Bu dünyada Allah'a isyan eden kâfirlerin, günahlarından dolayı başlarına bir felaket gelmemesinin, ceza çekmemesinin hikmeti nedir?
Değerli kardeşimiz,
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir hadislerinde
“Dünya mü’minin zindanı, kâfirin cennetidir.”1 buyururlar.
Gerçekten de kâfirlerin içinde bulundukları maddî imkân ve rahat ile mü’minlerin çektikleri sıkıntı ve meşakkatlere baktığımızda, bu hadis-i şerifin mânâsını daha iyi anlamış oluruz.
Mü’minin hizmet ve meşakkat yeri dünyadır. Zira ebedî saadeti kazanmak için devamlı bir imtihana tâbidir. İmtihan ise, beraberinde sıkıntı ve meşakkati taşımaktadır. Mü’min dünyada ibadetin külfetine, imanın üzerine yüklediği vazifeye kendisini uydurmakla imtihanı kazanabilecektir.
Onun dünyadaki küçük hata ve günahlarına Cenab-ı Hak birtakım belâ ve musibetleri musallat ederek affına vesile yapmaktadır. Hatta bir hadis-i şerifte
"Ayağına batan dikene varıncaya kadar, mü’mine eza veren her şey onun günahlarının silinmesine ve manevî makamının artmasına birer vesile"2
olduğu buyurulmaktadır.Bu bakımdan dünya mü’min için bir nevi ceza ve imtihan yeri olmaktadır. Ebedî saâdete nisbetle hayatı, görünürde meşakkat ve sıkıntı ile geçtiğinden “Dünya mü’minin zindanıdır.” buyurulmuştur.
Kâfirlere gelince, görüp görecekleri rahmet yalnız bu âlemdedir. Yani kâfirin bütün saâdeti kısa dünya hayatındaki zahirî rahat ve saadetidir. Kâfir ebedî cehennemi hak ettiğinden, bazı iyiliklerine mükâfat olarak dünyada rahat içinde bir nevi cennet hayatı yaşamaktadır.3 Cezası kısa dünya hayatında çekmekle kurtulacak cinsten olmadığından âhirete bırakılmaktadır. Nitekim dünyada da öyle olmuyor mu? Bazı küçük dâvâlar mahallî mahkemelerde hemen halledilip karara bağlanırken, büyük dâvâlar, daha büyük merkezlere havale edilmektedir. Bunun için kâfirler dünyada kısa da olsa bir nevi cennet hayatı yaşamaktadırlar.
Yalnız bu husus hadisin ifade ettiği maddî ve zahirî cihetlere bakmaktadır. Yoksa mânen ve hakikaten mü’min dünyada bir cennet hayatı yaşadığı gibi, kâfir de mânen cehennem gibi ruhî ıztıraplar çekmektedir. Çünkü rahat ve refah içinde yaşamak başka, mânevî bir huzur ve saadet; vicdanî bir rahat içinde yaşamak daha başka bir şeydir.
İlk bakışta ne kadar meşakkatli olursa olsun, mü’minin imanı ruhunda manevî bir cennet hükmüne geçmektedir. Kâfirin küfrü ise onun mahiyetinde mânevî bir cehennemi saklamaktadır.
Evet, maddî vücudun rahatı demek, her zaman ruhun ve vicdanın rahatı demek değildir. Nice maddî saltanat ve imkân içinde olup da ruhî ıztırapların kıskacında kıvrananlar olduğu gibi, maddî sıkıntılar içinde olup da ruhî ve vicdanî huzur ve rahat içinde olanlar vardır. Buna delil olarak, bugünkü Avrupa cemiyetinde görülen ve gittikçe artan intihar vakalarıdır. Dıştan bakıldığında her türlü konfor ve rahat vasıtaları ile kuşatılmışlardır.
Fakat insan ruh ve kalbinin gıdası başka şeylerdir. Madde, ruha bir şey veremiyor. Bunun içindir ki, aklı hareket halinde olan insan, içinde bulunduğu hayatın mânâ ve mahiyetini kavrayamayınca bin bir türlü manevî işkence içinde kıvranmaya başlıyor. Neticede, çareyi düşüncenin kökünü kesecek olan sefâhet, meşru olmayan oyun ve eğlencelerde arıyor. Halbuki sefâhet ve günahların ruhî ıstıraplara yaptığı tesir, sadece ve sadece geçici bir uyuşturucu rolünden ibarettir. Tesiri gidince, ruhtaki ıstırap bütün dehşetiyle kendini açığa çıkarıp, insanı, nihayet hayatına son vermeye kadar götürebilmektedir.
Mü’min ise, ne kadar maddî sıkıntı ve meşakkat içinde olsa da, önünde ebedî bir saadet olduğunu düşünerek sabreder ve tevekkül eder. Ondaki bu ruh teslimi, ruh sükûnuna, bu da iki cihan saadetine vesile olur. Bunun içindir ki,
“Ehl-i sefahet ve dalâlet, dünyada dahi bir manevî cehennem içinde azap çektiklerini ve ehl-i iman ve salâhat, dünyada dahi bir manevî cennet içinde İslâmiyet ve insaniyet midesiyle ve imanın tecelliyatıyle ulvî zevkler tadabilecekleri”4
ifade edilmektedir. Hattâ iman derecesine göre bu zevkin ve lezzetin artacağı bir gerçektir.
Evet, iman, cennetin bir manevî çekirdeği ve küfür ise cehennem zakkumunun bir tohumu olduğu muhakkaktır.
Bunun için, mü’min zahiri sıkıntılarına aldırmaksızın Allah’ın çizdiği hayat programı içinde kalmaya, haram dairesine girmemeye çalışmalıdır. Aslında “Cennet ucuz olmamakla beraber” helâl dairesinde kalmakla kazanılan ebedî saadet de o kadar pahalı değildir.
Hülâsa,
“Her kim hayat-ı fâniyeyi (geçici hayatı) esas maksat yapsa, zâhiren bir cennet içinde olsa da mânen cehennemdedir. Ve her kim hâyat-ı bâkiyeye (ebedî hayata) ciddî müteveccih ise saadet-i dareyne (iki dünya saadetine) mazhardır. Dünyası ne kadar fena ve sıkıntılı olsa da, dünyasını cennetin intizar (bekleme) salonu hükmünde gördüğü için hoş görür, tahammül eder, sabır içinde şükreder...”5
Dipnotlar:
1. Müslim, Zühd, 1; Tirmizi, Zühd:16, İbni Mace, Zühd, 3.
2. Müslim, Birr, 46.
3. Lem'alar s. 43.
4. İman ve Küfür Muvazeneleri, s 9.
5. Sözler, s.35, 36.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Cennet hayatımız nasıl geçecektir?
- Cennet ve cehennem anlatıldığı gibi mi, yoksa mecaz mı?
- İnsan, kendi duygularını nasıl istikamete çeker? Dinimizi yaşamada istikrarı nasıl sağlayabiliriz?
- Cennette herkes aynı mı olacak, güzellik dereceleri olacak mı?
- Cennet nasıl olacaktır?
- Cennette Kur'an-ı Kerim okunacak mı? Cennet nasıl olacak?
- Birer disiplin insanı haline gelebilmemiz için Ramazan ayının ne gibi katkıları olabilir? Ramazan-ı Şerif bizde ne türlü alışkanlıklar hasıl etmelidir?
- MÜSTAKÎM
- "İnanıyorum, Müslümanım!" dediği halde, ibadet etmeyen kimseler hakkında bilgi verir misiniz?
- Rabbimden, eşimle beraber ölmeyi benim için hayırlı kılmasını dilemem, bunun için dua etmem caiz olur mu? Aile hayatı, ölümle son bulur mu?