Yöneticinin başarısı neye bağlıdır?

Terzi ne kadar usta ve dürüst olursa olsun iplik ve/veya kumaş çürük ise veya bunların içinde çürükler varsa ve çürükleri ayıklamak ya mümkün olmuyor veya zaman alıyorsa dikilen elbise tamamen veya yer yer sökülecektir, delinecektir.

Yöneticinin vazifesi bilgi, beceri ve ahlak bakımlarından en iyi olanları istihdam etmek, kötü olanları ayıklamaktır; bunu bilerek yapmazsa kendisi de sorumlu ve başarısız olur, bilemezse veya çeşitli sebeplerle yapamazsa fatura kendisine çıkarılır ve yıpranır.

Hz. Ali’ye densiz bir adam gelip şöyle çıkışmış:

-Senden öncekilerin yönetimlerinde huzur, sükûn, güvenlik… vardı, sen ne uğursuz bir adamsın ki, şimdi kan gövdeyi götürüyor, fitne fesat kol geziyor!

İlmi ve hikmeti malum olan Hz. Ali (Allah ondan razı olsun) şu cevabı vermiş:

-Ebu Bekir ülkeyi; Ömer, Osman ve benim gibilerle yönetti, Ömer; Osman ve benim gibilerle, ben ise senin gibilerle yönetmek durumundayım.

Abdülhamid Han günahsız, kusursuz, insanüstü, peygamberler gibi “ma’sûm” bir kişi olmasa da Osmanlı Padişahlarının iyileri arasındadır. Zamanında pek çok imar ve ıslah faaliyetinde muvaffak olmuştur, ama onun da şanssızlığı “adam kıtlığı”dır, “yaygın ahlaksızlıktır”, buna rağmen olumsuzlukların faturası ona çıkarılır.

“Arnavut kaldırımında yürüyen bir kişinin ayağına taş çarpsa yolu yapan ustaya söylenecek yerde ‘Gözün kör olsun Abdülhamid’ dermiş” şeklinde yaygın bir temsil vardır.

Sayın Orhan Koloğlu’nun kitabında, Abdülhamid devrindeki devlet ricali ile bir kısım halkın ahlakı hakkında ibret verici açıklamalar vardır. Bazılarını nakledeceğim:

İngiltere elçisi Sir Henri Layard ile 28 Mayıs 1879 günü yaptığı bir konuşmayı raporunda şöyle aktarmıştır:

“Sorunu, düşüncelerini gerçekleştirebilecek kadrolarının acınacak düzeydeki eksikliğidir. Sultan, Türkiye’de, İngiltere ve diğer ülkelerdekinin aksine, sadece ülke sevgisi ile devlet hizmeti vermeye hazır olup yaşamı için bir makama ihtiyaç duymayan ya da bunlara sadece para kazanmak ve lüks bir yaşam amacıyla bakmayan, böylece yolsuzluk şüphesinden muaf bir sınıfın bulunmamasından yakındı. (Hasretini çektiği) Bu tür kimselerin, yalnız vatandaşlarının refahı için çalışıp bundan şeref kazanmayı düşündüklerini söyledi. Türkiye’de aksine, herkes resmi görevleri üslenmek ve nazır olmayı, servet toplamak ve bunu lüks ve keyfi eğlenceler için harcamak amacıyla istiyor. Dolayısıyla, devlet mekanizmasını yozlaştıran ve adaleti çarpıtan genel bir yozlaşma ve sonsuz entrikalar var. Kendisi de bu tür insanlarla sarılı olup amacı gerçekleri saklamaya yönelik entrikalarla uğraşmak durumunda. Sarayın içinde ve devlet mekanizmasının en üstünden en altına kadar her tarafta rastlanan bu oluşumları sona erdirmek için gereken çabalar son derece yoğun bir gayret gerektiriyor.

(Elçi Majeste’ye yazdığı bu raporda, Türkiye’de sınıfların bulunmadığını, bir kayıkçının dahi vezir olabildiğini ifade ediyor) Majeste derhal, bunun uyrukları arasında mevcut sosyal eşitliğin bir kanıtı olduğunu ama aynı zamanda o kadar çok rüşvetçi ve cahil kişinin iktidara yükselip ülkeye zarar vermesine sebep olduklarını belirtti. Majeste paranın resmi görev elde etmek için tek olmasa da, en yararlı araç olması durumunda bulunmasının genel bir yozlaşmanın varlığını sürpriz saydırmayacağını ve gerekli bilgi, yetenek ve deneyime sahip olmayanların idari görevlere bu yüzden eriştiklerini belirttiler.” (Abdulhamid Gerçeği, s. 229)

“Ne var ki, ortaya bir imtiyaz borsası çıktı. Büyük rüşvet ve yolsuzluk ağları kuruldu. İmtiyazı alan Osmanlı uyruklu kimseler bunları yabancı şirketlere satabildiler.” (s. 304).

“(Kıtlık ve kuraklık yüzünden insanlar ve hayvanlar açlıktan ölüyorlar) Doğu Anadolu’da kaza kaymakamlarına, muhtaç olanlara hükümet depolarından ucuz fiyatla zahire satılması emrediliyor. Kaymakamlar, ağalara zahireyi satıyor, onlar da yedi-sekiz misli fiyatla halka satıyor.” (s. 307).

Dedim ya, yöneticinin başarısı ve devletinin devamı istihdam ettiği insanların kalitesine ve genel olarak halkının ahlakına bağlıdır.

Bürokratlar da halkın çocuklarıdır. Halkın genel ahlakı ne kadar iyi ise okumuş yazmışlarının ve devlet hizmetinde olanların ahlakı da o kadar iyi olur.

Şimdi bizim durumumuz nasıldır sorusuna cevabım şudur:

Herkes hayat tecrübesi içinde yakından uzağa insanlarla çeşitli ilişkilerinde neyi görüyor ve neyi yaşıyor? Genel olarak ahlaki faziletler mi hâkim, günahlar, kusurlar, kötülükler, haksızlıklar mı hâkim? İşte bu sorulara herkes kendi tecrübesinden yola çıkarak cevap verebilir ve genel durumumuz ortaya çıkar.

Yönetici terzidir ve çürük ip ile sağlam elbise dikmek mümkün değildir. Terzi sağlam ip aramalı, halkın iyi olanları da ona bunu sağlamak için çaba göstermelidirler. Ahlak eğitimi ailede başlar, okulda devam eder. Eğitimin hedefindeki insan modeli yalnızca maddi hayatta ve en ileri teknolojide başarılı olan değil, aynı zamanda öz değerlerine bağlı dolayısıyla ahlaklı olan insan modeli olmalıdır.

Çok şükür her alanda böyle insanlarımız da yok değil, ama yeterli de değil.

 

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun