Bektaşi ya da Alevi ocakları hakkında bilgi verir misiniz? Mevlevilik'te ocak sistemi var mıdır?

Tarih: 08.06.2011 - 10:48 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

OCAK: Türkçe'de "ısınma, pişirme vb. amaçlar­la ateş yakmak için düzenlenmiş yer" an­lamındaki ocak kelimesi mecazi olarak soy, boy, kök; dirlik düzenlik mânalarında da kullanılır.

İnsanoğlu, kendisi için bu kadar değerli olan ateşin sönmemesi ve kontrol­lü biçimde yakılabilmesi için ilk ocakları meydana getirmiş (Uhri, s. 27), zamanla ocak ev ve mekânla özdeşleşerek evin vaz­geçilmez birimi haline gelmiş, ocağın yan­ması bir anlamda evin, ailenin devam et­mesi şeklinde algılanmış ve aile bir ocak olarak görülmüştür. En eski uygarlıklar­dan bu yana aile ocağının ve ailenin kut­siyetine inanılmıştır.

Ocak Türkler'de de saygı duyulan bir un­sur, aynı zamanda ailenin devamıdır. Eski Türkler'deki atalar kültü ile bağlantılı ol­ması kuvvetle muhtemel olan "aile ocağı" terimi ocağın yanmasının soyun devamı olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır. Eski Türk inancına göre aile ocağı atala­rın mukaddes yadigârıdır. Büyük atanın ve büyük ananın ruhları aile ocağında daima hazır bulunur, bu sebeple bunları takdis etmek ve bunların hürmetine ocağı sön­dürmemek gerekir (Yörükân, s.68-69). Kırgız-Kazaklar'da aile ocağını temsil eden çadıra saygı gösterilmesi (Günay- Güngör, s. 77), göçebelerde evin ocakla özdeşleş­tirilmesi (Polat, s. 218) yine ocağın soyla ve aile ile eşdeğer kabul edilmesinin sonu­cudur.

Türkler arasında ocakla ilgili olarak ge­rek İslâm öncesi dönemde gerekse İslâ­miyet'in kabulünden sonra birtakım inanış ve uygulamalar ortaya çıkmıştır. Sa­manların atalar tarafından yakıldığına ina­nılan ocağın ruhuna dua (İnan, s. 44), Yâkutlar'ın ocağa karşı yemin etmeleri, Kır­gız-Kazaklar'da gelinin ocağın etrafında üç defa dolaştırılması, ocaktaki ateşe yağ atıp secde etmesi (Tanyu, IV, 292; Selçuk, s. 271), Anadolu'nun pek çok bölgesinde, özellikle Tahtacılar'da yeni evlenen çiftle­rin ocak kazma töreni yapması, ocağa su dökülmemesi, tükürülmemesi, hava ka­rardıktan sonra kimseye ocaktan ateş ve­rilmemesi, yeni yapılan eve dostluk sim­gesi olarak ocak taşı verilmesi, ocağa and içilmesi gibi inançlar bu saygı ve kutsiye­tin göstergeleridir. Herhangi bir hastalığı iyileştirme konusunda izinli olduğuna ina­nılan ve babadan oğula geçen bu uygula­mayı devam ettiren kişilere "ocaklı", bu aileye de "ocak" adı verilir. Ocaklılar kadın veya erkek olabilir. Genellikle kırsal kesimde yaygın olan bu ocaklar temre ocağı, alazlama ocağı, uçuk ocağı, sarılık ocağı, sıtma ocağı, nazar ocağı, baş ocağı, dola­ma ocağı gibi adlarla anılır (Kalafat, s. 111-112).

Ocağın Türk tasavvuf kültüründe önem­li bir yeri vardır. Mevlevîler'de Âteşbâz-ı Velî'nin makamı olarak kabul edildiği için ocağa saygı gösterilir, ocağa niyaz etme­den âyine başlanmaz. Ocağa niyaz ocak temizse öpülerek, öpülemeyecek bir hal­deyse baş kesilip el değdirilerek ve elin şa­hadet parmağı öpülerek yapılır (Gölpınarlı, s. 37).

Büyük mevlevîhânelerde Âteş­bâz-ı Velî ocağı denilen bir ocak bulunur, belirli günlerde bu ocakta Âteşbâz-ı Velî kazganı denilen bir kazanda yemek pişiri­lir, yemek ocaktan indirilince gülbank çe­kilirdi (Gülcan, s. 71-72). Eşik ve ocak bir Mevlevî dergâhının en kutsal yeri kabul edilirdi (Gölpınarh, s. 37), Bektaşî tekke­lerinde meydanın kıble yönünde bir ocak bulunur, meydanda ocak yoksa bir köşe ocak haline getirilirdi. Bektaşîler'de ateş yakılan herhangi bir ocak da önemli bir yere sahiptir. Ateşin kutsal kabul edilmesi Bektaşî ve kızılbaş zümrelerinde ocağın da takdisine yol açmıştır (Ocak, Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temel­leri, s. 228).

Ocak, Alevîlikte dedenin mensup oldu­ğu soyu ifade etmek için kullanılır. Dede­lik kurumu yapısı gereği soy güden, soya tâbi olan bir kurumdur. Buna göre bir de­de öldüğünde yerine oğlu geçmektedir. Bu olgu Alevî geleneğinde ocak şeklinde ad­landırılır (Tanyu, IV, 292; Yıldız, s. 323). Bu anlamda her dedenin bir ocağı bulundu­ğuna, ocakların kutsal temellere dayandı­ğına inanılır. Bu ocakları oluşturan ailele­rin her biri soylarını Sarı Saltuk, Abdal Mûsâ. Karaca Ahmed, Otman Baba, Şücâüd-din Baba, Seyyid Ali Sultan gibi şahsiyet­lere, onların soylarını da Hz. Peygamber'e ulaştırırlar. Ocaklar zaman içerisinde de­deler tarafından kurumsal hale getirilmiş, soydan gelenlere "ocakzade" denilmiş, de­delik görevinin ocakzadeler tarafından ye­rine getirilmesi gelenek halini almıştır. Ah­met Yaşar Ocak'a göre eski kabile şefleri ve dinî reisler olan Türkmen babaları za­manla Hz. Ali soyundan geldiği kabul edi­len dedelere dönüşmüş, soyları da ocak adı verilen kutsal dede soylarını meydana getirmiş, Alevî zümreleri bu ocaklara bağ­lanmıştır. Ona göre bu ocakların her biri Alevîlik bünyesinde bir tarikat sayılabilir (Türkler, Türkiye ve İslâm, s. 49).

Ocak­ların ne zaman ortaya çıktığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşler Hacı Bektâş-ı Velî zamanında orta­ya çıktığı, ondan daha önce de var olduğu ve Hz. Ali soyundan gelen ailelerce oluş­turulduğu, Şah İsmail döneminde görüldüğü ve Anadolu'ya gelen Türkmen ta­baları tarafından teşkil edildiği şeklinde özetlenebilir.

Alevî ocakları işlevlerine göre mürşid, pîr, rehber, düşkün ocakları; örgütlenme tarzına göre bağımsız ocaklar, Hacı Bektaş çelebilerine bağlı ocaklar; uygulama farklılıklarına göre erkânlı ocaklar, pençe­li ocaklar; bağımsız ocakların bir bölümü­nün sonradan çelebilere bağlanmasıyla oluşan yapıya göre de dönük ocaklar, purut ocaklar şeklinde bir sınıflandırmaya tâbi tutulmaktadır (Yaman, Alevilikte De­deler Ocaklar, s. 80-81). Bağlı olunan oca­ğa mürşid ocağı, bağlı olan ocağa pîr oca­ğı, âdeta bir mahkeme vazifesi gören oca­ğa düşkün ocağı, yetkili oldukları bölgeler­de yolun kurallarını öğreten ocaklara da rehber ocağı denilmektedir. Aslında ocak olmayan, fakat ocakzade dede tarafından taliplerin hizmetlerini görmek amacıyla gö­revlendirilen ocaklara da dikme ocağı adı verilir.

Anadolu'da yaygın olarak bilinen Alevi ocaklarını Şücâüddin Baba, Hıdır Abdal, Kızıldeli (Seyyid Ali Sultan), Hacım Sultan, Garib Mûsâ, Battal Gazi, Otman Baba, Ebü'l-Vefâ, Sarı Saltuk, Akyazılı Sultan, De­mir Baba, Sarı İsmail, Abdal Mûsâ, Kara-donlu Can Baba, Hubyar Sultan, Kara Pîrbad, Dede Garkın, Boz Geyikli, Kureyşanlı, Kalender Velî, Kaygusuz Sultan, Ağuiçen, Üryan Hızır, Derviş Cemal, Pîr Sultan, Kul Himmet, Koca Haydar, Baba Mansur, Şadıllı şeklinde sıralamak mümkündür.

(bk. Haşim ŞAHİN, T.D.V., İslam Ansiklopedisi, OCAK mad., İstanbul, 2007, XXXIII/316)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun