Türkiye topraklarından elde edilen mahsullerden zekat vermek gerekir mi?
- Ömer Nasuhi Bilmen, neden gerekmez demiştir?
Değerli kardeşimiz,
Öşür, arazi mahsullerinin zekâtıdır ve çıkan mahsulden onda birini vermektir. Şayet arazi para ile sulanıyorsa yirmide biri verilir. Arazi mahsulleri, buğday, arpa, pirinç, darı, karpuz, hıyar, patlıcan, yonca, zeytin, susam, bal, kudret helvası şeker kamışı ve meyveler gibi mahsullerdir.
Türkiye’de araziler tapulu ve sahipli olduğu için, Türkiye arazisi öşür arazisidir. Ziraatla uğraşan Müslümanların yediklerinin helal olabilmesi için, bu öşür zekâtını mutlaka vermeleri gerekir.
Ömer Nasuhî Hoca'nın, Türkiye topraklarının çoğunu öşür arazisi olarak kabul etmediği doğrudur.(Istılahat-ı Fıkhiyye, 4/85) Ancak daha önceleri böyle bir durum söz konusu olsa bile, şu anda Türkiye’de durum böyle değildir. Çünkü Türkiye topraklarının statüsü toprak reformları neticesinde değişmiştir.
Bilindiği üzere Osmanlı'da toprak düzeni biraz farklı idi. Bir ara "Araziy-i Mîriyye" veya "Sultaniyye" denilen ve devlete ait bir toprak statüsü ihdas edilmişti. Dolayısıyla devlet, kendine ait bu topraklardan öşür almıyordu. Devlet bu toprakları icara verdiğinde, şahıslardan buna karşılık bir vergi alıyordu. Vergi ve haraç alınan topraktan ayrıca öşür vermek gerekmediği; senedi, illetli de olsa bir hadiste geçmektedir.(Nasbu'r-Raye, 3-442)
Fakat son dönemlerde yapılan toprak ve arazi reformları bu statüyü değiştirdi. Bütün araziler şahıslara temlik edilerek tescil ve tapulandırıldı. Türkiye'de şu andaki duruma göre araziler herkesin kendi mülküdür. İstediğine satabilir, hibe edebilir, miras bırakabilir, ayrıca istediği yeri de alabilir. Bu nedenle, Türkiye'deki arazilerin mahsulatından öşür vermek farzdır. Verilmediği takdirde hem günaha girmiş olunur, hem de fakirin hakkı gasbedilmiş sayılır.
Diyanet İşleri Başkanı Din İşleri Yüksek Kurulunun bu konu ile ilgili 18.12.1981 tarihli açıklaması şöyledir:
"İslâm Hukukuna göre, Müslüman bir ülkenin sınırları içinde bulunan ekilip biçilen topraklar:
a. Memleket arazisi (arazi-i emîriyye),
b. Mülk arazi (Öşür ve haraç arazileri),
c. Vakıf arazi (arazi-i mevkûfe) gibi kısımlara ayrılır.
Bunlardan memleket arazisinin mülkiyeti devlete ait olup tasarrufu (ekilip biçilmesi); senelik belli bir ücret veya elde edilen mahsûlün sekizde bir, onda bir... gibi bir kısmı karşılığında tâlib olan ve devletçe uygun görülen ferdlere verilmiştir. Ekip biçmek üzere kendilerine bu arazilerin verildiği kimseler bu topraklarda kiracı; ödedikleri vergi ve hisseler de kira bedeli sayılmıştır. Hanefî mezhebine göre, bir arazide kira ile öşür birleşemeyeceğinden, bu durumdaki arazilerin mahsullerinden ayrıca öşür gerekmiyeceği beyan edilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu zamanında İnparatorluk sınırları içinde kalan arazi, genellikle memleket arazisi (arazi-i emîriyye) kabûl edildiğinden, elde edilen mahsûlden devlete verilen onda bir, sekizde bir... gibi hisseler, bu toprakların kira bedeli sayılmıştır.
Fakat devletçe, daha sonra özel kanunla bu araziler ekip biçenlere mülk olarak verildiğinden, hâlen bu topraklar mülk arazi hükmünde bulunmaktadır. Bu itibarla elde edilen mahsûlün zekâtının verilmesi gerekir. Toprak mahsullerinin zekâtına, bilindiği üzere 'öşür' denilmektedir."
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet