Gazali’nin felsefecilere kafir demesi doğru mu?
Meşşailerin evrenin ezeli (başlangıçsız) olmasına rağmen aynı zamanda yaratılmış (mahlûk) olduğu yönündeki tezi, İmam Gazâlî'nin Tehâfütü'l-Felâsife'de filozofları tekfir etmesinin temel nedenini oluşturur; zira bu görüş, âlemin varlığına bir başlangıç (t0) atfetmeyerek Allah'ın Mutlak İradesinin zamansal bir kısıtlamaya tabi olduğu algısını doğurur ve böylece Allah'a ait olan Kıdem (ezelilik) sıfatını âleme isnat etme tehlikesini barındırır, ki bu da temel bir Tevhid hassasiyetidir.
Ancak esas derin soru, zamanın da mahlûk olduğu İslami çizgide, Allah'ın mutlak iradesiyle zamandan bağımsız bir mahlûk yaratmasının mümkün olup olmadığıdır. Eğer bu mümkünse, Meşşailerin görüşü, basit bir inkârdan ziyade, Allah için "önce/sonra" kavramları yokken gerçekleşen ezelî ve zamansız bir yaratma fiilinin felsefi ifadesi olabilir.
Bu noktada Mâturîdî kelâmındaki Hikmet ilkesi devreye girer: Allah'ın evreni yaratma kararı Ezelî İlimde kesinleşmiş bir hüküm olduğuna göre, bu ezelî kararın gerçekleşmesi için yaratılış anında belli bir "zamanın" beklenmesi (durumsal vuku), Allah'ın fiillerindeki Hikmet ve değişmezlik sıfatıyla nasıl bağdaşır; yoksa keyfiyetsiz hareket etmeyen Allah için, ezelde belirlenen fiilin anlık, yani zamansız bir şekilde vuku bulması mı kelâmî açıdan daha tutarlıdır?
Ve ayrıca, Gazzali’nin bu tekfirini ehli sünnet uleması paylaşır mı?
Değerli kardeşimiz,
Allah'ın bir şeyi ezelden bilmesi onun olması anlamına gelmez. Yani bilmek yaratmak değildir; yaratma her an onun iradesiyle vuku bulmaktadır ve vuku bulan şey onun takdiridir.
Daha çok bilinen şekliyle “alem kadimdir, Allah cüziyatı bilmez” gibi düşüncelerinden dolayı İmam Gazali bu görüşte olan Filozoflar tekfir etmiştir.
Bunu felsefi boyutuyla değişik teviller yaparak tekfir yapılmayabilirdi. Fakat felsefenin İslam alemine ve alimlerine yaptığı olumsuz etkiden ötürü onları tekfir etmekle İslam alemini ve İslam alimlerini bu menfi cereyandan kurtarmak istediği için bu yolu tercih etmiş ve zararlarını defetme adına bazı gerekçelerle tekfir etmiştir.
Bu kısa bilgiden sonra detaya gelince:
Gazâlî gerçekten “felsefecileri” kâfir mi ilan etti?
Hayır, mutlak ve toptan bir tekfir yoktur. Üç belirli görüşü küfür saymıştır.
İmam Gazâlî, Tehâfütü’l-Felâsife’de filozofları 20 meselede bid‘at ve dalâletle, 3 meselede ise küfürle itham eder:
Küfür saydığı üç görüş: Alemin ezelî (kadîm) olduğu, Allah’ın cüziyyâtı bilmediği ve Haşr-i cismanînin inkarı.
Bunların dışındaki felsefî hatalar için “küfür değil, dalâlet” ifadesini kullanır. Yani, “Her filozof kâfirdir” dememiştir; “Bu üç görüş küfürdür” demiştir.
Alemin ezeliliği meselesi: Gazalî’nin asıl itirazı neydi?
Mesele sadece “başlangıç” değildir; tevhid hassasiyetidir.
Meşşâîlerin temel iddiası: alem ezelidir ama Allah’a bağımlıdır. Yani “mahlûktur ama başlangıcı yoktur.”
Gazalî’nin temel itirazı, kıdem (ezelilik) sadece Allah’a ait bir sıfattır
Aleme kıdem isnadı, Allah’ın iradesini zorunlu hale getirir, yaratmayı ihtiyarî fiil olmaktan çıkarır ve Allah’ı “fail-i muztar” yani yaratmaya mecbur konumuna düşürür
Gazalî’ye göre bu, Tevhid-i rubûbiyeti zedeleyen ontolojik bir sapmadır.
Peki Meşşâî yorumu “tevil ile kurtarılabilir miydi?”
Teorik olarak evet, ama Gazali’nin burada ilmî değil, içtimaî bir tercih yaptığı kanaati Ehl-i Sünnet içinde yaygındır.
Gazali, bu görüşlerin felsefî elitizm yoluyla avama hatta ilim ehline sirayet etmesini, imanları bozmasını esas tehlike olarak görmüştür.
Bu yüzden, tevil kapısını kapamayı, caydırıcı bir dil kullanmayı ve set çekmeyi tercih etmiştir
Bu yönüyle Gazali, “Felsefî doğruluktan çok iman emniyetini” öncelemiştir.
Ehl-i Sünnet uleması Gazâlî’nin tekfirini paylaştı mı?
Hanbelî ve bazı Şafiî alimleri, Gazalî’ye daha yakındır
Mâturîdî ve bazı Eşarî alimler ise tekfiri değil, tadlil (sapıklık) demeyi tercih eder.
Özetle, Gazali’nin tekfiri icma değildir, ama meşru bir içtihattır.
Bediüzzaman’ın yaklaşımı, meseleyi kökten teşhis
Bediüzzaman Hazretleri meseleyi tek tek görüşlerde değil, felsefenin temel paradigma hatalarında yakalar.
Bediüzzaman’a göre problem:
1. Felsefe Vacib–mümkin ayrımını doğru kuramaz.
2. Nübüvvetin yerine aklı mutlaklaştırır.
3. Tevhidi sudûr zinciriyle bozar. “Birden bir tek sudur eder." Her birliği bulunan, yalnız birden sudûr edecektir. Yani “Bir zâttan, bizzât birtek sudûr edebilir. Sair şeyler, vasıtalar vasıtasıyla ondan sudûr eder" şeklindedir. Akl-ı evvel safsatası bu düşüncenin ürünüdür.
4. Varlığa mana-yı ismiyle bakar. Ona göre her şeyin varlığı bizzat kendisini nazara vermeye yöneliktir. Felsefe bununla, Nübüvvetin prensibinden ayrılır. Çünkü nübüvvet düsturuna göre, "Her şeyin, her zihayatın neticesi ve hikmeti kendine ait bir ise; Saniine ait neticeleri, Fatırına bakan hikmetleri binlerdir. “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin” (İsra 44) mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir. (bk. Sözler, 542 - 543)
Bu yüzden Said Nursî, İmam Gazâlî gibi tekfire gitmez ama felsefeyi kökten ayırır. “Nübüvvet–felsefe çatışması”nı esas alır
Onun yaklaşımı, felsefe yanlış anlaşıldığı için değil, yanlış yerden baktığı için tehlikelidir.
Özetle:
Gazalî’nin tekfiri, toptan değil, üç meseleyle sınırlıdır. İman emniyetini koruma maksadı taşıyan bir içtihattır
Felsefî olarak, Meşşaî görüşler tevil edilebilir ama akide diliyle konuşmadıkları için kelamcılarca reddedilmiştir
Ehl-i Sünnette tekfir icma değildir ama bidat ve tehlikeli görüş olarak görülmüştür.
Bediüzzaman tartışmayı ileri taşımış, sorunu metafizik değil epistemolojik düzeyde çözmüştür.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet