Alemin kadim oluşu hakkında filozof ve kelamcıların görüşlerini açıklar mısınız?
Değerli kardeşimiz,
Âlem kelimesi“rabbü’l-âlemîn” terkibiyle zikredilerek, Allah Teâlâ’nın canlı cansız bütün varlıkların ilâhı olduğu vurgulanmıştır. Kur’an’da “semavat” ve “arz” kelimelerin âlemi, yani kâinatı ifade etmekte ve Cenâb-ı Hakk’ın gökleri ve yeri yarattığı, bunların maddî ve mânevî tasarruf ve hâkimiyetini kendi idaresinde bulundurduğu, semavat ve arzın sırlarını sadece onun bildiği ve bunlarda bulunan şuurlu şuursuz her şeyin kendisine boyun eğdiği (secde ettiği) ifade edilir.(bk. Süleyman Hayri Bolay, Alem, DİA, 2/357).
Âlemin kıdemi ve hudûsu problemi, felsefe ve kelamın temel problemlerinden birini oluşturmaktadır. Şehristâni’ye göre bu sorunun kaynağı Aristo’ya kadar uzanmaktadır. Ona göre âlemin kıdemini savunan ilk kişi Aristo’dur. Aristo kendinden önceki filozoflara muhalefet ederek âlemin kıdemini savunmuştur. İslam âleminde ise, bu konunun ne zaman tartışılmaya başlandığı net olarak bilinmese de Ca’d b. Dirhem (ö.124/741), Cehm b. Safvân (ö.128/745) ve daha sonra Mutezilî âlimlerin cevher ve arazların muhdes olmalarına dayanarak âlemin hudûsunu ortaya koymaya çalıştıkları bilinmektedir. Birkaçı hariç İslam filozoflarının hemen hepsi âlemin kadim olduğunu kabul ederken, kelamcılar bir bütün olarak âlemin hudûsunu savunmuşlardır.
Kelamcıların âlemin kadim olmasına karşı çıkıp muhdes olduğu üzerinde ısrarla durmalarının nedeni, onların âlemin hudûsuna dayanarak Allah’ın varlığını ispatlama imkânına sahip olmalarıdır. Âlemin hudusuna dayanarak bir yoktan var edeni (muhdis) ispatlama yöntemine kelamcılar hudûs delili adını vermişlerdir. Kelamcıların Allah’ın varlığını ve sıfatlarını ispatlamada dayandıkları en önemli delilerden biri budur.
Hudus delili, âlemin muhdes olduğu, her muhdesin var olmada bir muhdise ihtiyaç duyduğu kıyasına dayanmaktadır. Bu yöntem birçok şeyin sebep-sonuç ilişkisi içerisinde birbirini gerektirmesi esasına dayanmaktadır. Şöyle ki;
Allah’ın varlığını ispat etmek için öncelikle evrenin muhdes olduğunu; evrenin muhdes olduğunu ispatlamak için evrenin cisimlerden meydana geldiğini; cisimlerin varlığını ve cisimlerin sonlu olduğunu ispatlamak için ferdî cevheri; ferdî cevheri ispat etmek için de cevherlerin arazsız olamayacağını ve arazların da muhdes olduğunu ispatlamak gerekmektedir. Sırasıyla bunlar ispatlandıktan sonra şöyle bir kıyas kurulur:
"Her sonradan var olan bir var edene ihtiyaç duyar.
Âlem sonradan var olmuştur.
Öyleyse âlemi yoktan var eden biri vardır."
Filozoflar ise âlemin kadîm olduğunu ileri sürmüşlerdir. Onar da âlemin kadim olduğunu ortaya koymak amacıyla birbirini gerektiren birçok husus sıralamışlardır. Onlar, âlemin kadîm olmaması durumunda yüce Allah’ın güç sahibi değil iken, güç sahibi olmaya doğru değişmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir ki, bu durum Yüce Allah’ın zatında değişimi zorunlu kılacaktır. Değişimi kabul etmesi halinde ise Yüce Allah etkilenmeye maruz kalacak ve etkilenmeye maruz kalan bir yaratıcının ise ulûhiyet vasfı zedelenecektir. Filozoflar buna dayanarak güneşle birlikte bulunan güneş ışığı gibi, âlemin de daima Allah ile beraber olduğunu, dolayısıyla âlemin de kadîm olduğunu söylemişlerdir. Bu konu kelamcılar ve filozoflar arasında önemli tartışmaların meydana gelmesine neden olmuştur. Nitekim Gazali-İbn Rüşd tartışmasında da en önemli problemlerden biri budur. Gazali’nin filozofları tekfir ettiği konulardan birini de onların âlemin kadim olduğuna ilişkin iddiaları oluşturmaktadır.(bk. Celaleddin Demirci, Proclus'un Alemin Kıdemine İlişkin Delilleri Üzerine, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 9/153-156).
XI. yüzyıl İslâm düşüncesinin kavşak noktasında duran ve kendi çağının yaygın fikir akımlarıyla hesaplaşmaya girişen Gazzâlî, Fârâbî ve İbn Sînâ’nın eserlerinde ifadesini bulan ezelî âlem tasavvurunu şiddetle eleştirmiş, âlemi Allah’tan başka bir kadîm varlık şeklinde düşündükleri ve böylece İslâm’daki tevhid akîdesinin dışına çıktıkları gerekçesiyle filozofları tekfir etmiştir. Gazzâlî’nin bu konudaki hareket noktası, Allah’ın âlemi iradesinin dışında belirlenmiş bir zamanda değil, kendi dilediği anda yaratmış olduğudur. Onun iradesi herhangi bir sınırlama ve tayinle bağımlı olmadığı için, Allah’ın âlemi neden şu zamanda değil de bu zamanda yarattığını sormak saçmadır. Aynı şekilde Allah’ın iradesi herhangi bir sebebe bağlı da değildir veya en azından bu sebep kendi iradesi dışında değildir. Ayrıca her sebebi o anda bir sonucun takip ettiği fikri de zorunlu değildir ve sonucun sebebin mevcudiyetinden bir süre sonra doğması hiç de akıl dışı değildir. Dolayısıyla Allah’ın iradesini ezelî kabul edip âlemin bu irade sebebiyle ve bu iradenin belirlediği zaman içinde meydana geldiğini benimsemek mantıklıdır.(Süleyman Hayri Bolay, Alem, DİA, 2/357).
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Gazzali'nin tenkit ettiği felsefecilerin yirmi hatası nedir?
- Doğal nedensellik görüşü yanlış olmak zorunda mı?
- Allah'a cihet / yön isnat edilemeyeceğinin delili nedir?
- Alem, Alem-i Emir, Alem-i Misal, Alem-i Gayb, Alem-i Berzah gibi alemler ne demektir?
- HÂDİS
- "Kur'an'a neden inanıyorsun, Allah emrettiği için. Allah'a neden inanıyorsun, Kuran'da yazdığı için. Bu kısır bir döngüdür." diyen ateiste nasıl cevap vermeliyiz?
- VÜCUD
- Alemlerin en büyüğü nedir?
- Allah’ın Zati Sıfatları için, ne ayni ne de gayri sıfatları denilir mi?
- İmam Gazali hangi konularda İbni Rüşd, Farabi ve İbn Sina ile fikir ayrılığına düşmüştür?