Osmanlı Devletinde devşirme usulü nasıldı? Yeniçeri Ocağı İslam Hukukuna uygun mudur? Hacı Bektaş-ı Veli kimdir? Osmanlı yeniçeri teşkilâtı Bektaşi midir?

Tarih: 19.06.2011 - 01:13 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Osmanlı Devletinde Devşirme Usulü Nasıldı?

İhtiyaca göre üç beş senede bir ve bazen daha uzun fasılalarla Hıristiyanlardan (Yahudilerden alınmazdı) 14-18 yaş arasındaki çocukların gürbüz ve sağlam olanları alınırdı. Evvelâ, Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan'dan, daha sonraları Sırbistan ve Bosna-Hersek'ten ve Macaristan'dan XV. Yüzyılın sonlarından itibaren yavaş yavaş Anadolu'daki  Hıristiyan tebaadan, XVII. Yüzyılda  ise umumi olarak bütün Osmanlı memleketlerindeki Hıristiyan tebaadan devşirme alındı.

Devşirmeye ihtiyaç olunca Yeniçeri Ağası Divana baş vurarak ihtiyaç miktarını bildirir ve devşirmeye gidecek olan Ocak Ağalarını seçerdi. Bunun üzerine devşirilecek mıntıkalara emirler gönderilerek Sancakbeyi, Kadılar ve Topraklı süvarilerin yardımı temin olunur, ayrıca Ocaktan bir Devşirme emini ile bir Devşirme memuru tâyin edilirdi. Devşirmenin kadıların kontrolünde yapıldığı kesindir. Devşirme Ağası da denilen Devşirme memurunun eline ferman ile birlikte aynı şeyleri bildiren bir Yeniçeri Ağası mektubu verilirdi. Fermanda, her mıntıkadan alınacak oğlan adedi kazalara göre tespit edilmişti.

Devşirme memuru bu mıntıkaları bizzat gezerek evsafı haiz çocuklardan kırk evden bir oğlan hesabıyla devşirirdi. 14-18 yaş arasında olanlar tercih olunur ve evliler alınmazdı. Devşirilen oğlanın köyü, kazası, sancağı, baba ve anasının ve sipahinin isimleri, yaşı, bütün eşkâli ve Sürücü denilen sevk memurunun adı bir deftere yazılır, bu defter iki nüsha olur, biri Devşirme memurunda, biri Sürücü denilen görevlide bulunurdu. Kanun mucibince çocukların en asilleri, papaz çocukları, iki çocuğu olanın biri, birkaç çocuğu olanın en güzeli ve sıhhatlisi seçilirdi. Ailenin tek çocuğu alınmazdı.

Yavuz Selim devşirme usulünü kaldırmışsa da XVI. Yüzyılın sonlarında yine konmuştu.

Devşirilen oğlanlar devlet merkezine gelince iki üç gün istirahat eder, oğlanlara şehadet getirtilip Müslüman edilirdi. Sonra Yeniçeri Ağası tarafından teftiş olunur, içlerinde sünnetli bulunup bulunmadığına bakılır, uygun çıkanlar eşkâl defterine kaydolunup Acemi Ocağı cerrahı tarafından sünnet edilirlerdi. Bunu müteakip becerikli ve seviyeli olanlar saray için, gürbüzceleri Bostancı Ocağı için ayrılır, öbürleri Anadolu ve Rumeli ağaları vasıtasıyla Türk köylülerine dağıtılırdı. Buna "Türk'e vermek" denirdi. Orada muayyen bir müddet hizmet ettikten ve hem İslâm'ı ve hem de Türkçe'yi öğrendikten sonra, eşkali yoklanıp Acemi Oğlanı yazılırlardı. Bu yazılmaya "Torba yazısı", yazılanlara da "Torba oğlanı" denirdi.

Acemi Ocağında askerî ve meslekî eğitim görenler, kabiliyetlerine göre Yeniçeri Teşkilâtına, Enderun Mektebine veya başka yerlere alınırdı. Bunlardan sadrazam, paşa, Sancakbeyi ve benzeri mülkî ve askerî makamlara yükselenler çoğunluktaydı.

Osmanlı Devleti'nin duraklama ve gerileme dönemlerinde, devşirme kanunlarının uygulamasında da ciddi manada aksaklıklar ve hatta zulümler yaşandığını maalesef Siyâsetnâmelerden okuyoruz. Oğlan devşirmeye memur olan zağarcı veya sekbanların kendi keyifleriyle işler yaptıklarını; kanunen bir oğlu olan zimmîden devşirme yapılamamasına rağmen, rüşvet alarak ve zulmen bu yola başvurduklarını; itiraz eden erkekleri ayaklarından ve kadınları da saçlarından astıklarını ve buna benzer ciddi hatalar yapıldığını Tarihçi Âli anlatmaktadır.

İşte Yeniçeri Teşkilâtının iki önemli kaynağı bunlardı. Bu iki kaynak suiistimal ile bozulunca, Yeniçeri Teşkilâtı ve Devlet Teşkilâtı da bozulmuştu.

Yeniçerileri, bunların ağalarını ve merkezdeki askerî teşkilâtı yani Kapı Kulu Ocaklarını kısaca özetler misiniz? İslâm Hukuku açısından bunların izahını nasıl yaparsınız?

Türk, milleti asker bir millettir. Osmanlı Devleti de selefi olan diğer Türk Devletleri gibi asker bir devlet olmuştur. Bu sebeple malî hukukunu, toprak rejimini ve devlet teşkilâtını askerî gayelere uygun olarak tanzim etmiştir. Osmanlı Devleti'nin ikinci padişahı olan Orhan Gâzî, Yaya ve Müsellem denilen piyade ve süvari teşkilâtını kurmuştu. Yayalar, sefer zamanlarında günde iki akçe yevmiye ile hizmet eden, seferden sonra ise ziraat işine dönen ve vergiden muaf olan daimî ve ücretli bir piyade ordusuydu. Müsellem ise, benzeri özelliklere sahip muvazzaf süvarilere denmekteydi. I. Murad, babasının bu çeşit askerlerini aynen korumakla birlikte, Osmanlı ordusunu yeniden tanzim etmişti. Osmanlı Devleti'ni zaferden zafere koşturan ve ancak bir buçuk asırda teşkilâtı tamamlanabilen bu yeni düzenlemeye göre Osmanlı ordusu iki kısımdı.

1. Kapı Kulu Askerleri ve Yeniçeri Ağası:

Bizzat devlet reisi demek olan padişaha bağlı olmak üzere, daimî ve maaşlı (ulûfeli) bir yaya ve atlı ordusu demek olan kapı kulu askerleridir. Bunlara kapı kulu denmesinin sebebi şudur:

İslâm hukukuna göre savaşlarda elde edilen esirler hakkında yapılacak muamele hususunda, devlet başkanı şu seçimlik haklara sahiptir:

- Savaş hukukunun gereği ve İslâmiyeti yaymak amacıyla gerekiyorsa devlet reisi onları öldürtebilir.

- Müslümanlara yararlı olması için onları köle olarak kullandırabilir.

- Onlarla zimmîlik andlaşması yapabilir.

- Hanefi mezhebinde tartışmalı olmakla birlikte, bedel karşılığı onları salıverebilir.

Başta Gelibolu ve İstanbul Acemi Ocağı olmak üzere Acemi Ocaklarında yetiştirildikten sonra, Çandarlı Kara Halil'in gayretleriyle Yeniçeri adıyla padişahın daimî hassa ordusu haline getirilmişlerdir. Zamanla devletin en önemli vurucu gücü haline gelen bu askerî grubun ilk çekirdeği "esirlerin Müslümanlar yararına kul (köle) olarak istihdamı" şeklindeki şer'î hükümden kaynaklandığı için "kapı kulu askerleri" adını almışsa da, daha sonraki dönemlerde bunlara köle muamelesi yapılmadığı gibi, aynı zamanda fethedilen ülkelerin Müslümanlaştırılması ve Türkleştirilmesine hizmet eden devşirme usulüyle, esir olan ve olmayan Hıristiyan çocukları da Yeniçeri Ocağı'nın önemli kaynağı haline gelmişlerdir.

Ulûfeli askerler de denen "kapı kulu askerleri" yayalar ve süvariler diye ikiye ayrılmıştır.

a) Yayalar:

Bunların en önemlileri;

Acemi Oğlanları: Rumeli ve Anadolu eyâletlerinden devşirilen yarar oğlanlar, devlet erkânının hizmetine ve acemi ocaklarına tevzi edilirdi. Belli bir hizmet müddetinden sonra acemi oğlanı olur ve yeniçeriliğe geçmeye hak kazanırlardı.

Yeniçeriler:  Bunlar Osmanlı ordusunun temelini teşkil  ediyordu. Kendi aralarında cemaat ortaları (ser piyâdegân), ağa bölükleri ve sekbanlar diye üçe ayrılmışlardı.

Cebeciler: Orduya harp malzemelerini temin eden bir askerî sınıftı.

b) Süvariler:

Bunlar da Sipah (kırmızı bayrak bölüğü), Silâhtar (sarı bayrak bölüğü), Azep (hafif piyade) ve Akıncılar gibi kısımlara ayrılmışlardı. Yaya, yörük ve müsellem gibi gruplar artık üçüncü plândaydı.

Kapıkulu askerlerinin temelini teşkil eden Yeniçerilerin âmiri Yeniçeri Ağasıdır. (Ağay-ı Yeniçeriyân-ı Dergâh-ı Ali). Yeniçeri ağası, Yeniçeri ocağı ve Acemi ocaklarından sorumlu tek yetkilidir. Vezirlik rütbesine sahip olan Yeniçeri Ağaları, Divan-ı Hümâyûn'un üyesidirler. Ayrıca divanda görevli olan ve Rikâb-ı Hümâyûn veya Özengi Ağaları denen ağaların reisidir.

En önemli yetki ve vazifeleri şunlardır: İstanbul'da ve çevresinde şer'e ve kanuna aykırı gördüğü şeyleri yasaklar; suçluları, eğer bağlı bulunduğu bir daire varsa yetkililere teslim eder, yoksa bizzat şer'î cezalarını verir. Şehrin asayişini temin için daima kol dolaşıp gezer. Tutukladığı suçlular Yeniçeri ocağından değilse ve cezaları idam ise sadrazama gönderir. Ocaktan ise sadrazamdan izin almak şartıyla ölüm cezasını da kendisi verir. Bu açıdan Yeniçeri ağasının askerî yargı yetkisinin de olduğu görülmektedir.

Yeniçeri ağası, ocağın bütün idarî işlerini yürütmeye ve tayinleri yapmaya da yetkilidir. Bu hususlarda padişahın vekilidir. Ancak önemli meseleleri sadrazama arz etmekle memurdur. Bunun için her Çarşamba sadrazama gelir.

Yeniçeri ağası, ocağın işlerine, yeniçerilerin maaş ve terfilerine, ocak güvenliğine ve yeniçeriler arasındaki davalara bakan ve şikâyetleri dinleyen Ağa Divanının da reisidir. Divanın üyeleri arasında Sekbanbaşı, Kul Kethüdası ve İstanbul Ağası gibi zabitler bulunmaktadır. Divan Ağa Kapusu denen yerde toplanır ve dava, şer'î bir meseleye taalluk ediyorsa kadıya havale olunurdu. Bu bir çeşit askerî mahkemeydi.

Osmanlı Devleti'nin önce genişlemesine ve sonra da gerilemesine vesile olan Yeniçeri Ocağı, 464 yıllık uzun bir ömürden sonra,1241/1826 yılında ilga edilmiştir. Ocağın ilga edilişine vak'a-i hayriye adı verilmiştir.

Özetlemek gerekirse, Osmanlı ordusunun ilk kısmını teşkil eden ulûfeli yani millî ve profesyonel askerler üç kısımdı; Birincisi, Kapıkulu askerleriydi, ikincisi, saray halkı ve iç halkı da denen saray askerleriydi. Üçüncüsü de, kaptan-ı deryanın emrindeki tersane halkıydı.

2. Eyâlet Askerleri:

Bunların başında tımarlı veya topraklı süvariler de denilen sipahiler gelmektedir. Hafif piyade demek olan Azepler, Akıncılar, Yayalar, Yörükler ve Müsellemler de bu gruba dahildir.

Hacı Bektaş-ı Veli kimdir ve Bektaşilik nedir?

Bu konu, Osmanlı tarihinde ve İslâm düşünce tarihinde hâlâ tartışılan ve ideolojik sebeplerle istismar edilen bir konudur. Osmanlı tarihini ve bazı müesseseleri de yakından ilgilendirdiği için, kısaca mevcut görüşleri özetlemekte yarar vardır.

Evvela; Hacı Bektaş-ı Veli ile ilgili, şahsiyetine ve şöhretine uygun sağlam kaynaklara sahip değiliz. Elimizde kendisine ait olduğu söylenen ve ancak kendi döneminde yazılı nüshaları bulunmayan Makamât, Nasâyih ve Fatiha Tefsiri gibi eserleri bulunmaktadır (Bu eserlerin Hacı Bektaş'tan 200 yıl sonra yazılmış nüshaları vardır). Ayrıca Hacı Bektaş-ı Veli'ye ait menkıbeleri anlatan Hacı Bektaş Vilâyetnâmesinin mensur, manzum ve karışık nüshaları elimizde mevcuttur. Bu arada Âşıkpaşa-zâde'nin Tevârih-i Âl-i Osman'ında ve daha sonraki kaynaklardan ise, Âli'nin Künh'ül-Ahbâr'ında, Sicill-i Osmânî'de ve de Osmanlı'nın son zamanlarında Bektaşi Babalarından biri tarafından kaleme alınan Bektaşilik ve Bektaşiler adlı eserde ve benzeri kaynaklarda bazı ipuçları bulmak mümkündür.

İkinci olarak, Hacı Bektaş isimli zat, Osmanlı kaynaklarının kabul ve naklettiklerine göre, Hacı Bektaş-ı Veli diye meşhur olan büyük velilerden biridir. Aslen Şiîlerin 12 İmam kabul ettikleri şahsiyetlerden bulunan İmam Musa Kâzım yoluyla Hz. Peygamber'in nesline dayanmaktadır. Çoğu kaynaklar doğum tarihini zikretmezken, Bektaşi Babalarından Şeyh Baba M. Süreyya, 645/1247 tarihini zikretmektedir.

Horasan'da Hoca Ahmed Yesevî'nin halifesi olduğu söylenen Şeyh Lokman'dan zahirî ve batınî ilimleri tahsil eden ve halifelik makamına kadar gelen Hacı Bektaş-ı Veli, hicrî VIII. Asrın başlarında (veya bir kayda göre 680/1281'de yani Osmanlı Devleti'nin ilk nüvelerinin atıldığı günlerde) Anadolu'ya gelmiş ve Kayseri'ye yerleşmiştir. Rum erenlerinin namdarı olan ve Sivrihisar'da oturan Karaca Ahmed Sultân ile karşılaşmış ve onun iltifatına mazhar olmuştur. Anadolu'ya gelmeden hacca gittiği ve hacı unvanını aldığı söylenmektedir. Daha sonra Kırşehri Kazasının Hacım veya Suluca Karahöyük (Hacıbektaş) yöresine gelerek kendi adına bir dergah bina etmiş ve müridlerini irşada başlamıştır.

Buradaki irşad faaliyetlerine devam eden Hacı Bektaş-ı Veli, Sicill-i Osmânî'nin de katıldığı bir görüşe göre, 738/1337 tarihinde ve bazı araştırmacıların tesbitine göre ise 669/1271 tarihinde vefat eylemiştir.

Hacı Bektaş-ı Veli'nin evlenip evlenmediği de tartışmalıdır. Ancak bazı kaynaklar, Kutlu Ana ve Kadıncık Ana diye meşhur olan Fatma Nuriye Hanımla evlendiğini ve çocuklarının dahi olduğunu kaydetmektedirler.

Bu bilgilerden anlaşılmaktadır ki, Hacı Bektaş-ı Veli Hazretlerinin Ahmed Yesevî ile buluştuğu ve hatta Sultân Murâd ile yeniçeri meşvereti için bir araya geldiği şeklindeki rivayetler tamamen yanlıştır ve asılsız iddialardır. Hatta Âşıkpaşa-zâde, konuyu daha farklı bir şekilde anlatmakta ve Hacı Bektaş Veli ile Osmanlı Devleti arasında bağ kurmanın yanlışlığını vurgulamaktadır. Osmanlı Devleti'nin ilk dönem olaylarını bizzat yaşayan ve en önemlisi de Ebül-Vefâ'nın Halifesi Baba İlyas'ın torunu olan Âşıkpaşa-zâde'nin söyledikleri, şüphesiz Bektaşi Menkıbelerinden daha doğrudur.

Üçüncü  olarak,  kısaca  doğruya  en  yakın  bilgileri  vermeye  çalıştığımız  Hacı Bektaş-ı Veli'nin meslek ve meşrebi hakkındaki farklı görüşleri de aktaralım. Şöyle ki:

- Özellikle Alevî ve Şiî gruplar, Hacı Bektaş-ı Veli'nin tamamen Bektaşilik adı verilen bir inanç ekolünün kurucusu olduğunu ifade etmektedirler. Şu anda Hacıbektaş'ta her sene kutlandığı ve maalesef amelsiz bir İslâmiyet anlayışını yansıtan şekliyle Hacı Bektaş, Bektaşilik adlı bir tarikatın piri kabul edilmekte ve bu anlayış XIV. Yüzyılın ilk çeyreğinden sonra Hacı Bektaş-ı Veli Tekkesinin şeyhi olan Abdal Musa'nın yorumuyla meşhur olmaya başlamış bulunmaktadır. Önemle ifade edelim ki, Hacı Bektaş Veli'yi gerçek manada tanıyan Bektaşilerin namaz ve oruç gibi dinin emirlerini reddetmeyenleri de vardır.

- Bir grup araştırmacıya göre (Ahmed Yaşar Ocak gibi), Hacı Bektaş, herhangi bir tarikatın  piri  ve  kurucusu  değildir. Bektaşilik diye  bir tarikat  kurmamıştır. Sadece Yesevilik ile Kalenderiliğin karışımından oluşan Haydarîlik tarikatının bir mensubudur; sonradan Vefâilik tarikatına intisap etmiştir. Baba'î isyanını benimsememiş ve onun ölümünden sonra da yerine geçmiştir. Ancak Anadolu'da Suluca Karahöyük merkezli mitolojik bir Hacı Bektaş-ı Veli kültü oluşmuştur. XVI. Yüzyılın başına (907/1501) gelindiğinde, Balım Sultân II. Bâyezid'in de desteğiyle Hacıbektaş'taki meşihat postuna oturmuş ve II. Mahmûd tarafından 1826 yılında Bektaşi Dergahları lağvedilinceye kadar bu anane devam ettirilmiştir. Balım Sultân'ın teşkilâtlandırdığı Bektaşilik anlayışına aykırı ve tamamen amelden uzak bir anlayışın da zamanla var olduğunu burada belirtmemiz gerekmektedir.

- Özetle, bu tarihî zat, Hacı Bektaş-ı Veli'nin kısa hayat hikayesinde anlattığımız şekliyle büyük bir velidir. Anlatılan çoğu menkıbeler, sağlam kaynaklara dayanmamaktadır. Eserleri, onun ehl-i sünnete aykırı olmadığını göstermektedir. Bu yönüyle yeniçeri teşkilâtının  manevi  ilham  kaynağı  olmuş olabilir. Ancak  müntesipleri zamanla, onu Kur'ân ve Sünnetten uzak ve tamamen amelden mahrum bir tarikat şeyhi haline getirmişlerdir. Onun için de bu müridlerini dikkate alan halk, Bektaşi ismine akla ve hayale gelmeyecek manaları yüklemeye başlamıştır. Bu konuda son sözü tarihçi Âli'ye söyletmek en iyisidir:

"Zamanımızda Bektaşi dervişleri, baştan başa namazdan ve oruçdan uzak, mezhepleri ne olduğu belli olmayan bir bölük ortada gezenlerdir. Hacı Bektaş-ı Veli'ye intisapları sadece sözleriyledir; fiil, amel ve inanç itibariyle onunla alakaları yoktur. O velinin evladı denilen azizler de onun gibi olamamışlardır".

Yeniçeri teşkilâtına neden Tâife-i Bektaşiye ve ağalarına da neden Ağayân-ı Bektaşiyân denilmiştir? Osmanlı Yeniçeri teşkilâtı Bektaşi midir?

Önce şunu belirtelim ki, bu konuda dillerde dolaşan, Sultân Orhan veya Sultân Murad'ın Hacı Bektaş-ı Veli ile bir araya geldiği, Hıristiyan asıllı gençlerden yeni teşkil olunan askere onun eliyle börk giydirildiği, hayır dua edildiği ve hatta yeniçeri adının da Hacı Bektaş tarafından verildiği tarzındaki açıklamalar tamamen asılsızdır. Elimizde Hacı Bektaş-ı Veli ile yeniçeri teşkilâtının münasebetlerini aydınlatan gayet açık kaynaklar yani Yeniçeri Kanunnâmesi vardır. Zaten başta Âşıkpaşa-zâde olmak üzere, ilk dönem Osmanlı kaynakları da, Kanunnâmedeki bilgileri doğrular mahiyettedir.

Kanunnâmedeki hükümlerden anladığımıza göre, Hıristiyan gençlerinin genç ve dinç olanlarından yeni ve muvazzaf bir ordu teşkili fikri, Bolayır Fâtihi Süleyman Paşa'nın fermanıyla başlamış ve Bilecik Kadısı olan Kara Halil ile meşveret neticesi buna karar verilmiştir. Daha sonra Kara Halil (Çandarlı Halil Hayreddin Paşa)'in ilgili devlet erkânı ile görüşüp yeniçeri teşkilâtını düzene soktuğu bilinmektedir. Bu erkan arasında Hacı Bektaş Paşa isimli bir devlet adamı da vardır. Bunun isim benzerliği dışında Hacı Bektaş ile alakası yoktur.

Yeniçerilerin elbisesi ise, o zamanda keşif ve kerametleri bilinen Hacı Bektaş-ı Veli evladından Timurtaş Dede ve Mevlana evladından Emir Şah Efendi'ye danışılarak dualar ile giydirilmiştir. Mevlana'nın torunlarından olan zat Mevlana elbisesini giydirmeyince, kepenek denilen Hacı Bektaş-ı Veli elbisesi giydirildi. O hâlde yeniçerilerin giydiği kisveyi Hacı Bektaş-ı Veli giymiş olabilir; ancak Hacı Bektaş-ı Veli yeniçeri kurulmadan vefat ettiğinden o giydirmemiştir. Bu muvazzaf yeni ordu, kul olduğundan dolayı yeniçeri adı verilmiştir; yoksa Hacı Bektaş-ı Veli'nin isimlendirmesi değildir.

Nitekim Âşıkpaşa-zâde meseleyi şöyle açıklamaktadır:

"Bu Bektaşiler ederler kim, 'Yeniçerilerin başındaki tac Hacı Bektaş'ındır.' derler. Cevab: Yalandır ve bu börk hod Bilecik'de Orhan zamanında zahir oldu; yukaru bâbda beyân edüb dururun ve illa Bektaşiler giymeğe sebep, Abdal Musa Orhan zamanında gazaya geldi ve bu yeniçerinin arasında bile yürüdü ve bir yeniçeriden bir eski börk diledi. Yeniçeri ana verdi. Yeniçeri üsküfini çıkardı; bunun başına giydirdi. Abdal Musa Vilâyetine geldi, ol börk bile başında, sordular kim, 'Bu başındaki nedir?' Ol etdi: 'Buna elf derler' dedi. Vallahi bunların taçlarının hakikati budur".

Sonuç olarak, mesele yukarıda özetlendiği gibidir. Hacı Bektaş-ı Veli, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda emeği geçen maneviyat erlerinden ve Horasan erenlerinden biridir. Kisve olarak da onun elbisesi tercih olunmuş bulunabilir. Bu tercihte onun evladından birinin duası bulununca ve yeniçeriler de ocaklarını onun manevi himayesinde görünce, yeniçerilere tâife-i Bektaşiyân ve ağalarına da Ağayân-ı Bektaşiyân denmiştir. Sonradan bu Horasan erenlerinden olması halini kötüye kullananlar ve meseleyi saptırılan Bektaşilik mecrasına çevirmek isteyenler elbette olmuştur. Zaman zaman aldatılan yeniçeri bölükleri de ortaya çıkmıştır. Celâlî isyanlarında bu anlayışın büyük etkisi vardır. Hatta sonradan Yeniçerilerin ahlaken bozulmalarında da bu anlayışın etkisi vardır. Bu olumsuz etkilerin izlerini Yeniçeri Kanunnâmesinde görmek mümkündür.

İşte bu olumsuz yansımalarından dolayı, 1826 yılında II. Mahmûd Yeniçeri Teşkilatı ile beraber, Bektaşi Dergahlarını da kapatmıştır. Hedef bu suistimalleri önlemektir. Osmanlı yeniçeri teşkilâtı, hele hele halkın anladığı olumsuz anlamda amelsiz bir Bektaşi grubu asla olmamıştır. Gerçek manada Hacı Bektaş'ın eserleri ve asıl tuttuğu yol ise, İslâm'dan başka bir şey değildir.

Kaynaklar ve geniş bilgi için bk. Bilinmeyen Osmanlı, Prof. Dr. Ahmed AKGÜNDÜZ; Doç. Dr. Said ÖZTÜRK.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun