Hüküm Allah’ındır ayeti ile Hudeybiye Antlaşması çelişiyor mu?

Tarih: 10.02.2016 - 10:18 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Yusuf Suresinde Hüküm ise ancak Allah’a aittir, ifadesi geçmektedir. Diğer birçok surelerde de hüküm koyma yetkisinin sadece Allah'a ait olduğu apaçık söyleniyor.
- Bilindiği gibi Yusuf suresi Hudeybiye antlaşmasından önce inmiştir. Ama Hudeybiye antlaşmasının maddelerini Mekkeli müşrikler belirlemiştir. Her ne şart olursa olsun antlaşmadaki hükümler Allah'ın hükmüne göre olması gerekmiyor muydu?
- Yusuf suresinin bu ayeti olmasına rağmen Allah Hudebiye antlaşmasını bir rahmet olarak bildirip fetih suresini indirmiştir.
- Açıklar mısınız?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Bilindiği gibi, “Hüküm yalnız Allah’a aittir.” mealindeki ayeti en çok Hariciler tekrar edip duruyorlarmış. Bunu seslendirmekle de Sıffin hadisesindeki “Hakem” olayını hatırlatıyorlar ve bu hakemliği kabul eden bütün tarafların kâfir olduğuna hükmediyorlardı.

Hz. Ali’yi şehit edenler de bu gerekçeye dayanıyorlardı.

- Bir gün haricilerden biri Hz. Ali’ye gelip bir konuda bir şey sormuş, Hz. Ali de ona “Git Allah’ın kelamı Kur’an sana bu konuda hükmünü versin!..” Adam demiş, “Kur’an konuşmaz ki!..” Hz. Ali de bununla Haricilerin “hakem olayını” yanlış tevil etmelerini, anlatmak istemişti.

- Demek ki “el-hukmu lillah” (Hüküm Allah’a aittir) cümlesinin manası; “insanlar hiç hüküm vermesinler, mahkemeler açmasınlar, fetva vermesinler… vs.” şeklinde değildir.

Bunun manası şudur:

“Dünya ve ahiretin gerçek Hâkimi Allah’tır. Ahirette bu hâkimiyet perdesiz görüldüğü için çok açıktır. Dünyada ise perdeler arkasında da olsa yine hakiki hâkim Allah’tır. Allah’tan başka gerçek anlamda hiçbir varlık başka bir varlığa hâkim olmadığı gibi, hiçbir konuda gerçek hüküm sahibi de değildir.”

Yani; bütün hâkimler, hükmedenler, ancak Allah’ın hükmünü uygulama konumundadır. Eğer Allah’ın hükmü olmasa, hiçbir aile reisinin, hiçbir babanın, hiçbir sultanın, hiç bir devlet yetkilisinin hükmünden söz edilemez. (krş. Razi, Kasas, 28/70. ayetin tefsiri).

- Bunu açıklayacak olursak;  İmam Gazzali’nin ifade ettiği gibi, “Kâinatta Allah’tan başka hakiki müessir yoktur”. Tekvini olarak insanların yaptığı bütün işlerini de o yaratır. “Siz de sizin yaptıklarını işleri de yaratan Allah’tır.” (Saffat, 37/96) mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir. Teşrii olarak dini açıdan da insanların verdiği hükümler onun koyduğu hükümlerdir. Ancak bu hükmü insanlar uygular.

“Ey Davud! Biz seni ülkede hükümdar yaptık, sen de insanlar arasında adaletle hükmet, keyfine uyma ki seni Allah yolundan saptırmasın. Allah yolundan sapanlara hesap gününü unuttukları için, şiddetli bir azap vardır.” (Sad, 38/26)

mealindeki ayette ifade edildiği üzere, bizzat Allah (c. c.) bir insan olan Hz. Davud’a “Biz seni ülkede hükümdar yaptık, sen de insanlar arasında adaletle hükmet” buyurmuştur.

Keza, kocanın haksızlık yapması sonucu ailede meydana gelen huzursuzluğu ortadan kaldırmak için,

 “Koca tarafından bir hakem, kadın tarafından da bir hakem gönderin(ki bu hakemler, eşler arasında bir hüküm versinler)” (Nisa, 4/35) ayetinde de insanların da hüküm verebileceğine işaret edilmiştir.

Bu iki ayetten de anlaşıldığı üzere, insanların hüküm sahibi olup, hüküm vermeleri sadece caiz değil, aynı zamanda -dinen ve aklen- yerine getirilmesi gereken bir görevdir.

- Hudeybiye yolunda Hz. Peygamberin devesi bitkin düşmüş gibi yerinde durup kalmış. Sahabeler “Ya Raselulellah! Deve harınlaştı (çöküp yüreyemez oldu.” dediler. Hz. Peygamber (asm), devenin öyle bir huyu olmadığını belirtmiş ve “Kâbe’ye saldıran Ebrehe ordusundaki Fili yürümekten alıkoyan onu da alıkoymuştur.” diyerek bu olayı Mekke halkına karşı uzlaşmacı ve yumuşak bir tutum içinde olması için kendisine bir sinyal verildiğini bildirmiştir. Ve ardından da “Vallahi bugün Mekkeliler, bana teklif edecekleri her tekliflerini -Allah’a muhalif olmadığı sürece- kabul ederim” diye ilan etmiştir. (Buhari, Şurut 15)

İşte Müşriklerin tekliflerini kabul etmesi bu manevi ihtara binaendir. Ve bu anlaşma  tamamen Allah’ın tedbir ettiği bir sözleşmedir.

Nitekim, bu anlaşmanın getirdiği barış ortamında çok kısa bir süre içinde (Nasr suresinde geçtiği üzere) insanlar gruplar halinde İslam’a girmişlerdir.

Bu sebepledir ki, müstakbel manevi iman fethi ve Mekke fethi, bir ihbar-ı gaybi olarak önceden Fetih suresinde ilan edilmiştir. Ve sahabe döneminde “en büyük fatih” denildiğinde Hudeybiye anlaşması akla geliyordu.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun