihya etme görevini yürütürken halkı bid'alarla amel etmeye alıştıran modern bir bilginden dahi söz eder.18
Hz. Mehdî geldiğinde alabora olmuş bir atmosferle karşılaşır. Tepeden tırnağa İslâma yöneltilmiş bir tahribat söz konusudur. İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan İslâm kalesinde bir sürü gedikler açılmıştır. Bin senedenberidir yığılan ve birikegelen şüphelerin bir anda kusulduğunu; İslâmî esas, cereyan ve şeâirlerin kırılmaya, kalb-i umumî ve efkâr-ı âmmenin dehşetli yaralanmaya, vicdan-ı umumînin bozulmaya yüz tuttuğunu müşahede eder.
Bütün bunlar Süfyan'ın öncülüğünde gerçekleşir. Hz. Mehdî ise bu müthiş tahribatın sebep olduğu mânevî hastalığı Kur'ân eczahanesinden aldığı ilaçlarla tedavî eder; bid'atlarla unutulmaya, unutturulmaya çalışılan ve savaş açılan, gerçekte ise herbiri birer iksir olan Sünnet-i Seniyye prensiplerini yerleştirmeye çalışır. O ve onun nûrânî cemiyeti, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid'akârânesini tamir edip Sünnet-i Seniyyeyi ihya edecektir.19
c. Süfyanla Mücadele
Bir gün Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), Hz. Ömer’e, Yahudî çocukları içerisinde birini gösterip, “İşte Süfyanın sûreti!” buyurdu. Hz. Ömer ileri atılıp, “Öyleyse ben onu öldüreceğim.” dedi. Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) ise,
“Eğer bu Süfyan ve İslâm Deccalı olsa, sen öldüremezsin; eğer o olmazsa, onun sûretiyle öldürülmez.”20 buyurdu.
Evet, Süfyan âhir zamanda gelecek ve "Kıyamete kadar hak üzere cihada devam eden, muhalefet edip düşmanlık edenlerin bir zarar veremeyeceği,"21 bu hak cihadlarını muzaffer olarak sürdüren22 ve “en son grubu Mesih-i Deccalle savaşan bir cemaat"23 ve onun temsilcisi olan Hz. Mehdî tarafından öldürülecektir.
Hz. Mehdî, mücadelesini, bütün mukaddesleri inkâr fikriyle ortaya çıkan büyük Deccala, hem de İslâma, Kur'ân'a savaş açan, dinsiz, yalancı İslâm Deccalı Süfyana karşı verecek, bu mücadeleler sonucunda onu öldürecek, tahribatını tamir edecektir.
Allah'ı, Kur'ân'ı, peygamberi tanımayan, İslâm adına ne varsa hepsine savaş açan, icraatını sistemli ve münafıkâne bir tarzda yürüten, İslâmın rükünleri olan bu inanç esaslarını kaldırmaya, yok etmeye, zayıflatmaya çalışan Süfyan, “Hz. Mehdî'yi de devamlı tarassut altında tutacak, muhasarasını üzerinden kaldırmayacaktır.”24
Bu demektir ki, Hz. Mehdî çok zor şartlarda hizmet verecek, mücadelesini sürdürecek.
Hadis-i şeriflerde Süfyanın tahribatına olduğu kadar Hz. Mehdî'nin onunla yapacağı mücadelelere de yer verilmiştir. Bu mücadele birçoklarının zannettiği gibi maddî kılıçla değil, mânevî kılıçlı, fikir yoluyla; kanlı değil, kansız olacaktır. el-Heytemî bunu şöyle anlatır:
“Ona bîat edenler, (Kâbe civarındaki) rükün ve makam arasında bîat ederler. Uyuyanı uyandırmaz, aslâ kan dökmezler.”25
Bediüzzaman da, Hz. Mehdînin, Süfyan komitesinin rejim-i bid’akârânesini tamir edeceğini belirterek Mektûbât isimli eserinde, bu görevin kaba kuvvet ve güç kullanmakla değil, ıslahat ve tamirat yoluyla olacağını söylemektedir.
Müslim'de yer alan bir hadiste27 Hz. Mehdî'nin Deccalle olan enteresan bir mücadelesine yer verilmektedir. Her ne kadar Mamer ve Ebû İshak gibi ravîler, bu zâtın, Hz. Hızır olduğunu söylüyorlarsa da hadisin öncesi ve sonrasından onun Hz. Mehdî olduğu anlaşılmaktadır. Bu hadis-i şeriften anladığımıza göre Deccalın merkezde silahlı gözetleme yapan askerleri bulunmaktadır ki bu, onun büyük bir ordu ve hükümet gücüne sahip olduğunu göstermektedir. Buna dayanarak Hz. Mehdî'yi kendine bende etmek istemekte, kabul etmeyince de eziyet ve sıkıntı vermekte, tesirsiz hale getirmek için elinden gelen herşeyi yapmaktadır. Öyle ki “sırtı ve karnı döve döve genişletilmekte,” yani onun dâvâsı gün geçtikçe etrafa daha da yayılmaktadır.
O, bunca eziyet ve işkenceye rağmen asla boyun bükmez, Deccalı tanımaz, aksine Deccallığı hakkındaki kanaati daha da pekişir, mağlup edilmez bir edayla insanlara şöyle seslenir: “Ey insanlar şüphe yok ki artık Deccal bana yaptığı bu işi artık insanlardan hiçbir kimseye yapamayacaktır.” Deccal yine onu öldürmek için alır. Ama onun boynu ile köprücük kemiği arası bir bakır levha haline geliverir ve Deccal artık onu kesebilecek hiçbir yol bulamaz. Sonunda onu iki eli ve iki ayağı ile yakalar ve fırlatıp atar. İnsanlar, Deccalın onu ateşe attığını sanırlar. Oysa o mü'min Cennet içine atılmıştır.
Bu ifadeler Deccalın Hz. Mehdî'yi öldürmek istemesine rağmen bunu başaramayacağını göstermektedir. Ona diş geçiremeyecek, kılıcı da işlemeyecektir. Onu ateşe atması ise zamanında bir nevi Cehenneme dönen zindanlara atması demektir. Ama onun îmanı o zindanı da bir nevi Cennete çevirir. Çünkü Cennet ve Cehennem herşeyden önce gönülde yaşanır. Èman zindanları saraya, ateşleri âb-ı hayata çevirebilecek güçte bir iksirdir. Aynı zamanda bu Deccalın Hz. Mehdî'yi en ücrâ, ıssız yerlere süreceğini, oraların ise bağlık bahçelik yerler olacağını da göstermektedir.
Müslim'deki hadisin sonu şöyle bitiyor:
“İşte o mü'min âlemlerin Rabbi katında insanların şehadet bakımından en büyük olanıdır.”28
Başka bir rivayette ise Hz. Mehdî'nin Süfyanla ilgili mücadelesine şöyle dikkat çekilir:
“Süfyanla Mehdî yarışa hazır iki at gibi ortaya çıkarlar. Kâh Süfyanî gâlip gelir, kâh Mehdî.”29
Hz. Mehdî Şam'a geldiğinde Süfyanîler dallı budaklı ağaçlar kesip Taberiye gölüne atarlar.30 Horasan tarafına giden bir taife de Süfyanîleri mağlup eder.31 Sonunda Süfyanîler hilafeti Hz. Mehdî'ye teslim ederler.32
Bu rivayetlerde de görüldüğü gibi Süfyan herşeye rağmen Hz. Mehdî’nin kılıncından kurtulamayacaktır. Hak ve hakikatin hükmettiği kâinatta bu kurulu düzene meydan okuyan, safsata, yalan ve hileden medet uman Deccalın teslim-i silâh etmemesi düşünülebilir mi?
Hem o Hz. Mehdî'den öyle bir darbe yiyecektir ki, bunu, unutmak mümkün olmayacaktır. Evet, "İslâmiyete darbe vuranların başlarında öyle müthiş bir patlayış olacak ki, Kıyamete kadar unutulmayacak."33
Burada hemen belirtelim ki, Deccal da nihayet insandır. Önemli olan onun şahsının değil, fikrinin, inançsızlığının, bozuk cereyanının öldürülmesidir. Yoksa onun şahsını bir virüs dahi öldürebilir.
İşte ehl-i nifakın başına geçen, Şeriat-ı İslâmiyeyi tahribe çalışan bu müthiş şahsın meydana getirdiği münafıkâne cereyanı, Âl-i Beyt-i Nebevîden olan Hz. Mehdî öldürüp dağıtacaktır.34
Evet, Deccalın kurduğu tahripkâr rejime karşı mücadele veren, onun tahribatını tamire çalışan Âl-i Beytten bu mübarek zât, Deccalın fitnesine son verecek, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid'akâranesini tamir edip Sünnet-i Seniyyeyi ihya edecek; yani âlem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (a.s.m.) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hz. Mehdî cemiyetinin mu'cizekâr manevî kılıncıyla öldürülecek ve dağıtılacaktır.35
Hz. Mehdî, bunu arkasını dayadığı şahs-ı mânevîsi, seyyidler cemaatı ve diğer ehl-i îmanla birlikte gerçekleştirecektir. Bu konudaki gelişmelerin seyrinde de dikkat çekici noktalar vardır:
Bediüzzaman’ın belirttiğine göre Süfyan,
“Yedi yüz sene müddetinde İslâmiyetin ve Kur’ân’ın elinde şeref-şiâr, bârika-asa bir elmas kılınç olan Türk milletini ve Türkçülüğü, muvakkaten İslâmiyetin bir kısım şeâirine karşı istimal etmeğe çalışır. Fakat muvaffak olmaz, geri çekilir. ‘Kahraman ordu, dizginini onun elinden kurtarır.’ diye rivayetlerden anlaşılıyor.”36
“Rahmet-i İlâhiyeden ümit kesilmez. Çünkü Cenab-ı Hak, bin senedenberi Kur’ân’ın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatini muvakkat arızalarla perişan etmez. Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir.”37
Bu bahsin devamında (el yazma nüshasında) Bediüzzaman, kendi el yazısıyla şu notu düşer: “Kılıncını ayağına vurdurmaz, düşmanına vurdurur. Kur’ân’a hizmetkâr eder. Ağlayan âlem-i İslâmı güldürür.”
Hz. Mehdî, bu mücadeleleri esnasında elbette bir kısım sıkıntılarla karşılaşacaktır. Ona destek verenler de, cephe alanlar da çıkacaktır
Hz. Mehdîye Destek Verenler
Süfyan da, Mehdî de faaliyetlerini tek başlarına yürütmezler. Her ikisi de destek bulurlar. Zaman fert değil, şahs-ı mânevî zamanı olduğu için Süfyan sırtını bir şer komitesine, Mehdî de dayanışmayı esas alan hak bir cemaate dayar.
İlk anda Hz. Mehdînin etrafında toplananların sayısı oldukça azdır. Ama ihlaslıdırlar, sadıktırlar, sebatkârdırlar. Yılma bilmeyen bir azim, korku bilmeyen bir cesaret, ender rastlanan fedâkârlık içerisindedirler.
Evet, onların başlangıçtaki sayıları Bedir Ashabı, yani 313 kişi kadar, Talut'la nehri geçenler kadar az, kalbleri uzlaşmış, şehid düşenlerine üzülmeyen, kendilerine katılanlara sevinmeyen39 kimselerden müteşekkildir. Onlar Allah yolunda kınayanın kınamasından, dedikodusundan korkmazlar.40 Hz. Ali’nin belirttiğine göre, bu insanlar hiçbir şeyden korkmaz, hiçbir menfaate de sevinmezler.41 Azdırlar, ama bir ordu kuvvetindedirler. Güç ve kuvvetlerini ihlas, sadakat ve tesanüdden alırlar. Onun için "Ne kadar da az olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar."
"İşte o pek kesretli muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır ve Hz. Mehdî'nin en has ordusudur."42
İhlas, sadakat, sebat ve cesaret dolu bu topluluğun halleri, Hz. Musa zamanında Calut'la mücadele eden Talut'u andırır. Talut'un kuvveti azdı. Emirlere uymayıp bir imtihan vesilesi olan nehirden su içip gevşeyen, Calut ve ordusuna güç yetiremeyeceklerini söyleyen askerlere karşı, herşeyi göze alan fedâkâr ve cefakâr az bir grup ise şöyle diyordu:
"Nice az topluluk vardır ki, Allah'ın izniyle çok tupluluğa gâlip gelir."43
İhlası esas alan, ihlasla zerrenin güneşler kadar büyüyeceğine inanan bu samimi insanlar Süfyanizmi yıkmada zorlanmayacaklardır.
Arap değil, diğer milletlerden olan bu yardımcılar44 her zalime ve cebbar oğlu cebbara gâlip geleceklerdir. Demir gibi kalblere sahip bu insanların diğer önemli bir özellikleri de geceleri âbid, gündüzleri de arslan kesilmeleridir.45
Mehdî'nin ordusu zaman zaman darbeler yiyecek, zaman zaman o çetin görevi üstlenememek, rahatlık meyli; can, mal, mevki korkusu gibi çeşitli sebeplerle kendisinden ayrılanlar olacaktır. Ama "onlar buna aldırmayacak,"46, "Ayrılanlar da muhalifler de ona zarar veremeyecek. O kendisinden ayrılanlara rağmen muzaffer olarak yoluna devam edecektir."47 Böylece "mücahede edenlerle sabredenler ortaya çıkarılmış"48 olacaktır.
Ona Muhalefet Edenler
Mevdûdî, "Çok korkarım ki, Hz. Mehdînin getireceği yeniliklere karşı ilk feryadı basanlar; ulemâ ve sofîler olacaktır. Kezâ onun tanınabilmesi için alelâde bir adamın durumundan farklı şekillere sahip bulunacağını ummaktayım.”49 der.
Evet, Hz. Mehdî, ne yazık ki, Süfyan'ın engellemeleriyle kalmayacak, bir kısım hocaları da karşısında bulacaktır. Taklitçi içtihad âlimleri ona düşman kesilecek. Mehdî'nin mezhep imamlarına zıt hükmettiğini gördüklerinde bundan hoşlanmayacaklar, fakat karşı da gelemeyeceklerdir.*
d. Kalbleri Birleştirmesi
Taklidî îmanları tahkikileştiren, îmanda inkişaf ve terakkì sağlayan Hz. Mehdî, her türlü iyilik ve güzelliğin kaynağı olan îmanla önce bir huzur atmosferi sağlar. O inanç birliği ile kalbleri birleştirir, kurtla kuzu bir arada yaşayacak derecede dostluğu, uhuvveti, hürmeti, muhabbeti tesis eder. Böylece ehl-i îman büyük bir kuvvet kazanır.
Hz. Ali'nin belirttiğine göre “Allah, Mehdî için birçok insanları bulut parçaları gibi toplayacak ve Allah kalblerini telif edecektir.”
Yine Hz. Ali'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, dünyanın sonu geldiğinde fitne ve kargaşalar çoğalacak, altın madeninde türediği gibi türeyecek, halk fitne içerisine dalacak, Şam ehli semadan yağan belâlarla darmadağın olacak ve o kadar zayıflayacak ki tilkiler bile harp etse mağlûp edecek.
İşte böyle bir anda Hz. Mehdî üç zafer sancağıyla çıkıp Müslümanların kalblerini telif edecek, eski nimetlerini geriye verecek, görüşlerini birleştirip kalblerini yumuşatacaktır.50
e. Adalet, Sulh ve Sükûnu Tesis Etmesi
Herhangi bir kimseye ait olan şeye hak, hakkın hak sahibine verilmesi, yerine konulmasına da adalet diyoruz. Zulüm ise hakkın yerinden oynatılması, başka yerlere konulması demektir.
Herşeyin ters yüz edildiği, zulmün başına adalet külahını geçirdiği bir zamanda ruh dünyası kararan insanlık hakkı, adaleti tesis edecek bir kurtarıcıyı her zamankinden daha çok aramaya başlayacaktır. Resûlullahın yolunda, onun tarzında bir insanın âleme reis olup hükmetmesini, problemlerine çözüm bulmasını, zulme son verip sulh ve sükûnu temin ve adaleti hâkim kılmasını bekleyecektir.
İşte Hz. Mehdî böyle bir zamanda çıkacak, zulümle dolan yeryüzünü adaletiyle dolduracak,51 işleri düzene sokacak52 ve insanları hakka döndürünceye kadar mücadele edecektir.53
O, zulüm, istibdad hâkim olan dünyayı öylesine sulh ve sükûna kavuşturacaktır ki Müslümanlar İslâmın ilk dönemlerindeki gibi yaşamaya başlayacaktır. Artık kan dökülmeyecek, uyuyan kimse de rahatsız edilmeyecektir.”54
Onun döneminde iyilerin iyilikleri artar, kötülere bile iyilik yapılır.55
f. Bolluk ve Berekete Vesile Olması
Îmanın hükmettiği bir dünyada nelerin gerçekleşebileceğini bir düşünün. Orada çalışkanlık, gayret, faaliyet, fedakârlık, cömertlik gibi güzel huylar namına ne varsa hepsi yeşerecek, meyvelerini vermeye başlayacaktır. Zâten îman, güzel meyveler veren nuranî bir ağaç değil midir?
İşte Hz. Mehdî zamanında Asr-ı Saadette olduğu gibi küllenmiş duygular bir bir tomurcuklanacak, çiçek açacaklardır. Bu huzur ve sulh döneminin en göze çarpan özelliklerinden biri de rivayetlerde belirtildiği gibi bolluk ve bereketin görülmesidir.56
Müslim'de, âhir zamanda geleceği bildirilen halife -ki İslâm âlimlerince bunun Mehdî olacağı bildirilir- malı sayılamayacak derecede taksim edecek57 ibaresi yer alır. Ebû Davud'daki ifade ise şöyledir:
“Âhir zamanda bir halife gelir de malı avuç avuç verir, verdiği malı saymaz.”58
Ebû Saidi'l-Hudrî'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte ise dönemindeki bolluk ve refahtan söz edilirken şöyle buyurulur:
“Benim ümmetim onun döneminde öylesine bir refaha ulaşacaktır ki, o güne kadar benzerine asla rastlanmamıştır. O kadar ki yer ürünlerini verir, insanlardan hiçbir şey saklamaz, mal da o gün çok birikir. Adam kalkıp, ‘Ey Mehdî, bana ver!' dediğinde, Mehdî de ‘Al!’ der.”59
“Ümmetim onun zamanında benzerine rastlanmamış derecede nimetlere kavuşacaklar, gök bol bol yağmurunu gönderecek. Yer de bitki ve mallardan hiçbir şey saklamayacak (yani yeraltı zenginliklerini insanların faydasına sunacaktır.)60 Onun döneminde yeryüzü hazinelerini dışarı fırlatacaktır.61 Hayvan sürüleri de fazlalaşacaktır.62
Batılılarca kaleme alınan İslâm Ansiklopedisinde de Macdonald'ın, Hz. Mehdî zamanındaki bu bolluğu şöyle anlattığını görüyoruz:
“Müslümanlar onun şeriatini takip ederek, benzerini aslâ görmedikleri bir refaha erişeceklerdir. Yer bütün meyvelerini verecek ve gökler yağmurlarını boşaltacak, gümüş para ayaklar altına alınacak, hesap bile edilmeyecektir. Bir kimse her kalkışında, ‘Ey Mehdî! Bana ver!’ diyecek, o da, ‘Al!’ cevabını verecektir. Elbisesinin eteğiyle taşayabileceği her şeyi adamın önüne dökecektir.”
Bunu Müslim-i Şerifin rivayet ettiği şu hadis-i şerif de desteklemektedir:
"Ümmetim kaybolmaya yaklaşınca, saymaksızın servetler saçan bir halife gelecektir.”63
Bu bolluğun sebebini, teknolojinin geliştiği ve tohum ıslahı ile tarımda üretimin kat kat arttığı günümüzde anlamak zor olmasa gerek.
Onun zamanında her şey olduğu gibi Müslümanların sayısı da artacaktır.64
g. Mezhebleri Tevhidi
Muhyiddin-i Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye'sinde Hz. Mehdî'nin mezhebleri kaldıracağını, hâlis ve hakiki dinden başka bir mezheb kalmayacağını söyler.65
Saadet-i Ebediye'de Hz. Mehdî'nin mezhebleri kaldıracağı tarzında bir rivayete yer verilir.66
Mezhebleri kaldırmadan maksat, Resûlullah dönemine dönüş olabilir. Daha açıkçası onun zamanında mezhebler birleştirilecek demektir. Bu ise Sözler'de anlatıldığı gibi, önceden asırlara göre şeriatlar değiştiği, hatta aynı asırda kavimlere göre bile ayrı ayrı şeriatler geldiği halde Resûlullahın Şeriatı her asra kâfî gelecek, bütün insanlık aynı dersi alabilecek, birtek muallimi dinleyebilecek, birtek şeriatle amel edebilecek bir özellikte gönderildiği için muhtelif şeriatlere ihtiyaç kalmamıştır. Ancak insanlık bütünüyle aynı seviyeye gelmediği ve aynı sosyal hayatı koruyamadığı için teferruatta bir derece ayrı ayrı mezheblere ihtiyaç duyulmuştur. Ne zaman ki çoğu insan yüksek bir okulun talebesi gibi, bir sosyal hayat tarzı içerisine girer, bir seviyeye gelirse o zaman mezhebler birleştirilebilir.67
Şu halde, Hz. Mehdî zamanında insanlık bir yüksek okulun talebeleri gibi aynı fikrî ve kültürel yapıya kavuşacak, benzer sosyal hayat tarzını paylaşacak hale gelecek, dolayısıyla da ayrı ayrı mezheplere ihtiyaç kalmayacak, Mecelle türü tek bir hukuk sistemi Müslümanların ihtiyacına cevap verebilecektir.
h. Dünya Hâkimiyeti
İmam-ı Rabbanî, Mektûbât'ında Peygamberimizin bir hadislerinden bahseder. Bu hadis-i şerife göre Peygamberimiz, yeryüzünün dört meliki bulunduğunu, bunlardan ikisinin Müslüman, ikisinin de kâfir olduğunu, Müslüman olanların Hz. Zülkarneyn'le Hz. Süleyman, kâfir olanlarının da Nemrud'la Buhtunnasr olduğunu bildirmiştir. Beşinci olarak da yere Ehl-i Beytinden birinin, yani Hz. Mehdînin hâkim olacağını zikretmiştir.68
Konuyla ilgili başka bir hadis-i şerif de şöyledir:
"Mehdî, tıpkı Zülkarneyn ve Süleyman (a.s.) gibi bütün dünyaya hükmedecektir." 69
Hadis-i şerifte Hz. Mehdî'nin Zülkarneyn'e benzetilmesi oldukça enteresandır. Hz. İbrahim döneminde yaşamış Yemen hükümdarlarından biri olan Hz. Zülkarneyn'i seyahatları, kavimlerle yaptığı mücadeleler ve nihayet zamanın azgın ve taşkın kavmi Ye'cüc ve Me'cüce karşı yaptığı meşhur seddiyle tanıyoruz.
Allah'ın, sahip olduğu herşeyi ilmiyle kuşattığını bildirdiği,70 İskender diye de bilinen Hz. Zülkarneyn, yolculuğu esnasında "iki dağ arasına ulaşmış, hiçbir söz anlamaz derecedeki bir kavme rast gelmişti. Onların zulmünden bîzar olanlar, "Ey Zülkarneyn! Ye'cüc ve Me'cüc, yeryüzünde fesat çıkarıp duran kimselerdir. Sana bir vergi versek, onlarla bizim aramızda bir set yapar mısın?" demişlerdi.
O da, onların yardımlarını da alarak sağlam bir set yapmak için kolları sıvamıştı. İki dağ arasını demir kütleleriyle doldurmuş, pekişmesi için de aralarına erimiş bakır dökmüştü. Ondan sonradır ki Ye'cüc ve Me'cüc ne o seddi aşabilmiş ve ne de ondan delik açabilmişti.
Bu hadise, Kehf Sûresinin 93-97 âyetleri arasında anlatılır.
Demek ki, zamanın terörizmine karşı sedd-i Zülkarneyn büyük bir görev üstleniyordu. Hz. Mehdî zamanında da ateizme dayalı anarşi dünyayı kasıp kavuracak, o da İslâmî hakikatlerle onlara set gerecektir.
Küfre set geren faaliyetleriyle tanınacak olan Hz. Mehdî, İslâmı dünya kalesinin burcuna dikecektir. Ümm-ü Seleme'nin rivayet ettiği bir hadis-i şeriften öğrendiğimize göre Sünnet-i Seniyyeyi esas alan Hz. Mehdî, İslâmiyeti küre-i Arz'ın denizlerine kadar yayacaktır.71 Ancak onun fütûhâtı, dünya hâkimiyeti İslâmı yayma şeklinde, yani ilmen, maddeten değil, mânen olacaktır.
Öyle ki İslâmın ezelî ve ebedî, her çağda yeni ve canlı olan, güzelliğinden hiçbirşey kaybetmeyen esas ve prensiplerini akıl ve gönüllere nakşedecek, duyurmadık bir yer bırakmayacak, her okuyanı etkisi altına alacak, kalb ve kafaları fethedecektir.
O, İslâmın yüce hakikatlerini öylesine parlak ve güçlü bir şekilde gösterecek, sarsılmaz delillerle ispatlayacaktır ki, ele aldığı meseleler karşısında en muannid feylesoflar dahi susacak, itiraz edebilecek bir nokta bulamayacak; küfür ve zındıka her çeşidiyle bu yıkılmaz sedd-i Zülkarneyne çarpıp kendisi yıkılmak zorunda kalacaktır. Bu hâkimiyetin önünde hiçbir kuvvet duramayacaktır.
Anarşi ve teröre karşı da en büyük bir sedd-i Zülkarneyn'dir bu mânevî surlar. Tarihin çeşitli devirlerinde anarşi ve fesat kaynağı olmuş, Deccalizmin hâkimiyet kurmaya çalıştığı asrımızda Büyük Deccala çanak tutarak fitne ve fesat kazanlarını kaynatmaktan geri kalmayan Ye'cüc ve Me'cüc denilen Mançur ve Moğol kabilelerinin istilâlarını da önler bu set.
Hz. Zülkarneyn zamanında mazlum kavimler onların terörü altında eziliyorlardı. Hz. Zülkarneyn gedik dahi aşılamayacak sağlamlıktaki setiyle onları bu musibetten korumuştu.
Gerek Büyük Deccalın sisteminin iskeletini teşkil eden komünizme ve gerekse İslâmı ve bütün mukaddesleri tahribi hedef olan Süfyanizme karşı günümüzün insanlarının da sağlam bir sedde ihtiyaçları vardır. Hz. İsa'nın şahs-ı mânevîsini temsil eden, teslisten kurtulup tevhide teslim olan Hıristiyan âlemiyle Hz. Mehdî'nin başını çektiği İslâm âlemi bu dehşetli fitneye, yani ateizme karşı kurduğu, kuracağı savunmaya yönelik bir kısım kuruluş ve birlik teşekküllerinin yanısıra mânevî bir set germekle de mükelleftir. İşte bu mânevî set, Yecüc ve Mecücün bu asırdaki temsilcisi komünizmin ruh, kalb ve kafaları istilâ etmesini önleyen îman ve Kur'ân hakikatleridir.
Evet, zamanının yağmacı, anarşist, bozguncu, tahripçi Ye'cüc ve Me'cüc kabilelerinin tahribatına set germeyi başaran bu güçlü hükümdar, o günün dünyasına hâkim olacak derecede "yeryüzünde kudret sahibi" kılınmış ve kendisine "muhtaç olduğu herşeye ulaşabileceği bir sebep"72 verilmişti. Bu tasarrufunu o, Allah'ın ihsan ettiği ilim ve kudretle yapıyordu.
Mehdî de dünyaya hâkim olacak.73 Vehbî ilim ve mânevî iktidarla desteklenen Hz. Mehdî, ihlas, sebat ve tesanüdü esas alan şahs-ı mânevîsiyle önce müthiş şerleri def'edecek, sonra da mânevî hâkimiyetini kuracak, güçlü delillere dayanan izah ve ispatları karşısında kefere ve fecere ya îmana gelecek, ya da susmak zorunda kalacaktır.
Asrımızda Deccalizmin şahs-ı mânevîsi olan komünizm tehlikesi daha ortada yokken, 1911'de kaleme aldığı Muhakemat isimli eserinde doğmakta olan bu dehşetli tehlikeyi haber veren büyük islâm âlimi Bediüzzaman, başta Avrupa olmak üzere bütün dünyanın korkunç bir fitneye hamile olduğunu bildiriyordu. Dinden uzaklaşan Avrupa medeniyetinin iç yüzü karışmakta, birkısım fesat ve ihtilal fırkaları doğmaya başlamaktaydı. Eğer İslâmın sağlam ipi ve Zülkarneyn seddi gibi sağlam hakikatlerine iltica edilip dayanılmazsa, bu fesat fırkaları medeniyetlerini yerle bir edecekti, hattâ tehdit etmeye bile başlamıştı.74
Sonraki yıllarda bu fitne ortaya çıkacak, bütün dünyayı kasıp kavuracak, önüne gerilen engelleri bir bolduzer gibi ezip geçecekti.
Ahtapot misali cemiyet hayatını saran bu tehlikeyi Bediüzzaman,
"Sedd-i Zülkarneyn'in tahribiyle Ye'cüc ve Me'cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi, Şeriat-ı Muhammediye (a.s.m.) olan sedd-i Kur'ânînin tezelzülüyle ve Ye'cüc ve Me'cücden daha müthiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor."75
diye üzüntüyle dile getirecekti.
Hıristiyanlığı mağlup eden ve anarşiyi yetiştiren kuzeyde çıkan dinsizlik cereyanının değişik ülkelerdeki ayak sesleriydi bunlar. Hile, entrika ve gasbla gücü kendinde toplayan bu şer odakları birer cellat olup çıkıyor, menhus rejimlerini masum ülkelere yerleştirmek için zulmü, istibdadı, kanı tek çare olarak görüyordu. Artık karşısında durulabilecek hiçbir maddî güç kalmamıştı.
Bu müthiş tahribata karşı nasıl karşı konulacaktı?
Ancak sedd-i Zülkarneyn gibi olan sedd-i Kur'ânî lâzımdı ki bu felâket durdurulabilsin. Bu sedd-i Zülkarneyn ise Kur'ân hakikatleriydi.
Evet, Avrupa'da istilâkârâne hükmeden ve semavî dinlere dayanmayan dehşetli cereyanın istilâsına karşı ancak bir kale hükmündeki îman ve Kur'ân hakikatleriyle karşı durulabilirdi.76
"Dinsizlik Rus'u, şimdiye kadar yarı Çin'i ve yarı Avrupa'yı istilâ ettiği halde, bize karşı tecavüz ettirmeyip tevkif ettiren, hakàik-ı îmaniye ve Kur'âniyedir. Yoksa, Rusların tahribat nev'inden mânevî kuvvetlerine karşı adliyenin binden birine maddî ceza vermesiyle serserilere ve fakirlere, zenginlerin malını peşkeş çeken ve hevesli gençlere ehl-i namusun kızlarını ve ailelerini mübah kılan ve az bir zamanda Avrupa'nın yarısını istilâ eden bir kuvvete karşı, ancak ve ancak mânevî bombalar lâzım ki, o da hakikat-i Kur'âniye ve îmaniye atom bombası olup o dehşetli solculuk cereyanını durdursun. Yoksa, adliye vasıtasıyla yüzden birine verilen maddî ceza ile bu küllî kuvvet tevkif edilmez."77
Demek oluyor ki, Hz. Mehdî'nin dünya hâkimiyetinin silahı maddî değil, mânevî olacaktır. Mânevî güç o kadar kuvvetlidir ki, maddî gücün yapamadıklarını yapar.
Biraz da Hz. Süleyman'la Hz. Mehdî'nin münasebetleri üzerinde duralım. Kuşların dilini bilecek derecede ilim sahibi, cinlere hükmedecek seviyede yaratıklara hâkim, bakırı eritip kazanlar döktürecek ölçüde sanayici, muhteşem saraylar yaptıracak kadar teknolojiye vâkıf, Kur'ân'ın "Ne güzel bir kuldur o!"79 diye tavsif ettiği Hz. Süleyman, sadece bir kısmını saydığımız bunca büyük nimete nasıl kavuşmuştu acaba?
Şu duâsına borçluydu bütün bunları Hz. Süleyman. Allah'a şöyle yakarmıştı:
"Ya Rabbî, beni bağışla. Ve benden sonra kimseye nasip olmayacak bir hükümranlık ver. Şüphesiz ki Sen pek çok lütuf ve ihsan sahibisin."80
Allah, onun duâsını kabul etti.
"Şüphesiz o, Allah'a yönelmiş bir kimseydi."81
Hz. Süleyman bunca nimeti istemişti, istemesine ama hepsine şükür gözlüğüyle bakmayı, "tefekküre vesile"82 yapmayı da ihmal etmemişti.
İşte onun kendini Allah yoluna bu adamışlığı, onu emsali görülmemiş bu ihsanlara kavuşturmuştu. O, yeryüzüne hükmü geçen bir hükümdardı. Son derece adaletliydi. Zâlimlerin korkulu rüyası, mazlumların şefkat meleği olmuştu. Daima hakkın, haklının yanında yer almış, ezileni kaldırmış, ülkesini sulh ve sükûna kavuşturmuştu.
Hz. Süleyman, zenginliğin, bolluğun sembolüdür. Ülkeyi baştan sona imar etmiştir. Kırk yıllık hükümranlığı esnasında, kurda kuşa varıncaya kadar herkesi huzura kavuşturmuş, mutlu bir hayat sürmelerini sağlamıştı.
Ancak o, haşmetli saltanatına rağmen musibetli dönemler yaşamaktan da kurtulamamıştı.
Hz. Mehdî'yle onun arasında birkısım benzerlikler var.
Hz. Süleyman mânen görevliydi. Hz. Mehdî de öyle.
Hz. Süleyman dünyaya hükmediyordu. Hz. Mehdî de hükmedecek. Gerçi Hz. Mehdî, dağa, taşa, kuşa hükmü geçirebilecek derecede bir hükümranlığa sahip değil. Ama, Allah'ın izniyle taş gibi kalbleri yumuşatabilecek, kömür gibi ruhları elmaslaştırabilecek, ölü ruhları îmanın nuruyla diriltebilecek, dünyanın en ücrâ köşesinde de olsa hizmetleriyle mü'minlere moral, kâfirlere hüzün verebilecek bir iksir, yani hizmet ve eserlerin sahibidir.
Evet, Hz. Mehdî de Hz. Süleyman gibi yeryüzüne hâkim olacaktır.83 Ama o, bu hâkimiyetini şahs-ı mânevîsiyle birlikte gerçekleştirecek; baştacı edindiği, müfaasını yaptığı kutsî hakikatleri ruh ve gönüllere nakşedecek ve bu Amerika'dan Japonya'ya, Rusya'dan Avusturalya'ya kadar dünyanın her ülkesinde varlığını, gücünü, hâkimiyetini hissettirecek, bu mânevî gücün karşısında küfrün çürük direkleri bir bir yıkılacak, teslim-i silah edeceklerdir. "Tesadüf, şirk ve tabiat"tan teşekkül eden fesat şebekesi, âlem-i İslâmdan nefy ve ihraç edilecektir.
Hz. Süleyman kırk yıl saltanat sürmüştü. Hz. Mehdî de kırk yıl hükmedecek.
Hz. Süleyman dönemi bolluk ve refah dönemleriydi. Hz. Mehdî zamanında da bolluk ve bereket görülecek.
Hz. Süleyman, emrindekilerle ülkesini baştan başa îmar etmişti. Hz. Mehdî de talebeleriyle birlikte insanlığı mânen îmar edecek.
Hz. Süleyman birkısım fitnelere maruz kalmıştı. Hz. Mehdî'de dinsiz komitenin sıkıntılarından kurtulamayacak.
i. İstanbul'un Fethi
Hz. Mehdî'nin icraatlarından biri de İstanbul'u fethetmesidir. Bir rivayette ümmet-i Muhammed'in son emiri Ehl-i Beyt-i Nebevîden hüsn-ü sîret sahibi Mehdî'nin çıkacağı, Kayser şehrini fethedeceği, zamanında Deccalın çıkacağı ve Hz. İsa'nın gökten ineceğini bildirilir.84 Hatta Resûlullah bu konu üzerinde öylesine önemle durmuştur ki, dünyanın sonuna bir gün bile kalsa Allah'ın o günü uzatıp Kostantıniyeye fethedeceğini bildirmiştir.85
Muhyiddin-i Arabî de, Mehdî'nin İstanbul şehrini Deccalın elinden kurtaracağı kaydeder.86
Rivayetlerde bu fethin harp etmeden, Lâ ilâhe illallah tekbirleriyle gerçekleşeceği de belirtilmektedir.87 Ki bundan fethin mânevî yönden gerçekleşeceğini anlıyoruz.
Kayser şehri Kostantıniyye, yani İstanbul’un ilk fethinin Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedildiğini, hadis-i şerifte de gerek kendisi ve gerekse askerlerinin medhedildiğini biliyoruz. Yukardaki hadiste ise bundan farklı bir yöne, yani İstanbul'un Deccalın çıktığı, Hz. Mehdî'nin indiği bir zamanda fethine dikkat çekilmiştir. Bundan bir zaman gelip İstanbul'un işgal edileceğini, fakat kurtarılacağını, ayrıca fısk u fesada gömüldüğü bir zamanda Hz. Mehdî'nin gelip onu mânen fethedeceğini çıkarabiliriz.
Dipnotlar:
1. Neseî ve Ebû Nuaym (Said Havva, A.g.e., 9:339).
2. İs'âfü'r-Râğıbîn, s. 146; el-Havî, 2:66-67.
3. a.g.e., s. 67-68; Rahbavî, Kıyamet Alâmetleri, s. 162-163.
4. Tezkiretü'l-Kurtubî, s. 186; Şerhu'l-Makàsıd, 2:307; İs'âfü'r-Rağıbîn, s. 145.
5. el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 42.
6. Ikdü'd-Dürer, Varak: 9a.
7. Tevbe Sûresi: 33.
8. Nuru'l-Ebsâr, s. 186.
9. el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 27.
10. Hüseyin Hilmi Işık, Saadet-i Ebediye, s. 1029.
11. M. Arabî, Fütûhât-ı Mekkiye, s. 66.
12. İmam-ı Rabbânî, Mektûbât, 1:565.
13. Said Havva, A.g.e., 9:334.
14. Kitabü'l-Bürhan, s. 67; el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 43
15. Ikdü'd-Dürer, Varak: 5b; el-Burhan, Varak: 85b
16. Rahbavî, Kıyamet Alâmetleri, s. 162, 163.
17. Nursî, Mektûbât, s. 255.
18. İmam-ı Rabbanî, Mektûbât (Arapçası), 1:234; Mektûbât-ı Rabbanî Tercümesi, çev. Abdülkadir Akçiçek, İstanbul: Çile Yayınları, 1:565, 566.
19. Nursî, Mektûbât, s. 426.
20. Buharî, Cenâiz: 80, Cihad: 178; Müslim, Fiten: 85-86, 95; Tirmizî, Fiten: 63.
21. Buharî, İ'tisam: 10; İbni Mâce, Mukaddime: 1; Tirmizî, Fiten: 51.
22. Müslim, Îman: 247.
23. Ebû Davud, Cihad: 4.
24. Tılsımlar Mecmuası, s. 212 (İs'afü'r-Rağıbîn'den naklen).
25. el-Heytemî, el-Kavlü’l-Muhtasar, s. 24.
27. Müslim, Kitabü'l-Fiten, 23. Bab, 113. H. (H. 2938).
28. Buharî, Fiten: 27; Fezâilü’l-Medine: 9; Müslim, Fiten: 112 (H. 2938).
29. Nuaym bin Hammad, Kitabü'l-Fiten: Varak: 76a; el-Burhan, v. 92a.
30. el-Havî li'l-Fetâvâ, s. 67-68.
31. a.g.e., s. 67, 68; Tezkire, s. 187.
32. Kitabü'l-Fiten, v. 50a.
33. Kastamonu Lâhikası, s. 55.
34. Mektûbât, s. 56.
35. Mektûbât, s. 413.
36. Şuâlar, s. 515.
37. Mektûbât, s. 327.
39. Kitabü'l-Bürhan, s. 57.
40. İbni Mâce, 10:259.
41. Sıddık Han, el-İzaa, s. 128.
42. Emirdağ Lâhikası, 259.
43. Bakara Sûresi, 249.
44. Kıyamet Alâmetleri, s. 169.
45. Kitabü'l-Bürhan, s. 57, 68.
46. Râmûzü'l-Ehadîs, s. 476 (İbni Mâce'den).
47. Râmûzü'l-Ehadîs, s. 487 (Taberânî'nin Kebir'inden.)
48. Âl-i İmran Sûresi, 142.
49. Mevdûdî, İslâmda İhya Hareketleri, s.
* Bu konuda Muhyiddin İbni Arabî’nin görüşleri için bk. s. 164.
50. Hakim, Müstedrek'ten Mukaddime, Fasıl: 52; s. 318.
51. Ebû Davud, Kitabü'l-Mehdî, 4:107 (H. 4284, 4290.); Sâdüddin Teftazanî, Şerhu'l-Makasıd, 2:307.
52. Buharî, Kitabü'l-Fiten, 5.
53. İbni Hacer, el-Metalibü'l-Âliye, 4:342 (H. 4553.)
54. el-Burhan, Varak: 82a; Kitabü'l-Fiten, Varak: 51a.
55. el-Bürhan, s. 17.
56. el-Havî li'l-Fetâvâ, s. 67, 68; Rahbavî, Kıyamet Alâmetleri, s. 162, 163.
57. Müslim, Kitap: 52 (H. 67-69.
58. Ebû Davud, Kitap: 34.
59. İbni Mâce Kitabü'l-Fiten: 34 (H. 4083.)
60. Mecmaü'z-Zevâid, 7:317.
61. el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 45.
62. Müstedrek, 4:558.
63. Macdonald, “Mehdî,” İslâm Ansiklopedisi, 7:478.
64. Müstedrek, 4:558.
65. Rahbavî, Kıyamet Alâmetleri, s. 186-187.
66. Hüseyin Hilmi Işık, Saadet-i Ebediye, s. 1029.
67. Sözler, s. 447.
68. Mektûbât, 2:251.
69. Kitabü'l-Bürhan, s. 10; el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 32; Rahbavî, Kıyamet Alâmetleri, s. 162, 163.
70. Kehf Sûresi, 91.
71. İbni Kesir, en-Nihaye, 1:27, 28; Suyûtî, el-Havî, 2:58, 59.
72. Kehf Sûresi, 84.
73. Râmûzü'l-Ehadis, 1:135.
74. Nursî, Muhakemât, s. 38.
75. Kastamonu Lâhikası, s. 111.
76. Emirdağ Lâhikası, 1:90.
77. Emirdağ Lâhikası, 2:297.
79. Sâd Sûresi, 30.
80. Sâd Sûresi, 35.
81. Sâd Sûresi, 30.
82. Sâd Sûresi, 32.
83. el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 24.
84. Nuaym bir Hammad, Kitabü'l-Fiten, Varak: 59a.
85. el-Bürhan, s. 74.
86. M. Arabî, Fütûhât-ı Mekkiye, s. 66.
87. Şârânî, Ölüm, Kıyamet, Âhiret ve Âhir zaman Alâmetleri, s. 445-446.
12
Hz. Mehdî ne zaman çıkacak?
"Semadan bir ses onu ismiyle çağıracak ve doğuda, batıda, hatta uykuda olan bile bu sesi duyacak ve uyanacaktır."1 "Bu ses bütün yeryüzüne yayılacak ve her kavim kendi dilince duyacaktır."2
Bu ifadeleri radyo ve televizyonun sıradan cihazlar haline geldiği günümüzde anlamak zor olmasa gerek. Hz. Mehdînin, faaliyetleri ve eserleri sadece çıktığı ülkenin değil, bütün dünyanın ilgisini çektiği için bütün dünya dillerince yayınlanacak, herkes onu duyacaktır. Deccalın çıkışı da böyledir:
"Rivayette var ki: 'Deccal çıktığı gün bütün dünya işitir.'
"Allahu a'lem, bu rivayetler tamamen sahih olmak şartıyla tevilleri şudur. Bu rivayetler mu'cizâne haber verir ki: 'Deccal zamanında vasıta-i muhabere (haberleşme araçları) o derece terakkì edecek ki, bir hadise bir günde umum dünyada işitilecek. Radyo ile bağırır, şark-garb işitir ve umum ceridelerinde [gazetelerinde> okunacak' diye zuhurundan on asır evvel telgraf, telefon, radyodan mu'cizâne haber verir."3
Deccala karşı mücadele veren Mehdî için de durum aynıdır. Birinin menfîye kullandığı bu araçları diğeri müsbete kullanacaktır.
Ne zaman çıkacak?
Baskıya dayalı bir saltanat, bir baskı rejiminden sonra raşid halifeliğin geri döneceği konusunda sahih bir nas bulunmaktadır.4
Bir rivayet de şöyledir:
"Mehdî, dünyada ismi geçecek bir halife kalmayıncaya kadar çıkmayacaktır."5
Yani Mehdî gelince, İslâm ümmetinin başında herhangi bir halife bulunmayacaktır.
Diğer bir hadis-i şerifte bildirildiğine göre de nübüvvet (hilafet), şiddetli meliklik, zorba idare, sonra da nübüvvet yolu üzere bir hilafet gelecektir.6
Nübüvvet yolu demek, Sahabe mesleğinde olduğu gibi doğrudan doğruya Resûlullaha vâris olma demektir. Velâyet-i kübrâda tarikat berzahına uğramadan direkt hakikate geçilir, nübüvvet sırrı inkişaf eder. Nurunu doğrudan doğruya Resûlullahtan alan Sahabe mesleğini esas alan Hz. Mehdî, koyu bir baskı döneminde vazifeye başlar ve hilafete dayalı nübüvvet yolunu yeniden tesis eder.
Dipnotlar:
1. el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 56.
2. Kitabü'l-Bürhan, s. 51.
3. Nursî, Şuâlar, s. 496.
4. Said Havva, el-Esas fi's-Sünne, 9:324.
5. el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 54.
6. Râmûzü'l-Ehadis, 1:257.
13
Deccal kimdir? Deccal'in istidrac (olağanüstü şeyler) göstermesi nasıl yorumlanabilir?
Dünya, imtihan yeridir. İnsanlar bu dünyada imtihana tabi tutulmaktadırlar. Deccal da bir imtihan vesilesidir. Allah'ın kendisine verdiği güçle birtakım hârikalar gösterecektir. Deccâl'in göstereceği hârikalara "istidrâc" denir. İstidrâc, "inançsız ve şerîr kimselerin arzularına uygun olarak gösterdikleri hârikalara" denir.
İlâhlık iddia eden Deccâl, istidrâc türünden hârikalar gösterecek ve neticede bazı zayıf inançlılar buna aldanacak, imanı kuvvetli olanlar ise kanmayacaklardır.
Zira insanlar çok iyi bilirler ki, ilah doğmaz, yemez, içmez, acıkmaz, susamaz, dünyada insanlar tarafından görülmez. Halbuki Deccâl ise bir insandır, üstelik eksik yani kör bir insan ve hatta kendi gözünü iyileştirmekten aciz bir yaratıktır. İşte insanlar, akıllarıyla bunları bilebilecekleri için Deccâl ve benzerlerinin istidrâc göstermeleri mümkinattandır.
Müseylemetü'l-Kezzâb gibi peygamberlik iddia eden yalancılar ise "ihânet" türünden hârikalar gösterebilirler. Yani isteklerinin zıddı gerçekleşerek rezil olurlar. İstedikleri yönde harika gösterseler; peygamberlik iddia eden yalancılarla gerçeğini halk ayırt edemez. Ve bu, halkın sapmasına sebep olacağından caiz değildir. İnsandan peygamber olur ama ilah olamaz. Hz. Peygamber (asm),
"Dikkat edin Deccâl'in sağ gözü kördür. Rabbiniz ise tek gözlü değildir."
diye ümmetini bu konuda uyararak Deccâl'in harikalarına aldanmalarını önlemiştir. Hadislerde Deccâl'in iki gözü arasında KFR (kâfir) yazılacağı ve bunun herkes tarafından okunacağı bildirilmiştir. (Müslim, Fiten,102, 103,105).
Deccâl, müminler için çok büyük bir fitne olduğundan, bütün peygamberler ümmetlerini Deccâl'e karşı uyarmışlardır. (Buhârî, Fiten, 26; Müslim, Fiten, 101).
DECCAL: Bu kelime (decl) kökünden mübalağalı ism-i faildir. Aşırı yalan ve aldatmalarla hakkı bâtıl, bâtılı hak olarak gösteren ve münafıkane hakkı bâtıl ile karıştırıp hakkı örten ve böylece cemiyetleri ifsad ve idlâl eden şahıs demektir. Tac tercemesi, V / 631. hadiste beyan edildiği gibi: "Deccal meçhul (gaib) bir şerdir." şeklindeki ifadeden de anlaşıldığı gibi, süfyan denen İslâm deccalının deccallığı, herkesin anlayacağı tarzda apaçık değildir.
Münafıkane bir tavırla ümmeti ifsad ve idlâle çalışır. Deccalın başlattığı cereyana da deccaliyet denir. Deccalın en şerli ve zararlı tarafı da deccaliyetidir. Deccalın ölümünden sonra da cereyanı hayli devam eder. Deccalın hak ile bâtılı karıştırmasına karşı Kur'an, hak ile bâtılın tefrik ve tebyinini ister, İşte Kur'an'ın dersini, tam anlayan sahabeler nazarında hak ile bâtıl tamamen ayrılmıştı.
Deccal; "Sahih hadislerin ihbarı ve din büyüklerinin izah ve kabulleri ile, âhir zamanda gelecek ve Risâlet-i Ahmediyeyi inkar edip İslâmiyet'i tahribe çalışacak ve dünyayı fesada verecek çok şerli ve küfr-ü mutlak yolunda olan dehşetli bir şahıstır." Bir hadis rivayetinde üç deccal, diğerinde yirmiyedi deccal geleceği Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam tarafından bildirilmiştir.
Âlem-i islâm'da muhtelif zamanlarda çıkmış olan dehşetli din düşmanlarının ve anarşiye hizmet edenlerin umumu da rivayetleri tasdik etmektedir. Bu din yıkıcılığının âhirzamanda daha dehşetli olacağı bildirilmektedir. Şu son asırda görülen ve dünyayı tehdit eden ve Cenab-ı Hakk'ı inkâra kadar cür'et edip medeniyet-i beşeriyeyi tahribe çalışan dehşetli cereyanlar bu gaybî ihbarın doğruluğunu tasdik etmektedir.
"Deccalın sahs-ı surisi insan gibidir. Mağrur, fîr'avunlaşmış, Allah'ı unutmuş olduğundan; surî, cebbârane olan hâkimiyetine, uluhiyet namını vermiş bir şeytan-ı ahmaktır ve bir insan-ı dessastır. Fakat sahs-ı manevîsi olan dinsizlik cereyan-ı azimi, pek cesimdir. Rivayetlerde Deccala ait tavsifat-ı müdhişe ona işaret eder. Bir vakit Japonya'nın başkumandanının resmi, bir ayağı Bahr-i Muhitte, diğer ayağı on günlük mesafedeki Port Artür Kal'asında tasvir edilmiş. O küçük Japon Kumandanının bu surette tasviriyle, ordusunun sahs-ı manevîsi gösterilmiş." (Bediüzzaman, Mektubat, s.58)
Âhir zamanda biri İslâm âleminde, diğeri beşeriyet âleminde olmak üzere, iki deccal ve cereyanları bulunur.
"Sual: ...Rivayetlerde, her iki Deccalın harikulade icraatlarından ve pek fevkalâde iktidarlarından ve heybetlerinden bahsedilmiş..."
"Elcevab: (İlim ancak Allah' ındır.) İcraatları büyük ve harikulade olması ise: Ekser tahribat ve hevesâta sevkıyat olduğundan, kolayca harikulade öyle işler yaparlar ki, bir rivayette, "Bir günleri bir senedir." Yâni; bir senede yaptıkları işleri ücyüz senede yapılmaz denilmiş... tstidrac eseri olarak, müstebidâne olan koca hükümetlerinde, cesur orduların ve faal milletin kuvvetiyle vukua gelen terakkiyat ve iyilikler haksız olarak onlara isnad edilmesiyle binler adam kadar bir iktidar onların şahıslarında tevehhüm edilmeğe sebep olur."
"Her iki Deccal, azamî bir istibdat ve azamî bir zulüm ve azamî bir şiddet ve dehşet ile hareket ettiklerinden, azamî bir iktidar görünür. Evet, öyle acib bir istibdat ki: -kanunlar perdesinde- herkesin vicdanına ve mukaddesatına, hattâ elbisesine müdâhale ederler. Zannederim asr-ı âhirde İslâm ve Türk hürriyet-perverleri, bir hiss-i kablel vuku ile bu dehşetli istibdadı hissederek oklar atıp hücum etmişler. Fakat çok aldanıp yanlış bir hedef ve hatâ bir cephede hücum göstermişler. Hem öyle bir zulüm ve cebir ki, bir adamın yüzünden yüz köyü harab ve yüzer mâsumları tecziye ve tehcir ile perişan eder."
"Her iki Deccal, Yahudinin İslâm ve Hıristiyan aleyhinde şiddetli bir intikam besliyen gizli komitesinin muavenetini ve kadın hürriyetlerinin perdesi altındaki dehşetli bir diğer komitenin yardımını, hattâ İslâm Deccalı masonların komitelerini aldatıp müzaheretlerini kazandıklarından dehşetli bir iktidar zannedilir." (Bediüzzaman, Şualar, s. 593-594)
(Taç Tercümesi, V. cilt, 1026. hadisten 1047. hadisler; -Doç Dr. Abdülvehhab ÖZTÜRK tercümesinde sayfa 408-429 kadar- Deccal hakkındaki rivayetlerdendir.)
SÜFYAN: Âhir zamanda geleceği ve ümmetin karanlık günler yaşamasına sebeb olacağı sahih hadislerle bildirilen ve şeair-i İslamiyeyi tahribe çalışan dehşetli ve münafık bir şahıs.
"Rivayetler, Deccal'in dehşetli fitnesi İslâmlarda olacağını gösterir ki, bütün ümmet istiaze etmiş."
"(Gaybı yanlız Allah bilir.) Bunun bir te'vili şudur ki: İslamların Deccalı ayrıdır. Hattâ bir kısım ehl-i tahkik, İmam-ı Ali'nin (R.A.) dediği gibi demişler ki onların Deccalı, Süfyan'dır. İslâmlar içinde çıkacak, aldatmakla iş görecek. Kâfirlerin Büyük Deccalı ayrıdır. Yoksa büyük Deccalın cebr ve ceberut-u mutlakına karşı itaat etmiyen şehid olur ve istemeyerek itaat eden kâfir olmaz, belki günahkâr da olmaz." (Bediüzzaman, Şualar, s. 585)
Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyuruluyor:
“Sizleri benden sonra vuku bulacak yedi fitneden sakınmaya davet ederim: Medine'den çıkacak bir fitne, Mekke'den çıkacak bir fitne, Yemen'den çıkacak bir fitne, Şam'dan çıkacak bir fitne, şarktan çıkacak bir fitne, garbdan çıkacak bir fitne. Bir fitne de Şam'ın merkezinden zuhur eder ki, işte bu Süfya-nî'nin fitnesidir.”
(Kitab-ül Feteva-yı Hadisiyye, Ahmed Şehabeddin bin Hacer-ül Heyte-mî adlı eserin 30. sahifesinde ve Kenzü'l-Ummal, 14. cilt, 272.sahifede ve 39639, 39677. hadislerinde ve diğer bazı hadis kitablarında "Süfyan"dan bahsedilir.)
"Evet, "Rivayetlerde, vukuat-ı Süfyaniye ve hâdisat-ı istikbaliye Şam'ın etrafında ve Arabistan'da tasvir edilmiş."
"Allahu a'lem, bunun bir te'vili şudur ki: Merkez-i hilâfet eski zamanda Irak'da ve Şam'da ve Medine'de bulunduğundan, râviler kendi içtihadlariyle -daimî öyle kalacak gibi- mâna verip "Merkez-i Hükûmet-i İslâmiye" yakınlarında tasvir etmişler, Haleb ve Şam demişler. Hadîsin mücmel haberlerini, kendi içtihadlariyle tafsil etmişler..."
"Diğer "bir rivayette, "İslâm Deccalı Horasan taraflarından zuhur edecek" denilmiş. Allahu alem bunun bir te'vili şudur ki: Şarkın en cesur ve kuvvetli ve kesretli kavmi ve Islâmiyetin en kahraman ordusu olan Türk milleti, o rivayet zamanında Horasan taraflarında bulunup daha Anadolu'yu vatan yapmadığından, o zamandaki meskenini zikretmekle Sûfyânî Deccal onların içinde zuhur edeceğine işaret eder."
"Garibdir hem çok garibdir. Yediyüz sene müddetinde Islâmiyetin ve Kur'an'ın elinde şeref-şiâr, bârika-asâ bir elmas kılınç olan Türk milletini ve Türkçülüğü, muvakkaten Islâmiyetin bir kısım şeâirine karşı istimal etmeğe çalışır. Fakat muvaffak olmaz, geri çekilir. "Kahraman ordu, dizginini onun elinden kurtarıyor." diye rivayetlerden anlaşılıyor..."
"Rivayette var ki: Süfyan büyük bir âlim olacak, ilim ile da lâlete düşer. Ve çok âlimler ona tâbi olacaklar."
"Vel'ilmu indallah, bunun bir te'vili şudur ki: "Başka padişahlar gibi ya kuvvet ve kudret veya kabile ve aşiret veya cesaret ve servet gibi vâsıta-i saltanat olmadığı halde, zekâvetiyle ve fenniyle ve siyasî ilmiyle o mevkii kazanır ve akliyle çok âlimlerin akıllarını teshir eder, etrafında fetvacı yapar. Ve çok muallimleri kendine taraftar eder ve din derslerinden tecerrüd eden maarifi rehber edip tamimine şiddetle çalışır." demektir." (Bediüzzaman, Şualar, s. 585-596)
"Büyük Deccal'ın ispirtizma nevinden teshir edici hassaları bulunur. İslâm Deccalı'nın dahi, bir gözünde teshir edici manyatizma bulunur. Hattâ rivâyetlerde, " Deccalın bir gözü kördür. " diye nazarı dikkati gözüne çevirerek büyük Deccal'ın bir gözü kör ve ötekinin bir gözü, öteki göze nisbeten kör hükmünde olduğunu hadîste kaydetmekle, onlar kâfir-i mutlak bulunduğundan yalnız münhasıran bu dünyayı görecek birtek gözü var ve âkıbeti ve ahireti görebilecek gözleri olmamasına işaret eder."
"Ben bir mânevi âlemde İslam Deccalını gördüm. Yalnız bir tek gözünde teshirci bir manyetizma gözümle müşahede ettim ve onu bütün bütün münkir bildim. İşte bu inkâr-ı mutlaktan çıkan bir cür'et ve cesaretle mukaddesata hücum eder. Avâm-ı nâs hakikat-ı hâli bilmediklerinden hârikulâde iktidar ve cesaret zannederler."
"Hem şanlı ve kahraman bir millet, mağlûbiyeti hengâmında, böyle istidraclı ve şanlı ve tâli'li ve muvaffakiyetli ve kurnaz bir kumandanı bulunduğundan gizli ve dehşetli olan mâhiyetine bakmayarak kahramanlık damariyle onu alkışlar, başına kor, seyyielerini örtmek ister. Fakat kahraman ve mücâhid ordunun ve dindar milletin, ruhundaki nur-u îman ve Kur'an ışığıyle hakikat-ı hâli göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribâtını tâmire çalışacağı, rivâyetlerden anlaşılır." (Bediüzzaman, Şualar, s. 225)
Süfyan ve deccal'in kendilerinden daha çok, Süfyaniyet ve Deccaliyet denen cereyanları ve komiteleri daha dehşetlidir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- İSTİDRAC...
14
Deccal, Mehdî ve İsâ Aleyhisselâmı herkes tanıyabilecek midir?
Hayır. Eğer İsa Aleyhisselâm, Mehdî ve Deccal güneş gibi ap açık bilinecek derecede gelselerdi, akıl ve iradeyi kullanma imkânı kalmaz, herkes mecburen inanır, Ebû Bekirlerle Ebû Cehillerin farkı kalmazdı.
Gerçekten rivayetlerde anlatıldığı gibi, minare boyunda, alnında kâfir yazılı, bağırdığında bütün dünya işitecek derecede gür sesli, iki kulağı arası otuz metreyi bulan bir eşeğe binen bir Deccal gelecek olsa, herkes ister istemez onu tanır, bu da imtihan sırrına ters düşerdi.
O halde nazarî meseleler perdeli, derin, tetkik ve tecrübeye muhtaç olmalı ki, imtihandan maksat hasıl olabilsin; Ebû Bekirler yücelerin yücesine çıkarlarken, Ebû Cehiller de aşağıların aşağısına düşsünler. Yoksa irade elden alınırsa imtihanın sırrı bozulur.
İşte bu önemli sır sebebiyledir ki mûcizeler seyrek ve nâdiren gösterilir. Kıyamet alâmetleri de, müteşabihat da bir derece kapalı ve tevilli olur. Yalnız güneşin Batıdan doğması böyle değildir; ap açık olduğu için artık tövbe kapısı kapanır; tövbe de, îman da kabul olmaz. Çünkü o zaman Ebû Cehiller de îmana kalkacak ve Ebû Bekirlerle eşit hale gelecektir.
Yine bu imtihan sırrı gereğidir ki, Deccalı Deccal nâmıyla beklememelidir. O, deccallık haysiyetiyle değil, baskıcı bir idareci olarak bilinir.(1) Onun içindir ki, birçokları onu tanıyamayacaklardır. Ancak nûr-u îmanın dikkatiyle tanınabilirler.(2)
Deccal ve Süfyanı olduğu gibi Hz. Mehdî'yi de herkesin gündüz gibi ap açık bir şekilde tanıması beklenmez, beklenmemelidir de. Bu da imtihan sırrına ters düşer. Öyle olmalı ki, her devir zamanlarında gelecekmişcesine Mehdîyi beklemeli, eski devirlerde de gelip geçtiği veya yaşadığı söylenebilmelidir.
Evet, Garâibü'l-Ehadis'te de belirtildiği gibi Hz. Mehdîyi herkes tanıyamayacak, ancak ehl-i irfan nûr-u îmanla tanıyabilecektir.(3)
İsa Aleyhisselâmın inişi de böyledir. Onu da herkes tanıyamaz. Ancak îman nurunun verdiği bir dikkatle bilinebilir. Evet,
"Hz. İsa Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakiki İsâ olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı (ona mânen çok yakın olanlar), nûr-u îman ile onu tanır.(4) Yoksa bedâhet derecesinde (apaçık bir sûrette) herkes onu tanımayacaktır."(5)
İnsan hangi konuyla çok meşgul olursa, o konuda uzmanlaşır. İmanen zayıf veya ciddî bir şekilde arayış içerisine girmeyen insan, zamanlarında da yaşasa, yanıbaşında da olsa Mehdî'yi de, İsa Aleyhisselâmı da, Deccalı da göremez, görse de tanıyamaz.
Deccal, kendinin Deccal olduğunu bilir mi?
Deccal da, Süfyan da onca şerli icraatlarına rağmen, başlangıçta kendileri, kendilerini Deccal ve Süfyan olarak bilmezler.(6) Sonradan anlarlar.
Birçoklarının naklettiğine göre, İslâm Deccalı "Ve't-tîni ve'z-zeytûn"un mânâsını merak edip sorarmış. Sûredeki ahsen-i takvimde yaratılan insandan kendine, emin beldeden de yeni kurduğu şehre bir işaret arasa gerek. Oysa bu sûreden sonra gelen Alak Sûresindeki
"Muhakkak insan çok çok azgınlaşır."(7)
meâlindeki âyet, hem mânâ hem de cifir hesabıyla onun zamanına ve şahsına işaret etmekte, namaz kılanlara ve câmilere tağıyâne tecavüz ettiğini göstermektedir.
"Demek o istidraclı adam küçük bir sûreyi kendiyle alâkadar hisseder. Fakat, yanlış eder, komşusunun kapısını çalar."(8)
Dipnotlar:
(1) Nursî, Şuâlar, s. 508.
(2) Nursî, Sözler, s. 310.
(3) Nursî, Tılsımlar s. 212.
(4) Nursî, Şuâlar, s. 498.
(5) Nursî, Mektûbât, s. 61.
(6) Nursî, Sözler, s. 310; Nursî, Şuâlar, s. 498.
(7) Alak Sûresi, 6.
(8) Nursî, Şuâlar, s. 514-515.
15
Deccal ile nasıl mücadele edebiliriz ? Fitnesinden sakınmak için neler yapabiliriz ?
Dünyada bulunuş maksadı iyiliğin, hakkın, hakikatin hâkim olması olan, iyiliği emredip kötülüğü menetmek aslî görevleri arasında yer alan mü'minin vazifelerinden biri de, şerre karşı mücadele vermek olacaktır. Deccal devrinde yaşıyorsa, ona karşı mücadelede üzerine düşenleri eksiksiz yapacaktır.
Allah Resûlü (a.s.m.), "Kim üç şeyden kurtulursa kurtuluşa ermiş olur" buyururken, bu üç şeyden birinin de Deccaldan kurtulma olduğunu belirtmiştir.(1)
Deccalın şerrinden nasıl kurtulabiliriz?
Resûl-i Ekrem (a.s.m.), bunları bize bir bir anlatmıştır:
“Eğer (Deccal) ben sizin aranızdayken çıkarsa, sizin adınıza ben ona gâlip gelirim. Şâyet ben aranızda yokken çıkarsa, herkes kendi başının çaresine baksın... Ey Allah'ın kulları ona karşı direnip sebat edin"(2)buyurmuşlardır.
Hadisin İbni Mâce'deki rivayetinde, "Ben ona 'bürhan'larla (delillerle)galebe çalarım" kaydı yer almaktadır. Hiç bir şüphe ve itiraza yer bırakmayacak derecede sağlam ve kesin delile “bürhan” dendiğini biliyoruz. Bu da gösteriyor ki Allah, âhiret, kader gibi îmanla ilgili bütün mukaddesleri inkârı esas alan Deccala maddî kuvvetle değil, mânevî kuvvetle, yani îman hakikatlerini kesin delillerle ispat ederek karşı konulabilir. İmam-ı Rabbanî Hazretleri geçmiş zâtlara dayanarak, "Mütekelliminden ve ilm-i kelâm ulemâsından birisi gelecek, bütün hakàik-ı îmaniye ve İslâmiyeyi (îman ve İslâm hakikatlerini) delâil-i akliye (aklî deliller) ile kemal-i vuzuh ile ispat edecek"(3) müjdesini vermişti. Deccala karşı da ancak o âlim zâtın ortaya koyduğu böylesi delilli, ispatlı hakikatlerle karşı konulabilir.
Bu “bürhan”lara şiddetle ihtiyaç duyulacaktır. Çünkü Deccal bin senedir İslâmın aleyhinde birikegelmiş şüpheleri, bir anda ümmet-i Muhammed’in önüne atıverecektir. Kafası karışan insanlar, ancak kuvvetli deliller lâzım ki şüphelerden korunabilsinler. Bu da ancak bürhanlarla olur.
Sonra Deccal dinden soyutladığı fikriyatını kabul ettirmek için zor kullanmak, zulmetmek ve sıkıntı vermekten çekinmeyecektir. Bunlara dayanabilmek için de güçlü, yani Kur'ân ve îman hakikatleriyle mücehhez olmak gerekir. Herşeye rağmen istibdadına boyun bükmez, öldürülse de itaat etmez, itaat etse de istemeyerek itaat eder. Ama sonuçta kazanır. Şuâlar'da belirtildiğine gibi, "Büyük Deccalın cebr u ceberût-u mutlakına karşı itaat etmeyen şehit olur ve istemeyerek itaat eden kâfir olmaz, belki günahkâr da olmaz."(4)
Büyük Deccalın vazifesini üstlenmekle iftihar eden komünizme karşı duran, onun baskı ve zulmüne boyun bükmeyen Müslümanlar, eğer bu uğurda ölürlerse elbette ki şehid olurlar. Hattâ ona karşı direnen masum Hıristiyanların da büyük mükâfatlar kazandığını görürüz:
"Ahirzamanda mâdem fetret derecesinde din ve din-i Muhammediye (a.s.m.) bir lâkaydlık perdesi gelmiş. Ve mâdem âhirzamanda Hz. İsa'nın din-i hakîkîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hz. İsa'ya (a.s.m.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet (şehidlik) denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zâlimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet, onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır, diye hakîkatten haber aldım... Eğer o felâketi çekenler, mazlumların imdâdına koşanlar ve istirahat-ı beşeriye için ve esaset-i diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukùk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın mânevî ve uhrevî (ahirete ait) neticesi o kadar büyüktür ki, o musibeti onlar hakkında medar-ı şeref yapar, sevdirir."(5)
Bozgunculuğu, yıkımı esas alan Deccal, yerleşmiş herşeyi bozar, meşrû düzeni alt üst eder. Kendisine karşı duranları ya öldürür, ya zindana atar, ya da pasivize etmeye çalışır. Böyle bir atmosferde dine sahip çıkmanın, dini yaşamanın zorluğu tartışma götürmez. “Hayru’l-ümûri ahmezühâ (Amellerin en faziletlesi en zahmetli olanıdır”(6) sırrınca zorluklar arttığı ölçüde mükâfat da artar.
Herşeye rağmen yapılacak iş zor da olsa hakta sebat edebilmek, tavize girmemektir. Peygamberimiz, "Ey Allah'ın Resûlü! Eğer o zamana yetişirsek ne yapalım?" diye soran Sahabîlerine şu tavsiyeyi yapmıştı:
"Meryem oğlu İsa’nın (a.s.) arkadaşlarının yaptıkları gibi sabır ve tahammül edersiniz. Onlar testere ve bıçkılarla biçildiler, ağaçlara konulup çarmıha gerildiler. Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Allah'a itaat ederek ölmek, Allah'a isyan halinde yaşamaktan daha hayırlıdır."(7)
Önemli olan Deccala karşı îmanla, fikirle direnebilmedir. Bir kimse, herşeyi maddeden ibaret gören, Allah'ın varlığını, birliğini, zerreden küreye kadar herşeydeki hâkimiyet ve tasarrufunu kabul etmeyip kendini tanrı yerine koyan Deccalı Rab tanımayıp, "Kesinlikle bizim Rabbimiz Allah'tır. Biz Ona güveniriz ve Ona yöneliriz, Senin şerrinden de Ona sığınırız" derse, Deccal onu otoritesi altına alamaz.(8)
Deccalla mücadele duruma ve şartlara göre değişebilir. Bu konuda ölçü "kötülüğe önce elle, mümkün değilse dille engel olma, o da mümkün değilse kalble buğzetme" hadis-i şerifi olmalıdır. Onunla mücadelede mü'min elinden geleni yapacaktır. Kötülüklerini hoş görme gibi bir yola asla giremez. Elinden hiçbir şey gelmiyorsa buğz etmekle mükelleftir. Sessiz kalmamalı, ondan kötülük gelmesin diye gerçekleri söylemekten çekinmemelidir.
Rivayete göre Hz. Eyyub'un çetin imtihanın sebeplerinden biri de zalim Firavun'a karşı gerekli îkazı yapmayıp susmasıydı. Oysa Beseniye halkı ona karşı haklarını savunmuş, ağır ifadeler kullanmaktan dahi çekinmemişlerdi. Hz. Eyyub ekinlerini koruma maksadıyla sessiz kalmayı, yumuşak davranmayı tercih etmişti. Oysa zulmüne karşı îkazla, marûfu emretmekle görevliydi.
Firavun önce onu, Şam'daki kıtlık günlerinde, "Bize gel! Bizim yanımızda, senin için bolluk, genişlik vardır" diye davetiyeyle Mısır'a çağırmış, o da bütün malını, mülkünü, çoluğunu çocuğunu alıp Mısır'a gitmişti. Firavun da birkısım imkânlar sağlamıştı.
Birgün onun makamında bulunuyordu. Şuayb Aleyhisselâm içeri girmiş, Firavun'un zulmünü yüzüne haykırarak, "Ey Firavun! Gök halkı, yer halkı, denizler ve dağlar halkı kızınca, Allah'ın da, gazaba geleceğinden korkmaz mısın?" demişti.
Buna karşı Eyyüb Aleyhisselâmın tavrı sadece susmak, sessiz kalmak oldu.
Cenab-ı Hak da bunun üzerine, "Ey Eyyub! Sen, Firavun'un ülkesine gittiğin için sustun! İbtilâya hazırlan!" buyurdu.
O ise, "Ben yetimin geçimini üzerime almadım mı? Garibi barındırmadım mı? Açı doyurmadım mı? Dula yardımcı olmağa çalışmadım mı?" dediyse de imtihana tâbî tutulmaktan kurtulamadı.(9)
Görüldüğü gibi birkısım maslahatlara binâen de olsa Deccale sessiz kalmak, yumuşak davranmak büyüklerde bu sonuçları doğurabilmektedir.
Deccalle mücadeleyi terk etme bir yana ona taraftar olma ise şüphesiz daha büyük felâketleri dâvet eder. Kişinin kısa bir süre için dünyası mâmûr olsa da âhireti yıkılır. Kaldı ki dünyada da sıkıntılar, musibetler başından eksik olmaz. Eğer bir yerde umumî mânâda Deccala taraftar olma söz konusuysa, açlık, kıtlık, deprem gibi umumî musibetlere davetiye çıkarılmış olur. Çünkü, "Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle ekser zâtın o zâlim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla mânen iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir."(10)
Görülüyor ki Deccalle mücadele kolay değil. Etkisi büyük, istibdadı şiddetli olan Deccal, şüphesiz kendisiyle mücadeleye kalkanları susturmaya çalışacaktır. Mü’mine düşen ise mücadele duygusunu yitirmemek, gücü yettiğince mücadele edebilmektir. Hiçbir şey yapamıyorsa, ona buğz etmelidir. Mümkün olduğunca ona, cereyanına yaklaşmamalı, câzip fitnelerinden uzak durmalıdır. Konuyla ilgili Resûlullahın tavsiyeleri şöyle:
"Deccalın çıktığını duyduğunuzda ondan uzak durunuz. Çünkü bir adam onu reddetmek niyetiyle yanına gider, fakat yanındaki kalbleri vesveselendiren, aldatan, şüpheye düşüren şeyler sebebiyle ona tâbi olup kalır.”
Diğer bir rivayet de şöyle:
"Deccalın çıktığını duyduğunuzda, mümkün mertebe ona yanaşmayın. Çünkü adam onu mü'min zannederek yanına gider, beraberinde biraz kalır, sonra ondaki şüphelerle ona tâbi olup tuzağına düşer."(11)
Burada Deccala yanaşmaktan maksat, sadece şahsına değil, onun akıl ve kalbleri şaşırtan cereyanına da yaklaşmaktır. Çünkü Deccal ölse de onun sistemi devam eder. Hem de dehşetli bir fitne bırakıp öyle gider.
Bir hadis-i Şerifte, Deccalın bu câzip fitnelerine bulaşmamak için evleri tercih etme tavsiyesi de yer almaktadır. Peygamberimiz, Kıyamet kopmadan önce gece karanlığı parçaları gibi fitneler olacağını, o vakit kişinin mü'min olarak sabaha erip kâfir olarak akşama kavuşucağını, birçok kimsenin azıcık dünyalık karşılığında dinlerini satacağını bildirir. Sahabîler böyle bir zamana ulaştıklarında, "Bize ne emredersiniz?" diye sorduklarında, "Evinizden çıkıp fitneye bulaşmayın" buyurur.(12)
Bütün mesele, onun tuzağına düşmemek, câzip fitnesine kapılmamak için Deccalı iyi tanımak, tedbirli olmak ve üzerine düşen mücadeleyi yapabilmektir.
Ne yazık ki, Deccalı hakkıyla tanımayan insanlar yanlış kanaatlere sahip olabilmekte, ilgisizlik ve bilgisizlikleri sebebiyle Deccalın tuzağına düşebilmektedirler. Aldatıcılık, hîlekârlık ve münafıklığı şiâr edinen meşhur Deccal böylelerini kolayca avlayabilmektedir.
Deccalın inançsızlığını, İslâma savaş açtığını, şu veya bu vesilelerle saldırdığını bildiği halde gönüllü olarak peşine takılanların kendi kendilerini tehlikeye atmış olduklarını bilmem burada söylemeye gerek var mı? Artık onun, iyilikleri de bir işe yaramayacaktır. Evet, Peygamberimizin buyurduğu gibi, Deccala tâbi olana "hiçbir hayırlı ameli fayda vermez."(13)
Deccalin Fitnesinden Sakınmak için Neler Yapılabilir ?
"Şüphesiz ben sizi Deccala karşı uyarıyorum. Hiçbir peygamber yoktur ki, gönderildiği toplumu ona karşı uyarmamış olsun. Nitekim Hz. Nuh da (a.s.) kavmini ona karşı uyarmıştı."(14)
Tehlike ne ölçüde büyükse korunma da o ölçüde önem kazanır. Ona göre uyarılar yapılır, tedbirler alınır. Resûl-i Ekrem de (a.s.m.) yukarıda görüldüğü gibi bu büyük tehlikeye karşı gerekli ikazları yapmıştır.
Onun yaptığı bu ikazlar sebebiyledir ki Sahabe, Deccalı o kadar yakın bir yerde ve her an gelebilecek bir felâket olarak görmüş ve ona karşı gerekli hazırlığını yapmıştı.
Nevvas bin Sem'an, Resûlullahın, bu dehşetli fitneyi nasıl dile getirdiğini şöyle anlatır:
"Resûl-i Ekrem (a.s.m.), bir sabah vakti Deccalı anlattı. Onu o derece alçalttı ve (fitnesini) o derece yükseltti ki, onu hurmalık içinde zannettik."(15)
Deccalın fitnesinden bizzat kendisi Allah'a sığınan Allah Resûlü(16) ümmetine, sıkça yaptığı şu duâyı öğretmişti: "Mesihi'd-Deccal'in fitnesinden Sana sığınırım."(17)
Ayrıca o, namazın son teşehhüdünü bitirdikten sonra şu dört şeyin şerrinden Allah'a sığınmamızı da öğütlemiştir. Bu dört şey: Cehennem azabı, kabir azabı, hayat ve ölüm fitnesi ve Mesihü'd-Deccal'ın şerridir.(18)
Sünnetteki bu duâları mesleğinin esasları arasına alan Bediüzzaman'ın sabah ve akşam namazlarından sonra yaptığı duâlarda Deccalın fitnesinden sakınma da yer alıyordu:
"Allah'ım, bizi Cehennemden muhafaza eyle! Allah'ım, bizi bütün ateşlerden muhafaza eyle! Allah'ım, bizi dinî ve dünyevî fitnelerden muhafaza eyle! Allah'ım, bizi âhirzaman fitnesinden muhafaza eyle! Allah'ım, bizi Mesih-i Deccal ve Süfyan'ın fitnesinden muhafaza eyle! Allah'ım, bizi sapıklıklardan, bid'alardan ve belâlardan muhafaza eyle!"(19)
Resûlullahın Deccalın fitnesinden korunmak için Kehf Sûresinin ilk âyetlerini okuma tavsiyesi de yer almaktadır.
“Yanında bir cennet, bir de cehennemi bulunması yine onun fitnesindendir. Halbuki onun Cehennemi Cennet, Cenneti de Cehennemdir. Kim ateşiyle imtihan edilirse, Allah'tan yardım dileyip Kehf Sûresinin ilk âyetlerini okusun. O zaman ateşi, İbrahim'e (a.s.) karşı olduğu gibi, soğuk ve selâmetlik oluverir."(20)
Ayrıca Deccalın şerrinden korunma noktasında, “Kehf Sûresini okuyan Deccal'ın fitnesinden korunmuş olur”(21) rivayeti yanında “son âyetlerini okuyan,”(22) “ilk on âyetini ezberleyen korunmuş olur”(23) şeklinde rivayetler de vardır.
Acaba bu sûrenin okunmasında ne gibi hikmetler olabilir?
Bu sûrede Cenab-ı Hak, zât ve sıfatlarıyla tanıtılmakta, Onun yardımıyla Ashab-ı Kehf'in, zamanın zâlim hükümdarı Dakyanus'un şerrinden kurtuluşları anlatılmaktadır. Deccal'ın şerrinden de yine Cenab-ı Hakkın inayetiyle kurtulunabilir. İşte bu sûre mü'minlere bu güvenceyi vermektedir. Bu sûrenin Resûlullah zamanından beri Cuma günleri camilerde okunmasının önemli bir hikmeti de Deccalın şerrinden Allah'a sığınmak içindir.
Muhammed el-Hicazî (öl. 1625), Deccalın fitnesine karşı Kehf Sûresini okuma tavsiyesini değerlendirirken, ona ancak Kur'ânla karşı çıkılabileceğini söyler ve sırrını şöyle açıklar:
"Deccala karşı kuvvetli olan Kur'ân ile kuvvetlidir."(24)
Kur’ân’ı iyi bilen, kalb ve aklını onun kutsî hakikatleriyle dolduran kişiye Deccalın hile, şüphe ve vesveselerinin hiçbir etkisi olamaz.
-----------------------------------
1. Müsned, 4:110.
2. Müslim, Fiten: 20.
3. Nursî, Şuâlar, s. 152.
4. A.g.e., s. 504.
5. Nursî, Kastamonu Lâhikası, s. 79-80.
6. el-Aclunî, İsmail Muhammed, Keşfü’l-Hafâ ve Müzîlü’l-Elbas (Beyrut: Daru İhyâü’t-Türasi’l-Arabî, 1351), 1:155.
7. Şâranî, Ölüm-Kıyamet-Âhiret ve Âhirzaman Alâmetleri, s. 380.
8. Müsned, 5:372.
9. İbni Asakir, Tarih-i Dımeşk, 3:194-195; İbni Esir, el-Kâmil, I-13 (Beyrut: 1385/1965), 1:129-130.
10. Nursî, Sözler, s. 158.
11. Ebû Davud, Melahim: 14.
12. Tirmizî, Fiten: 30 (H. 2196).
13. Müsned, 5:16.
14. Ebû Davud, Sünne: 25; Tirmizî, Kitabü'l-Fiten: 56, 62.
15. Müslim, Fiten: 110.
16. Buharî, Fiten: 26; Müsned, 2:201, 233; 6:139-140.
17. Tirmizî, Daavat: 77.
18. Müslim, Salât: 128.
19. Nursî, Namaz Tesbihatı, s. 30.
20. İbni Mâce, Fiten: 36; Ebû Davud, Kitabü'l-Melahim (Deccal'ın Çıkışı babı) (4:117).
21. Ebû Davud, Melahim: 14.
22. Müsned, 2:446.
23. Müsned, 2:449.
24. el-Hıcazî, Muhammed bin Muhammed bin Abdillah el-Hicazî el-Vâiz, Sevâü's-Sırat fî Zikri’s-Sâati ve’l-Eşrât (Mısır: Daru’l-Kütübi’l-Mısriyye, Gaybiyat Teymür, nr. 26), vr. 251, 268.
16
Deccal ne gibi icraatlar yapacaktır? En büyük destekçisi kim veya kimler olacaktır?
Deccal farklı bir insandır, dikkat çekici icraatlara sahiptir. Onu iyi tanıyabilmek için icraatını bilmek gerekir. Bunların en önemlilerini belirtelim.
a. Tanrılık dâvâsında bulunması
Bilindiği gibi tarihte Nemrut, Firavun gibi ellerindeki güç ve kuvvete dayanıp ilahlık dâvâsında bulunan bir kısım kimselere rastlanmıştır. Deccal da aynı kafiledendir. Fatiha'da zikredilen dâllîn, yani yolunu sapıtmışlar gürûhundan.
İşte hadis-i şeriflerde Deccalın bu özelliğine dikkat çekilerek tanrılık dâvâsında bulunacağı bildirilmiştir.(1)
Bu gerçek diğer bir hadis-i şerifte de şöyle anlatılır:
"Deccal ne zaman çıkarsa muhakkak kendisinin ilâh olduğunu iddia eder. Her kim ona îman eder, onu tasdik eder ve ona iltihak ederse, onun geçmişteki amelleri artık kendisine fayda vermez. Her kim Deccalı inkâr eder, onu yalancı kabul ederse o da geçmişteki kötü amellerinden dolayı ceza görecek değildir."(2)
Deccalı kâfir-i mutlak oluşu bu yola iter. Gasbla, hile ile elde ettiği saltanatı ve iktidarına dayanarak tanrılık davasında bulunmakta tereddüt etmez.
Bediüzzaman, "Âhirzamanda Deccal gibi bir kısım şahıslar, ulûhiyet dâvâ edecekler ve kendilerine secde ettirecekler"(3) şeklindeki rivayeti izah ederken şunları söylemektedir:
"Nasıl ki padişahı inkâr eden bir bedevî kumandan, kendinde ve başka kumandanlarda, hâkimiyetleri nisbetinde birer küçük padişahlık tasavvur eder. Aynen öyle de: tâbiuyyun ve maddiyyun (tabiatçılar ve maddeciler) mezhebinin başına geçen o eşhas, kuvvetleri nisbetinde kendilerinde bir nevi rubûbiyet tahayyül ederler ve raiyetini, kendi kuvveti için kendilerine ve heykellerin serfürû ettirirler, başlarını rükûa getirirler"4 demektir.
Doğup büyüyen, yiyip içen, çocuk sahibi olan, hastalanan ve sonuçta ölen âciz yaratıkların nasıl tanrılığa kalkıştıklarını anladık. Peki, bunlar nasıl tanrı edinilebilirler? İnsan bu derece nasıl düşebilir?
Bu sorunun cevabını Kur'ân'da bulabiliriz. Kur'ân, bize, bu tip tanrılık dâvâsında bulunanların şablonunu vermekte, geçmiş devirlerde firavunların, nemrutların olduğu gibi her devirde böyle ilahlık iddiasında bulunabilecek kimselere işaret etmektedir. Bakara Sûresinin 165. âyetinde şöyle buyurulmaktadır:
"İnsanlardan kimi Allah'tan başka şeyleri Ona eş tutuyorlar da onları Allah'ı sever gibi seviyorlar."
Merhum Elmalılı âyete şu tefsiri getiriyor:
"...Onları, Allah'ı sever gibi severler. Onların emirlerine, yasaklarına, arzularına itaat ederler de Allah'a isyan içinde bulunurlar. Şüphe yok ki böyle yapmak, gerek Allah'ı inkâr ederek olsun ve gerekse ilâhlık mânâsında onları Allah'a ortak yapmaktır."
Elmalılı bunların bir kısmının nemrutlara, firavunlara yapıldığı gibi şirki açıktan yaptıklarını, bazılarının da açığa vurmadan yaptıklarını belirtir ve bu ikinci kısmı şöyle açıklar:
"Onları Allah'ı sever gibi severler, onları nimet sahibi olarak tanırlar. Onların sevgisini hareketlerinin başı kabul ederler. Allah'a yapılacak şeyleri onlara yaparlar. Allah rızasını düşünmeden onların rızasını elde etmeye çalışırlar. Allah'a isyan olan şeylerde bile onlara itaat ederler.
Bu âyet bize gösteriyor ki, ilâhlık dâvâsında son derece sevgi, bir esastır. Ve mâbûd, en yüksek seviyede sevilen şeydir. Böyle son derecede sevilen şeyler ne olursa olsun mâbûd edinilmiş olur. Sevginin hükmü ise itaattir. Bunun için mâbûda son derece itaat edilir. Her insanın tuttuğu yolda hareket başlangıcı onun mâbûdudur. İnsanlar böyle sevgiyle mâbûd mertebesi verilerek Allah'a denk tutulan şeyler o kadar çeşitlidir ki, bir taştan, bir maden parçasından, bir ottan, bir ağaçtan tutun da gök cisimlerine, ruhlara, meleklere kadar çıkar.
... Değerli tefsirciler, benzer mânâsına gelen "endad"ı 'Allah'a isyanda itaat ettikleri liderleri, başkanları ve büyükleri" diye açıklamışlardır. Bu zamirin, tağlip yoluyla diğer putları da kapsamına alması takdirinde bile bu mânâ açıktır.
Gerçekten servet, büyüklük, kuvvet, makam, itibar, güzellik gibi herhangi bir ümide sebep sayılan dilberler, kahramanlar, hükümdarlar gibi insanları, Allah gibi seven ve onlar uğrunda herşeyi göze alan nice kimseler vardır ki bu şirk konusunun putperestlik esasını, insanlığı en büyük yarasını teşkil eder."(5)
b. Peygamberliğe kalkışması
Deccal, Allah'ı inkâr eder ve kendini Onun yerine kor. Peygamberi inkâr eder, kendini onun yerine kor. Kendinden daha kutsal birşey yoktur onun dünyasında. "Ben size benden önce hiçbir peygamberin anlatmadığı bir özelliğini anlatacağım" buyuran Allah Resûlü, Deccalın bu özelliğini de dikkatlerimize sunmuştur: "İlk olarak o, "Ben peygamberim" der. Fakat benden sonra peygamber gelmeyecektir. İkinci olarak da "Ben Rabbinizim" der. Halbuki Rabbinizi ölünceye kadar görmeyeceksiniz."(6)
c. Hile ve aldatmayla iş görmesi
Mevlânâ, Mesnevî'sinde Hıristiyanları öldüren bir Yahudî kralın hilekâr ve inançsız vezirinden bahseder. Vezir birgün krala kulağını, burnunu kesmesini ve yanından uzaklaştırmasını ister. Tâ ki Hıristiyanlar arasına fitne soksun. Onlara şöyle diyeceğini söyler: "Ben gizliden mü'mindim. Kral benim bu halimi öğrendiği için bana bu işkenceyi revâ gördü."
Kral münafık vezirine, istediklerini aynen yapar. Onun bu halini gören binlerce Hıristiyan etrafında halkalanır. Halbuki adam görünüşte vâiz, içten tuzaktır. Halk kalben ona yönelir, onu bağırlarına basar ve onu İsa'nın (a.s.) vekili zannederler. Mevlânâ "Oysa" der, "Bu kör ve mel'ûn deccaldır."(7)
Bu hikâye, Deccalın münafıkâne icraatını çok güzel temsil eder. Bir hadis-i şerifte, "Deccalın meçhûl (gâib) bir şer"(8) olduğundan bahsedilir ki, bu İslâm Deccalının apaçık herkesin anlayabileceği tarzda hareket etmeyeceğini, münafıkâne davranacağını gösterir.
Bir gece rüyasında Resûlullah, Deccalı tavaf ederken görmüştü. Bu onun başlangıçta dindar bir görünüm sergileyeceğini göstermektedir.(9)
İbni Hacer onun hilekârlığından söz ederken, "Deccal önce îman ve iyilik iddiasıyla çıkar, sonra peygamberlik, daha sonra da tanrılık dâvâsında bulunur."(10) der.
Süfyanın, başlangıçta İslâmı, Peygamberimizi öven sözler söyler. Onun en çok beğendiği ve takdir ettiği, çok defa kendisinden övgüyle bahsettiği bir kimse de Hz. Ömer'dir.(11)
Deccal inançsızlığı esas aldığı, inançsızlık da her türlü kötülüğün menbaı olduğu için ondan iyi şeyler beklemek hayal olur. Ancak Süfyan münafıkâne iş gördüğü için herkes onun asıl niyetini bilemez, hilekârlıkla birkısım iyilikleri kendine mal ettiği için gerçek niyetini gizlemeyi iyi başarır, birçokları da onu kahraman zanneder.
d. Tahripkârlığı
Deccalın özelliklerinden biri de tahripçi olmasıdır. O sadece inançları tahrip etmekle kalmaz, ibadethaneleri de yıkar. Bu noktada şöyle bir rivayet vardır:
"'Ciğerlerini yiyenlerin oğlu' olan Süfyanî kuru bir vadiden çıkar. Kelb Kabilesinden abus çehreli, sert kalbli adamlardan kurulu bir ordu düzenler ve bunlar her tarafa zulmederler. O; medrese ve mescidleri yıkar, rükû ve secdeye giden herkesi cezalandırır. Zulüm, fesad ve fısk çıkarır. Âlim ve zâhidleri katleder, pek çok şehri de işgal eder. Kan akıtmayı helâl kılarak Âl-i Muhammed'e düşman kesilir. Kendi zulüm ve keyfine karşı geleni öldürtür."(12)
Büyük bir mâneviyat kutbu olan Muhyiddin Arabî (öl. 1240), Deccalın tahripleri arasında, kelâmcıların değişmez gördüğü ve peygamberliğin tanınması için koyduğu prensipleri bozmasını da sayar.(13)
Rivayetlerde Deccalın evlere kadar girip çocukları esir aldığından da söz edilir. "Deccal, evlerinize girmiş, çocuklarınızı esir almıştır" diye bir ses duyulacağı,(14) belirtilir. Dün için bu hadis-i Şerifi anlamak güçtü. Ama teknolojik gelişmelerin arttığı günümüzde bunu daha rahat anlayabiliyoruz. Televizyonlarda gösterilen dine, ahlâka, kültürel değerlere hücum etmekte olan programları seyreden, gerekli dînî duygu ve mânevî eğitimi almayan gençlerin, çoluk çocuğun televizyonlara esir düştüğü, bunların etkisi altında kaldığı bir hakikat değil mi? Yani Deccal radyo, televizyon gibi teknolojik cihazların geliştiği bir zamanda gelip bunları maksadına âlet edecek, yeni yetişen nesilleri mânen esareti altına alacaktır.
e. Fitne ve fesadı körüklemesi
Her iki Deccal da meşrû düzeni bozarak fitne ve fesadı körüklerler. Şuâlar'da belirtildiğine göre, Şeytanı dinleyen büyük Deccal, Hıristiyanlığın hükümlerini kaldırıp, sosyal düzeni sağlayan bağları bozup anarşistliğe, Ye'cüc ve Me'cüce zemin hazırlar.
İslâm Deccalı Süfyan da, "Şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleriyle kaldırmağa çalışarak, hayat-ı beşeriyenin maddî ve mânevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak hürmet ve merhamet gibi nuranî zincirleri çözer, hevasât-ı müteaffine (kokuşmuş hevesler) bataklığında birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdat bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdattan başka zabt altına alınamaz."(15)
Çünkü, "Kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa; akıl ve zekâvet o insanları gâyet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir, daha siyasetle idare edilmez. Ve anarşistlik fikrinin tam yeri ise, hem mazlum kalabalıklı, hem medeniyette ve hâkimiyette geri kalan çapulcu kabileler olacak."(16)
Her iki Deccala da Mesih denilmesinin bir sebebi de, yukarıda da görüldüğü gibi biri Hıristiyanlığın, diğeri de İslâmiyetin hükümlerini değiştirmeleri, kaldırmalarıdır. Bir hadis-i şerifte onların bu özelliğine dikkat çekilerek şöyle buyurulmuştur: "Onlar sizde olmayan âdetleri getirirler. Dininizi ve âdetlerinizi o yabancı âdetlerle değiştirirler. Bunları gördüğünüzde onlardan sakının ve onlara düşman olun." (17)
f. İhtilâflardan yararlanması
Rivayetlerden, fitne ve nifakla iş görmek ve bu yolda her desiseye başvurmak, vazgeçilmez özellikleri arasında yer alan Deccalın ihtilâflardan yararlanacağını da öğreniyoruz. Ehl-i îmanın ihtilâfı onun arayıp da bulamayacağı büyük bir fırsattır. Evet, ehl-i îmanın mücadele ve bölünmeleri az bir kuvvetle mağlûp edilmelerini sağlar.
Hadis-i şerifin bildirdiği gibi, o günlerde araları bozuk olan(18) mü'minler Deccalın hedefi olmaktan kurtulamazlar.
Bundan ilk payı, hiç şüphesiz bu birliği sağlamakla görevli olan ulemâ alacaktır. Bir hadis-i şerifte,
"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki, onda, ulemâ, köpekler öldürülür gibi öldürülür. Keşke o zaman ulemâ birlik olsaydı."(19)
buyurularak bu acı tablo gözler önüne serilir.
Bu da gösteriyor ki, Deccal, halka öncülük mevkiinde olan ulemânın vazifelerini gerektiği gibi yapmayıp ihtilâfa düşmeleri, birbirleriyle boğuşmalarından istifade etmektedir. Oysa dinin emirlerini tebliğle görevli ulemâya yakışan birlik ve beraberlik içinde olmalarıydı.
Aslında ihtilâflar her devirde ve her seviyede ehl-i îmanın başına büyük gâileler açmıştır. Bediüzzaman Hazretleri müşahedelerine dayanarak bu ihtilâfların nelere mal olduğunu bir eserinde şöyle anlatır:
"Ben kendim mükerreren müşahede ettim ki: Yüzde on ehl-i fesat, yüzde doksan ehl-i salâhı mağlup ediyordu. Hayretle merak ettim, tetkik ederek kat'iyyen anladım ki: O galebe kuvvetten, kudretten gelmiyor, belki fesattan ve alçaklıktan ve tahripten ve ehl-i hakkın ihtilâfından istifade etmesinden ve içlerine ihtilâf atmaktan ve zaif damarları tutmaktan ve aşılamaktan ve hissiyat-ı nefsaniyeyi ve ağraz-ı şahsiyeyi tahrik etmekten ve insanın mahiyetinde muzır madenler hükmünde bulunan fenâ istidatları işlettirmekten ve şan ve şeref namıyla riyakârâne nefsin firavuniyetini okşamaktan ve vicdansızca tahribatlarından herkes korkmasından geliyor. Ve o misillü şeytanî desiseler vasıtasıyla muvakkaten ehl-i hakka galebe ederler."(20)
Aslında şu âyet-i kerime, ehl-i îmanı, böylesi acı tecrübeleri yaşamamaları için ne güzel uyarmaktadır:
"İnkâr edenler birbirinin dostudur. Eğer size emredileni yerine getirip mü'mini dost, kâfiri düşman bilmezseniz, yeryüzünde fitne çıkar ve pek büyük bir fesat meydana gelir."(21)
Dostluğun gereği ittifakken, ihtilâfa gidilirse olacağı budur.
En küçük fırsatı dahi ganimet bilen Deccal da elbet bundan yararlanacaktır. Mektûbât'ta anlatıldığı gibi,
"Âhir zamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zendeka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları (muzır ve müthiş şahısları), İslâmın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek az bir kuvvetle nev-i beşeri hercü merc eder ve koca âlem-i İslâmı esaret altına alır."(22)
Bu gerçeği dile getiren Bediüzzaman, ehl-i îmana şu îkazı yapma ihtiyacını da hisseder:
"Ey ehl-i îman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zâlimlere karşı, 'Ancak inananlar kardeştir'(23) kal'a-i kudsiyesi içerisine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz. Mâlûmdur ki iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mîzanda, iki dağ birbirine karşı müvazenede bulunsa, bir küçük taş müvazenelerini bozup, onlarla oynayabilir. Birini yukarı, birini aşağı indirir.
“İşte ey ehl-i îman! İhtiraslarınızdan ve husûmetkârâne tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner. Az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimâyenizle alâkanız varsa, ‘Mü'min mü'min için sağlam bir binanın birbirine kuvvet veren taşları gibidir'(24) düstur-u âliyeyi, düstûr-u hayat yapınız. Sefalet-i dünyeviyeden ve şekàvet-i uhreviyeden kurtulunuz."(25)
g. Sıkıntı çektirmesi
Herşeyin ters yüz edildiği bir zamandır âhirzaman. Başlar üzerinde tutulması gereken mü'minin de böyle bir zamanda sıkıntılara maruz kalması kadar tabiî bir şey olamaz.
Rivayetlerden öğrendiğimize göre, o günlerde inancının gereğini yaşamaya çalışan mü’min, dinini yaşamada elde kor tutar gibi(26) zorluklar çeker. İdarecilerin şiddetli belâlarına maruz kalır. O kadar ki yer onlara dar gelir.(27) Zaman olur zindanları mekân eylerler.
Dört bir yanı ölüm, açlık, fitne ve bid’alar istilâ eder.(28)
Evet, onun zamanında açlık baş gösterir. Halkı açlık ve susuzluğu maruz bırakır Deccal. Sadece kendisinde yiyecek ve içecek bulundurur. İnsanlara bundan yedirir ve içirir. Ondan yiyip içenler artık kurtuluşa eremezler.(29)
Deccala Tâbi Olmak, Destek Vermek
Deccalın tâbîleri çoktur. Kendisine birçok kimse iltihak eder.(30) Bunların çoğunluğunu münafıklar, Yahudîler ve birkısım kadınlar teşkil eder. Kadın erkek nice münafık ve birçok kadın ona tâbî olur. Onun için bazı kişilerin kızını, kızkardeşini, yakın kadın akrabalarını ona tâbî olur korkusuyla eve bağladıkları rivayet edilir.(31)
Yahudîlerin desteği
Deccal en büyük desteği Yahudîlerden alır. Ekseriyetle ona uyanlar Yahudîlerdir.(32)
Bu Yahudîlerin dedeleri, daha Asr-ı Saadetteyken, Resûlullaha (a.s.m.) gelip, "Deccal âhirzamanda bizden çıkacaktır"(33) diyerek övünmemişler miydi? Elbette o nesil, Deccal çıktığında da onu tanımakta gecikmeyecek, hemen destek vereceklerdir.
Bir hadis-i şeriften, Isfahan Yahudîlerinden üzerlerinde [eşrafın giyindiği> yeşil şallar bulunan yetmiş bin Yahudînin Deccalın peşinden gideceği bildirilmektedir.(34)
Arapçadaki yedi, yetmiş gibi kelimelerin çokluğu ifade ettiğini, bundan kastın da birçok Yahudînin ona destek vereceğini anlamamız gerekir.
Büyük Deccalın sisteminin fikir babalığını yapan Marks, komünizmi belli hedeflere sevk eden Lenin, son darbeyi indiren Troçki ve onu uygulamaya koyan Stalin Yahudî kökenliydiler.
Muhammed Gazalî, Yahudîlerin yine Yahudî olan, haktan sapan ve Yahudîlerin vicdanını temsil eden Deccalın etrafında toplanarak hâkimiyet kurmak için mücadele vereceklerini söyler.
Geçmişten günümüze bir kısım meşhur Yahudîleri Deccalın yardımcıları olarak gören Mısırlı yazar Said Eyyüb ise siyonizmi, Deccalın bir halkası olarak değerlendirir. Ona göre toplumda ekmek, şehvet ve korku gibi üç mücadele tipini başlatan Yahudîler Deccallık yapmaktadırlar.(35)
Bediüzzaman ise "Deccalın mühim bir kuvvetinin Yahudîler olduğu ve Yahudîlerin severek ona tâbi olacakları”(36) şeklindeki rivayetin bir tevilinin şöyle çıktığını anlatır:
"Allahü a'lem, diyebiliriz ki, bu rivayetin bir parça tevili Rusya'da çıkmış. Çünkü, her hükümetin zulmünü gören Yahudîler, Almanya memleketinde kesretle toplanıp intikamlarını almak için, Komünist Komitesinin tesisinde mühim bir rol ile Yahudî milletinden olan Troçki namında dehşetli bir adamı, Rusya'nın başkumandanlığına ve terbiyegerdeleri olan meşhur Lenin'den sonra Rus hükümetinin başına geçirerek Rusya'nın başını patlatıp bin senelik mahsûlâtını yaktırdılar. Büyük Deccalın komitesini ve bir kısım icraatlarını gösterdiler. Ve sâir hükümetlerde dahi ehemmiyetli sarsıntılar verip karıştırdılar."(37)
Ayrıca her iki Deccal da, İslâm ve Hıristiyanlığa şiddetli bir intikam besleyen gizli bir Yahudî komitesinin, İslâm Deccalı da masonların komitelerini aldatıp desteklerini alırlar.(38)
Deccalın Kur'ân'da da bahsedilen fesat grubu Ye'cüc ve Me'cücla da irtibatı vardır.(39) Deccalın en büyük yardımcılarından biri de hiç şüphesiz bu anarşist gruptur.
Şuursuz ehl-i îmanın da, onun bir kısım iyiliklerini büyütüp, dağlar gibi kötülüklerini görmezden gelerek Deccala taraftar olacaklarını da burada belirtelim. Kastamonu Lâhikası’nda belirtildiğine göre, bu tip ehl-i îman, fevkalâde safderûnlukları sebebiyle dehşetli cânîleri âlicenabâne affedebilmektedirler. Binlerce kötülük işleyen ve binlerce maddî ve mânevî hukuku mahveden bu adamdan birtek iyilik görseler, ona bir nevi taraftar çıkarlar. Bundan dolayı azın azı durumundaki ehl-i dalâlet ve tuğyan; safdil taraftarlar ile ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatası neticesinde meydana gelen umumî musibetin devamına, hatta şiddetlenmesine kader-i İlâhiyeye fetvâ verdirir; biz buna müstehakız derler. İnsan ancak kendine karşı işlenen bir cinayeti âlicenabâne affedebilir. Kendi hakkından vazgeçse hakkı var. Yoksa başkalarının hukukunu çiğneyen canilere afüvkârâne bakmaya hakkı yoktur, zulme ortak olmuş olur.(40)
Deccalın güç yetiremeyeceği topluluk
Müslim'de yer alan bir hadiste, Deccal'ın şerrinden korunduğu bir kavimden söz edilir. İsa Aleyhisselâmın onlara teberrük ve ikramda bulunacağı belirtilir. Cenab-ı Hakkın, Hz. İsa’ya vahyettiğine göre, hiç kimse onlarla savaşmaya güç, kuvvet yetiremeyecektir.(41)
Bu hadis, son grubu, Mesih Deccalla savaşacak,(42) Kıyamete kadar hak için cihad etmeye devam edecek olan ve muhalefet edip düşmanlık edenlerin bir zarar veremeyeceği(43) rivayetleriyle uygunluk arz etmektedir.
Dipnotlar:
1. Şârânî, Muhtasaru Tezkireti'l-Kurtubî Tercümesi, s. 485.
2. age.
3. Müsned, 3:211; Kenzü'l-Ummal, 14:310; 14:312.
4. Nursî, Şuâlar, s. 503.
5. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili (İstanbul: Feza Yayıncılık A.Ş.), 1:472.
6. İbni Mâce, Kitabü'l-fiten: 36; Ebû Davud, Kitabü'l-Melahim (4:117).
7. Mevlânâ, Celâleddin-i Rumî, Mesnevî (Beyrut: 1386/1966), I:104.
8. Bekir Sadak, Tac Tercümesi, (İstanbul: Eser Yayınları, 1968), 5:631.
9. Said Eyyub, el-Mesihü'd-Deccal (Kahire: 1410/1985), s. 124.
10. el-Askalânî, Fethu'l-Bârî, 13:79.
11. Nursî, Şuâlar, s. 514.
12. el-Bürhan, s. 37.
13. Muhyiddin Arabî. el-Fütûhâtü'l-Mekkiyye, I-XII (Kahire: 1392/1972), 2:168.
14. el-Bürhan, s. 73.
15. Nursî, a.g.e., s. 512.
16. a.g.e., s. 508.
17. Râmûzü'l-Ehadis, 1:121.
18. Hâkim, Müstedrek: 4:529-530.
19. Râmûzü'l-Ehadis, H. 503.
20. Nursî, Lem'alar, s. 78.
21. Enfal Sûresi, 73.
22. Mektûbât, s. 260.
23. Hucurat Sûresi: 10.
24. Buharî, Salât: 88; Müslim, Birr: 65; Tirmizî, Birr: 18; Neseî, Zekât:67.
25. Nursî, Mektûbât, s. 261.
26. Tirmizî, Fiten: 73.
27. el-Bürhan, s. 12.
28. el-Bürhan, s. 66.
29. Abdülkerim el-Cilî, el-İnsanü'l-Kâmil, I-II (Kahire: 1402/1981), 2:81, 82.
30. et-Tebrizî, Veliyüddin Muhammed bin Abdillahel-Hatibi’l-Ömerî, Mişkâtü'l-Mesabih, (Dımaşk: 1382/1962), 3: 38.2
31. Müsned, 2:67.
32. Müslim, 11:362.
33. Elmalılı, a.g.e., VI:4172-4173.
34. Müslim, Kitabü'l-Fiten: 124.
35. Sarıtoprak, a.g.e., s. 121.
36. Müslim, Fiten: 124; Müsned, 3:224, 292, 4:216-217; Kenzü’l-Ummal, 14:582, 618.
37. Nursî, Şuâlar, s. 507.
38. Nursî, a.g.e., s. 513.
39. Ebû Davud, Melahim: 14; Tirmizî, Fiten: 57-59.
40. Nursî, Kastamonu Lâhikası, s. 25.
41. Müslim, s. 110.
42. Ebû Davud, Cihad: 4.
43. Buharî, İ'tisam: 10; İbni Mâce, Mukaddime: 1.
17
Mehdilik meselesi ile alakalı yapılan yorumları nasıl değerlendirmeliyiz?
Mehdi ile ilgili bazı noktalar iyi bilinirse, bu konuda gelen rivayetler ve yapılan yorumlar daha iyi anlaşılır diye düşünüyoruz. Şöyle ki:
- Mehdi meselesi akideye dahil değildir. Yani, bazı ehl-i iman mehdiyi inkar etse dinden çıkmış olmaz, onun feyzinden mahrum kalır, hizmetinden istifade edememiş olur.
- Mehdiyi şahıs olarak belirlemek zordur. Hemen her hizip, kendi üstadını veya şeyhini mehdi görme temayülündedir.
- Mehdi olmak ayrı, kendini mehdi zannetmek ayrıdır. Nitekim zaman zaman bazı meczuplar çıkmakta ve kendilerini mehdi veya İsa olarak takdim etmektedirler. Halbuki, mehdi kendisinin mehdiliğine değil, İslama davet eder. Bir peygamber "Ben Allah'ın elçisiyim, bana tabi olun." der. Ama mehdi, "Ben mehdiyim, bana uyun, yoksa küfre düşersiniz." diyemez.
- Her asır, ehl-i imanı ümitsizlikten kurtaracak bir mehdi manasına muhtaçtır. Yani, mehdi manasından her asrın bir çeşit hissesi vardır.
- Bediüzzaman Said Nursi, mehdi konusunda çok kıymetli bilgiler verir. Bunların en mühimlerinden biri şudur:
Bu zaman şahıs zamanı değildir. Eski zamanda bazı harika şahıslar çıkmışlar, kıymettar hizmetlere vesile olmuşlar. Ama bu zamanda küfür şahs-ı manevi olarak hücum etmektedir. Bu hücuma karşı en büyük ferdi mukavemet başarısız kalmaya mahkumdur. Onun için bu külli hücuma mukabil bir şahs-ı manevi çıkarmak gerekir.
- Bediüzzaman, mehdiyetin üç merhalesinden söz eder:
1. İman,
2. Hayat,
3. Şeriat.
Risale-i Nur, temelde iman hizmeti görmekle beraber, diğer iki merhalenin de öncülüğünü yaptığını söyleyebiliriz. Hz. Peygamber (asm) İslam davasının temelinde yer almış, sonraki İslami hizmetlerin de temelini atmıştır. Benzeri bir durumun mehdiyyette olmasına bir engel söz konusu değildir. Yani, iman hizmeti diğer iki hizmet alanını etkileyecektir. Bununla beraber, hayatın geniş dairelerinde hizmet edilirken sıra dışı bazı harika fertlerin eliyle bu hizmetlerin ifa edilmesi medar-ı bahs olabilir.
"Melikin atıyyelerini ancak matıyyeleri taşır."
Bu kutsi hizmetlerin icrasında elbette bir kısım maneviyat erleri istihdam edilecektir.
"Her ormanın kendine göre arslanları olduğu gibi, her meydanın da ona münasip erleri vardır."
- "Mehdi kimdir? Ne zaman gelecektir?" gibi sorular, bazan insanı asıl vazifelerinden alıkoyabilmektedir. Bunun yerine doğrudan aktif hizmetle meşguliyet tercih edilmelidir. Hele hele mehdiyyet konusunu tartışma alanına sokmaktan kaçınılmalıdır.
Nakledildiğine göre, Said Nursi sürgünde iken saf gönüllü bir zat,
"Efendim, üzülmeyin. Mehdi gelecek, her şeyi düzeltecek" der.
Said Nursi, şu anlamlı mukabelede bulunur:
"Mehdi geldiğinde seni vazife başında bulsun!.."
18
Deccalin alnında kafir yazılması mecaz bir ifade mi? Kıyamete yakın inananların alnında mümin, kafirlerin alnında kafir yazısı olacağı söyleniyor...
Ahir zamanda deccalın alnında kafir yazısı yazılı olacağını bildiren rivayetler vardır. Bu tüm kafirler için değil sadece deccal hakkında söylenmiştir. Ayrıca bu ifade mecazdır. Yani deccalın özelliğini bildirmiştir.
Deccal, görünüş olarak normal bir insandır. “Mağrur, mütekebbir, firavunlaşmış ve Allah’ı unutmuş olduğundan; geçici, kuvvete dayalı hakimiyetine “Ulûhiyet: İlâhlık” namını vermiş ahmak bir şeytan ve dessas bir insandır.” Yani korku ve panikle iş yapar. Manevi şahsiyetini temsil edecek olan dinsizlik akımı pek büyük olacaktır.
Bazı İslam alimleri tarafından bu akımın, tahribatının çok büyük olacağına dikkat çekilerek, sistemleştireceği dinsizlik akımına “DECCALİZM” denilebileceğine ve buna hadislerde de işaret olduğuna dikkat çekilmektedir.(1) Hiçbir insan veya insan görünümlü şahsın, ebedi yaşaması mümkün olmayacağı için onun hem yardımcılarının olması hem de öldükten sonra düşüncelerinin bir ideoloji veya rejim olarak yaşatılması, etkisinin önemi bakımından kayda değerdir.
Sahih hadis kaynaklarında anlatılan hadislere göre deccalin eşkali şöyledir:
Kızılca renkli, kıvırcık saçlı, iri cüsseli, kalın boyunlu, tek gözlü ve şaşıdır. Sağ gözü kör olacak. Tek gözü, geniş alnı ortasında sallanan bir üzüm tanesi gibidir.(2) Alnında, iki gözünün arasında “ke-fe-re, yani kâfir” yazılıdır.(3) Sıkıntılı günlerde(4), eşek sırtına binmiş olarak ortaya çıkacak ve böyle gezecek.(5) Kendisine özellikle münafıklar, kadınlar ve Yahudiler iltihak edecektir.(6) Her peygamber, ümmetini bu yalancının çıkaracağı fitnenin büyüklüğü konusunda uyarmıştır.(7)
Diğer taraftan, yanında bol miktarda yiyecek, su ve ateş bulunacak(8); bir yanında cennet, bir yanında cehennem taşıyacak(9); istediği zaman yağmur yağdıracak ve ölüleri diriltecek(10); birinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü sair günler gibi olacak, çıktığı zaman dünya duyacak ve kırk günde dünyayı dolaşacak(11); Mekke ve Medine hariç bütün dünyayı fethedecek, 40 gün veya 40 yıl hüküm sürdükten sonra(12), Suriye veya Filistin’de “Ludd” kapısında, Hz. İsa tarafından öldürülecektir.(13)
Burada anlatılan hususların çoğunun sembolik olduğu açıktır. Çünkü bu ölçülerde bir insan bulmak mümkün değil gibi bir şeydir. Hem eğer anlatılan gibi birisi olsa zaten onu herkes tanır ve sakınır. Hz. İsa (as)’a da gerek kalmadan insanlar onu bir şekilde öldürürlerdi.
Benzer semboller mehdi hadislerinde de göze çarpmaktadır. Bu yüzden anlatılan hususların deccal ve mehdiye ait birtakım özellikler olduğu anlaşılmaktadır ki, hem imtihan sırrı bozulmasın, hem de her devirde çıkacak birtakım özelliklere göre o şahıslara karşı dikkatli davranılsın.
Dipnotlar:
(1) Mutlu, Kıyamet Alametleri, 46; Karş: Bediüzzaman, 15. Mektubat, s. 372.
(2) Buhari, Hac, 30; Fiten, 25; Libas, 68; Enbiya, 48; Müslim, Fiten, 19-20 (95, 100-105); Tirmizi, Fiten, 56 (2235-2241); Ebu Davud, Melahim, 14 (4316-4320).
(3) Buhari, Fiten: 27; Müslim, Fiten: 100-103, (169)-(2933).
(4) Müsned, I, 417; Heysemi, VII, 345.
(5) Müsned, III, 367; Müstedrek, IV, 530.
(6) Müslim, Fiten: 25 (124); İbnu Mace, Fiten: 33 (4077).
(7) Buhari, Tevhid: 17; Fiten: 25-26; Müslim, Fiten: 19 (95-101); Ebu Davud, Melahim: 14 (47); Müsned, I, 195.
(8) Buhari, Enbiya: 50; Müslim, Fiten: 20 (106-108); 22 (114); İbnu Mace, Fiten: 33 (4073).
(9) Müslim, Fiten: 20 (104-109); Müstedrek, IV, 433,439,540; Heysemi, VII, 343.
(10) Müslim, 20-21 (110-113); Tirmizi, Fiten: 59 (224); Ebu Davud, Melahim: 14 (4321); Müstedrek, IV, 337-339.
(11) Müslim, Fiten: 110; Ebu Davud, Melahim: 14; Tirmizi, Fiten: 59; İbnu Mace, Fiten: 33; Müsned, IV, 181.
(12) Müslim, Fiten: 23 (116); Ebu Davud, Melahim, 14 (4321); İbnu Mace, Fiten, 33; Müstedrek, IV, 537.
(13) Müslim, Fiten, 20 (110); İbnu Mace, Fiten, 33 (4075); Müstedrek, IV, 492-494.
19
Rivayetlerde Mehdi'den bahsediliyor mu?
Kur'ân'da Mehdî
Kur'ân'da Mehdî açıkça zikredilmez. Ama işaretler bulunabilir. Mehdînin mânevî bir kurtarıcı, ıslahatçı olduğu düşünülürse, “Her milletin bir hâdîsi (yol göstericisi) vardır” 1 âyetinin mehdîye işaret ettiği söylenebilir. Ayrıca Kur'ân'da mehdî mânâsına gelen mühtedî kelimesi de üç yerde kullanılmaktadır. 2
Sünnette Mehdî
Bir hadis-i şerifte her yüz senede bir müceddidin geleceği bildirilir.3Hadisin aslında geçen “men” edatı tekil anlama geldiği gibi çoğul için de kullanılabilmektedir. Bu durum, müceddidin bir değil, birkaç tane olabileceğini göstermektedir. Bu görüşün sahibi Iraklı âlim Prof. Dr. Muhsin Abdülhamid, “Özellikle Müslümanların büyük bir gerileme yaşadığı, Cahiliye medeniyetinin her tarafı sardığı, vatanlarının sömürüldüğü, faziletlerinin kaybolduğu, mefhumlarının sefihleştiği, dinden şüpheye düşüldüğü ve varlıklarının yokluk tehdidi altında bulunduğu bir asırda…” kaydını düşerek, Bediüzzamanla birlikte Efganî, Muhammed Abduh, es-Sinûsî, Muhammed İkbal, Hasan el-Bennâ ve Abdülhamid bin Badis gibi zatları da müceddid olarak zikretmektedir.4
Kütüb-ü Sitte'den Ebû Davud, Tirmizî ve İbni Mâce'de mehdî açıkça zikredilmiştir. Buharî ve Müslim'de ise imam, halife tabirleriyle yer aldığı görülür. Meselâ İbni Hacer, Teftazanî ve el-Keşmirî, Buharî'de yer alan, “İmamınız sizden olduğu halde ibni Meryem indiği zaman haliniz nasıl olur?”5 hadisindeki "imam"dan maksadın Mehdî olduğunu kaydederler.6 İbni Hacer, bu rivayete dayanarak Hz. Mehdînin gelişiyle ilgili rivayetlerin sahih olduğu kanaatine varmakta, onun bu ümmetten olup Hz. İsa'nın onun arkasında namaz kılacağıyla ilgili rivayetlerin de mütevatir olduğuna dair İmam-ı Şafiî'den bir nakil yapmaktadır.7
Müslim'de, âhirzamanda gelen, bolluk ve refah dönemi yaşatan bir halifeden bahsedilmektedir8 ki âhirzamanda gelen bu halife de Hz. Mehdîdir.
Mehdîyle ilgili hadisler Kütüb-ü Sittenin birçoğunda yer alır. Ebû Davud önemine binâen ona, Sünen'inde ayrı bir bölüm ayırmıştır. Mehdî'yle ilgili hadislerin bazıları zayıf görülse de birçoğunun sahih olduğunu burada belirtelim.
Mehdi ile Alakalı Rivayetler Zayıf mıdır ?
Mehdîyle ilgili gerek Kütüb-ü Sitte ve gerekse diğer muteber hadis kitaplarında yer alan rivayetlerin ümmetçe kabul gördüğünü biliyoruz. Hadis metodolojisi açısından da bunları mevzû (uydurma) sayacak bir itiraza rastlanmamaktadır. Bazı hadislerin zayıflığı, genelde çağdaş âlimlerce söz konusu edilse de genel kanaat sahih hadislerin çokluğu yönündedir.
Bu tip hadislerin zayıflığını iddiâ edenler, genelde İbni Haldun'u kaynak gösterir, tereddüde düşerler. Oysa o bile konuyla ilgili az da olsa sahih hadislerin varlığını kabul etmiştir.9
Ebû Davud şârihi Azimâbâdî, İbni Haldun'un aksine Peygamberimizden itibaren bütün Müslümanların, Ehl-i Beytten dini güçlendirecek, adaleti hâkim kılacak, İslâm beldelerinde hâkimiyet kuracak Mehdî denilen bir zâtın geleceğine inandığını ve bu inancın meşhur olduğunu kaydeder. 10
el-Kittanî, Nazmü'l-Mütenâsir'inde, İbni Haldun'un görüşlerine katılmaz, bu konuda çok sahih hadis bulunduğunu, hatta bunların tevatüre ulaştığını söyler. İbni Haldun'un ise sahanın uzmanı olmadığını, sahanın uzmanlarına müracaat edilmesi gerektiğini söyler. 11
Mevdûdî, Mehdî ile ilgili râvîlerin çoğunun Şiî olduğunu, Abbasîler döneminde hilafeti desteklemek maksadıyla hadis uydurulabileceğini—siyah sancaklılar hadisinde olduğu gibi— söylemekle birlikte bazı hadisleri de sahih kabul etmektedir. 12
Birkısım âlimler, Mehdî hakkındaki hadislerin bazılarına ilişseler de çoğunluğu onun geleceği ve bu konuda tevatürün bulunduğu kanaatindedirler. Çünkü bu hadisleri birçok meşhur Sahabî rivayet etmiş ve birçok sahih hadis kitabı kitaplarına almışlardır. Hadislerde yer alan bir kısım kapalılık, zayıflıklarından değil, müteşâbihât oluşundan kaynaklanmaktadır. Resûlullah makam ve konu gereği bunları veciz bir tarzda anlatmıştır. Meşhur hale gelen bu hadisler ümmetçe tereddüt edilmeden kabullenildiği içindir ki Kittanî bunların mütevatirü'l-mânâ olduğunu söylemektedir. 13
Allame Şevkanî de, Beklenen Mehdî, Deccal ve Mesih Hakkında Gelen Rivayetlerin Tevatür Derecesine Ulaştığının Açıklanması isimli bir kitap dahi yazmıştır. Mehdîyle ilgili hadislerin sayısının elliyi bulduğunu söylemektedir. Konuyla ilgili çokça Sahabe sözü vardır. Şevkanî bu hususta şunları söyler: “Beklenen Mehdî hakkında rivayet edilen hadislerin tevatür derecesine ulaştığı kesinlik kazanmıştır.” 14
İbni Hacer, Fethu'l-Barî'de Hz. Mehdî'nin bu ümmetten olacağı, Hz. İsa'nın (a.s.) onun arkasında namaz kılacağıyla ilgili hadislerin mütevatir olduklarını söylerler. 15
Teftazanî, Hz. Mehdî'nin çıkışı ve Hz. İsa'nın inişiyle ilgili birçok sahih hadis bulunduğunu, her ne kadar bunlar âhâd da olsa mütevatirü'l-mânâ olduklarını kaydetmektedir. Âlimlerin de Mehdî'nin, Fatıma evladından âdil bir imam olduğuna, Allahu Teâlânın dinine yardım etmesi için dileyeceği bir zamanda onu göndereceği inancına vardıklarını belirtmektedir. 16
İmam-ı Rabbanî de bu husustaki sahih hadislerin meşhur olduğunu, mânevî tevatür derecesinde olduğunu söyler. 17
Evet, ümmetin bu hususta icmaı vardır. 18 Doğrusu Deccal Mehdîsiz, Mehdî de Deccalsız düşünülemez. Biri varsa diğeri de olacaktır.
Çağdaş âlimlerden el-Bânî de, Mehdînin gelişini âlimlerin kabul ettiği bir hakikat olarak görür. 19
Bediüzzaman'ın görüşü ise şöyle:
"Cenab-ı Hak, âhirzamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddit, hem hâkim, hem mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olan bir zât-ı nûrânîyi gönderecek ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır." 20
Sahih hadisleri Buharî ve Müslim'le sınırlayarak, "Bunlarda varsa sahihtirler. Yoksa zayıftırlar" mantığıyla yaklaşmak, hadis ilminden anlamamanın delilidir. Nasıl sahih hadisler bu ikisiyle, diğer Kütüb-ü Sitte'nin diğer dört kitabıyla sınırlandırılabilir? Oysa bunların dışında da birçok sahih hadis bulunmaktadır.
Hem bir meselenin îman esasları arasına girmesi ayrı şeydir, o meselenin vukûu ayrı şeydir. Buharî ve Müslim'de bulunmadığı halde—İstanbul'un fethiyle ilgili hadis-i şerifte olduğu gibi—gerçekleşen nice hadise vardır. Âhirzamanla, bilhassa Deccal, Süfyan ve Mehdî ilgili hadislerin bir kısmı da böyledir. Mühim olan bu konuların tevil ve izahlarını doğru olarak yapabilmektir. Bu da ilimde rüsûh peydâ etmekle mümkündür. Bu konuda, sahanın uzmanlarından olan Bediüzzaman'ın, mahkemede savcının, "İstinad ettiği hadisler zayıf ve hattâ mevzû olmakla beraber, tevilleri yanlıştır ve aslı yoktur" iddiasına verdiği cevap ölçü olabilecek niteliktedir:
"Bütün ümmet bin senedenberi telakkì-i bilkabul ettiği ve âlem-i İslâm içinde az bir kısım ulemânın başta tevillerle bir derece za'fiyetine hükmettiklerine mukàbil, cumhur-u muhaddisîn (hadis âlimlerinin çoğu) ve ümmet-i Muhammediye (a.s.m.) kabul ettiği; âhirzamanda gelen bazı hadiseler hakkındaki muhtelif rivayetleri tevil, yani mümkün bir ihtimal mânâsıyla bu zamanda vukûa gelen ve gözle görülen hâdiselere tam mutabık çıkmasını beyana, dünyada hiçbir ehl-i ilim yanlış diyemez. Faraza o hadislerden birisi mevzû da olsa, mevzûun mânâsı 'Hadis değil' demektir, yoksa 'Mânâsı yanlıştır' demek değildir ki, darb-ı mesel nevinde, ümmet o rivayeti kabul etmiş. Bu nevî tevilâta yanlış diyenler kaç cihetle yanlış olduğu gibi, ümmetin telakkìsine ihanet ve hadisleri inkârdır."21
Bediüzzaman, savcının, "'Bir kitapta Mehdîye dair hadislerin kâffesi (tamamı) zayıftır' denilmiş. Bunların zayıf ve muzdarip olduğunda ittifak vardır" iddiasına da şu cevabı vermişti:
"Hangi mesele vardır ki bazı kitaplarda ona ilişilmesin. Hatta İbni Cevzî gibi büyük bir muhaddis bazı sahih ehadise mevzû dediğini, ulemâlar taaccüple nakletmişler. Hem, her zayıf veya mevzû hadisin mânâsı yanlıştır demek değildir. Belki an'aneli sened ile hadîsiyeti kat'î değildir demektir. Yoksa mânâsı hak ve hakikat olabilir.
İttifak olmadığına bin seneden beri ehl-i hadis ve ümmetçe bu hakikatin devamı kat'î bir delildir."22
Her asrın deccalları olduğu gibi, mehdîleri de vardır. Bunların herbiri ümmet-i Muhammed'in (a.s.m.) zor zamanlarında yardımlarına koşmuşlardır. Âhirzamanın büyük fitnesi zamanında ise büyük Mehdî vazifeye başlar.
Büyük Mehdînin diğerlerinden en önemli farkı siyaset, diyanet, saltanat, cihad gibi geniş çaplı birçok hizmeti birden omuzlamış olmasıdır. Diğer çağların mehdîleri ise bu hizmetlerin bütününü birden değil, sadece bir veya birkaçını üstlenmişlerdir. Meselâ siyaset âleminde Mehdî-i Abbasî, diyanet sahasında Gavs-ı Azam, Şah-ı Nakşibend, Aktab-ı Erbaa ve On İki İmam gibi büyük zâtlar büyük Mehdî'nin bazı görevlerini icra etmişlerdir.
İşte bu büyük zâtlar, büyük Mehdînin bir kısım vazifelerini yaptıkları içindir ki, bazı ehl-i tahkik Hz. Mehdî'nin çıktığına hükmetmişlerdir.23
Mektûbât'ta da buna benzer ifadeler yer alır:
"Âhirzamanda gelen Mehdî gibi herbir asır Âl-i Beytten bir nevi Mehdî, belki mehdîler bulmuş. Hatta Âl-i Beytten madud olan (sayılan) Abbasiye hulefâsından, Büyük Mehdînin çok evsafına câmi bir mehdî bulmuş.
İşte büyük Mehdîden evvel gelen emsalleri, nümûneleri olan hulefâ-yı mehdiyyîn (mehdî halifeler) ve aktab-ı mehdiyyîn (mehdî kutuplar) evsafları, Büyük Mehdînin çok evsafına karışmış ve ondan rivayetler ihtilâfa düşmüş."24
İhtilâfın diğer bir önemli sebebi de, mehdîler hakkındaki rivayetlerdeki farklılıklardır. Bu husustaki hadisleri tefsir eden âlimler, hadislerin metinlerine tefsirlerini ve çıkardıkları hükümleri tatbik edip zamanlarında saltanat merkezi Medine veya Şam'da olduğu için Şam, Basra, Kûfe gibi yerlerde çıkacaklarını tasavvur edip bütün dünya tanıyacakmışcasına bir vaziyet vermişlerdir. Halbuki herkes tanımış olsa, imtihan sırrına ters düşer. Oysa imtihanın sırrı odur ki akla kapı açılmalı, irade elden alınmamalıdır. Deccal ve Süfyanı bir çok insanın tanıyamamalarının temelinde de bu yatmaktadır.25
Dipnotlar:
1 Ra'd Sûresi,13:7.
2 A'raf Sûresi, 7:178; İsrâ Sûresi, 17:97; Kehf Sûresi, 18:17.
3 Ebû Davud, Melahim: 31.
4 Prof. Dr. Muhsin Abdülhamid, 3. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu, “Modern asrın kelâm düşünürü Bediüzzaman” isimli tebliğinden.
5 Buharî, Enbiya: 49.
6 İbni Hacer, Fethu'l-Barî, 6:570; Teftazanî, Şerhu'l-Makàsıd, 5:314; el-Keşmirî, Muhammed Enver Şah el-Hindî, et-Tasrih bimâ tevâtere fî nüzûli’l-Mesih (Halep: 1385/1965), s. 97.
7 Teftazanî, Şerhu'l-Makasıd, V:314.
8 Müslim, Fiten: 67-69.
9 İbni Haldun, Mukaddime. çev. Zakir Kadiri Ugan (Ankara: MEB Yayınları, 1970), II:
10 Canan, A.g.e., 14:77.
11 el-Kittanî, Nazmü'l-Mütenâsır, s. 145-146.
12 Mevdûdî, Meseleler ve Çözümleri, çev. Yusuf Kara (İstanbul: 1990), s. 45.
13 el-Kittanî, Nazmü'l-Mütenasir, s. 144-6.
14 Sıddık Hasan Han, el-İzaa, s. 114; Said Havva, el-Esas fi's-Sünne, 9:335, 6.
15 İbni Mâce, 10:338.
16 Teftazanî, A.g.e., 2:307.
17 İmam-ı Rabbanî, Mektûbât, 2:250.
18 Ebû Hayyan Muhammed bin Yusuf el-Endülüsî, el-Bahru’l-Muhît, I-VIII (Beyrut: 1983), 2:473.
19 Sarıtoprak, Bediüzzaman Said Nursî'ye göre Mehdîlik Meselesi, Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu (3) Tebliğinden.
20 Nursî, Mektûbât, s. 411.
21 Nursî, Şuâlar, s. 360.
22 a.g.e., s. 364.
23 a.g.e., s. 509-510.
24 Nursî, Mektûbât, s. 96.
25 Nursî, Şuâlar, s. 505; Nursî, Sözler, s. 310.
20
Şiilik ve Ehl-i Sünnetin mehdilik inancı farklı mı?
Şiîlikte Mehdî
Genelde Şiî fırkalarında gizli bir imam inancı vardır ki bu Mehdî'dir. Mehdî imamlarda bulunan bütün özelliklere sahiptir. Allah'ın yardımıyla bir gün mutlaka ortaya çıkacaktır.
Şiî mezheplerine göre, Hz. Ali'nin oğlu Muhammed bin el-Hanefiyyenin, imamların zahiren öldükleri, fakat sonradan geri gelecekleri inancı yaygındır.
Hz. Ali'nin şehid edilişi, Hz. Hasan'ın hilafeti Hz. Muaviye'ye terk edişi, sonradan zehirlenişi ve Hz. Hüseyin'in de Kerbelâ'da acı bir şekilde şehid edilişi, Şiîleri hilafetin elden gidişi noktasında ümitsizliğe itmiş, Şiî ileri gelenleri taraftarlarına ümit vermek, dağılmaktan kurtarmak için hilafetin Emevîlerden alınacağını yaymaya başlamışlardır. Mehdî, başlangıçta ileride gelecek Şiî bir idarenin başına geçecek bir sembol olarak düşünülerken, sonraları gerçekten başa geçeceğine inanmışlar ve bunu inanç esasları içerisine katmışlardır.
İmamiyeden bir grup, hükümetin tekrar kendi ellerine geçeceği hakkında söylenenleri, şahısların geri gelmesi, ölülerin dirilmesi şeklinde tevil etmişlerdir.(Âlûsî, Ruhu’l-Meânî, XX, 22.)
Aslında, Şiî gruplarının herbirinde Mehdî el-Müntazar (Beklenen Mehdî) inancı farklı farklıdır. Biz bütün bu gruplarının herbirinin inancını zikretme yerine en meşhurlarından birkaçının bu konudaki görüşlerini buraya alalım.
İmamiye Şiası içerisinden çıkan Babîlik ve Bahaîliğin kurucusu Mirza Ali Muhammed, Mehdî olduğunu ilan etmiştir. Daha sonra yerine geçen Mirza Hüseyin Ali de kendisi hakkında aynı görüşleri savunmuştur.
Hindistan'da emperyalistlerce beslenen Kadıyanîliğin kurucusu olan Mirza Gulam Ahmed'in de kendini hem Mehdî, hem de Mesih ilân ettiğini görüyoruz. Gulam Ahmed, Ehl-i Sünnet ve Şia'nın Hz. Mehdî'nin Hz. Fatıma'nın soyundan geleceğiyle ilgili rivayetlerini ise inkâr etmektedir.
Şia'nın en mûtedillerinden biri olan 740'de Zeyd bin Ali tarafından kurulan Zeydiyenin pek çok fırkasında mehdî inancı yoktur. Carudiye kolu, isim benzerliği sebebiyle Muhammed bin Abdullah'ı sahibü'z-zaman diye tanıtmış, Mehdî olduğunu yaymışlar, Haşim Oğulları, Ebû Talip Oğulları, Abbas Oğullarının hepsinin bîat etmesini sağlamışlardı. Sonradan Abbasî halifelerinden Mansur'la arası açılmış ve onun tarafından öldürtülmüştür. Fakat taraftarları tâbîlerinin dağılmaması için onun gerçekte ölmediğini, bir gün tekrar geleceğini yaymaya çalışmışlardır.
İmamiyenin farklı kollarına göre farklı imamlar Mehdî olarak kabul edilmiş, bir gün geri geleceğine inanılmıştır. Kıt'iye koluna göre on ikinci imam Beklenen Mehdîdir.
İmamiye'nin İmam-ı Cafer'in büyük oğlu İsmail'e dayanan kolu İsmailiyeye göre Mehdîlik başarı için şarttır. İmam Ubeydullah'ı beklenen Mehdî olarak görmektedirler.
İmamiyenin iki önemli kolundan biri olan İsnâaşereye göre on ikinci imam Muhammed bin Hasan el-Askerî kaybolan mehdîdir, bir gün gelip icraatını yapacaktır. Onun iki defa gaybûbeti olmuştur. İlk olarak Hicrî 870'de babasının vefatı üzerine gizlenmiş, gaybûbet-i suğra (küçük gizlilik) denen bu gizlenmesi 940 yılına kadar devam etmiştir. Bu esnada bile halkla irtibatını kesmemiş, bunu dört sefirle (nâib) yürütmüştür. 940'tan başlayıp günümüze kadar devam eden gizliliğine de gaybûbet-i kübrâ (büyük gizlilik) denilir.
İmam Muhammed Mehdî ümmetin bozulduğu, fesadın kol gezdiği âhirzamanda yeniden gelip zulümle dolan dünyayı kılıncıyla düzeltecek, hak ve adaletle dolduracaktır. Şia'ya göre Mehdî'nin gelişinden önceki alâmetler hemen hemen çıkmış durumdadır.
Şiîler bu görüşlerine Kur'ân'dan bazı işaretler de bulurlar. Konuyla iligili hadislerin de mütevatir olduğunu söylerler. Onlara göre Mehdînin çıkışını inkâr etmek dinden çıkmaya yeter.
Ehl-i Sünnette Mehdî
Ehl-i Sünnete göre Mehdî inancı, Allah'a, peygambere, kadere îman gibi dinin temel inanç esasları arasında yer almaz. Zarûriyât-ı diniyeden değildir. İlk dönem akàid ve kelâm kitaplarında yer almaz.(İbni Haldun. Mukaddime, II, 138.)
İlave bilgi için tıklayınız:
- Hz. Mehdi ile ilgili hadisler açıklar mısınız?
21
HZ.MEHDİ
Mehdi ile ilgili bazı noktalar iyi bilinirse, bu konuda gelen rivayetler ve yapılan yorumlar daha iyi anlaşılır diye düşünüyoruz. Şöyle ki:
- Mehdi meselesi akideye dahil değildir. Yani, bazı ehl-i iman mehdiyi inkar etse dinden çıkmış olmaz, onun feyzinden mahrum kalır, hizmetinden istifade edememiş olur.
- Mehdiyi şahıs olarak belirlemek zordur. Hemen her hizip, kendi üstadını veya şeyhini mehdi görme temayülündedir.
- Mehdi olmak ayrı, kendini mehdi zannetmek ayrıdır. Nitekim zaman zaman bazı meczuplar çıkmakta ve kendilerini mehdi veya İsa olarak takdim etmektedirler. Halbuki, mehdi kendisinin mehdiliğine değil, İslama davet eder. Bir peygamber "Ben Allah'ın elçisiyim, bana tabi olun." der. Ama mehdi, "Ben mehdiyim, bana uyun, yoksa küfre düşersiniz." diyemez.
- Her asır, ehl-i imanı ümitsizlikten kurtaracak bir mehdi manasına muhtaçtır. Yani, mehdi manasından her asrın bir çeşit hissesi vardır.
- Bediüzzaman Said Nursi, mehdi konusunda çok kıymetli bilgiler verir. Bunların en mühimlerinden biri şudur:
Bu zaman şahıs zamanı değildir. Eski zamanda bazı harika şahıslar çıkmışlar, kıymettar hizmetlere vesile olmuşlar. Ama bu zamanda küfür şahs-ı manevi olarak hücum etmektedir. Bu hücuma karşı en büyük ferdi mukavemet başarısız kalmaya mahkumdur. Onun için bu külli hücuma mukabil bir şahs-ı manevi çıkarmak gerekir.
- Bediüzzaman, mehdiyetin üç merhalesinden söz eder:
1. İman,
2. Hayat,
3. Şeriat.
Risale-i Nur, temelde iman hizmeti görmekle beraber, diğer iki merhalenin de öncülüğünü yaptığını söyleyebiliriz. Hz. Peygamber (asm) İslam davasının temelinde yer almış, sonraki İslami hizmetlerin de temelini atmıştır. Benzeri bir durumun mehdiyyette olmasına bir engel söz konusu değildir. Yani, iman hizmeti diğer iki hizmet alanını etkileyecektir. Bununla beraber, hayatın geniş dairelerinde hizmet edilirken sıra dışı bazı harika fertlerin eliyle bu hizmetlerin ifa edilmesi medar-ı bahs olabilir.
"Melikin atıyyelerini ancak matıyyeleri taşır."
Bu kutsi hizmetlerin icrasında elbette bir kısım maneviyat erleri istihdam edilecektir.
"Her ormanın kendine göre arslanları olduğu gibi, her meydanın da ona münasip erleri vardır."
- "Mehdi kimdir? Ne zaman gelecektir?" gibi sorular, bazan insanı asıl vazifelerinden alıkoyabilmektedir. Bunun yerine doğrudan aktif hizmetle meşguliyet tercih edilmelidir. Hele hele mehdiyyet konusunu tartışma alanına sokmaktan kaçınılmalıdır.
Nakledildiğine göre, Said Nursi sürgünde iken saf gönüllü bir zat,
"Efendim, üzülmeyin. Mehdi gelecek, her şeyi düzeltecek" der.
Said Nursi, şu anlamlı mukabelede bulunur:
"Mehdi geldiğinde seni vazife başında bulsun!.."
(Doç. Dr. Şadi EREN)
* * *
Mehdi ve Deccal'la ilgili hadislere ve bizzat hadislerin açıklamasına geçmezden önce, birbiriyle alâkalı ve hatta birbirini tamamlayıcı mahiyette olan iki tâbiri öncelikle açıklamada fayda umuyoruz.
Deccâl ve Mehdî tabirleri birbirinden ayrılmadığını ve hatta birbirini tamamladığını söylerken mübalağa etmiş değiliz. Birçok hadislerde bunlar beraber zikredilirler. Mehdî, Deccâl sebebiyle vardır. Yani O, Deccâl'in tahribatını telâfi etmek için gelecektir. Hadislerde otuz kadar yalancı Deccâl'in çıkacağı ifade edilir. Ancak Mehdi'nin sayıca çokluğundan söz edilmez. Fakat her asırda müceddid geleceği belirtilir.
Diğer taraftan, bazı rivayetlerde Hz. İsa (as)'ın müceddid ve Mehdî olduğu ifade edilir. Şu halde sâdece iki değil, bazı durumlarda dört tabirin iç içe sokularak, meselenin muğlaklaştırıldığı görülür, istikballe ilgili ihbarlarda Şâri'in muttarid usûlü, bu mübhemliktir. Böylece bu tabirlerde müşahhas bir şahıstan ziyade mücerred bir mefhum, her asra, pek çok kimseye tatbîk edilebilecek bir şahs-ı manevî mahiyeti kazandırılmış olmaktadır. Bu tabirleri şöyle açıklayacağız:
Müceddid inancı:
Bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselam:
"Allah, bu ümmet için her yüz senenin başında, dini tecdîd edip yenileyecek kimse(ler) gönderecektir."
buyurmaktadır. Bu hadisin mucibince, daha ilk asırdan itibaren müceddid beklenmiş, birinci asır müceddidi olarak Ömer Ibnu Abdilaziz kabul edilmiş; çeşitli şahıslar müteakip asırların müceddidi bilinmiştir. Bunların isimlerini ve muhtelif münâkaşaları burada vermek konumuzun dışına çıkmak olur. Ancak, müceddid mevzuunda Müslümanlarca beslenen telakkiyi, bir başka deyişle müceddide izafe edilen vasıfları az sonra ortaya koyarken anlamada yardımcı olmak üzere, Buhârî şârihlerinden Bedrü'l-Aynî’nin bir açıklamasını burada aynen vermede fayda mülâhaza ediyoruz:
"... Nevevî Tehzîbü'l-Esmâ'da der ki: "Alimler, birinci asır müceddidi olarak Ömer (İbnu Abdilâziz)'i, ikinci asırda Şâfi'î'yi, üçüncü asırda Ali İbnu Şureyh'i -Hafız ibnu Asâkir, üçüncü asır için Ebu'l-Hasanı'I-Eş'ari'yi teklif etmiştir. Dördüncü asır için Ali İbnu Ebi Sehl eş-Şu'luki'yi, -bu asır için Bakillânî'yi, Ebu H'âmid-el-İsferâyînî'yi de zikredenler olmuştur- beşinci asır için Gazâlî'yi zikretmişlerdir." Kirmanı de şunları söyler: "Müceddid mevzuunda yakın söz konusu değildir. Bu sebeple, müceddid olarak Hanefîler için ikinci asırda Hasan İbnu Ziyâd, üçüncü asırda Tahâvî ve bunların emsalleri; Mâlikîler için ikinci asırda Eşhab vs.; Hanbelîler için üçüncü asırda Hallâl, beşinci asırda er-Râğunî vs.; Muhaddisler için ikinci asırda Yahya İbnu Ma'în; üçüncü asırda Nesâî vs.; iktidar sahipleri için el-Me'mûn, el-Muktedir, el-Kaadir; Zahidler için, ikinci asırda Marufu l-Kerhî, üçüncü asırda eş-Şiblî vs. mevcuttur. Hadîs-i şerifte dinde tashih (düzeltme, tecdît) yapacak kimseye delâlet eden "men" (kimse» kimseler mânâsına gelir), müteaddide (yani sayıca çokluğa) muhtemel olması sebebiyle bu sayılan grupların hepsinden din hizmeti (tashîhu'd-dîn) vâkidir. 'Nitekim her asrın sonlarında dinin emrini ikâme edip tashihte bulunanlar olmuştur."
Bu iktibasın da yardımıyla Müslümanlar arasında müceddid hususunda şöyle bir telakkinin yerleştiği kesinlikle söylenebilir:
1. Müceddid, dine müteallik zahirî ve bâtınî ilimlerin âlimidir, sünneti bid'atten temizler, ilmi yayar ve ilim ehline yardımcı olur. Bid'at ehline karşı kor, onları zelil kılar.
2. Her yüz senede gelecek mezkûr müceddidin bir kişi olması gerekmez, aynı zamanda farklı yerlerde, çok sayıda müceddid gelebilir
3. Her grup (kavim) kendi büyüğünü (imâm) hadiste vaadedilen mezkûr müceddid bilmiştir. Halbuki bu mânâ her taifenin, müfessir, muhaddis, fakîh, nahivci, lügatçi, vs. her sınıftan büyüklere şâmildir.
4. Mezkûr müceddid, asrında kesin olarak "müceddid" diye bilinemez, muasırları, onun izhâr ettiği ahvâlin karînesine dayanarak zann-ı gâlible müceddid olduğuna hükmederler.
5. Tecdîdden maksad, Kitap ve Sünnet'in amelde ihmâle uğrayan hükümlerinin ihyâsı, Kitap ve Sünnet'in muktezâsının emredilmesi, bir de ortalığı saran, Sünnet'e aykırı bid'aların yok edilmesidir.
Müslümanların vicdanında böyle bir müceddid telâkkîsi olduğu müddetçe, -ki kıyamete kadar devam edecektir- dine aykırı kötülüklerin arttığı devirlerde ilmi, ameli ve din uğrundaki gayretiyle iştihar edecek olan kimseler dâimâ diğerlerince takip edilecekler, kendilerine tâbi olanlar çıkacaktır. Uyanış ve dinî salâbetini bu şahıslardan bilen etbâ'ı, onları müceddid bilecektir. Bu durumda, bâzı kimselerce bir kısım ilim ve hamiyet sahiplerinin müceddid bilinmesi, din açısından normaldir, kınamak, hatâkarlıkla itham etmek mümkün değildir.Tarihten vâki olan bu durumun bundan sonra da devam edeceği açıktır. Ancak hiç kimsenin de kesin bir dille: "Bu asrın müceddidi falancadır." demeye, bir başka iddiayı bâtıllıkla itham etmeye hakkı yoktur. Yukarıda yaptığımız iktibâstanda anlaşılacağı üzere, ciddi âlimlerce müceddid olduğu ileri sürülen isimler arasında bile dâima ihtilâflar olagelmiş, hattâ bizzat Sünnî alimler tarafından bâzı Şiîlere bile müceddid denmiştir.
Daha câlib-i dikkat olanı, Celâleddînü's-Suyûti gibi son derece meşhur ve muteber bir âlimin, her asrın müceddidini tâdâd ettiği bir kasîdede, kendisini dokuzuncu hicrî asrın müceddidi ilân etmiş olmasıdır. Müceddidleri sadece Şafiî fakîhlerine hasretmesi sebebiyle İbn-i Hacer'i tenkid eden Aliyyü'l-Kârî, dinî ilimlerin her birinde bir eser vermiş olması sebebiyle Celâleddînü's-Süyûtiyi müceddid lâkabına müstehak görür.
Mehdi innacı:
Gruplaşmalara psikolojik ortamı hazırlayan, dinden gelen diğer bir âmil de Mehdî inancıdır. Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselamın çok çeşitli vecihlerle gelen rivayetler, müceddidden başka, kıyamete yakın, içtimâî bozuklukların artması sonucu dinsizliğin siyâsî hâkimiyet kuracağı bir devirde, Mehdi’nin çıkıp veya Hz. İsa'nın inip ehl-i imânın başına geçerek şer kuvvetlere karşı mücâdele verip zafer kazanacağını haber veriyor. Bu Mehdî inancı da, birçok asırlarda, cemiyette şer ve fesadı artıran şahıslara karşı çıkıp mücadele eden bâzı fertlerin etrafında halkın "Mehdî"dır diye toplanmalarına sebep olmuştur. İstikbâlde geleceği haber verilen bu şahıs da, çeşitli hadislerde farklı şekillerde tarif ve tavsîf edilmektedir. Bir rivayette Mehdi’nin Âl-i Beyt'ten yani Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselamın, neslinden olacağı belirtilirken; bir başka rivayette Mehdi’nin yapacağı hizmetlerin hemen hemen tamamı Hz. İsa (as) tarafından görüleceği belirtilmiş; bir diğerinde de "Mehdi’nin Hz. İsa (as)'dan başkası olmadığı" söylenmiştir.
Müceddid, Mehdî, Hz. İsa (as)'ın tekrar yeryüzüne inmesi gibi birbirinden ayrı olan mefhumların böylece bâzı rivayetlerde iç içe girdiği müşahede edilmektedir. İbnu Hâcer, bâzıları tarafından, Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne bir müceddid olarak ineceğinin söylendiğini kaydeder. Bu durumda tıpkı "müceddid" meselesinde olduğu gibi, yeryüzünün belli bir bölgesinde, belli bir târihinde, Mehdî olarak belli bir şahıs beklemek isabetli olmamalıdır. Her devirde, farklı bölgelerde bu mânâyı taşıyan şahıslar bulunabilir. Bu söylediğimizi, Mehdi inancının Deccâl inancıyla beraber oluşu daha da te'yîd eder. Zira bizzat hadiste, hakîkî Deccâl'den önce yeryüzünde otuz kadar yalancı Deccâl'in zuhur edeceği bildirilmiştir. Hattâ Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselam bâzan, Deccal'den öyle bir tarzda söz ediyordu ki, kendi muasırları bile "devirlerinde Deccal'in fitnesine uğramaktan korkuyorlardı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselam şöyle diyordu:
"Hz. Nuh'tan sonra, ümmetini Deccâl'e karşı inzâr edip korkutmayan peygamber yoktur. Ben de sizi inzâr ediyorum. Beni görüp sözlerimi duyan kimselerin bile Deccâl'e ulaşmaları mümkündür."
Bâzı rivayetlerde Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselamım, İbnu Sayyâd adında bir Yahudinin Deccâl olabileceği ihtimali üzerinde durup, tahkîk ettiği ve hattâ ashâbtan bir kısmının buna dayanarak onun Deccâlliğine hükmettiği kaydedilir.
Resûlullah'ın namazlardan sonra duasında "Deccâl'in fitnesinden istiâzede bulunması" da mevzumuz yönünden burada kayda değer bir husustur. Şu halde Deccâl'in fitnesini bertaraf etmek vazifesiyle gelecek olan Mehdi, Deccâl'in zuhûrundaki mübhemiyete tâbidir ve çıkacağı yer ve zaman için kesin bir şey söylenemez. Durum böyle olunca, her devirde ve islâm âleminin her köşesinde şerir insanlara "Deccâl", dine şümullü bir şekilde hizmet edenlere de bir nevî "Mehdî" nazarıyla bakılması, din açısından mahzurlu olmamalıdır. Bu konudaki hadislerin mübhem ve teşbihli olarak gelmiş olması da esasen meselenin böyle anlaşılmasına imkân vermek içindir. Mezkur ibhâm, rivayetlerin zayıflığından değil, lisân-ı nübüvvetin îcâzındandır.
Öyle ise, bir kısım büyüklere Mehdî nazarıyla bakanlar "aldanmış olmakla", "bâtıl îtikâda saplanmış olmakla" itham edilmemelidir. Yeter ki bunlar da, kanaatlerinde, hadislerle tahdît edilen, telakki ve ölçülerin dışına taşarak ifrata sapmasınlar, kendi Mehdilerine inanmayanları buna zorlamasınlar, bunu bir itham vesilesi yapmasınlar.
(Prof. Dr. İbrahim CANAN: Kütüb-ü Site Muhtasarı, XIV/266)
22
İslam Deccal’ine neden Süfyan denmiştir?
Öncelikle Deccal’a “Süfyan” denilmesinde; Ebu Süfyan (ra)’in ismi ile ilgili hiçbir irtibat ve ilgi yoktur. Konular, birbirinden tamamen bağımsız ve farklıdır. Bir ismin menfi anlamda kullanılması, müspet yönünü zedelemez.
Süfyan kelimesi “Sefa-Yesfi-Sefyen” kökünden gelen “Fu’lan” kalıbında bir isimdir.
Kelimelerin hem iyiye hem de kötüye delalet eden yönlerinin olduğu bilinmektedir. Örneğin, “Mesih” kelimesi hem Hz. İsa (as) hem de Deccal için kullanılmıştır. Bunun gibi İslam Deccalı için kullanılan “Süfyan” kelimesiyle anılan birçok iyi insan da vardır. İki büyük alim olan Süfyan b. Sevrî ile Süfyan b. Uyeyne de aynı adla şöhret bulmuşlardır.
Bundan anlaşılıyor ki, bir kelimenin bir kimse hakkında iyi veya kötü bir mana ifade etmesi, o kişinin fiilleriyle, inançlarıyla yakından ilgilidir. Bu hususu belirtikten sonra, artık İslam Deccal'ına Süfyan lakabının verilmesinin ne anlama geldiğini açıklamaya çalışabiliriz:
a. Süfyan kelimesi “sefiye” kökünden gelmektedir. Bu kelime elin yarılması manasına gelir. “Sefiyet yeduhu = inşekkat” yani eli yarıldı, delindi manasına gelir (bk. Kamus,Tac, “SFY” maddesi).
“Süfyan bir su içecek, eli delinecek.” şeklindeki gerçeğe bu pencereden bakılabilir.
b. Sefiye kökünden gelen “sefiy” sözcüğü, “sefih” manasınadır. Sefih demek, hafif meşrep, beyinsiz manasına gelir.(Lisan, Tac, “SFY” maddesi).
Dinini dünyaya satandan daha beyinsiz var mı? Kur’an’da "süfeha / beyinsizler" kelimesi münafıklar için kullanılmıştır.(Bakara, 2/13). “Süfyan’ın nifakla iş görmesi” bu unvanı hakkettiğini göstermektedir.
c. Aynı kökten gelen “sefâ” kelimesi, devenin sütünün kesildiği manasında kullanılır.
Kevser suresinin son ayetinde -meal olarak- yer alan “Resulüm! Sana karşı kin besleyenin nesli kesiktir.” ayetinin işaretinde söz konusu olan Süfyan’ın neslinin kesik, yaptıklarının akim” olması ile bu manaya gelen Süfyan unvanı arasında sıkı bir ilişki göze çarpmaktadır.
d. Bu kökten gelen “esfa” kelimesi, alnındaki kılları az olan atlar için kullanılır ve bu vasıf kötü olarak görülür (Sihah, “FYS” maddesi).
Bu manada, Süfyan’ın başının ön kısmında saçlarının dökük ve hafif olduğuna işaret vardır.
e. İlginçtir; Abbasi halifesi Muhammed el-Emin döneminde, Yezid’in torunlarından olup, asıl adı Ali b. Abdullah (ö.198) olan, ancak Ebu’l-Amatayr es-Süfyanî olarak meşhur olan bir adam Şam’da ayaklanmış ve Halifeye karşı başkaldırmış ve belli bir çevre tarafından halifeliğine biat da edilmiştir.(bk. Tac, a.g.y; Vefiyatu’s-Safedî’den naklen)
Bütün bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, İslam Deccal'ına Süfyan denilmesinin hikmeti, bu kelimenin onun hayatında ortaya koyduğu bazı vasıflarına işaret etmektir.
23
Mehdîden sonra neler olacak? Hükmü ne zamana kadar devam edecek?
Mehdî son müceddittir(1), hükmünü Kıyamete kadar sürdürecektir. Bunu şu hadis-i şeriflerden öğreniyoruz:
"Kıyamet Gününe kadar, Müslümanlardan bir cemaat, hak için cihada muzaffer olarak devam edecektir."(2)
"Bu cemaatin en son grubu ise Mesih-i Deccalla savaşacaktır."(3)
Hz. Mehdînin, Mesih-i Deccalle savaşacağını biliyoruz. O halde hak için cihad eden bu son grubun mânevî lideri de Hz. Mehdî olacaktır.
Grup sonsa, lideri de sondur. O halde Hz. Mehdîden sonra başka bir mehdî veya müceddid gelmeyecektir. Onun Kur'ân kaynaklı, köklü, kalıcı eser ve hizmetleri de çağını olduğu gibi sonraki çağları da aydınlatabilecek, ihtiyaçlara cevap verebilecek güçtedir.
Sonra gelecek olanlar ise ona yardımcı ve programını uygulayıcı olmaktan öte gidemeyeceklerdir.
------------------------
(1)
Müceddit: Hadiste ifade edilen, her asrın başında gelecek ve dine karıştırılan bid'atleri ve hurafeleri temizleyecek olan alimlerdir. Söz konusu hadis : "Her yüz senede Cenâb-ı Hak bir müceddid-i din gönderiyor" (el-Hakim, el-Müstedrek, 4:522; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 2:281, hadis no: 1845.)
(2) Müslim, Îman: 247.
(3) Ebû Davud, Cihad: 4.
24
Mehdî geldiğinde dünyanın durumunun nasıl olacağı hakkında bilgi verir misiniz ?
İnsanlık tarih boyunca birçok fitnelere maruz kalmış; Firavunları, Nemrudları, Şeddadları görmüştür. Fakat bunların hiçbiri dehşet yönünden “âhirzaman fitnesi” ayarında olamamıştır.
Çünkü bu fitne, hepsine taş çıkartacak derecede korkunç bir fitnedir.
Onun en korkunç yönünü ise Deccal ve Süfyan'ın fitneleri teşkil eder. Her ikisi de insanları inançsızlığa sevk ederek ebedî hayatlarını mahvederler. Dönemlerinde ateistlik kuvvet kazanır. Birkısım insanlar inançsızlıklarını açıkça söyleyip övünmekte tereddüt etmezler. Bir rivayette, "Alenen ve açıkça Allah inkâr edilmedikçe Mehdî gelmez"1 buyurularak Hz. Mehdînin böyle bir zamanda geleceği bildirilir.
İmam-ı Rabbanî Hazretleri, küfrün her yanı istilâ edip, hükmü açıkça uygulanmadıkça Hz. Mehdî'nin ortaya çıkmayacağını söyler. O, fitneler çıktığında gelecektir.2
O dönemde İslâm dışı herşey revaç bulur. "Haramlar helâl sayılır."3 Öyle bir fitne zuhur eder ki, hiçbir kimse ondan korunamaz ve o hemen her tarafa yayılır.4
Bu âfetin zarurî sonucu olarak da bir sürü belâ ve felâketler boy gösterir. İnsanlar mânevî bir kurtarıcıyı dört gözle beklemeye başlarlar ve işte Hz. Mehdî böyle bir zamanda çıkar.
Biz, şimdi Hz. Mehdî'nin çıkmasını gerektirecek o tehlikeli atmosferi hadislerin ışığında görelim.
Âhirzamanda çarpışmalar, vuruşmalar alabildiğine yaygınlaşır. Hakim'in Müstedrek'inde yer alan bir rivayete göre, Hz. Ali kendisine sorulan bir soru üzerine Hz. Mehdî'yi anlatmış, döneminde insanların öldürüleceğine dikkatleri çekmiştir. Hem de kişinin ‘Allah’ dediği için ölüme mahkûm edileceğini söylemiş, böyle bir anda Hz. Mehdînin geleceğini bildirmiştir.5
Hadis-i Şeriflerden öğrendiğimize göre âhirzaman, insanların bir yönüyle insanlıktan çıktıkları, alabildiğine bozuldukları bir zamandır. Kıyamet alâmetlerinin çoğunlukla başgösterdiği bir dönemdir.
O dönemde erkekler kadınlara benzer. İleri gelenler şehvetlerine tâbi olur. Kan dökme hafife alınır. Din dünya karşılığında satılır. Hısım, akraba, ana, baba tanınmaz. Fakir fukara doyurulmaktan kaçılır. Yumuşak huyluluk utanılacak, zulüm ise böbürlenilecek şey haline gelir. Devlet başkanları günahkâr, bakanlar yalancı, idareciler hâin, insanlara yardım edenler zâlim, kurrâ fâsık olur ve açıkça zulümler yapılır. Boşanma hadiseleri çoğalır. Fısk u fücûr başlar. Yalancı şahitlerin şehadetleri kabul edilir. Kadınlar kadınlarla yetinir. Ganimet yağmalanır. İşte böyle bir zamanda Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) “Kıyameti bekleyiniz”6 buyurur ki bütün bunlar Kıyametin alâmetlerindendir.
Bir rivayette de fitne-i âhirzamanın nefislere bakan dehşetli yönüne dikkat çekilmiştir ki, o fitne içine düşen insanlar nefislerine hâkim olamazlar. Bunun içindir ki Resûl-ü Ekremin (a.s.m.) emriyle bütün ümmet bindört yüz senedir bu fitneden Allah'a sığınmaktadır.
İşte Deccal böyle bir atmosferde çıkar. Hz. Mehdî de karşı faaliyetini başlatır. Derken Hz. İsa da gökten iner ve Hz. Mehdî'yle buluşup icraatlarını yaparlar.
Başka bir hadislerinde de Peygamberimiz, Mağrib tarafında herc ü merc olacağı, korku belireceği, açlık ve kıtlık istilâ edeceği, fitnenin çoğalacağı, insanların birbirlerini yiyeceği bir anda Hz. Fatıma'nın evladından bir adam çıkıp âhirzamanda hidayeti ikame edeceğini ve onun çıkışının Kıyametin alâmetlerinden ilki olacağını bildirmektedir.
Hz. Ali'nin rivayet ettiği bir hadiste, dört fitne görüleceğini; bunlardan üçünün bolluk, darlık, hazine fitnesi olarak kendini göstereceğini (altın madeni olduğunu söyler), dördüncü fitne ânında da ne yapılacağını, Resûlullahın şöyle anlattığını bildirir: “Benim neslimden bir adam çıkar ve Allah onun eliyle işleri düzene sokar.”7
----------------------------
1. Kitabü'l-Bürhan, s. 27.
2. İmam-ı Rabbanî, Mektûbât, 2:258.
3. el-Kavlü'l-Muhtasar, s. 39.
4. A.g.e., s. 24.
5. Sıddık Han, el-İzaa, s. 130.
6. Nuru'l-Ebsar, s. 189.
7. Tezkire, s. 188.
25
Nebi olarak gelen peygamberlerin nübüvvet mührü ve mehdideki işaretle ilgili rivayet sahih midir?
“Allah hiçbir peygamber göndermemiştir ki onun Sağ elinde peygamberlik beni (Şamet ün nübüvve) olmamış olsun. Ancak bizim Peygamberimiz istisnayı teşkil etmiştir. Onun peygamberlik beni sağ elinde değil kürek kemikleri arasındadır.” manasındaki hadis için bk. Hâkim, 2/631.
- Zehebi, bu hadisle ilgili yorum yapmamış, işi sükutla geçirmiştir. (bk. Zehebi, telhis-Müstedrek ile birlikte; a.y). Bu sükut, rivayetin gücünü hafifleten bir durumdur.
- “Mehdi aleyhisselamda; peygamberlerin alameti vardır. (Kıyamet Alametleri, s. 165/Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 23)” konusuna gelince;
1) Hz. Mehdi ile ilgili sahih hadisleri bir araya getirmeyi hedefleyen Usam Musa Hadi, “Sahihu Eşrati’s-Saati” adlı eserinde böyle bir bilgiye yer vermemiştir.
2) Hz. Mehdi, peygamber olmadığına göre, omzunda peygamber mührünün bulunduğuna dair iddiayı anlamak mümkün değildir.
3) Hz. Mehdi’nin en meşhur olan alameti yanağında bulunan ve yıldız gibi parlak olduğu bildirilen BEN’dir. (bk.Abdullah b. Suleyman el-Ğafilî, Eşratu’Saati, 1/78)
Bilgi için tıklayınız:
- Peygamberlik Mührü hakkında bilgi verir misiniz?
- Mehdi'nin Özellikleri Nelerdir?
26
Peygamber Efendimiz, Mehdînin kendi soyundan olacağını ifade etmiştir. Ancak dâima ehliyete, takvâya önem veren bir peygamber için kendi soyundan gelen bir insanı müjdelemesi, onu üstün tutması, dikkatleri onun üzerine çekmesini nasıl yorumlayacağız?
Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) peygamberlik gözüyle, Cenab-ı Hakkın izniyle ilerde olacak hadiseleri bir bir müşahede etmiş, Zeyne'l-Âbidin, Cafer-i Sadık, Şah-ı Geylânî, Şah-ı Nakşıbend gibi mürşidlerin Ehl-i Beytinden yani kendi neslinden çıkacağını; onların herbirinin Sünnet-i Seniyyenin menbaı, muhafızı olarak vazife göreceklerini, ona her yönüyle sım sıkı sarılacaklarını görmüş ve ümmetini onlar etrafında toplamak istemiştir. Âhirzamanın en dehşetli döneminde ümmet için bir ümit ışığı olan Mehdî için de aynı durum söz konusudur. Eğer burda yakınları tercih etme söz konusu olsaydı, yine Teşehhüdde tekrarladığımız "Âl-i İbrahim"de de yani Hz. İbrahim' in nesline dua etmemizde de aynı durum söz konusu olurdu. Niçin başkası değil de Âl-i İbrahim?
"Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), gayb-âşinâ nazarıyla görmüş ki, Âl-i Beyti, âlem-i İslâm içinde bir şecere-i nûrâniye (nurânî bir ağaç) hükmüne geçecek. Âlem-i İslâmın bütün tabakàtında kemâlât-ı insaniye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazifesini görecek zâtlar, ekseriyet-i mutlaka ile Âl-i Beytten çıkacak. Teşehhüdde ümmetin ‘Âl' hakkındaki duâsı ki, 'Allâmümme salli...'dir, makbul olacağını keşfetmiş. Yani, nasıl ki millet-i İbrahimiyede ekseriyet-i mutlaka ile nûrânî rehberler Hz. İbrahim'in (a.s.) âlinden, neslinden olan enbiyâ olduğu gibi; ümmet-i Muhammediyede de (a.s.m.) vezâif-i azîme-i İslâmiyette (İslâm adına yapılan büyük vazifelerde) ve ekser turûk ve mesâlikinde (çoğu tarikat ve mesleklerde) enbiyâ-i Benî İsrâil gibi, aktâb-ı Âl-i Beyt-i Muhammediyeyi (a.s.m.) görmüş."(1)
Demek ki Âl-i İbrahimde de olduğu gibi neslî yakınlık değil, Allah'a yakınlık söz konusu. Öyle olduğu için de Allah Resûlü ümmetine Hz. Mehdî'yi tavsiye etmiştir.
Sonra peygamberlik gibi Mehdîlik de gayretle, çabayla elde edilebilecek bir makam değildir. Tamamen Allah vergisidir ve Allah onu dilediğine, tabiî ki en lâyık olana verir. Eğer Ehl-i Beytten biri buna herkesten daha çok lâyık ise elbetteki ona verecektir. Ekser peygamberlerin Hz. İbrahim soyundan gelmesi bir ayrıcalık olarak görülemeyeceği gibi Mehdî'nin de Ehl-i Beytten olması ayrıcalık olamaz. Bunu yanlış yorumlamanın veya hased etmenin mantığı ve mânâsı yoktur.
---------------------
(1) Lem’alar, Dördüncü Lem'a
27
Diğer dinlerde "Deccal" inancı var mıdır ?
Hak, muharref ve bâtıl bütün dinlerde hak ile bâtıl, iyi ile kötü mücadelesinin sürekli var olduğunu görmekteyiz. Eski Mısırlılar, Çinliler ve Hindlilerde iyiliği temsil eden ilâhla kötülüğü temsil eden şerli yaratıkların savaşlarına yer verilmektedir ki, burada şerli varlıkla Deccal arasındaki benzerlik açıkça görülmektedir.
Bâtıl dinlerde mânâ olarak yer alan Deccal inancı, muharref dinlerde ismen dahi yer alabilecek bir boyut kazanmıştır. M.Ö. 2. yüzyılda Deccalın, Daniel'in kitabında zâlim bir hükümdar olarak muşahhaslaştığını görüyoruz.(1) Eski Ahid'de ve tarihî kaynaklarda, âhirzaman Deccalının bir kısım özelliklerine sahip muşahhaşlaştırılmış daha birçok şahıs bulmak mümkündür. Meselâ Nemrud bunlardan biridir. Roma imparatoru zalim Neron Deccalın bir prototipi olarak görülmüştür.
Yahudîlerde kurtarıcı Messiah'ın zıddı olan Deccal, Anti-Messiah olarak nitelendirilir. Ve Deccal, Messiah'ın ağzından çıkan nefesle öldürülecektir.
Âhirzaman Deccalından da bahsedilir Eski Ahid'de. Hezekiel'de herşeyi tahrip eden, büyük ve korkunç bir plân hazırlayan, fakat sonunda mağlup düşen Deccalın şer kuvvetlerinden bahsedilir.(2) Zakarya ve Yoel'de de yer alan Deccal fikri, Daniel'de daha bariz şekilde kendini gösterir. Daniel onu bizzat gözleriyle görür ve portresini çizer.(3) Bu Deccal büyük bir idareci, güçlü orduların komutanı, üç kralı deviren, mabed yıkan bir kimse olarak bilinmektedir.
Hıristiyanlıkta da Deccaldan özellikle bahsedilir. Pavlus'a göre, Mesih'in âhirzamanda gelişine inanmak Hıristiyanlığın rükünlerindendir.
Yeni Ahid'de belirtildiğine göre Deccal, Mesih'in ikinci gelişinden önce çıkacaktır ve Hz. İsa'nın soluğuyla öldürülecektir.(4)
Matta İncil'inde Deccaldan "Mesiha Daggala" diye bahsedilmektedir. Yeni Ahid'in Süryanice tercümesinde Mesiha Daggala açıkça zikredilir.(5)
Matta İncil’inin bir âyetinde yalancı Mesih'le ilgili şöyle denildiğini görüyoruz:
"İsa'nın şâkirdleri dünyanın sonuna alâmet ne olacak diye sordular. İsa cevap verip onlara dedi: ‘Sakın kimse sizi saptırmasın. Çünkü birçokları 'Mesih benim' diye, benim ismimle gelip birçoklarını saptıracaklar. Ve birçok yalancı peygamberler kalkıp birçoklarını saptıracaklar ve fesat çoğalacağından ötürü birçokların sevgisi soğuyacak. Ancak sona kadar dayanan kurtulur."(6)
Başka bir âyette ise bu yalancı mesihlerin "büyük alâmet ve harikalar" göstereceklerinden söz edilmiştir.(7)
Yuhanna İncilinin birinci mektubunda Deccaldan İsa'nın zıddı anlamında antichrist diye bahsedilir.(8)
Görüldüğü gibi bu âyetlerde Mesih-i Deccaldan tek bir şahıs olarak değil çoğul olarak, yani bir topluluk olarak söz edilmektedir. Ancak Katolik ilahiyatçıların çoğu, onun bir şahıs olacağı konusunda ittifak etmişlerdir.(9)
Markos İncili'nde de yalancı Mesihlerden söz edilmekte, seçilmiş insanları bile saptırabilecek alâmet ve harikalar gösterecekleri belirtilmekte ve onlardan sakındırılmaktadır.(10) Benzer sakındırma Luka İncili'nde de yer alır.(11) Yuhanna İncil'inde ise Deccala Yahudîlerin inanacaklarından söz edilmekte, "Çünkü onlar Mesih'e inanmamışlardır" denilmektedir. İncil yorumcuları da sayıları 64'ten fazla olan Deccallere Yahudîlerin inanacaklarını söylemektedir.(12)
Havarîlerin risalelerinde de Deccalden söz edildiğini görüyoruz. Pavlus, Selâniklilere yazdığı bir mektupta, dinden dönme gelmedikçe, tanrılık dâvâsında bulunan fesad adamı çıkmadıkça Kıyametin kopmayacağını belirtmekte,(13) Hz. İsa'nın gelişiyle güneş doğduğunda karanlığın kaybolduğu gibi Deccalın da yok olacağını bildirmektedir.(14)
Yunanna risalelerinde belirtildiğine göre ise Hz. İsa'nın kurtarıcı olduğuna hücum eden birçok Deccal çıkacaktır. Vahiy kitabında Deccal, yalancı peygamber, canavar, ejderin başı gibi ifadelerle anılmaktadır.(15)
Hıristiyanlarca 2. yüzyıla kadar Neron Deccalle özdeşleştirmiş, çağımızda da Hitler ve Lenin için aynı teşhis konulmuştur.(16)
Deccallerin bir değil, birçok olduğu anlayışı Hıristiyanlık dünyasında da hâkimdir. Ama âhirzaman Deccalı hepsinden de büyük ve korkunçtur. Bir Hıristiyan yazar ve öğretmen bunu şöyle anlatır:
“Mesih-Deccalın birçok prototipi vardır. Fakat bu çok Deccaller arasında birisi çıkacaktır ki, hepsinden daha şiddetli olup, bu isme en lâyık kişi olacaktır. Diğerleri değişik zamanda bulunmakla birlikte, bu gerçek Deccal âhirzamanda çıkacaktır."(17)
Görüldüğü gibi muharref dinler, onca değişikliklerine rağmen kâinatın “en büyük hadisesi,” “en dehşetli fitnesi” Deccala ilgisiz kalmamış, birçok âyetlerinde, hem de doğrudan bahsederek ona yer vermişlerdir. Bu durum, Resûlullahın, bütün peygamberlerin Deccalın şerrinden ümmetlerini sakındırdıkları gerçeğini de teyid etmektedir.
Aynı zamanda bu âyetler Yahudîlik ve Hıristiyanlığın Deccal anlayışıyla İslâmdaki Deccal anlayışı arasında genel hatlarıyla büyük benzerlikler bulunduğunu göstermektedir.
----------------------------
1. Daniel, VII:7, VIII:10.
2. Hezekiel, 38-39.
3. Daniel, VII:8, 24.
4. II. Selaniklilere, II:8-10.
5. Yeni Ahit, Peschitta nüshası, Matta: 24.
6. Matta, XXIV:3-4, 11-13.
7. Matta, XXIV:24-26.
8. I. Yuhanna, II:18.
9. Sarıtoprak, A.g.e., 1992, s. 34.
10. Markos, XIII:5-7, 21-23.
11. Luka, XXI, 5-9.
12. Sarıtoprak, A.g.e., s. 35.
13. II. Selâniklilere, II:3-5.
14. Sarıtoprak. A.g.e., s. 37.
15. A.g.e., s. 38-39.
16. A.g.e., s. 43.
17. A.g.e., s. 44.
28
Hz. Mehdi'nin geleceğine inanmamak insanı kafir eder mi?
Hz. Mehdî’nin geleceğine dair çok sayıda sahih hadis olmakla beraber, geleceğine inanmayanları tekfirden kaçınmak gerekir. Çünkü, bu konuda eskiden beri az da olsa bazı alimlerin farklı görüşleri vardır. Ancak, bunun inkârı, bu sahih ve tevatür dercesindeki hadisleri inkâr anlamına geleceği için vebalinin büyük olduğunu düşünüyoruz.
Ünlü hadis alimlerinden Mansur Ali Nasıf’ın da belirttiği gibi; Selef ve halef uleması arasında yaygın bir şekilde, şu husus oldukça şöhret bulmuştur. Ki, ahir zamanda Ehl-i beytten Mehdi adında bir kimse zuhur edecektir. Bütün İslam memleketlerini ele geçirecek, Müslümanlar ona tabi olacaktır. O da onların arasında adaletle muamelede bulunacaktır. Dini güçlendirecek ve takviye edecektir. Daha sonra da Deccal ortaya çıkacak, İsa inecek ve Deccal'ı öldürecektir veya Hz. İsa (as) ile Mehdi birlikte yardımlaşarak Deccalı öldüreceklerdir.
Mehdi ile ilgili hadisleri sahabenin önde gelenlerinden bir grup rivayet etmişlerdir. Ve bu hadisleri Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace, Taberani, Ebu Ya'la, Bezzaz, İmam Ahmed b. Hanbel ve Hakim gibi büyük Muhaddisler tarafından tahriç edilmiştir. Bu sebeple, Mehdi ile ilgili bütün hadislerin zayıf olduğunu söyleyen İbn Haldun gibi bir kısım alimler, bu konuda ciddi bir hata yapmışlardır.(bk. et-Tac, V/341).
- Yine Meşhur hadis âlimlerinden Muhammed b. Cafer el-Kettanî, Mütevatir hadislere ayırdığı “Nazmu’l-Mütenasir mine’l-Hadisi’l-mütevatir” adlı eserinde Hz. Mehdi ile ilgili hadislerin mütevatir (yalan / yanlış bilgi taşıma ihtimali olmayan) hadisler olduğunu ifade etmiş ve konuyla ilgili olarak hem hadisleri rivayet eden sahabeden, hem de hadis kaynaklarından uzun bir liste vermiştir.(bk. Kettanî, Nazmu’l-Mütenasir, s.236-239).
Kettanî, aynı eserinde Mehdi ile ilgili değişik hadis rivayetlerine yer vermiş ve Sahavî gibi bir çok büyük hadis otoritelerine göre, Mehdi ile ilgi hadislerin mütevatir olduğunu ve Ehl-i sünnet ve cemaat alimlerine göre Mehdi’nin geleceğine iman etmenin vacip olduğunu belirtmiştir.(bk. a.g.e). Vacibi terk etmenin haram olduğu, suç olduğu bilinen bir gerçektir.
İbn Teymiye de “Mehdi’nin geleceği ile ilgili hadisler, Ebu Davud, Tirmizî, Ahmed b. Hanbel ve daha başka alimler tarafından rivayet edilmiş sahih hadislerdir.” (bk. İbn Teymiye, Minhacu’s-sünneti’n-nebeviye, 4/95) diyerek, bu konudaki görüşünü açıkça ortaya koymuştur.
Allame Muhammed es-Sefarînî’ye göre, Hz. Mehdî ile ilgili hadislerin sayısı manevî tevatür derecesine çıkmıştır. Öyle ki Ehl-i sünnet alimleri Mehdi’nin geleceğini itikadî bir mesele olarak görmüşlerdir. Sahabeden ve tabiilerden gelen rivayetlerin toplamı, konuyu katî bir ilim, kesin bir bilgi haline getirmiştir. Bu sebeple, -Ehl-i sünnet alimlerinin kitaplarında yer aldığı gibi- Mehdi'nin geleceğine iman etmek vaciptir. (Levamiu’l-Envari’l-behiye, 2/84).
Bazı alimlerin araştırmalarına göre, Mehdi'nin geleceğini rivayet eden hadis imamalarının sayısı otuz altı; bu rivayetlerde yer alan sahebenin sayısı ise yirmi altıdır. (bk.Abdullah b. Süleyman el-Ğafîlî, Eşratu’s-Saa-şamile- 1/108).
Mehdi konusunda “er-Reddu ala men kezzeb bi’l-ahadîs’sahiheti’l-varideti fi’l-Mehdi” adında bir eser yazan Şeyh Abdu’l-Muhsin b. Hamd b. Abbad’ın tespitine göre, eski alimler arasında sadece iki kişi Mehdi’nin hadislerinin sıhhatlerini inkâr etmiştir. Bunlardan biri, Muhammed b. el-Velîd el-Bağdadî, diğeri İbn Haldun’dur. İslam alimlerinin büyük çoğunluğunun kabul ettiği bir gürüş karşısında bu iki kişinin inkârlarının hiçbir değer ifade etmeyeceği ortadadır. (bk. Eşratu’s-Saa, 1/111-112).
29
Deccale uyacakların çoğunluğu kadınlardır, şeklindeki hadisin tercüme ve izahını yapar mısınız?
ينزل الدجال بهذه السبخة بمرقناة، فيكون أكثر من يخرج إليه النساء، حتى أن الرجل ليرجع إلى حميمه وإلى أمه وابنته وأخته وعمته فيوثقها رباطا مخافة أن تخرج إليه، ثم يسلط الله المسلمين عليه فيقتلونه ويقتلون شيعته، حتى أن اليهودي ليختبيء تحت الشجرة أو الحجر فيقول الحجر أو الشجرة: يا مسلم! هذا يهودي تحتي فاقتله (Kenzul Ummal, 38831)
“Deccal şu tuzlaya, kanalın geçtiği yere iner/oturur/karargâh kurar. En çok kadınlar yanına gider. Öyle ki, kişi -deccalin yanına gider endişesiyle- kendi yakını olan bir kadının, annesinin, kızının, bacısının, halasının yanına döner de onu sağlam bir bağ ile sıkıca bağlar."
"Daha sonra Allah Müslümanları ona musallat eder de onu ve taraftarlarını öldürürler. Hatta (Müslümanlardan kaçmak için) bir ağacın veya bir taşın arkasında saklanmış olan Yahudiyi ele vermek için, ağaç veya taş: ‘Ey Müslüman! Altımda / arkamda Yahudi var, gel de öldür.’ diyecektir.” (Kenzu'l-Ummal, 38831)
Bu hadis rivayetinin manası açık değildir. Şu Sebha / Tuzla denilen yer neresidir? Kanal neresidir? Bunların yerini tayin etmek zordur. Bunları ancak -eğer sahih ise- olay olduğunda ehl-i basiret anlar.
Sebha/Sebeha kelimesi tuzla anlamındadır. Bu ise, çorak ve verimli olmayan yer manasına da gelir. Bu ise, fakir, yoksul kimselerin yurtlarına işaret sayılabilir. Bu özelliğe sahip pek çok çapulcunun bol olduğu bu ülkeye Lenin, Stalin, Troçki gibi deccalerin gücünü gösteren konimizmin yerleşmesi, hadisin bir kısmını açıklar mahiyetindedir.
أحذركم المسيح وأنذركموه. وكل نبي قد حذر قومه وهو فيكم أيتها الأمة! وسأحكي لكم عن نعته ما لم يحك الأنبياء قبلي لقومهم، يكون قبل خروجه سنون خمس جدب حتى يهلك كل ذي حافر، قيل: فيم يعيش المؤمنون؟ قال: بما يعيش به الملائكة، ثم يخرج، وهو أعور وليس الله بأعور، بين عينيه (كافر) يقرؤه كل مؤمن كاتب وغير كاتب، أكثر من يتبعه اليهود والنساء والأعراب، يرون السماء تمطر وهي لا تمطر والأرض تنبت وهي لا تنبت، ويقول للأعراب: ما تبغون مني؟ ألم أرسل السماء عليكم مدارا وأحيي لكم أنعامكم شاخصة ذراها خارجة خواصرها دارة ألبانها؟ ويبعث معه الشياطين على صورة من قد مات من الآباء والإخوان والمعارف، فيأتي أحدهم إلى أبيه أو أخيه فيقول: ألست فلانا؟ ألست تعرفني؟ هو ربك فاتبعه، يعمر أربعين سنة، السنة كالشهر والشهر كالجمعة والجمعة كاليوم واليوم كالساعة والساعة كاحتراق السعفة في النار، يرد كل منهل إلا المسجدين، أبشروا، فإن يخرج وأنا بين أظهركم فالله كافيكم ورسوله، وإن يخرج بعدي فالله خليفتي على كل مسلم. (Kenzul Ummal, 38779 kaydettiğim aşağıdaki rivayet için ise bk. no: 39687)
"Sizi mesih / deccalden sakındırıyor ve ona karşı sizi uyarıyorum. Her peygamber kavmini (bu konuda) uyarmıştır. Ancak Ey Ümmetim! O sizde çıkacaktır. (onun için), Ben size benden önceki peygamberlerin kavimlerine anlatmadıkları bazı özelliklerini anlatacağım."
"Onun çıkmasından önce bütün canlıların helak olduğu beş kıtlık yılı olacaktır. 'Peki o gün müminler ne ile yaşarlar?' diye sorulduğunda, 'Meleklerin yaşadığı şeyle (tesbih-tekbir-tehlil gibi zikirlerle) yaşarlar.' diye cevap verdi."
"Sonra o güzü şaşı olarak çıkar. Allah ise şaşı değildir. İki gözü arasında 'kafir' yazılı olur. Okuma-yazması olan da olmayan da her mümin onu okur. Ona en fazla tabi olanlar Yahudiler, kadınlar ve bedevilerdir."
"(İnsanlar) gökten yağmur yağmadığı halde yağdı sanırlar. Yer bitki bitirmediği halde bitirdiğini sanırlar. Cahil bedevilere şunları söyler: 'Benden daha ne istersiniz? Size yağmuru yağdırmadım mı, sığırlarınızı-davarlarınızı sizin için canlandırmadım mı, göğüsleri sütün fazlalığından ters döndüğünü görmüyor musunuz?'”
"Onunla birlikte bazı kimselerin ölmüş babaları, kardeşleri, tanıdıklarının kılığına giren şeytanlar vardır. Kişinin ölmüş babası veya kardeşinin kılığına girerek gelir ve 'Beni tanımıyor musun? İşte bu (deccali kastederek) senin rabbindir, o halde ona tabi ol!' diyerek telkinde bulunur."
"Deccal (çıktıktan sonra) kırk yıl yaşar. Bir yılı bir ay, bir ayı bir hafta, bir haftası bir gün, bir günü bir saat, bir saat ise bir hurma yaprağının ateşte yandığı miktar(bir-iki dakika) kadardır."
"İki Mescit (Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi) hariç her yere girer."
"Size şunu müjdeliyorum ki: eğer aranızda olduğum bir zamanda gelirse, Allah ve resulü sizin için kâfidir. Yok eğer banden sonra gelirse, benim yerime her müslümana Allah bakar.” (Kenzul Ummal, 38779)
Bu rivayette, deccalin bazı vasıfları zikredilmiştir.
Evvela, onun bu ümmetten çıkacağı bildirilmiştir. Onun gözü -maddeten- şaşı olduğu gibi, gittiği yolun da manevi körlük ve sapıklık olduğu ifade edilmiştir. Deccalin en büyük kuvveti yahudilerdir. Fıtraten cemal-perest olan kadınlar ve yoksulluktan şikayetçi olan cahil bedeviler de ona isteyerek tabi olurlar. Alnında/başında/cebhesinde yazı olmadığı halde onun küfrünü gösteren bir alamet bulunur. Zaman oldukça bereketsizdir. Sabah-akşam olur da kişi istediği işini yapmamıştır. İşlerin fazla olduğundan kinaye de olabilir. İletişim, ulaşımın kısa zamanda yapılacağından haber vermiş olabilir.
قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: يخرج الدجال عدو الله ومعه جنود من اليهود وأصناف الناس، معه جنة ونار ورجال يقتلهم ثم يحييهم، معه جبل من ثريد ونهرمن ماء وإن سأنعت لكم نعته! إنه يخرج ممسوح العين، في جبهته مكتوب (كافر) يقرؤه كل من كان يحسن الكتاب ومن لا يحسن، فجنته نار وناره جنة، وهو المسيح الكذاب، ويتبعه من نساء اليهود ثلاثة عشر ألف امرأة، فرحم الله رجلا منع سفيهته أن تتبعه والقوة عليه يومئذ بالقرآن، فإن شأنه بلاء شديد، يبعث الله الشياطين من مشارق الأرض ومغاربها فيقولون له: استعن بنا على ما شئت، فيقول لهم: انطلقوا فأخبروا الناس أني ربهم وإني قد جئتهم ، (Kenzul Ummal, 39687)
- (Rivayete göre), Resulullah şöyle buyurdu:
“Allah’ın düşmanı Deccal çıktığında Yahudilerden askerler ve bir kısım insanlar onun yanında yer alır/onunla birlikte olur. Onun yanında cennet ve cehennem bulunur. Bazı adamları öldürür, sonra diriltir."
"Beraberinde dağdan bir tirit (dağ kadar büyük bir tirit-seride- yemeği) ve bir su ırmağı bulunur. Şimdi de size onun bazı vasıflarını bildireceğim:
"O, gözü tümsek gibi düz (kör) olduğu bir şekilde çıkar. Alnında 'kafir' yazılıdır. Okuma-yazması olan da olmayan da onu okur."
"Onun cenneti ateştir / cehennemdir. Ateşi ise cennettir. O çok yalancı mesihitr. Yahudi kadınlarından 13.000 kadın ona tabi olur. Maiyetindekileri (aile efradını) ona tabi olmaktan alıkoyan kimseye Allah rahmet etsin."
"O gün onu mağlup edecek kuvvet yalnızca Kur’an’dır."
"Onun durumu (insanlar için) büyük bir fitnedir, bir imtihandır. Öyle ki, Allah yeryüzünün doğusundan ve batısından şeytanlar gönderir de onlar deccale 'Bizden dilediğin yardımı iste.' derler. O da: 'Gidin, insanlar benim onların rabbi olduğumu, onlara cennet ve cehennemle birlikte geldiğimi, söyleyin.' der. Ve şeytanlar her tarafa dağılırlar, öyle ki bazen bir tek kişiye yüzden fazla şeytan musallat olur.” (Kenzu’l-Ummal, 39687)
Bu rivayetten anlaşılan şudur ki: Deccal gözü kördür veya kör gibidir. Yazı olmayan bir alamet onun kâfir olduğunu (basiret ehline)gösterir.
O günkü insanların açlığından istifade ederek, ekonomik gücüyle onları kendine tabi eder. I. dünya savaşı sonrasında olduğu gibi, bir kıtlık olacak ki ekonomik olarak deccalin sofrası önem arzeder. Bazıları dünya malı için dinini dünyaya satar.
Özellikle onun en büyük kuvveti Yahudilerdir. Yahudi kadınları sosyal hayatın değişik sahnelerinde yer alıp diğer kadınları da ve erkekleri de baştan çıkarırlar. Bu gün dünyanın değişik bölgelerinde sefahate davet eden kadın derneklerinin belki de çoğu Yahudi patentlidir.
İnsanlardan ve cinlerden şeytanlar iş başında olur. Cin şeytanlar vesveselerle, insan şeytanlar açık telkinleriyle, materyalist felsefeleriyle, sefahati güzel göstermekle deccalin yolunun doğru olduğu yönünde sıkı mesai yaparlar.
Detaylı bilgi için tıklayınız:
- Deccal'ın özellikleri nelerdir?
- Deccal ne gibi icraatlar yapacaktır ? En büyük destekçisi kimlerdir?
- Deccal ne zaman çıkacak?
30
Bir hadiste okudum, otuz deccal çıkmadan kıyamet kopmaz, diye... Biz bir tane deccal çıkacak biliyorduk, açıklar mısınız?
Deccalların sayısı çoktur, her asrın deccalları vardır. Bir hadis-i şeriften bunların sayısının otuzu bulacağını öğreniyoruz.(1)
Bunlar arasında âhir zaman deccallarının apayrı yeri vardır. Çünkü daha dehşetlidirler. Bunlar da iki tanedir. Biri, büyük Deccal'dır, dünya çapında çıkar; diğeri de İslâm Deccalıdır. Buna Hz. Ali (ra) (2) ve bir kısım ehl-i tahkik Süfyan demişlerdir(3) ve Hz. Ali (ra) hep bu Deccal'den bahsetmiştir.(4) Süfyan, Müslümanlar içinde çıkacak ve aldatmakla iş görecektir.
Deccalla ilgili Buharî ve Müslim dahil birçok hadis kitabında çokça sahih hadis bulunmaktadır. Doğrusu Deccalın vasıfları ve icraatı hariç, geleceğiyle ilgili hiçbir tartışma bulunmamaktadır.
Öyleyse Deccalın geleceği ne kadar kesinse Mehdî'nin gelişi de o ölçüde kaçınılmazdır. Çünkü zehir panzehirsiz düşünülemez. Nemrudu Hz. İbrahim (as)'siz, firavunu Hz. Musa (as)'sız düşünemeyeceğimiz gibi, Deccalı da Mehdîsiz düşünemeyiz. Deccal varsa Mehdî de vardır.
Dipnotlar:
(1) Buharî, Fiten: 25; Menakıb: 25; Müslim, Fiten, 84; Ebû Davud, Fiten: 1.
(2) Gazalî, İhyâü Ulûmiddin, 1:59
(3) Berzencî, el-İşâa fî Eşrâti's-Sâa, s. 95-99; Muhtasar u Tezkireti'l-Kurtubî, s. 133-134; Şuâlar, s. 501, 504.
(4) Şuâlar, s. 501.
İlave bilgiler için tıklayınız:
- Deccal'ın özellikleri hakkında bilgi verir misiniz?..
- Ahir zamanla alakalı hadislerin bir kesinlik ifade etmemesi, ... Bunun hikmeti nedir?
31
Bazı rivayetlerde, Hz. Mehdi'nin, içtihatlarında mezheplere muhalefet edeceği ve alimlerin ondan uzak duracağı şeklindeki açıklamaları nasıl değerlendirmek gerekir?
Verdiğiniz kaynakta geçen ifadeler hadis değildir, İbn Arabî’nin kendi ifadesidir. (bk. Futuhat el-Mekkiye, 66. bab, 3/327- 328)
İbn Arabi, ilgili ifadelerinde bazı hadislerin rivayetlerine de zımnen işaret eder tarzda konuyu açıklamaya çalışmakla beraber, sorudaki ifadelerin hadisle bir alakası yoktur.
İbn Arabî’nin işaret ettiği konulara bazı alimler de işaret etmişlerdir. Hz. Mehdi’nin mezhepleri ortadan kaldırıp kaldırmayacağı veya hangi mezhebe tabi olacağı, Hanefî mi, Şafii mi olacağına dair farklı mezhep alimleri arasında, farklı kanaatler söz konusu olmuştur.
Bununla beraber, “Hz. Mehdi’nin bir melek-i ilham ile hareket edeceği, mezhep alimlerinden farklı içtihatlarda bulunacağı, bu sebeple de özellikle mezhep mukallitleri fakihlerin ona düşmanca davranacağı, yalnız kılıcından korktukları için ona baş eğeceklerine” dair ifadeler, İbn Arabî’nin kendi keşifleri olabilir. Ve bu ifadeleri de “mevcut anlayışları okşayan, gerçekleri dolaylı olarak anlatan” bir üslup olarak değerlendirmekte fayda vardır. Zira, İbn Arabî’den asırlar sonra -ahir zaman olaylarının cereyan ettiği zamana çok daha yakın olarak- gelen ve dolayısıyla Hz. Mehdiyi ve Deccalı çok iyi bilen asrın allamesi Bediüzzaman Said Nursi’ye göre, Mehdi’nin kılıcı “kalem-fikir” türü manevî, ilmî bir kılıç olacaktır. Bu sebeple İbn Arabî’nin dediği “kılıcı” manevî olarak anlamak gerekir.
Keza, “Hz. Mehdiye alimlerin itirazı” konusunu da “bazı alimler” şeklinde anlamakta bir sakınca yoktur. Zaten bütün fakihlerin ona karşı çıkması pek makul da görünmemektedir. “Kendisinin farklı içtihatları” da “bütün içtihatları” değil, “bazı içtihatları” olarak anlamak gerekir, diye düşünüyoruz.
Özetlersek, İbn Arabî’nin genellikle keşiflerinden hareketle verdiği bilgileri kapalı ifadeler olarak değerlendirmek gerekir. Çünkü geleceğe ait konularda kapalı ifadelerin kullanılması, bir yandan -tabir yerindeyse- statükocu alimlerin ve onlara bağlı olan kitlelerin düşüncelerini okşamak, bir yandan da “gaybî ihbar” meselesi olduğundan dolayı Allah bildirmezse “kimse gaybı bilemez” düsturuna karşı saygısızlık etmemenin gereğinden kaynaklanmaktadır.
32
Mehdî ve Deccal inancının diğer dinlerden İslamiyete geçtiği iddiasına ne dersiniz ?
Mehdî ve Deccal inancının şu veya bu şekilde hemen hemen bütün dinlerde bulunması, illâ ki onun bâtıllığını göstermediği gibi ondan etkilenmiş olabileceğine de işaret etmez. Aksine bütün insanlığı ilgilendirecek ehemmiyette bir konu olduğuna delil olabilir. İslâmın geliş sebeplerinden biri de semavî dinlerin doğru yönlerini teyid, yanlışlarını tashih etmek değil midir?
Mevdudî, Mehdî inancının sadece diğer dinlere ait cemaatlerde bulunduğu şeklindeki anlayışı bâtıl bir itikad olarak görmekte ve şöyle demektedir:
“Dünyadaki hayatın son bulmadan, İslâmın dünya dini olarak zuhur edeceğini, keder ve ümitsizliğe kapılmış insanın kendi îcadı ve inancı olan bir sürü ‘izm’leri denedikten sonra Allah'ın ‘izm’ine ilticaya mecbur kalacağını, bu işin tahakkuku ise, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) tarafından ortaya konulan ölçülerle hareket edecek, çalışacak ve İslâmı asıl hüviyeti ile yayacak olan bir lider tarafından mümkün olacağını, Peygamber Efendimiz gibi ondan evvel gelmiş olan peygamberlerin de kendi cemaatlerine söylemiş olabileceklerini zannetmekteyim. Hem de böyle bir tebşirâtın bâtıl tarafı nerede?”
Mevdûdî, Mehdî inancının gayr-ı müslim cemaatlerde de bulunuşunu açıklarken, bunu, diğer peygamberlerden gelen rivayetlerden aldıklarını, fakat hürafeler katarak yorumladıklarını da söyler.(1)
İslami kaynaklara İsrâliyât (Yahudi kaynakli bilgiler) karışmış olamaz mı?
Elbette mümkün. Ama bir sarraf hassasiyetiyle hareket eden ehl-i tahkik İslâm âlimleri bunlar içerisine girebilen İsrâliyâtı da ayıklamayı bir vazife bilmişlerdir. Deccalın bir adada bağlı olduğu, âhirzamanda çıkacağı ile ilgili ve İbni Sayyad hadisi bazı noktalardan tenkitlere tâbi tutulurken, İsrâliyatla ilgili rivayetler de bir bir ayıklanmıştır. Meselâ İbni Hacer el-Askalânî bazı hadislerin Ehl-i Kitaptan alınabileceğine işaret etmiştir. Ona göre "Deccal fitnesinden on iki bin erkek ve yedi bin kadın kurtulacaktır" meâlindeki rivayetle, "Deccal insan değil, altmış halkalı zincirle bağlanmış bir şeytandır" rivayetinin Ehl-i Kitaptan alınabileceğini söylemektedir.(2)
------------------------
(1) Ebû’l-A’lâ el-Mevdûdî, İslâmda İhyâ Hareketleri, çev. Halil Zefir. (Ankara: Hilal Yayınları: 1967), s.
(2) İbni Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Barî (Riyad: Muhibbüddin el-Hatip v.d. nşr.:1389), 16:205.
33
Âhirzamanla ilgili hadisler niçin açıkça anlaşılmamaktadır?
Ahirzamanla alakalı hadisleri bir kısmı müteşâbihattır. Yani mânâsı açık olmayan bir kısım teşbih ve temsillerle anlatılan mecaz ifadelerden ibarettir. Derin ve geniş mânâları ihtiva etmektedirler. Onun için muhkemât (dinin kesin emirlerini ifade eden ayet ve hadisler) gibi tefsir edilmez ve mânâsı herkesce bilinmez. Ancak ilimde derinlik kazananlar tevillerini yapabilirler. Vukûundan sonra da tevilleri anlaşılır.
Sonra gaybla ilgili hadiselerin bir kısmı Peygamberimize ayrıntılarıyla, bir kısmı da kısaca bildirilmiş, Peygamberimiz de kendi içtihadına göre en uygun tarzda tasvir etmiştir.
Öte yandan Resûlullah, "Dünya öküzle balığın üzerindedir"(*) örneğinde olduğu gibi bazı hakikatleri de teşbihler ve temsillerle anlatmış, bunlar da zamanla avam tarafından hakikat telakkì edilmiştir.
Bazı hadisler sadece Müslümanları ilgilendirdiği, bazıları hilâfet merkeziyle sınırlandırıldığı halde, âlimlerce bütün dünyaya şâmil olacak tarzda değerlendirilmiştir. Zikirhânelerin kapatılacağı ve ezan ve kàmetten Allah kelimelerinin kaldırılacağını gösteren, "Bir zaman gelecek, 'Allah Allah' diyen kalmayacak'(1) rivayetinde olduğu gibi.
İşte bu ve buna benzer hususlar sebebiyledir ki, bu meselelerin içerisinden ancak ilimde derinlik kazanmış âlimler çıkabilir.
Müteşabih Hadisler
Kur'ân'ın da, hadisin de muhkemât ve müteşâbihatı vardır. Muhkemâtın mânâsı açıktır, kolayca anlaşılır; müteşâbihatın anlaşılabilmesi için ise tevile ihtiyacı vardır.
Gaybla ilgili bir kısım hadiseleri, Cenab-ı Hakkın, Resûlullaha detayları ile bildirdiğini, onun da hiçbir tasarrufa girmeden olduğu gibi naklettiğini biliyoruz. Kur'ân'ın ve hadisin muhkemâtında olduğu gibi.
Bir kısmını da kısaca bildirmiş, tafsilat ve tasvirlerini Resûlullahın içtihadına bırakmıştır. Îmanla ilgili olmayan kâinat hadiseleri ve istikballe ilgili vukûâtta olduğu gibi. Bu kısmı Peygamberimiz (a.s.m.) belâğatıyla, temsillerle, imtihan sırrına uygun tarzda açıklamış, tasvir etmiştir.(2)
Arap edebiyatında teşbih, temsil ve tasvirlere sıkça rastlandığını, Resûlullahın da, "İnsanlara akılları seviyesince konuş"(3) hakikati gereğince onların anlayacağı dilden konuştuğunu, yer yer bazı temsil ve teşbihleri kullandığını da burada kaydedelim.
Evet, Resûlullah zaman olmuş teşbih ve temsillere başvurmuştur. Meselâ birgün sohbet esnasındayken bir gürültü işitilmiş, ferman etmişlerdi: "Bu gürültü, yetmiş seneden beri Cehenneme yuvarlanan bir taşın, bu dakikada Cehennemin dibine yetişip düşmesinin gürültüsüdür." Bu garip hadiseden beş altı dakika sonra birisi gelmiş, "Yâ Resûlallah! Yetmiş yaşında bulunan filân münafık vefat etti, Cehenneme gitti"(4) demiş, Resûlullahın beliğâne kelâmının tevilini göstermişti.(5)
------------------------------
(*) Cevabı için http://www.sorularlaislamiyet.com/node/171337
(1) Tirmizî, Fiten: 35; Hakim, Müstedrek, 4:494, İbni Hıbban, Sahih: 8:299.
(2) Şuâlar, s. 498.
(3) Gazalî, İhyâü Ulûmiddin (Kahire: Müessesetü’l-Halebî ve Şürekâh nşr.: 1967), 1:82.
(4) Müslim, Cennet: 31 (H. 2844); Müsned, 2:271; 3:341, 346, 360.
(5) Şuâlar, s. 498, 499.
34
Her dönemde bir Mehdi, Deccal mi gelecektir?
Dünya bir imtihan meydanıdır. Soruların cevaplarını vermenin imtihanla ilgisi olmadığı gibi, dünya imtihan salonunda da herşeyin, zorla kabul ettirecek derecede ap açık olması beklenmemelidir. Akla kapı açılacak, irade elden alınmayacaktır. Kişi delillere bakarak gerçekleri görecek, Deccal'ı, Mehdî'yi tanıyacaktır. Peygamberlerin mûcizelerinin bile kanaat vermek için olduğunu, zorlayıcı olmadığını biliyoruz. Yıldızlarla Lâ ilâhe illallah yazma kàbilinden olsaydı o zaman herkes inanırdı.
Cenab-ı Hak, imtihan sırrı gereği bazı şeyleri bazı şeyler içerisinde gizlemiştir. Kıyametin kopma vakti dünyanın ömrü, insanın eceli kendi ömrü içinde, Kadir Gecesi Ramazanda, Cuma günü yapılan duânın kabul vaktinin Cuma gününde gizlendiği gibi.
Bunların gizli tutulmasında birçok sır ve hikmetler vardır. Meselâ ecel gizli olduğu için insan her dakika hem ecelini bekleyebilmekte, hem de yaşayabileceğini düşünerek hem dünyasına, hem de âhiretine birlikte çalışabilmektedir. Kıyametin kopması da böyledir. Her asırda Kıyametin kopabileceğini düşünen insanlar, hem âhiretlerine, hem de kopmayacağını göz önüne alarak dünyayı îmara yönelebilmektedirler.
Musibetlerin vakitlerinin belli olmamasında da birçok hikmetleri vardır. Eğer bir kişi musibetin ne zaman geleceğini bilseydi, onu beklerken o musibetten on kat daha fazla mânevî bir musibet çekerdi. Halbuki gizli olunca, insan, son âna kadar mutlu bir hayat sürebilmektedir. İşte bu hikmetleri sebebiyledir ki İslâmda gaybtan haber vermek yasaklanmıştır.
Sorumluluk ve îman hakikatleriyle ilgili olmayan gaybî hadiselerden izn-i Rabbanî ile haber verenler de yalnız gizli bir işaretle, perdeli ve kapalı haber vermekle yetinmişlerdir. Hatta Tevrat, İncil ve Zebur'da Peygamberimiz hakkında gelen müjdeler ve haberler dahi bir derece perdeli geldiği için o kitapların bir kısım tâbileri tevil edip îman etmemişlerdir. Fakat îman ve itikadla ilgili meseleleri açıkça bildirmek ve tekrar etmek, teklif ve imtihan sırrının gereği olduğu için Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan ve Tercüman-ı Zîşanı (a.s.m.) istikballe ilgili olayları kısaca, âhiretle ilgili hadiseleri ise tafsilâtıyla haber vermişlerdir.(1)
Deccal, Mehdî gibi kimselerin gizli tutulmalarının bir hikmeti de hakla bâtıl mücadelesinde her asırda, herkesin kendi safında yerini alması içindir. Bilindiği gibi hakla bâtılın mücadelesi Hz. Âdem'le birlikte başlamış, kıyamete kadar da devam edecektir. Geçmiş çağların nemrudları, firavunları, Ebû Cehilleri vardı ve bunların herbiri birer deccaldı. Her asrın da kendine göre deccalları vardır. Âhirzamanın Deccalı ise en büyüğüdür.
Peygamberimiz (a.s.m.), "Otuz kadar deccal gelmedikçe Kıyamet kopmaz"(2) buyurarak her asrı bu uyanıklığa sevk etmek istemiştir.
Bu gerçek, her asrı Kıyamet kopacakmışcasına müteyakkız olmaya itmiş; dünyayı çalkalayan şiddetli hadiseler Deccalı çağrıştırmış, çare arayışleri de Mehdîyi aratmıştır.
Hatta Asr-ı Saadette bile Deccal beklenmiştir. Bazı Sahabîlerde Yahudî asıllı İbni Sayyad'ın Deccal olduğu hakkında bir kanaat vardı. Abdullah bin Ömer, Cabir bin Abdullah bu görüşteydiler. Bir gözü kör, daha büluğ çağına ermeden peygamberlik dâvâsına kalkan İbni Sayyad şeytandan emir alırdı. Bir gün kendisine Deccallığı isteyip istemediği sorulduğunda, "Böyle bir görev bana teklif edilseydi, reddetmezdim,"(3) cevabını vermişti. Bir gün de çocuklarla oynarken, Peygamberimiz, Hz. Ömer'le birlikte yanına yaklaşmış, karşılıklı konuşmuşlardı. Peygamberimiz, "Allah'ın elçisi olduğuma şehadet eder misin?" diye sormuş, o da inanmamakla kalmayıp kendi peygamberliğine inanmasını istemişti. Onun bu haline öfkelenen Hz. Ömer, öldürmek için Resûlullahtan izin istemiş, Resûlullah da, "Eğer beklediğimiz Deccal bu ise sen onu öldüremezsin. (Çünkü onu Hz. İsa öldürecektir). Şayet o değilse, onu öldürmekle bir hayır kazanmış olmazsın."(4) buyurmuşlardı.
Hıristiyanlık dünyasında da, İslâm dünyasında da Deccal görülen bazı kimseler gelip geçmiştir.
Hz. Ali, müfrit rafizî Abdullah bin el-Kurra'yı Deccal olarak görmüştü. Yalancı peygamberlik dâvâsında bulunan Esved el-Ansî (öl. 632) ve Müseylimetü'l-Kezzab da (öl. 633) birer deccal idiler. Babiyye fırkasının kurucusu Mirza Ali Muhammed'le (öl. 1850), Kadıyanîliğin kurucusu Mirza Gulam Ahmed Kadiyanî (öl. 1908) asırlarının birer deccalı kabul edilmiştir.
Eline aldığı makasla uzun sakallarla elbiseleri kesen Deli Petro Hıristiyanlarca Deccal olarak görülürken, Frierich Nietzche, "Din düşmanı Deccal" imzasıyla Hıristiyanlık dünyasına yayınladığı mektubunda, "Gelin ibadetlerden kurtulalım" diyordu. Marks, Lenin, Stalin de birer deccaldı.
Evet, Mehdî ve Süfyan'ın geleceği vaktin açıkça belirtilmemesinin en önemli hikmeti, her asırda çıkabileceklerini düşünerek hazırlıklı olmayı sağlamaktır.
"Mehdî, Süfyan gibi âhirzamanda gelecek eşhasları çok zaman evvel, hatta Tâbiîn zamanında onları beklemişler, yetişmek emelinde bulunmuşlar. Hattâ bazı ehl-i velâyet onlar geçmiş demişler. İşte bu da Kıyamet gibi, hikmet-i İlâhiye iktiza eder ki; vakitleri taayyün etmesin (belli olmasın.) Çünkü, her zaman, her asır, kuvve-i maneviyenin takviyesine medar (vesile) olacak ve yeisten kurtaracak 'Mehdî' mânâsına muhtaçtır. Bu manada her asrın bir hissesi bulunmak lazımdır. Hem gaflet içinde fenâlara uymamak ve lakaydlıkta nefsin dizginini bırakmamak için, nifakın başına geçecek şahıslardan her asır çekinmeli ve korkmalı. Eğer tayin edilseydi, maslahat-ı irşad-ı umumî (herkesin irşadında gözetilen fayda) zâyî olurdu."(5)
Dipnotlar:
1) Nursî, Sözler, s. 309.
2) Buharî, Fiten: 25; Menakıb: 25; Müslim, Fiten, 84; Ebû Davud, Fiten: 1.
3) Müslim, Fiten: 90-91; Tirmizî, Fiten: 63; Müsned, 3:43, 79.
4) Buharî, Edeb: 97; Fiten: 85-88; Ebû Davud, Melahim: 16; Tirmizî, Fiten: 63.
5) Nursî, Sözler, s. 309-310.
35
Mehdi ile alakalı bazı rivayetlerden, Mehdi' nin insanüstü bir şahıs olarak vasıflandırıldığı görülmektedir. Bu rivayetler nasıl değerlendirmeliyiz ?
Deccalı da, Mehdî'yi de beşerüstü, harikulâde varlıklar olarak düşünmek doğru olmaz. Böyle bir anlayış, İslâmî anlayışa, Cenab-ı Allah' ın âdetullah adı verilen kanunlarına ve fıtrat düsturlarına ters düşer. Peygamberin bile her işi olağanüstü olmadığına göre Mehdîden nasıl böyle şeyler beklenilebilir?
Elbette Hz. Mehdî yeri ve zamanı gelince kerametler gösterecektir. Ama her hali harika değildir. Mevdûdî'nin dediği gibi, "Mehdî ne zaman gelirse gelsin, o zamanın bilgisini, kültürünü, ahvalini, zorunlu şeylerini çok iyi bilecek ve zamanına uygun tedbirleri alacak, dönemindeki fennî ve ilmî buluşlardan, âletlerden faydalanacak, onları en iyi şekilde kullanacaktır." (1)
Peki, Deccalın da, Mehdînin de rivayetlerde geçen harikulâde icraatlarını nasıl yorumlayacağız? Bunları tek başlarına mı yapacaklar?
Hayır. Şahs-ı mânevîleriyle yapacaklar.
Evet, Deccal tahribatını, bir şahs-ı mânevîye, yani bir komiteye, cemiyete dayanarak yaptığı gibi, Hz. Mehdî de o tahribatı, "ihlas, sadakat ve dayanışmayı" esas alan cemaati, seyyidler ve kademe kademe diğer Müslümanların da desteğini alarak tamir edecektir. Cenab-ı Hak ihlas, sadakat ve dayanışmalarına mükâfâten onları muvaffak kılacaktır. Tarihte bunun örnekleri az değildir. İhlaslı nice az topluluk, nice çok toplulukları mağlup etmiştir. Talut'un askerleri çok muydu? Bedir Ashabı, kendilerinin üç katı müşrikleri nasıl perişan etmişlerdi? Malazgirt'te dört kat düşman kuvvet, Alparslan'ın askerleri karşısında darmadağın olmamış mıydı?
Evet, Mehdîye isnad edilen, başaracağı belirtilen bir kısım harika faaliyetlerin ancak bir şahs-ı mâneviyle gerçekleştirilmesi söz konusu olabilir. Meseleye şahıs bazında bakılırsa, o zaman bir değerli hocamızın dediği gibi, "Hz. Peygamberin bile başaramadığı işleri başaracak olan Mehdî anlayışını nereye yerleştireceksiniz?"(2) demekten kendimizi alamayız.
--------------------------
(1) Mevdudî, Ebu’l-A’la, Meseleler ve Çözümleri, çev. Yusuf Kara (İstanbul: 1990), s. 51.
(2) Prof. Dr. Avni İlhan. "Mehdî ve Mehdîlik," İslâm, Temmuz 1996, s. 31.
36
Suudi Kralı Abdullah’ın ölümü ile ilgili bir hadis var mı?
- Ahmed b. Hanbel’de böyle bir hadis rivayetine rastlayamadık.
- İnternette bu konuyla ilgili bilgiler için verilen kaynaklar genellikle Şia kaynaklarıdır.
- Bazı sahih rivayetlerdeki başka bilgiler bu konudaki bilgilerle yan yana getirilip çirkin bir “tedlis” yanıltma örneği sergilenmiştir.
Bir söz var, “Bütün yollar Roma’ya çıkar.” diye. İnternetteki bu gibi yorumların bütün yolları masallarla dolu bir Şia kaynağı olan “Biharu’l-Envar”a çıkar vesselam.
37
Mehdîyim diye ortaya çıkanlar oluyor. Bunlara karşı tavrımız ne olmalıdır? Mehdî, Mehdîlik dâvâsında bulunacak mıdır?
"Siyasî, dinî, millî, ticarî, pek çok menfaatler uğrunda bindörtyüz küsür senedenberi Mehdî'den ve Mehdîlikten meded uman nice liderler, şarlatanlar, ihtilâlciler, akıl hastaları ve onlara kananlar görüldü."(1)
Bunlar doğru. Ancak "Mehdîlik istismar ediliyor" diye Mehdîlik inancına karşı delil getirmeye çalışmak doğru olamaz. Hangi mesele vardır ki istismar edilmemiş olsun veya kapısı istismara açık olmasın. En sağlam delillere dayandığı halde peygamberliği bile istismara kalkanlar olmamış mıdır? Daha Asr-ı Saadetteyken Müseylimetü'l-Kezzab, Esved el-Ansî gibi kimseler peygamberlik iddiasında bulunabilmişlerse, hatta ve hattâ geçmişte nemrut ve firavun gibi şahsiyetler ilâhlık dâvâsına kalkabilmişlerse, mehdîlik konusunun da istismarı önlenemez. Ancak bu noktada yapılması gereken, herşeyi yerli yerine oturtmak, dinin tavsif ettiği gibi anlatmak, doğru olanı gösterebilmek olmalıdır. İlim adamına düşen de budur. O zaman istismarların hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayacaktır.
İşte meseleyi yerli yerine oturtamama, hadisleri anlaşılması gerektiği gibi anlayamama sonucunda, ya rivayetleri olduğu gibi alıp inkâra kalkma veya âdetullaha, fıtrat kanunlarına ve imtihan sırrına ters düşer bir tarzda Deccal, Mehdî ve İsa Aleyhisselâmı bekleme gibi yanlışlıklar kaçınılmaz oluyor. Bu gerçeği şu satırlar ne güzel anlatır:
"'Âhirzamanda Hz. İsa Aleyhisselâmın nüzûlüne ve Deccalı öldürmesine ait ehadis-i sahihanın (sahih hadislerin) mânâ-yı hakikileri anlaşılmadığından, birkısım zâhirî ulemâlar, o rivayet ve hadislerin zâhirine bakıp şüpheye düşmüşler. Veya sıhhatini inkâr edip veya hurafevârî bir mânâ verip âdetâ muhal (imkânsız) bir sûreti bekler bir tarzda, avam-ı müslimîne zarar verirler. Mülhidler (dinsizler) ise, bu gibi zâhirce akıldan çok uzak hadisleri serrişte ederek, hakàik-ı İslâmiyeye (İslâm hakikatlerine)tezyifkârâne bakıp taarruz ediyorlar."(2)
Öyleyse bu müteşâbih hadislerin gerçek tevilleri ortaya konmalıdır.
Doğru bir Mehdî inancıHer şeyin yanlışı zararlı, tehlikeli olabileceği gibi yanlış bir Mehdî inancı da birçok sıkıntılara, zararlara sebep olabilmektedir. Bu böyle diye doğrusunu da öğrenmekten kaçınılamaz. Doğru, aşırılıklardan uzak olandır. Buna, İstanbul'un fethi sırasında yaşanan şu olay ne güzel bir örnektir: Fatih, tahta çıkışının birinci yılında Edirne'de devlet adamlarıyla ünlü âlimlerini toplar ve onlarla çocukluğundan beri rüyalarına giren İstanbul'un fethi meselesini istişare ediyor. Fakat toplantıya katılanlar bir türlü fetih harekâtına girişilmesine yanaşmamaktadırlar. Gerekçe olarak da, İstanbul fethinin ancak Hz. Mehdî'ye nasip olacağını ileri sürmekteler. Akşemseddin duruma hemen müdahale ederek şu izahı getirir: "İstanbul'u evvelâ Sultan Mehmed Han fetheyleyecektir. Daha sonra Frenkler alacaklar, Mehdî işte onlardan İstanbul'u kurtaracak, fetheyleyecektir."
Daha sonra münakaşalar, mübaheseler yapılır, Fatih de Akşemseddin'i haklı bularak İstanbul'un fethi hazırlıklarına başlar.(3)
Bu örnekte de görüldüğü gibi birşeyin yanlışını savunmak başkadır, doğrusunu bilmek, savunmak daha başkadır. Yanlış yapılır endişesiyle doğrudan vazgeçilmez. "
Muhakkak maslahat, mevhum mazarrata fedâ edilmez."(4)
Bazı ehl-i takvânın mehdîliği kabullenmeleriİstismarcılar bir yana, bazı ehl-i takvâ insanların da mehdîlik dâvâsına kalktıklarını, bir kısmının sükûtî de olsa kabullendiklerini görüyoruz. Bunun sebebi ne olabilir?
Bu soruya Mektûbât'ta şöyle cevap verilir:
"
Ben müteaddit insanları gördüm ki, bir nevi mehdî kendilerini biliyorlardı ve 'Mehdî olacağım' diyorlardı. Bu zâtlar yalancı ve aldatıcı değiller. Belki aldanıyorlar. Gördüklerini hakikat zannediyorlar. Esmâ-i İlâhînin nasıl ki tecelliyâtı, Arş-ı Âzam dairesinden tâ bir zerreye kadar cilveleri var ve o esmâya mazhariyet de, o nisbette tefâvüt eder; öyle de, mazhariyet-i esmâdan ibaret olan merâtib-i velâyet dahi öyle mütefâvittir.
Şu iltibasın (karıştırmanın) en mühim sebebi şudur: Makàmat-ı evliyadan bazı makamlarda Mehdî vazifesinin hususiyeti bulunduğu ve kutb-u âzama has bir nisbeti göründüğü ve Hazreti Hızır'ın bir münasebet-i hassası olduğu gibi bazı meşahirle (meşhur evliyalarla) münasebattar bazı makàmât var; hattâ o makamlara, 'makam-ı Hızır,' 'makam-ı Üveys,' 'Makam-ı Mehdiyet' tabir edilir.
İşte bu sırra binâen, o makama ve o makamın cüz'î bir nümûnesine veya bir gölgesine girenler, kendilerini o makamla has münasebettar zâtlar zannediyorlar. Kendini Hızır telakkì eder veya Mehdî itikad eder veya kutb-u âzam tahayyül eder. Eğer hubb-u câha tâlip enaniyeti yoksa, o halde mahkûm olmaz. Onun haddinden fazla dâvâları şatahât sayılır; onunla belki mes'ûl olmaz. Eğer enâniyeti perde ardında hubb-u câha müteveccih ise, o zât enaniyete mağlûp olup, şükrü bırakıp fahre girse, fahirden git gide gurura sükût eder; ya divanelik derecesine sükût eder, veyahut tarik-i haktan sapar. Çünkü, büyük evliyayı kendi gibi telakkì eder, haklarındaki hüsn-ü zannı kırılır. Zira nefis ne kadar mağrur da olsa, kendisi, kendi kusurunu derk eder. O büyükleri de kendine kıyas edip, kusurlu tevehhüm eder. Hattâ enbiyalar hakkında da hürmeti noksanlaşır.
İşte bu hale giriftar olanlar, mizan-ı Şeriatı elde tutmak ve usûlü'd-din ulemâsının düsturlarını kendine ölçü ittihaz etmek ve İmam-ı Gazzalî ve İmam-ı Rabbanî gibi muhakkikîn-i evliyânın tâlimâtlarını rehber etmek gerektir; ve dâima nefsini ittiham etmektir; ve kusurdan, acz ve fakrdan başka nefsin eline vermemektir. Bu meşrepteki şatahât (mânevî sarhoşluk), hubb-u nefisten neş'et ediyor. Çünkü, muhabbet gözü, kusuru görmez. Nefsine muhabbeti için, o kusurlu ve liyakatsız bir cam parçası gibi nefsini, bir pırlanta bir elmas zanneder."(5)
Mehdî, Mehdîlik dâvâsında bulunacak mıdır?Hayır. Mehdî açıkça, “
Ben Mehdîyim. Allah tarafından görevlendirildim. Bana uyun” diye ortaya çıkmaz. Bunu söylemekle görevli de değildir. O, ancak eser ve hizmetleriyle tanınır.
Hz. Mehdî'nin, "
Kendisini Mehdî olarak îlan edeceğini kabul etmemekteyim" diyen Mevdûdî, peygamberler dışında kimsenin bir iddiâ hakkına sahip olmadığını, dolayısıyla Hz. Mehdî'nin, “Ben Mehdî'yim” diye ortaya çıkmayacağını, Mehdîliğin iddiâyı değil, icraatı tazammun ettiğini belirtmekte ve peygamberlik ölçülerine göre hilafeti tesis edecek olan Mehdîyi ancak insanların eserleriyle tanıyabileceklerini de söylemeyi ihmal etmemekte ve sonra da görüşlerini şöyle dile getirmektedir:
“Kanaatime göre Mehdî de, diğer inkılabçı liderler gibi sert mücadele ile yolu üzerindeki mûtad engellere karşı koyma zorunda kalacaktır. Saf İslâm esası üzerine yeni bir fikir ekolü vücuda getirecek ve halkın zihniyetini değiştirecek, ilmî ve siyasî mahiyette kuvvetli bir harekete girişecektir. ‘Cahiliye’ onu parçalamak üzere bütün kuvvet ve kudretini bir araya toplayacak, fakat âkibette “Cahiliyye” mağlup edilecek ve kuvvetli bir İslâm devleti kurulacaktır.”(6)
------------------------
(1) Prof. Dr. Avni İlhan, Mehdilik. (İstanbul: Beyan Yayınları, 1993), s. 181-182.
(2) B. Said Nursî, Kastamonu Lâhikası (Germany: 1994), s. 53.
(3) Hüseyin Enisî, Menakıb-ı Akşemseddin, v. 9a-10b. Süleymaniye Kütüphanesi (Hacı Mahmud Efendi Bulümü, no. 4666'dan naklen, Müneccimbaşı Tarihi, İsmail Erünsal Tercümesi, I:258. sayfadaki dipnotu.)
(4) Nursî, Mektûbât, s. 459.
(5) Nursî, Mektûbât, s. 431, 432.
(6) Mevdûdî, İslâmda İhya Hareketleri, s. 47-48.
38
Hz. Mehdî'ye ihtiyaç var mıdır ?
Rivayetlerde ifade edilen ahirzamanın dehşetli atmosferi içerisinde * insanlığı bulunduğu bu kaostan kurtaracak bir Mehdî'ye duyulan ihtiyacı zorunluluk derecesine getirmiyor mu?
Konuya biraz daha tahşidat yapacak olursak, gelmesinin gerekliliği, zorunluluğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
İhtilafların, kargaşanın, zulmün yaygınlaştığı bir dönemdir Hz. Mehdînin dönemi. O günler âdetâ gün doğmadan önceki zifiri karanlıkları andırır.
Ebû Saidi'l-Hudrî'den rivayet edildiğine göre birgün Allah Resûlü, “Size Mehdî'yi müjdeleyeyim mi?” diye sormuş ve devam etmişlerdi: “O ümmetim içinde insanlar arasında ihtilaflar ve sarsıntılar başgösterdiği zaman gönderilir. Zulüm ile dolan yeryüzünü adaletle doldurur. Ondan gökler ve yer ehli razı olur.”1
Evet, fitnenin kol gezdiği bir devrenin adamıdır Hz. Mehdî. Bu korkunç fitneden sakındırmayı ihmal etmeyen Allah Resûlü, bunun İslâm Deccalı Süfyan'a ait olduğunu dahi bildirmiştir. Öyle ki ümmetini yedi fitneden sakındırırken bu fitneye de dikkat çekmiştir. Bu yedi fitneden birinin Şam'da çıkacağını ve buna Süfyanî fitne 2 denileceğini bildiriyordu. Geçmiş dönemlerde İslâma merkezlik yapan Şam ilelebet böyle kalacak demek değildi. Sonraki dönemlerde başka bir şehir İslâma merkezlik yapabilirdi. Öyleyse Süfyan başka bir İslâm merkezinde de çıkabilirdi.
Bu fitne ve fesada, karışıklıklara, ahlâk bozukluğuna başka hadis-i şeriflerde de dikkat çekilmiştir:
“Dünya herc ü merc olduğu, fitneler zuhur ettiği, yollar kesilip insanlar birbirlerinin mallarını yağma ettikleri; büyük küçüğe merhamet, küçük de büyüğe saygı duymadığı zaman, Allah (Hz. Mehdî'yle) dalâlet kalelerini fethedecek, kapalı kalbleri açacak, dini ilk zamanlarda ikàme ettiği gibi âhirzamanda da yeniden ikàme edecektir. Dünya zulümle dolduğu zaman adaletle dolduracak birisini gönderecektir.”3
İnsanlık tarih boyunca nice musibetlere, zulüm ve işkencelere maruz kalmıştır. Âhirzaman ise az önceki rivayette de belirtildiği gibi insanları ümitsizlik ve karamsarlığa itici, kuvve-i mâneviyelerini sarsıcı hadiselerle doludur. Hele mânevî tahribatı öylesine büyük ve icraatı öylesine dehşetli bir Deccal fitnesi vardır ki, Hz. Nuh'tan itibaren bütün peygamberler ümmetlerini bu şerden sakındırma ihtiyacını hissetmişlerdir.
Cenab-ı Hakkın İlâhî kànun ve âdeti ise her devirde bunalan insanlığı gönderdiği mânevî görevlilerle kurtarmak şeklinde kendini göstermiştir. Geçmiş devirlerde raydan çıkan, bozulan insanları düzeltmek için peygamberler gönderdiği gibi, âhirzaman denilen Peygamberimizden Kıyamete kadarki süre içerisinde de maddî ve mânevî felaketlere maruz kalan insanları desteklemek için de müceddit, mürşid, bir nevi mehdî denebilecek büyük zâtlar göndermiştir. Ümmetin bozulduğu dönemlerde gelen bu zâtlar, mü'minler için büyük bir dayanak noktası olmuşlardır.
Şiîlerin inandıkları tarzda Sünnîlikte bir Mehdî inancı bulunmadığını söyleyen Prof. Dr. A. Salim Kılavuz, ancak Mehdî inancının bir sosyolojik vâkıa olarak var olageldiğini, "Toplumların baskı, zulüm, istibdat altında inledikleri, maddî ve mânevî sıkıntı ve buhranlara maruz kaldıkları çalkantılı dönemlerde, kendilerini bu durumdan çıkarıp ıslah edecek, yol gösterecek, karizmatik lidere Müslümanların ihtiyacı olduğu da sosyolojik bir vâkıadır" cümleleriyle ifade ettikten sonra şu gerçeğe de parmak basma ihtiyacını hissediyor:
"O halde İslâm ümmeti her dönemde ve her şartta, önce fert sonra toplum plânında İslâmlaşmak sûretiyle, kendi içerisinden, hakkı, adaleti, huzuru, sükûnu sağlayacak ve Allah'ın sözünü yüceltecek, ıslahatçı, müceddit, müçtehid olan mürşidler, önderler, liderler çıkaracaktır ve çıkarmak zorundadır."4
Çağımızın önemli âlimlerinden biri olan Mevdûdî de kaynaklara dayanarak ister çağımızda, isterse asırlar sonra gelecek olsun hem akl-ı selîm, hem fıtrat, hem de dünya gidişâtının Hz. Mehdî'yi gerektirdiğini söyler...
Avamın, yani halkın, bir bakışıyla kâfirleri mahvedecek, bedduâsıyla tankları ve uçakları imha edecek eski zaman kıyafetli, modası geçmiş, mistik görünüşlü ve birgün âniden medreseden çıkıverecek bir Mehdî'yi beklerlerken, ”yenilikçi mûcidler”in de bunu imkânsız gördüklerini belirtir, “Nasıl bir Mehdî?” sorusunu da şöyle açıklar:
“Fikrime göre gelecek olan kimse bütün cârî şubelerine ve hayatın ana problemlerine de çok derin nüfûza sahip ve çağının en modern bir lideri olacaktır. Devlet idaresi, siyasî basiret ve harpteki stratejik hüner bakımından bütün dünyayı hayran bırakacak.”
Mevdûdî, Hz. Mehdî'nin bir taraftan gerçek İslâm ruhunu yayarken, diğer taraftan da amelî inkişaf ve tekâmüle sonsuz bir hız kazandıracağını söylemekte ve sonra da şu noktaya dikkat çekmektedir:
“Şayet İslâmın beklenen dünya hâkimiyeti fikri, fikir, kültür ve siyaset bakımından tahakkuk edecekse, o vakit şumüllü ve kudretli bir liderliği sayesinde böyle bir inkılâbı tahakkuk ettirecek büyük bir liderin zuhuru da kezâ şarttır. Böyle bir liderin zuhuru fikrine yan bakanların akl-ı selîm noksanlığına hayret etmekteyim! Bu dünyada Lenin ve Hitler gibi günahkâr liderlerin sahnede görülebilmesine rağmen; aynı hal, fazilet timsali bir lider için neden uzak ve meşkûk (şüpheli) addedilsin.”5
Bediüzzaman ise, her asrın bir nevi mehdîlere ve âhirzamanın büyük Mehdîsine duyulan ihtiyacı anlatırken, Resûl-ü Ekremin (a.s.m.) vahye dayanarak, asırları yeisten kurtarmak, moral vermek, kuvve-i mâneviyeyi takviye etmek, dehşetli hadiselerde yeise düşmekten kurtarmak, âlem-i İslâmiyetin bir silsile-i nûrâniyesi olan Âl-i Beytine ehl-i îmanı rabt etmek için, Mehdîyi haber verdiğini, âhirzamanda gelen Mehdî gibi, herbir asrın, Âl-i Beytten bir nevi mehdî, belki mehdîler bulduğunu kaydeder.6
Başka bir yerde ise, Cenab-ı Hakkın, kemal-i rahmeti gereği, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya müceddit veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi mehdî hükmünde mübarek zatlar gönderdiğini, fesadı izale edip milleti ıslah ettiğini, din-i Ahmedî'yi (a.s.m.) muhafaza ettiğini belirten Bediüzzaman, sonra da şunları söylüyor:
“Mâdem âdeti öyle cereyan ediyor; âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddit, hem hâkim, hem Mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât-ı nûrânîyi gönderecek ve o zât da, Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır.”
Sebeplerin buna müsait olduğunu ve kudret-i İlâhiye açısından hiç de zor olmadığını ifade eden Bediüzzaman, “‘Eğer muhbir-i Sadıktan rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak lâzım gelir ve olacaktır’ diye ehl-i tefekkürün hükmettiğini”7 söyler.
Bu izahlardan sonra Hz. Mehdî'nin gelmesinin zarureti hakkında şunu söyleyebiliriz:
Hz. Mehdî, Deccalın dehşetli fitnesini def'ecek büyük bir mâneviyat kutbu olduğu içindir ki bilhassa o devirde yaşayan ehl-i îman için büyük bir nokta-i istinad olacaktır. Èmanların tehlikeye düştüğü, tarihte emsaline az rastlanır tarzda zulüm ve istibdadın hükmettiği bir zamanda o gelip gönüllere su serpecek, Allah'ın varlığını, birliğini kalblere nakşedecek, îmanın hazzını yaşatacak, musibetlere karşı dayanma gücü kazandıracaktır. Bu ihtiyaç münasebetiyle olsa gerektir ki, bir hadis-i şerifte, Sahabe, Resûlullahtan sonra bir hadise olacağından korkmaları ve Resûlullaha sormaları üzerine Allah Resûlü onlara Hz. Mehdî'yi müjdelemişlerdi.8 Yine ihtiyaç sebebiyle olacak ki o dönemin insanları bal arılarının arı beyine sığındıkları gibi Hz. Mehdî'ye sığınacak,9 onu baştacı edineceklerdir. Kurtubî'nun Tezkire'sinde belirtildiğine göre de, insanlar dört bir yandan gelip ona bîat edeceklerdir.10
Yine bir hadis-i şerifte Hz. Mehdî'yi olan bu ihtiyacın önemi ve büyüklüğü sebebiyledir ki dünyanın yıkılmasına birgün kalsa bile, Cenab-ı Hak o günü uzatıp Hz. Mehdî'yi göndereceğinden bahsedilmektedir.11
------------------------------
* Bkz : http://www.sorularlaislamiyet.com/article/9635/mehdi-geldiginde-dunyanin-durumunun-nasil-olacagi-hakkinda-bilgi-verir-misiniz.html
1. Ikdü'd-Dürer, Varak: 54a; Kitabü'l-Fiten, Varak: 51ab.
2. İkdü'd-Dürer, Varak: 23a-b.
3. Taberânî, Mu'cemü'l-Kebîr.
4. Prof. Dr. Salim Kılavuz, “Mehdî Meselesi,” İslâm, Temmuz 1996, s. 16.
5. Mevdûdî, İslâmda İhya Hareketleri, s. 48, 49.
6. Nursî, Mektûbât, s. 96.
7. A.g.e., s. 425.
8. Tirmizî, Fiten: 43.
9. el-Burhan, Varak: 82a.
10. Tezkiretü'l-Kurtubî, s. 187.
11. Ebû Davud, Mehdî: 4; Tirmizî, Fiten: 43.
39
İlerde geleceği hadislerde veya ayette bildirilen Hz. İsa ve mehdiden hariç birisi var mı? Cahcah diye bir zattan bahsediliyor?..
Ebu Hüreyre (ra)'den rivayet edildiğine göre Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz bir hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Cahcah denilen bir adam melik olmadıkça günlerle geceler gitmez.” (Müslim, Fiten 61, 2911)
Cahcah, ulu ve şerefli kimse demektir. Nasıl ki mehdi, süfyan ve deccal kelimeleri birer sıfattır. Bunun gibi "cahcah" kelimesi de isim değil, sıfattır.
İbnu Hacer gibi bazı alimler, bu zatın mehdiden sonra onun izi üzere olacağını belirtmişlerdir.
40
Cenab-ı Hakk' ın Kudreti ve sebepler açısından Hz. Mehdî' yi nasıl değerlendirmeliyiz ?
Mehdî'nin işi çok zordur. Zor olduğu için de zâten o görevlendirilmiştir. Kışın zorluk ve sıkıntılarına rağmen baharın gelmesi kaçınılmaz olduğu gibi şiddetli Süfyanizm döneminden sonra da bir saadet devri gelecektir. Cenab-ı Hak vaadetmişti; gerçekleşecektir.
Meseleye kudret-i İlâhiye noktasından baktığımızda, bunun hiç de zor olmadığını görürüz. Tarihte imkânsız denecek nice olaylar gerçekleşmemiş midir? Elbette Hz. Mehdînin önünü açacak, kolaylıklar ihsan edecek olan, herşeyin dizginini elinde tutan, her iyiliğe kat kat mükâfatlar veren, zerre kadar ihlaslı ameli dağlar gibi kabul eden Allah'tır. Elbette halis, muhlis bu insanları zor şartlara rağmen, hayret verici bir tarzda muvaffak edecektir.
Onu kudretine ne ağır gelebilir ki? Gün olup dört mevsimi birden yaşattığı olmuyor mu? Zamanı geldiğinde de hadiselerin seyrini öylesine değiştirir ki, herkes şaşıp kalır. Evet, "Cenab-ı Hak, bir dakika zarfında beyne's-semâ ve'l-arz (yer ve gökler arası) âlemini doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder; ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin nümûnesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını îcad eden Kadîr-i Zülcelâl, Mehdî ile de, âlem-i İslâmın zulümâtını dağıtabilir. Ve va'd etmiştir; va'dini elbette yapacaktır."
Demek ki Kudret-i İlâhiye noktasında mesele gâyet kolay. Sebepler dairesi ve hikmet-i Rabbaniye noktasında düşünüldüğünde de, "Yine o kadar makûl ve vukûu lâyıktır ki, "Eğer Muhbir-i Sâdıktan rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak lâzım gelir ve olacaktır" diye, ehl-i tefekkür hükmeder."
Bütün ümmetin, namazda günde beş defa Âl-i Muhammed (a.s.m.), yani Peygamberimizin pâk nesli için getirdikleri salavat kabul olmuştur ki, Âl-i Muhammed bütün mübarek silsilelerin başında yer almış, dünyanın dört bir yanına yayılmıştır. Her asrın büyük topluluklarına da o nûrânî zâtlar kumandanlık etmektedirler. Meselâ bunlardan Seyyid Ahmedi's-Sinüsî, milyonlar müride, Seyyid İdris yüzbinden fazla Müslümana kumandanlık etmektedir. Seyyid Yahya adındaki başka bir seyyid yüzbinlerin emiridir. Seyyidler kabilesinin fertleri arasında böyle zahirî kumandanların yanında Seyyid Abdülkadir-i Geylanî, Seyyid Ebul-Hasen-i Şâzelî, Seyyid Ahmed-i Bedevî gibi mânevî kumandanlar da bulunmaktadır.
İşte bu mübarek nesil sayıca o kadar çoktur ki o kumandanların toplamı büyük bir ordu teşkil etmektedir. Eğer maddî şekle girse ve bir dayanışmayla bir fırka vaziyetini alsalar, İslâmiyeti mukaddes bir milliyet hükmünde bir ittifak ve intibah rabıtası yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz! İşte sayıları böylesine çok o muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır ve Hz. Mehdî'nin en has ordusudur.
Evet, bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve an'ane ile birbirine muttasıl (bağlı) ve en yüksek şeref ve âlî haseb ve asîl neseble mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beytten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatin fırkaları başında onlar ve ehl-i kemâlin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemmiyeten (sayıca) milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih (uyanmış) ve kalbleri îmanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeğer şeref-i intisabıyla serfirazdırlar.
İşte böyle büyük bir cemaat içinde mukaddes kuvveti heyecana getirecek, uyandıracak büyük hadiselerin vücûda gelmektedir:
"Elbette o kuvvet-i azimedeki (büyük kuvvetteki) bir hamiyet-i âliye feveran edecek ve Hz. Mehdî başına geçip, tarik-i hak ve hakikate sevk edecek. Böyle olmak ve böyle olmasını; bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i İlâhiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız."(1)
-------------------------------------
(1) Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbât, s. 425, 426.
41
İsra Suresi, 4-7 ayetlerinde, İsrail Oğullarının/ Yahudilerin, iki defa kargaşa çıkaracakları ve cezalandırılacakları haber veriliyor. Bu kargaşalar ve cezalar nelerdir?
İlgili ayetlerin meali şöyledir:
"Biz kitapta İsrail oğullarına şu hükmü de bildirdik: ‘Siz ülkede iki defa fesat çıkaracak ve açık zorbalıklar yapacaksınız. Onlardan birincisinin vâdesi geldiğinde, kuvvet ve şiddet sahibi olan kullarımızı sizin üzerinize musallat ederiz. Onlar sizi yakalayabilmek için evlerin aralarına bile girerek her tarafı didik didik edip araştırırlar. Bu yerine getirilmesi gereken bir sözdür." (İsra Suresi, 17/4-5).
Bir çok tefsirci, ayetin bu ihbarını İslam öncesi devirlerde Yahudilerin yaptıkları fesat ve uğradıkları hezimete hamlederek ona göre mana vermişlerdir. Kuşkusuz, Kur’an’ın ifadelerinde geçmişe yapılan işaretlerin, geleceğe ait işaretleri de barındırmasına engel değildir.
Ayette geleceğe yönelik işaretleri barındırdığını gösteren ipuçları vardır. Mesela; 5. âyette geçmekte olan "İzâ" Arapça'da zarf edatı olarak kullanılan bir kelimedir ve olayın gelecekte gerçekleşeceğine delâlet eder. Nitekim, Nasr Suresindeki İza'da aynı anlamda kullanılmıştır. Aynı şekilde 4. âyette yer almakta olan "le tufsidunne" "ve-le ta'lunne" fiilleri gelecek zamana ait kiplerdir. Bu fiillerin başında bulunan "le" de, Arap gramerinde, başında bulunduğu gelecek zaman kipini pekiştirmek için kullanılır.
Öyleyse, ayette yer alan ve geleceğe ait olan bu kelimelerin varlığı, Yahudilerin çıkaracakları fesadın daha gelmemiş olup, âyetlerin nüzulünden sonra gelecek bir zaman diliminde gerçekleşeceğini düşünmek ve özellikle Kur’an’ın verdiği bu gibi haberleri, “tarihin tekerrür prensibi” çerçevesinde değerlendirmek isabetli bir yaklaşımdır.
Bu ayetlerden anlaşılmaktadır ki Yahudiler, İslâm'ın Mekke döneminden sonra fitne ve fesat çıkaracaklar, ancak vakti geldiğinde, Cenab-ı Hakk'ın "kullarım" dediği Müslümanlarla bu ateş söndürülecek ve Yahudiler bozguna uğratılarak, bütün diyarları İslâm'ın kontrolüne girecektir... Nitekim aynen böyle olmuş, Mekke Dönemi, Medine Hicreti ve sonra gelişen olaylarla Yahudiler, çıkardıkları her türlü hile ve entrikaya rağmen ilk Müslümanlar tarafından mağlûp edilmişler ve Medine, Hayber, Teyma gibi bölgelerdeki Yahudi gücü yok edilerek buralardan kovulmuşlardır. Yâni, İsra 17/5. âyetindeki vaat gerçekleşmiş ve Yahudiler, ikinci fesatlarına kadar bu bölgelerde aktif olarak barınma şanslarını kaybetmişlerdir.
İkinci fesat ve hezimetlerini anlatan ayetlerin meali de şöyledir:
"Bunun ardından sizleri onlara galip getireceğiz, mallar ve çocuklarla size yardım edecek ve savaşçılarınızın sayısını arttıracağız.. İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, onu da kendi aleyhinize işlemiş olursunuz. Derken, sonraki taşkınlığınızın vakti geldiğinde, kederinizden suratlarınız asılsın, daha önce girdikleri gibi yine Mescide girsinler ve ele geçirdiklerini mahvetsinler diye başınıza düşmanlarınızı musallat edeceğiz"(İsra Suresi, 17/6-7).
- Bu âyette Cenab-ı Hak, Yahudilerin bu defa aynı bölgelerde bir gün tekrar hâkimiyet şeklinin bir "devlet" tarzında olacağını da haber vermektedir. Zira âyetin metninde geçen "kerre" kelimesi, Arapça’da “zafer”, “galibiyet”, "devlet" ve "hakimiyet" mânâlarında kullanılır. Nitekim, İslâm'ın ilk devirlerinden sonra (1. Fesat'dan sonra) 1948'lere kadar önemli bir Yahudi meselesiyle uğraşmayan Müslümanlar, 1948 yılında Yahudilerin bir İsrail Devleti kurmasıyla ikinci Yahudi fesadıyla karşılaşmışlar ve Yahudiler, hâkimiyeti tesis ederek, bu bölgeyi elde etmişlerdir.
- Şayet birinci fesat zamanını -tefsirlerde geçtiği üzere- eskiden olmuş kabul etsek bile bu ikinci fesadı şimdiki duruma tatbik etmek çok münasip görülmektedir. Buna göre, her iki olay da Filistin’de gerçekleşmiş oluyor. İlk fesat v e bozgunculuk sonucunda maruz kaldıkları felaket, M. Ö. 598’de Babil kralı Buhtu’n-Nasr’ın Kudüs’ü ve Beytü’l-Makdis’i yerle bir etmesiyle gerçekleşmiştir. Buhtu’n-Nasr, İsrailoğullarını Filistin’den çıkarıp çeşitli ülkelere sürmüştür.
- İkinci hezimetleri ise, inşallah yakındır. Çünkü, ayette gelecek felaketten önce yapacakları bozgunculuğun bütün unsurları ifade edildiği gibi gerçekleşmiştir: Şöyle ki; Siyonistler, Batının süper güçlerinin desteği ile sun’î bir devleti 1948’de Filistin topraklarını işgal ederek o topraklar üzerinde kurdu. Üç milyon kadar Filistinli Müslüman’ı yurtlarından kovup, 60 yıldan beri İslam dünyasını kana ve ateşe verdi. Bu açıdan bakıldığında bu ayet, mazlum Müslümanların haklarını alıp vatanlarına kavuşacaklarına bir işaret sayılabilir.
Yahudilerin bir gün galip gelerek, yeniden devlet kuracaklarını bizlere bildirildiği İsra 6. âyetten sonra gelen İsra 7. ayette de, bu devlet zulmünün bir gün biteceği ve Müslümanların ilk defa olduğu gibi tekrar Mescid-i Aksa'ya girerek Yahudileri cezalandıracağı ve onların yüz hatlarının çok kötü bir hale geleceği bizlere müjdelenmektedir. Dikkat edilirse, Müslümanların tekrar Mescid-i Aksa'ya gireceği ifadesinde; Mescid'in Yahudilerin işgalinde olacağı da anlatılmak istenmiştir. Nitekim Mescid-i Aksa, 1967 yılında Yahudilerin eline geçmiştir.
Âhirzaman peygamberi Hz. Muhammed (a.s.m) buyuruyor:
"Müslümanlar, Yahudilerle harp etmedikçe kıyamet kopmayacak. Harp olacak ve Müslümanlar onları kırıp mahvedecekler. Öyle ki, Yahudilerden bir kimse bir ağaç veya bir taşın arkasına saklanacak olsa, o ağaç ve taş dile gelerek "Ey Müslüman, ey Allah'ın kulu, arkamda bir Yahudi var, gel onu öldür," diyecek. Sadece Ğarkad ağacı haber vermeyecek, çünkü bu ağaç, onların ağacıdır. (Müslim, Fiten, 82). Bu hadisten anlaşılıyor ki, Müslümanların galip olmalarının şartı: samimi Müslüman ve içten/gönülden Allah'ın kulu olmalardır. Rabbimiz bizi kendine samimi kul, peygamberine layık ümmet eylesin. Âmin.
42
"Deccala iman edip onu tasdik edenin hiçbir salih ameli fayda vermez, onu yalanlayan da hiçbir günahından hesaba çekilmez." anlamına gelen hadisi nasıl anlamalıyız?
İlgili hadisin meali şöyledir:
“Kim ki ona (Deccal’a yani cereyanına ve o cereyanın cemiyete aşıladığı çılgın sefahate) iman edip tabi olur ve onu tasdik ederse, artık onun geçmiş hiçbir salih ameli ona menfaat vermeyecektir... Ve her kim onu tekzib edip yalanlarsa, onun geçmiş günahlarının hiçbirisinden muaheze edilmeyecektir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/16)
Bunun manası şudur:
Bilindiği üzere ameller, akıbetlerine göre değerlendirilir. Dünya imtihanının ciddiyetini kavramış bütün bilenler, alimler, evliyalar hep “kötü son”dan korkmuş ve Allah’a sığınmışlardır. Deccal ise, açıkça yaptığı eylemleriyle dine karşı olduğu, bir şekilde ilahlık dava ettiği aklıselim sahibi kimseler tarafından bilindiği halde, ona iman eden, yani onun yaptıklarının doğru olduğunu kabul eden, tabiatıyla hak dinin hükümlerini kabul etmemiş olur. Bu ise, küfre götüren bir husustur.
Veya onun Deccal olduğunu, İslam düşmanı olduğunu bildiği halde, sırf dünya menfaati uğruna onun peşine takılıp, onu yaptığı gayri meşru, gayri İslamî fiillerini, söylediği yanlış sözlerini tasdik ederse, yine imandan taviz vermiş olduğundan -tövbe etmeden- o halde öldüğü takdirde, daha önce yaptığı iyi amellerinin kendisine hiçbir faydası olmaz.
“İşte onlar Rablerinin âyetlerini ve ona kavuşmayı inkâr etmiş, bu yüzden de yaptıkları iyi işler boşa gitmiştir. Tartılacak şeyleri kalmadığından kıyamet günü onlar için artık tartı âleti koymayacağız.” (Kehf, 18/105),
“Onların yaptıkları her işin üzerine varıp, hepsini toz duman edeceğiz.” (Furkan, 25/23)
mealindeki ayetlerde de bu gerçeğe vurgu yapılmıştır.
Deccalı kabul etmeyen, onun küfrî icraatına kalben taraftar olmayan, elinden geldikçe onlara uymayan kimse, o fitne içerisinde gösterdiği İslam kahramanlığı, güçlü bir iman şuurunu gösteren bu davranışları ona büyük sevap kazandıracak ve eski günahlarına kefaret olacaktır. Çünkü Deccal devrinde az amel çok hükmündedir.
“Ümmetimin fesada uğradığı bir zamanda kim benim yolumu takip ederse, onun için yüz şehit sevabı verilir.” (Beğavi, Mesabihu’s-Sunne, I, 40, no: 130; el-Munavi, Feyzu’l-Kadir, VI, 261. no: 9171-9172)
manasındaki hadis rivayeti de bu gerçeğe işaret etmektedir.
“Dinde zorlama yoktur. Doğru yol sapıklıktan, hak batıldan ayrılıp belli olmuştur. Artık kim tağutu reddedip Allah’a iman ederse, işte o, kopması mümkün olmayan en sağlam tutamağa yapışmıştır. Allah her şeyi hakkıyla işitendir, bilendir.” (Bakara, 2/256)
mealindeki ayette, tağutlardan biri olan Deccal ve Süfyan gibi dine, imana ve İslama zararlı kimselere tabi olmayan, onları kalben tanımayan, onlara bağlanmayanın güçlü imanlarına vurgu yapıldığı gibi, mefhum-u muhalifiyle de, onlara tabi olan, onların küfürlerini alkışlayanların imanlarının örümcek ağı gibi sallantıda olduğuna işaret edilmiştir. Deccal ve Süfyan’ın fitnesinden Allah’a sığınırız… Amin!..
43
Diğer dinlerde bulunan "kurtarıcı" inancının Mehdilikle alakası var mıdır ? Tarihte Mehdilik iddiasıyla ortaya çıkanlar olmuş mudur ?
Dinlerde Mehdî
Bir kurtarıcı fikri hemen hemen bütün dinlerde bulunmaktadır. Zulüm ve baskıların arttığı, kargaşanın, terörün baş gösterdiği, toplum düzeninin sarsıldığı hemen her dönemde insanlar, herşeyi yerli yerine oturtacak bir mesih, bir kurtarıcı bekler olmuşlardır.
Mecusîler, Bihafrid'in gelip uğradıkları zulüm ve işkencelerden kurtacağını, intikamlarını alacağını kabul ederlerdi. Bugün elde mevcut olan Zerdüşt'ün kitabı Avesta'da putları kıracak olan herkese, âlemlere rahmetten (Soeshyant) ve halkı ayağa kaldıran anlamına gelen Astvat Ereat'tan bahsedilir. 1
Eski Hindliler Brahma'nın Vişnu'ya tenasuh ederek geleceğini, Hinduizmin Budizme zafer sağlayacağına inanırlardı. İslâm dünyasını kasıp kavuran Moğollar, Çinlilerin işgalleri karşısında Cengiz'i bekler olmuşlardı.
Budizmde, tamamlanamayan dini Maitriye (âlemlere rahmet) gelip tamamlayacaktır.
Tarih boyunca neredeyse esaret ve ezilmişlik kaderleri olan Yahudîler, Babil esaretinden, özellikle Romalıların Kudüs'ü işgal edip Süleyman Aleyhisselâmın mâbedini yıktıktan sonra Mesihi beklemeye başlamışlardı. Hıristiyanlara göre de henüz vazifesi bitmemiş olan İsa-Mesih birgün yeryüzüne inip, karışan dünyayı yeniden sulha, sükûna kavuşturacaktır.
Tarihte mehdîler
Yalancı peygamberlerin dahi çıkabildiği bir dünyada, sahte mehdîlerin de çıktığına, çıkabileceğine şaşmamak gerekir. Ne yazık ki, tarihte nice kötü niyetli kişiler mehdîliği istismar etmekten çekinmemişlerdir. Sâfiyâne bu duyguya kapılanlara da rastlanmıştır. Bunlardan kimi, onu, şan ve şöhret, kimi makam ve mevki, kimi menfaatına âlet ederken, kimi de millî duyguları harekete geçirmek maksadıyla mehdîlik dâvâsında bulunmuş veya kabullenmiş veyahut da çevrelerindekiler öyle görmüşlerdir. Kimileri gerçekten istismarcılık, tamamen şarlatanlık yaparlarken, kimileri de mehdîlik iddiasında bulunmadığı, hatta reddettiği halde çevrelerince öyle görülmüşlerdir. Gerçek Mehdî ise Mehdîlik iddiasıyla çıkmayacak, "Âyinedir kişinin lafa bakılmaz/Kişinin görünür rütbe-i aklı eserinde" beytindeki mânâya uygun tarzda eserleri ve hizmetleriyle tanınacak, görebilenler, görmek isteyenler görecek, arayanlar bulacaktır.
Âhirzamanda müjdelenen hakiki Mehdîye geçmeden önce bu namla ortaya çıkan kişiler hakkında kısaca duralım.
Hicrî 128'de Haris bin Şureyc, kendisinin beklenen Mehdî olduğunu söylemiş, “Haris adında bir kurtarıcı gelecektir” 2 şeklinde bir hadis de uydurmakta tereddüt etmemiştir.
Muvahhitler devletinin kurulmasına vesile olan âlim ve zâhid Abdullah bin Tümert (öl. 1130) Mağripte, Seyyid Muhammed'le Mirza Gulam Ahmed Kadıyanî Hindistan'da, Muhammed Ahmed (öl. 1885) Sudan'da, Muhammed bin Abdullah Hasan (öl. 1920) Somali'de, Eliah Muhammed ise Amerika'da mehdîlikleriyle tanınmışlardır. Bunlardan Ahmed Kadıyanî İngiliz siyasetini destekleyip halkı pasivize ederken, iyi bir devlet adamı ve asker olan Muhammed Ahmed, Sudanlıları işgalci İngilizlere, Somali mehdîsi yine İngilizlere, Muhammed bin Abdullah Hasan da İtalyanlara karşı bağımsızlık mücadelesi vermişlerdir.
19. yüzyılda Sudan, Somali, Nijerya, Senegal, Kamerun gibi Afrika ülkelerinde sömergecilerin dert yandığı bir hareket, bu ülke halklarının istiklallerini kazanmak için mehdî inancı etrafında toplanmalarıydı.
İbni Haldun, zuhuru beklenen Mehdî olduğunu iddia edip de ortaya çıkan ve öldürülen kimselerin sayısının bir hayli çok olduğunu söylemektedir. 3
Ehl-i Beytten olan Seyyid Muhammed es-Sinûsîye de (öl. 1902) mehdîlik isnad edilmiştir.
-----------------------------------
1. Yasht, 13, XXVIII, 129.
2. Sa'd Muhammed Hasan, el-Mehdiyyetü fi'l-İslâm, (Kahire: 1973), s. 183, 184.
3. İbni Haldun, A.g.e., II:180-181.
44
Mehdîlik inancının mü'minleri tenbelliğe sevk ettiği konusunda ne dersiniz ?
Mehdî beklentisinin tenbelliğe sevk ettiği iddiasına katılmak mümkün değildir. Eğer bu düşünce câhil insanlar için söz konusuysa, onlar zâten her devirde, her konuda buna benzer hataları işlemektedirler. Kaldı ki Mehdîyi bekleyen, büyük bir sıkıntı içerisindedir ve ondan tek başına kurtulamamaktadır da öyle bekler. Kendisi bir çaba içerisine girmeyen insana Mehdî ne yapsın? Asr-ı Saadette nasıl Sahabîler herşeyi Resûlullahtan beklemiyor, üzerlerine düşenleri hakkıyla yapıyor, sonra da Resûlullahtan meded umuyorlardı. Yan gelip yatan adamın Mehdî gelse de ondan istifade edebileceği birşeyi olmaz. Eğer söz konusu Mehdî bekleme ise ona hazır olmak gerektiği işlenmelidir. Amerikalılar bile Hz. İsa gelecek diye ülkelerini yeşillendirmeye çalışıyorlar. Müslümanlar da İslâmî hizmetlerdeki gayretleriyle Hz. Mehdîye zemin hazırlamalıdırlar. Çünkü Mehdî ne kadar harika da olsa, vazifeşinas, gayyûr Müslümanlara ihtiyaç duyacaktır.
Evet, Müslüman, hangi devirde yaşarsa yaşasın, üzerine düşen görevleri hakkıyla yapmakla mükelleftir. Mehdî geldiğinde ne ona yeni bir yük yükleyecek, ne de bazı görevlerini eksiltecektir. İslâmın dinamizminin, ne sûretle olursa olsun meskenete tahammülü yoktur. Mehdî gelse böylesine tembel insanlarla ne yapacak? Mehdîliğe büyük önem veren Şiîlerin bile, Mehdî'yi bekleme konusunda, böylesi bir meskenete meydan vermemek için hummalı bir gayret içerisine girme gerektiğini işlemeye başladıklarını görüyoruz. Humeynî ortaya atıp savunduğu ve pratiğe dönüştürdüğü "velâyet-i fakîh" teorisiyle, Şiîlerde uzun yıllar ancak Mehdî'yle gerçekleştirileceğine inanılan İslâmî idare için, Mehdî'ye beklemenin gerekli olmadığını, bunun yetkili bir fakîh tarafından da gerçekleştirilebileceğini göstermiştir.(1) Bu da Mehdî beklentisi içerisinde olunsa bile, Müslümanın üzerine düşen görevi hakkıyla yapması gerektiğini gösterir.
Mevdûdî de Mehdî beklemenin, halkı uyuşukluğa ittiği, aktiviteden alıkoyduğu şeklindeki şikayetlere karşı çıkar. Doğru olanın halkı bu duruma itenin Hz. Mehdî'nin geleceği inancı değil, yanlış anlamalar olduğunu söyler.
Öyleyse mesele yanlışlara değil, doğrulara binâ edilmelidir.
Mehdîlik inancı her devirde, bilhassa ümmet-i Muhammed'in şiddetli zulüm ve baskılara maruz kaldıkları, ezildikleri dönemlerde bir ümit ışığı ve bir kurtuluş simidi olarak kendini göstermiştir. Meselâ Emevîlerin, Cengiz ve Hülagu'nun ümmete kan ağlatan zulüm ve işkenceleri ve yirminci yüzyılın firavunlara taş çıkartan istibdatları Mehdî'yi dört gözle aratmıştır.
Mehdî beklentisi, toplumları ümitsizliğe değil aksine şevke getirmiştir. "Mehdîlik fikri ve Mehdîlik hareketleri dinamik bir dinî ve içtimaî hayatın vazgeçilmez unsuru olarak görülebilir"(2) fikrine katılmamak mümkün değil. Şiî isyan ve hareketleri başarısızlığa uğradıklarında bile imamlarının geri döneceği inancı onları dağılmaktan kurtaran bir kuvvet olarak kendini göstermiştir.(3)
----------------------------------
(1) Dr. İlyas Üzüm. "Şiâ'nın Mehdîlik Anlayışı." İslâm, Temmuz 1996, s. 38.
(2) Ali Coşkun. "İslâmda Kurtuluş Düşüncesi ve Mehdîlik," İslâm, Temmuz 1996, s. 36.
(3) Yaşar Kutluay, İslâm ve Yahudî Mezhepleri, (Ankara: 1965), s. 217.
45
Ahir zamanda dünyaya gelmiş ya da gelecek olan deccal ile ilgili olarak hadislerde ölüleri dirilteceğinden bahseder. Bu hadis ilk anlamıyla doğru mudur, yoksa müteşabih (manası gizlenmiş) midir?
Deccalın şahsı yanında, onun bulunduğu asırdaki harikalardan da söz edildiği için, o harikaların onun şahsıyla alakalı olduğu zannedilmiştir. Bu sebeple ilgili bazı konular müteşabih sırasına geçmiştir. Bu konuda, asrın söz sahibi Bediüzzaman Hazretlerinin şu tespiti bize ışık tutmaktadır:
“Hem her iki Deccal'ın asırlarına ait olan harikaları, onların bahsiyle ve münasebetiyle rivayet edildiğinden, onların şahıslarından sudûr edeceği telakki ve tevehhüm edilmesinden, o rivayet müteşabih olmuş, manası gizlenmiş. Meselâ, tayyare ve şimendiferle gezmesi..."(bk. Şualar, s. 581)
Bediüzzaman Hazretlerinin “tayyare ve şimendifer”den maksadı, “Deccal kırk günde dünyayı dolaşır, harika bir merkebi olur.” şeklinde gelen rivayetleri yorumlamaktır. Buna göre, bu rivayetlerden anlaşılması gereken husus şudur: Deccal zamanında ulaşım imkânları çoğalır. Tren ve uçak gibi yerde ve havada çok kısa zamanda uzun mesafeler katedilebilir ve dünyanın bir tarafından öbür tarafına ulaşılabilir.
O halde denilebilir ki, Deccal’in ölüleri dirilteceğine dair rivayetler, onun zamanında gelişen tıp ilminin boyutunu haber vermektedir. Öyle ki bitkisel hayat, organ nakli ve daha başka tekniklerle zahiri sebeplere göre ölmesi gereken hastalar hayata kavuşturulur. Nitekim, Bediüzzaman Hz. İsa’nın ölüleri diriltmesine dair mucizesinin işaretinden hareketle, zaman içerisinde “Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür." (Sözler, s. 255) diyor.
Keza, bugün olduğu gibi, yağmur bombalarıyla bulutlara erken doğum yaptırarak, yağmurun yağmasını sağlamak mümkündür. Deccal’ın asrında meydana gelen bir alamet olarak söz konusu edilen teknoloji harikası, Deccal’ın şahsıyla alakalı zannedilmiş ve yorumlar öyle gelişmiştir.
Demek rivayetlerde deccal vesilesiyle onun asrında meydana geleceği anlatılan bu tür harikalar, deccalın şahsından zannedilmiş ve konu müteşabihleşmiştir.
46
Adada yaşayan deccal konusu nedir?
Hristiyanların ileri gelenlerinden biri iken, Şam’dan bir heyetle Medine’ye gelip Müslüman olan Temîm ed-Dârî, yolculuk sırasında arkadaşlarıyla birlikte uğradıkları ıssız bir adada, adının “cessâse” olduğunu söyleyen bir hayvanın delâletiyle deccâl ile görüştüklerini, elleri ve ayakları zincirle bağlı bulunan deccâlin zamanı gelince ortaya çıkacağını kendilerine söylediğini Hz. Peygamber (asm)’e anlatmış, o da deccâl hakkında duyduklarının daha önce ashaba söyledikleriyle benzerlik göstermiş olmasından dolayı memnuniyetini ifade etmiştir. (Müslim, Fiten, 119-121; Ebû Dâvûd, Melâhim, 15)
a) Bu hadis rivayetinde -özet olarak- bir sahabenin başından geçen bir olay nakledilmektedir. Cessase adında bir canlının görüldüğü ve bu canlının rehberliğiyle gördükleri acaib bir varlığın deccal olduğunu söylediği ifade edilmektedir.
b) Hz. Peygamber (asm) bunu anlatırken, bunu anlatmasının gerekçesi olarak kendisinin daha önce sahabelerine anlattığı “Deccalın Mekke ve Medine’ye girmeyeceğine” dair bilgiyle örtüşmesini göstermiştir.
Demek ki Efendimiz (asm), bu söylenenlere itibar etmiştir.
c) Hz. Peygamberin (asm) son sözlerine dikkat etmek gerekir:
“Dikkat edin, o / deccal Şam denizindedir veya Yemen denizindedir. Hayır! O Şark tarafındadır!” (Müslim, Fiten, 119, 121)
Bu ifadelerinden anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber (asm) Deccal’in şark/doğu tarafından çıkacağına özellikle vurgu yapmıştır. Rivayetin bu ifadesi, deccal ile ilgili diğer bazı hadis rivayetiyle örtüşmektedir.
d) Şark’tan maksat Horasan tarafı olduğu başka rivayetlerde açıklanmıştır. Bununla beraber, Şam bölgesinde de bir ilişkisi kurulmaktadır.
e) Bediüzzaman Hazretleri, Deccal ve Mehdi ile ilgili rivayetlerde bunların Bağdat, Şam gibi yerlerden çıkacağına dair ifadeler, ravilerin kendi yorumları olduğunu söyler. Çünkü, genel kural bu şahısların İslam’ın hilafet merkezinde veya oraya yakın bölgelerde çıkacağına dair kabul gören bilgiyi esas alan bazı raviler, o günkü hilafet merkezlerini nazara alarak Şam, Bağdat demişlerdir.
f) Deccal ve Mehdi gibi ahir zaman olayları ile ilgili rivayetler müteşabihtir. Manaları kapalıdır, bu sebeple bir rivayetin zahirine bakarak bir hüküm vermek zordur.
g) Bize göre bu hadislerin yorumunu en güzel yapan asrın müceddidi Bediüzzaman’dır. Onun bu sorunun cevabını almak için, Risale-i Nur’a, özellikle de beşinci Şua’ya bakmanızı tavsiye ederiz.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Deccal'ın özellikleri nelerdir?
- Deccal kimdir, yeryüzüne gelişi nasıl olacaktır? Ondan korunmamız için ne yapmamız gerekir?
- Deccal ne gibi icraatlar yapacaktır ? En büyük destekçisi kim veya kimler olacaktır?
47
Mehdi'nin ilk yardımlcıları ne kadar olacak?
- Bu kitabın yazarı, hicri 11. asırda yaşamış, Hanbeli mezhebine bağlı büyük alimlerden biridir.
- Hz.Ali’den yapılan bir rivayette de “Hz. Mehdi’nin arkadaşlarının sayısı, Ashab-ı Bedir ve Ashab-ı Talut’un Nehri geçen askerlerinin sayısı (313) kadar olduğu” bildirilmiştir. (Hamud b. Abdullah et-Tevciri, el-İhticac ala men enkere’l-Mehdi el Muntezar,1/16)
- Bu hadisi Hâkim rivayet etmiş ve bunun Buhari ve Müslim’in şarftlarına uygun olduğunu belirtmiştir. Zehebi de bunu tasdik etmiştir. (bk. Müstedrek / Telhis, 4/596)
"Hz. Mehdi’in yardımcılarının sayısı Bedir Ashabı (313) kadardır. Evvelkiler onları geçmediği gibi, sonrakiler de onlara yetişemezler. Onların sayıları Talud ile nehri geçenler kadardır. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-i Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 57)
- Akdu’durer fi ahbari’l-muntezar adlı eserde de bu sayıya yer verilmiştir. (Akdu Dürer, 1/150)
48
Hz. Mehdi'nin Şam'da hutbe okuyacağı sözü hadis midir?
Hz. Mehdi’nin Hicaz’dan gelip Şam minberinde hutbe okuyacağına dair bir rivayet vardır. (bk. Nuaym b. Hammad, el-Fiten, Kahire, 1402, 1/366; Yususf b. Yahya el-Makdisi, Akdu’d-Durer fi ahabri’l-Muntezar, Ürdün, 1410/1989, 1/103).
Bu rivayet “maktu’”dur. Buradaki bilgi, Peygamber Efendimiz (asm)'den gelmiyor. Sakr b. Rüstem adındaki bir şahsın babasından duyduğu bilgiye dayanır.
Bu rivayette Hz. Mehdi’nin 18 yaşında Şam minberinde hutbe okuyacağı ifade edilmiştir. Fakat başka bir rivayette ise “Hz. Mehdi 30 ila 40 yaşlarında ortaya çıkacağına” yer verilmiştir. (bk. el-Fiten, a.y)
49
Hz. Mehdi, kırk yıl mı hüküm sürecek?
- Hz. Mehdi’nin (İslam ümmeti için çok ferah ve refah dolu) bir devresinin en azı yedi, en fazlası dokuz yıl olduğuna dair bir hadis rivayeti vardır. (bk. İbn Mace, Fiten, 34)
Diğer bir rivayette bu sayılar “beş-yedi-dokuz” olarak verilmiştir. (bk. Ahmed b. Hanbel, 3/21)
- Tirmizi de “Hz. Mehdi devresinin beş-yedi-dokuz yıl ” olduğuna dair rivayete yer vermiş ve bunun Hasen (sağlam) olduğunu belirtmiştir. (Tirmizi, fiten, 53)
- Ayrıca, Hz. İsa’nın kırk yıl dünyada kalacağına dair sahih rivayetler vardır. (bk. Mecmau’z-zevaid, h. no:13789)
Hz. İsa ile Hz. Mehdi’nin o güzel dönemleri aynı zamana (birlikte namaza kılacaklarına dair hadislerde olduğu gibi) tevafuk ettiğine göre, Hz. Mehdi’nin de aynı kırk yıllık devreyi onunla paylaşacağını anlayabiliriz.
- Bir rivayete göre, sahabeler “...Ya Resulellah! O gün Müslümanların imamı Kimdir?” sorusuna peygamberimiz “Benim evlatlarımdan kırk yaşında biri ve yirmi yıl hüküm sürecek...” diyerek cevap vermiştir. Bu hadiste ayrıca sayılan bazı özellikler Hz. Mehdi’den söz edildiğini göstermektedir. (bk. Kenzu’l-ummal, h. no: 38680)
- Katade’den nakledildiğine göre, “Mehdi işinin başına geçtiğinde kırk yaşında olacaktır.” (Kenzu’l-ummal, h. no: 39660)
Mehdi’nin kırk yaşında (mehdi) olacağına dair diğer bazı rivayetler de vardır. (bk. Ebu Nuaym, fiten, 1/376; 1/402).
- Araplar arasında yedi-yetmiş, kırk gibi sayılar bazen kesretten kinaye olarak kullanılır. Bunu hatırlamakta fayda vardır.
- Bediüzzaman Hazretleri de “40” sayısına dikkat çekmiş ve şöyle demiştir:
“Evet istikbal bu davaların bir kısmını tasfiye edecektir. Fakat tamam tasfiyesi ise âhirette görülecektir. Şöyle:
Eşhastan kat'-ı nazar, nev'î ve umumî hüsn ve hakkın meydan-ı galebesi istikbaldir. Biz ölsek, milletimiz bâkidir. Kırk sene ile razı değiliz. En ekall bin sene galebeyi isteriz. Lâkin hem şahsî, hem umumî, hem cüz'î, hem küllî olan hüsn, hak ve hayır ve kemalin meydan-ı galebesi ve mahkeme-i kübrası; ve beşeri, sair ihvanı olan kâinat-ı muntazama gibi tanzim ve istidadıyla mütenasib tecziye ve mükâfat veren, yalnız dâr-ı ahrettir.” (Muhakemat, s. 41-42)
- Hz. İsa’nın gökten ineceği ve Hz. Mehdinin arkasında namaz kılacağı hususu İslam ümmeti arasında mütevatir bir hakikattir. (bk. İbn Hacer, Fethu’l-Bari,6/493-494)
- Mesela bir hadis-i şerifte:
“Meryem oğlu (İsa)’nın Müslümanların yanına ineceği ve namazda Müminlerin imamına (Hz. Mehdi’ye) uyup namaz kılacağı” ifade edilmiştir. (bk. Buhari, Enbiya, 49; Müslim, İman, 244-246)
- Bediüzzaman Hazretleri bu hadisi şöyle okumuştur:
“Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelir. Hazret-i Mehdi'ye namazda iktida eder, tâbi olur." diye (yapılan hadis) rivayeti (Hristiyanlarla Müslümanlar arasında yapılacak) bu ittifaka ve hakikat-ı Kur'aniyenin metbuiyetine ve hâkimiyetine işaret eder.” (Şualar, s. 587)
- Bununla beraber, Hz. Mehdi’nin yaşama süresiyle ilgili bazı ihtimaller, imtihan sırrı için gereklilik ifade eden gizlilik prensibini korumaktadır. Şöyle ki;
a. Bu konuyla ilgili hadislerin zayıf olma ihtimalleri, bu sürenin kesinliğini ortadan kaldırır.
b. Bu süre, Hz. Mehdi’nin ömrünü değil, görev süresini belirlemeye yöneliktir. Bu ise, Hz. Mehdi’nin Mehdilik görevine başladığı andan itibaren başlar. Bu görevin tam ne zaman başladığını Hz. Mehdi’nin de bilmemesi akıldan uzak değildir. Bu ise kesin bilgiyi ortadan kaldırmaktadır.
c. Hadiste “40, 5,7,9 ” ifadeleri, süreyle ilgili ihtimalleri ortaya koyduğu için, zaten kesin bilgiyi ortadan kaldırmaktadır.
d. Kuvvetli bir ihtimalle Hz. Mehdi mehdiliğini ömrünün son zamanlarında öğrenir. hayatının o evresinde kendisi zaten ihtiyar olmuş olacaktır. 50-60 yaşlarında bunu öğrenmesi durumunda, 40 yıl ihtimali az değil, çok bile gelir. Hatta 8-9 yıl bile artık o seviyeye ulaşmış ve Allah’a kavuşmaya can atan öyle kutsî ve nuranî bir zat için fazla bir şey ifade etmez.
e. Bu sayıların -Mehdinin farklı devrelerine göre- bir tespit olma ihtimali de mevcut olduğundan, sürenin belirlenmesi açısından bir müteşabih ifadeler söz konusudur. Hz. Mehdi, imtihanın gizli prensibini sürdürmek için, zayıf bir ihtimalle de olsa bu müteşabih manayı ön plana çıkarıp normal imtihan sınırları içerisinde hareket edebilir. Kaldı ki, hadiste farklı sayıların verilmesi zaten kesinliği ortadan kaldırmıştır.
50
Eğer mehdi gelecekse, böyle önemli bir konu neden Kur'an'da yoktur?
Mesih, Mehdi, Deccal gibi konuların Kur’an’da yer almadığı gerekçesiyle inkâr edilmesi, dini açıdan problemli bir bakış açısının ürünüdür. Bu bakış açısına göre, herhangi bir şey Kur’an’da açık bir şekilde yer almıyorsa, -haşa- İslâmî değildir, reddedilmelidir.
Oysa böyle bir düşünce öncelikle Kur’an’ın kendisine aykırıdır. Zira Sünnet, Kur’an’ın mücmel (detay vermeyen) ayetlerini tafsil ve müphem (anlamı ilk bakışta anlaşılmayan, kapalı) ayetlerini açıkladığına göre, kıyamet alametleriyle ilgili ayetlerin beyan ve tafsilinin de sünnet tarafından yapılmış olmasında garipsenecek bir durum yoktur.
Zira Efendimiz (asm)’in en temel görevlerinden birisi Kur’an’ın “tebliği” ise, bir diğeri de “açıklanması”dır. (bk. Nahl, 16/44, 64)
Bu cümleden olarak, Efendimiz (asm)’in kıyamet alametleriyle ilgili ayetleri beyan ve tafsil etmiş olması da son derece tabiidir.
Örneğin Kur’an’da,
"Rabbinin bazı alametleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz." (En'âm, 6/158)
buyurulur. Ayette geçen "bazı alametler" ise Peygamberimiz (asm) tarafından cevaplandırılmıştır ve bu durum gayet normaldir.
Nitekim bir keresinde sahabeden bazılarının bulunduğu bir meclise gelen Efendimiz (asm), ne yaptıklarını sormuş. Onlar da "Kıyametten bahsediyoruz." demişler. Bunun üzerine Efendimiz şu açıklamayı yapmıştır: "Siz onun öncesinde 10 alamet görmedikçe kıyamet kopmayacaktır..." buyurmuş ve bu almaetleri de duman, deccal, dâbbetu'l-arz, güneşin batıdan doğması, Hz. İsa (a.s)'ın nüzulü, Ye'cüc-Me'cüc, doğuda, batıda ve Arap yarımadasında bir yer batması ve Yemen'den, insanları önüne katarak sürükleyen bir ateşin çıkmasını zikretmiştir. (bk. Müslim, Fiten, 39-40)
İşte bu açıklama, kıyamet alametleri olarak ayette geçen ifadenin bir tefsiridir.
Hadis kitaplarının "Eşrâtu's-Sâ'a", "Fiten", "Melâhim" gibi bölümlerinde yer alan ve kıyamet kopmadan önce meydana gelecek hadiseleri anlatan rivayetlerin tamamını bu bağlamda düşünmek gerekir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Rivayetlerde Mehdi'den bahsediliyor mu?
- Mehdi kimdir? Mehdiyi nasıl bileceğiz? Gelecek ise ne yapacak ...
51
Buhari ve Müslim'in, Mehdi hakkındaki hadisleri almamalarının hikmeti nedir?
- Mehdi ile ilgili hadisleri, kendilerinin şartlarına uygun bulamadıkları için almamış olabilirler.
- Şartlarına uygun olduğu halde, bu konudaki hadisleri duymamış olabilirler. Nitekim, el-Hakim, “el-Müstedrek ala’as-Sahiheyn” adlı eserini bu konuya tahsis etmiştir. Yani hadisi alma konusunda kendi şartlarına uygun olmasına rağmen, Buharî ve Müslim’in kitaplarına alamadıkları hadisleri bir araya getirmiştir.
- Kendi dönemlerinde Şia’nın yanlış Mehdi anlayışının fazla konuşulmuş olmasından ötürü, bu konuda hadis almaktan uzak durmaları da düşünülebilir.
- Şunu vurgulayalım ki, Buharî ve Müslim’de olmayan yüzlerce sahih hadis söz konusudur. Mehdi ile ilgili hadisler de bunlardandır. Nitekim Kettanî, Mütevatir hadislere ayırdığı “Nazmu’l-mütenasir, mine’l-ahadisi’l-mütevatir” adlı eserinde, Mehdi ile ilgili değişik hadis rivayetlerine yer vermiş ve Sahavî gibi bir çok büyük hadis otoriteleri de Mehdi ile ilgi hadislerin mütevatir olduğunu ve Ehl-i sünnet ve cemaat alimlerine göre Mehdi’nin geleceğine iman etmenin vacip olduğunu belirtmiştir.(bk. a.g.e, s. 236-290).
52
İslam Hilafetini, Deccal mı yıkacak?
“Hilafet babamın kardeşi amcam Abbas’ın çocuklarında devam edecek, nihayet onu Deccal'a teslim edeceklerdir.” (bk. Müsnedu’l-Firdevs, 3/447; Taberani, 23/420; Kenzu’l-Ummal, 14/271-h. No: 33436; Mecmau’z-Zevaid, 5/187-h.no.8954).
- Bu hadisin manası tarih tarafından tasdik edilmiştir. Gerçekten bu hadisin işaret ettiği gibi, Abbasi devleti bir deccal olan Cengiz-Hülagü tarafından ortadan kaldırıldı.
- İslam deccalı yalnız bir kişi olsaydı, soru soran kardeşimizin telaş etmeye hakkı olabilirdir. Fakat hadis-i şeriflerde “Otuz deccal gelmeden kıyamet kopmaz.” denilmiştir. (bk. Buharî, Fiten: 25; Menakıb: 25; Müslim, Fiten, 84; Ebû Davud, Fiten, ı)
Bu nedenle, Cengiz ve torunu Hülagu ve belki başka yardımcılarından meydana gelen bir deccal komitesinin olması, onlardan sonra başka deccal ve deccal komitelerinin gelemeyeceği anlamına gelmez.
Önemli olan, iman şuuru ile deccal komitelerini görmektir. Örneğin, 28 Şubat sürecinin bir deccal komitesi tarafından gerçekleştirildiğini söylemek hiç de yanlış olmaz. Umarız, bu pencereden bakarak çok şeyler kavrayabiliriz...
53
Mehdi Kur’an’da neden geçmiyor, hikmeti nedir?
- Hz. Mehdi’nin Kur’an’da açıkça geçmemektedir. Bu meselenin Kuran'da geçmemesi Kur’an’da açıkça yer almaması, onun önemini eksiltmez. Veya ilgili hadisleri toptan reddetmeye bir vesile olmamalıdır. Zira Kur’an’da olmadığı halde hadislerle gelen pek çok mesele vardır. Mehdi konusu da bunlardan birisidir.
Deccal ile ilgili hadisler tevatür derecesinde ve çok daha yaygın olmasına rağmen, onun da Kur’an’da açıkça yer almadığı ortadadır.
Ye’cüc-Me’cüc, Dabbe gibi bazı konular dışında, kıyamet alametleri Kur’an’da yer almamıştır.
Belki bir hikmeti, imtihan sırrıdır. Bu gibi konular açıkça Kur’an’da yer alsaydı, bu konuları yanlış yorumlayarak fitnelere sebep olanlar da olacaktı. Hadislerde yer almaları, mevzuyu biraz hafifletmiştir. Kur’an’da ifade edilseydi, taraftarlar ve muarızlar arasında değişik yorumlarla ümmetin huzurunu kaçıracak olaylara sebebiyet verilebilirdi. Hem de her cemaat kendi büyüğünü daha şiddetli savunacak ve muarızlarını ifşa edecekti.
Halbuki bunların açıkça görülmesi imtihanın sırrına aykırıdır. Bu sır içindir ki, bu konular hadisler bile müteşabih olarak değerlendiriliyor.
Bu sırrın bir hikmetini şu açıklamlarda görmek mümkündür:
“İman ve teklif ihtiyar dairesinde bir imtihan, bir tecrübe, bir müsabaka olduğundan, perdeli ve derin ve tedkik ve tecrübeye muhtaç olan nazarî mes'eleleri elbette bedihî olmaz. Ve herkes ister istemez tasdik edecek derecede zarurî olmaz. Tâ ki Ebu Bekirler a'lâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebu Cehiller esfel-i safilîne düşsünler. İhtiyar kalmazsa teklif olamaz. Ve bu sır ve hikmet içindir ki, mu'cizeler seyrek ve nâdir verilir.”
“Hem dâr-ı teklifte gözle görünecek olan alâmet-i kıyamet ve eşrat-ı saat, bir kısım müteşabihat-ı Kur'aniye gibi kapalı ve tevilli oluyor. Yalnız, Güneş'in mağribden çıkması bedahet derecesinde herkesi tasdike mecbur ettiğinden, tövbe kapısı kapanır; daha tövbe ve iman makbul olmaz. Çünki Ebu Bekirler, Ebu Cehiller ile tasdikte beraber olurlar. Hattâ Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın nüzulü dahi ve kendisi İsa Aleyhisselâm olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir; herkes bilemez. Hattâ Deccal ve Süfyan gibi eşhas-ı müdhişe, kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar.” (bk. Nursi, Şualar, s. 579)
Not: Mehdi inancı dinin temel esaslarından değildir. Bu nedenle mehdinin geleceğini reddeden birisi dini açıdan mesul olmaz.
54
Mehdi Türklerle savaşacak, hadisini açıklar mısınız?
- İlgili rivayet için bk. Nuaym b. Hammad, el-Fiten,1/221/h.no: 614.
- Bu rivayet, her şeyden önce, Hz. Peygamber (asm)'e ref edilmemiştir, ona dayandırılmamıştır. ARTAA adındaki ravi, bu bilgiyi kendi sözü gibi aktarmıştır.
Bununla beraber bu rivayetteki bilgiye başka hadis kaynaklarında rastlayamadık. Bu da rivayetin sağlam olmadığının bir emaresidir.
- Alimler, bu rivayetinin ciddi “münker” yani çok zayıf olduğunu bildirmişlerdir.
Ravilerden Erta b. Münzir, Fiten hadislerini genellikle “duyumlarımıza göre” gibi ifadeler kullanarak veya (İsrailiyatın bir kaynağı olan) Kâb (b. Ahbar)dan rivayet etmiştir. Bu sebeple bu konudaki hadislerin büyük bir kısmı zayıftır. (bk. Dr. Ebu Suhayb el-Hâyık, Daru’l-hadis ed-diyaiye, ilgili yer)
55
Mehdi’nin mahşerde sancağı olacak mı?
- Araştırmalarımızda böyle bir bilgiye rastlayamadık. Bununla beraber,
“O gün bütün insanları önderleriyle birlikte çağırırız.” (İsra, 17/71)
mealindeki ayetin değişik yorumları arasında “kıyamet günü herkes / her topluluk tabi olduğu önderleriyle birlikte veya önderlerine nispet ederek çağırırız.” yorumu da dikkat çekicidir.
Bu önderler, peygamberler gibi iyi önderler olduğu gibi kötü önderler de olur. Buna göre, “Ey İbrahim’in ümmeti! Ey Musa’nın ümmeti! Ey İsa’nın ümmeti! / Ey Firavun’un taraftarları!” diye çağırırlar. (Kurtubi, ilgili ayetin tefsiri)
- Rivayete göre Hz. Ali, “Bu önderlerden maksat peygamberler ve her asrın imamı (müceddidi) olduğunu” bildirmiştir. (bk. Kurtubi, a.g.y)
Bir rivayete göre Hz. Peygamber (asm) de bu ayeti açıklarken şöyle buyurmuştur:
“O gün (hesaba çekilmek üzere mahkemeye çağrılırken) her ümmet / topluluk kendi zamanının imamı, Rablerinin kitabı ve peygamberinin sünneti ile (ona nispet edilerek) çağrılır. İbrahim’in tabilerini getirin! Musa’nın, İsa’nın, Muhammed’in tabilerini getirin! Şeytanın tabilerini, dalalet reislerinin tabilerini getirin!” denilir. (Kurtubi; Suyuti ed-Durru’l-mensur, ilgili ayetin tefsiri)
Bu merfu rivayete göre de, her devrin peygamberi yanında, her asrın imamının da bu ayetin ifadesinde dahil olduğunu anlamak mümkündür.
- Rivayete göre İbn Abbas da bu ayeti açıklarken şöyle demiştir:
“Her topluluk, dünyada iken kendilerini hidayete veya dalalete davet eden zamanlarının imamı / önderi ile çağrılır.” (bk. Hazin, ilgili yer)
56
Süfyani, Halid bin Yezid bin Ebu Süfyan’ın evlâdındandır, rivayetinin kaynağı nedir?
Süfyani’nin, Halid b. Yezid b. Süfyan olduğuna dair rivayet hadis kaynaklarında geçmektedir. (bk. Nuyam b. Hammd, el-Fiten, 1/279).
- Bu hadis rivayetinin tashihine rastlayamadık.
- Süfyani ile ilgili değişik hadis rivayetinin hemen hepsinde onun Şam’dan çıkacağına veya o civarda savaşacağına işaret edilmiştir.
- En önemli vasıflarından biri:
“Alimleri ve fazilet sahibi insanları hunharca öldürmesidir. Bununla beraber, bunlardan yardım ister, bunu kabul etmeyenleri de öldürür.” (bk. Nuaym b. Hammad, Fiten, 1/283)
- Bu rivayetin ortaya koyduğu vasıflar, Bediüzzaman Hazretlerinin Beşinci Şua’da verdiği bilgilerle örtüşmektedir...
57
Deccal diye bahsedilen İbn Sayyad mı, yoksa meşhur deccal fitnesi mi?
- İlgili hadiste Hz. Hafsa’nın yaptığı yorumun muhatabı İbn Sayyad’dır. Kardeşi Abdullah bir gün karşılaştığı İbn Sayyad’ı kızdıran sözler söylemiş, bundan haberdar olan Hz. Hafsa, Abdullah’ı görünce onu azarlamış ve Hz. Peygamber (asm)'in “Onu kızdıran bir söz/davranış ayağa kaldırır (sandırmasına sebep olur).” manasındaki hadisini hatırlatmıştır.
- Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber (asm) genel olarak “Deccalın, kendisini kızdıran bir şeyden ötürü ortaya çıkacağını” bildirmiştir. Ancak Hz. Hafsa, halk arasında deccal olarak konuşulan İbn Sayyad hakkında da bu hadisi tatbik etmiştir.
Bu şahsın kesin deccal olduğu veya beklenen büyük deccal olduğu konusu tartışmalıdır. (bk. Nevevi, Şerhu Müslim, 18/46-48; İbn Hacer,13/325)
Hz. Hafsa, İbn Sayyad’ın kesin olarak deccal olduğunu söylemek istemese de yaygın bir ihtimalin göz ardı edilmemesini istemiştir. (bk. İbn Hacer, a.g.y)