Soru Cevaplarla Alevilik Gerçeği

Sesli dinle

Hayatımın mühim bir kısmı Aleviler arasında geçti. İnsanlıklarını gördüm, sevgilerini tattım. Yaşadıklarımdan sonra konuya ilgisiz kalamazdım.

Dün gibi hatırlarım... Aralarına katıldığım ilk günlerde tedirgindim. Hafızam, kulaktan duyma bilgilerle doluydu. Peşin fikirlerim ve hatalı zanlarım vardı.

Kısa zamanda ne kadar yanıldığımı anladım. Hayalimdeki sanal duvarlar yıkıldı. Komşularım ve çalışma arkadaşlarımla kaynaşmakta gecikmedik. Samimi dostluklarım oldu. Mana büyükleriyle tanıştım. Gece yarılarına kadar uzayan sohbetler ettim. Beni sevgiyle bağırlarına basan bu insanlara şükran borçluyum.

Onların hem kalbi hem de dili olmaktır niyetim. Burada, haklarında söylenen yalanları açıklamak, iftiraları çürütmek ve Alevilik gerçeğine bir nebze de olsa ışık tutmak istiyorum.

Bazı gözlemlerimi özetleyeyim...

Dikkatimi çeken erdemlerinin ilki komşulukları oldu. Duyarlı, saygılı ve ilgililer. Yardım etmeyi seviyorlar. Misafirperverlikleri atadan kalma bir miras gibi. Gelenek ve görenekleri doğup büyüdüğüm yöredekinden pek de farklı değil. Namus konusunda hassas insanlar. Kendini bilmezlerin ileri geri konuşmalarına aşırı tepki göstermeleri bundan. Sağlam bir aile anlayışları var. Akrabalık bağları kuvvetli. Çalışmayı seviyorlar. Okumaya ve öğrenmeye karşı alakaları büyük. 

Sünni Müslümanlarda olduğu gibi Alevi Müslümanlarda da dini eğitim noksanlığı açıkça görülüyor. “Dede”lerin eski tesiri yok. Dini yeterince bilmeyen bazı kimseler, kendilerini din adamı gibi göstermiş, yanlış davranışlar sergilemişler. Yeni nesillerin dinden uzaklaşmalarında bu olumsuz davranışların da büyük etkisi olmuş. Fakat dini bilen samimi “Dede”ler de var. Aleviliği şahsi menfaatlerine alet edenlerden onlar da şikayetçiler. 

Alevi gençler, atalarından devraldıkları değerleri sorguluyorlar. Cetlerine oranla daha tahsilli olmaları, yazılı kaynaklarla yüz yüze gelmeleri, “Sünni” Müslümanlarla bir arada bulunmaları, onlarda İslam dinini araştırma ihtiyacı uyandırmış. 

Yanıma gelip giden, kitap okuyan, düşünen, araştıran Alevi bir gencin şu sözleri hâlâ kulaklarımda çınlar:

“Ben yıllarca Hıristiyanlar arasında yaşadım. O zaman başladı sorgulamalarım. Yerimi tayin etmeye çalışıyorum. Ben kimim? Hıristiyan mıyım? Hayır. Musevi miyim? Hayır. Budist miyim? Hayır. Müslüman mıyım? Evet. Şu halde İslam nedir? Alevi olmak ne demektir? Sözün kısası ben kendimi, kimliğimi arıyorum.”

Bir konunun anlaşılmasında kavramları tanımlamanın önemi büyüktür. Her terim açık seçik bilinmeli. Tanımlar öznel olmamalı. Mutlaka kaynaklara inilmeli. Ben de bu yolu izleyeceğim. Tanımları verdikten sonra Alevi büyüklerinden alıntılar yapacak, deliller göstereceğim. 

Aleviler Müslüman mıdır? 

Elbette, ona ne şüphe! Fakat hakikaten Alevi olmaları şartıyla... Hiçbir dine inanmamakla, hatta ateist/tanrıtanımaz olmakla birlikte, şu ya da bu sebeple kendini Alevi diye tanıtan kimseler de var. “Hakikaten Alevi olmaları şartıyla” demem bundan. 

Alevi diye kime derler? 

Alevilik yolunu benimseyen kimseye derler. 

Şu halde Alevilik nedir? 

İslam dinini algılama, yorumlama ve yaşama biçimlerinden biridir. 

Alevi terimi nereden geliyor?

Hazreti Ali muhabbetinden... Aleviler, Hazreti Ali radıyallahu anhın, dolayısıyla Peygamber Efendimizin soyundan gelenlere sevgi duymayı “en hayırlı yol” kabul ederler. “On İki İmam” diye adlandırılan din büyüklerine büyük saygı duyarlar. 

Alevilik bir fıkıh mezhebi midir?

Hayır, tasavvuf yollarından biridir. Fıkıhta, hak bilinen mezhepleri esas alırlar. Alevi büyüklerinden olan Kul Himmet şöyle der:

Dinleyip öğüdün almayan kişi
Dinin, tarikatın bilmeyen kişi
Dört mezhep nedendir görmeyen kişi
Harap olur, nice kuldur, efendi.

Alevi ile Bektaşi arasında ne fark var?

Özü birdir... Benzer yorum biçimini benimsemişler. “Hacı Bektaş-ı Veli” adlı evliyadan feyiz alanlara Bektaşi denmiştir. 

“Dede” ve “Baba” diye kimlere derler?

Alevi büyüklerine Dede, Bektaşi büyüklerine Baba demek adet olmuştur. Her ikisi de hürmet ifadesidir. 

Aleviler ve Bektaşiler inandıkları gibi yaşıyorlar mı?

Hem evet, hem hayır... Dinini bilen ve yaşayanlar da vardır, bilmeyen ve yaşamayanlar da. 

“Cem evi” nedir?

Alevilerin dergahlarıdır. “Cem” toplanma demektir. “Cami” ile aynı kökten gelen bir kelimedir. Osmanlılar zamanında Bektaşilerin tekkeleri vardı. Yeniçerilerin ekseriyeti Bektaşi idi. 

Alevi ya da Sünni olmak iyi Müslüman olmanın ölçüsü müdür? 

Kişinin kendini “Sünni” ya da “Alevi” diye tanımlaması “iyi Müslüman” olmasına yetmez. Mühim olan inanma ve yaşama biçimidir. İnancı bozuk, işleri çürükse, kim olursa olsun, kendine ne ad takarsa taksın, kamil insan, iyi Müslüman olamaz.

Alevilik diye adlandırılan İslami yorum biçiminin yazılı kaynakları yok denecek kadar azdır. Hakkında birbirine taban tabana zıt yorumlar yapılabiliyor olmasının bir sebebi de budur. Her topluluk, kendine uyan bir tanımla ortaya çıkıyor. Kimi politik amacına araç yapıyor onu, kimi dini kökeninden koparmaya çalışıyor, kimi de kendi yaşama biçimini Alevilik diye sunuyor. 

Söz gelişi, ebeveynleri Alevi olan fakat kendileri hiçbir dine inanmayan bazı kimseler “Alevilik bir kültürel yaşam biçimidir” diyerek onu dini bağlamından koparmaya çalışıyorlar. Bir kısım namazsızlar, kendi meşreplerini Alevilik diye sunarak “Alevilikte namaz yoktur” diyebiliyorlar. 

Yok mu gerçekten? Birazdan göreceğiz. 

Hakiki Aleviler ise bir yandan haklarında söylenenleri izliyor, bir yandan da “işin doğrusunu” anlatmaya çalışıyorlar. Bunun için de Alevi öncülerinin şiirlerini okuyor, semahlarını dinletiyorlar. Çünkü Alevi büyükleri, bilgilerini ve duygularını şiirlerle anlatmışlar. Kültürel birikimlerini daha sonraki nesillere nutuklarla, nefeslerle, deyişlerle intikal ettirmişler. 

Bu nedenle, Aleviliğin ne olduğunu anlamak için öncelikle Alevi mürşitlerin didaktik şiirlerine bakmak gerekir. Bir yolun adabını o yolun öncülerinden daha iyi kim bilebilir ki! 

Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Kul Hüseyin bu mürşit şairlerin en ünlüleridir. Biz de onlardan soralım. Bakalım nasıl tanımlamışlar yürüdükleri yolu.

Alevilerin tartışmasız en büyük rehberlerinden biri olan Pir Sultan Abdal Aleviliği şöyle tarif ediyor:

Muhammed dinidir bizim dinimiz
Cibril-i Emin’dir hem rehberimiz
Tarikat altından geçer yolumuz
Biz müminiz, mürşidimiz Ali’dir. 

Başka bir şiirinde şöyle der:

Şeriat yolunu Muhammed açtı
Tarikat menzilini Ali seçti. 

Şeriat, “din” terimiyle eşanlamlıdır. İlahi emir ve yasaklardan ibarettir. Cibril-i Emin, Cebrail isimli vahiy meleğidir. Tarikat ise, kuvvetli bir imandan sonra, ibadetler ederek, günahlardan sakınarak kalbini arındırıp “kâmil insan” olmanın yolları demektir. Yukarıda “Alevilik bir tariktir, bir tasavvuf yoludur, bilinen anlamda bir mezhep değildir” dememin sebebi budur. 

Kul Himmet de aynı konulara temas eder:

Şefaatçim Muhammed Mustafa’dır
İmamımız Ali ayn-ı vefadır. 

Şair, Peygamber Efendimize bağlılığını şu mısralarında gayet özlü bir biçimde dile getirir:

Miraçtaki Muhammed
O benim padişahımdır.

Alevi Müslümanlar tarafından çok sevilen Kul Hüseyin ise tasavvuftaki “şeriat, tarikat, hakikat, marifet” sıralamasını benimsediğini şu mısralarıyla dillendirir:

Evvel kapı şeriattır girerler
Tarikatta gonca güller dererler.

İkinci adımımız “iman” meselesi olsun. Peygamber, Kitap, Ahiret gibi iman rükünleri hakkında ne diyorlar, görelim. 

Pir Sultan Abdal, imanını şu kıtasıyla dile getirir:

Muhammed dünyaya geldi
Kalbimiz nur ile doldu
İmam Cafer hocam oldu
Okurum Kuran’dan beri.

İmam Cafer Hazretleri, On İki İmam’ın büyüklerinden olup ilim ve takvasıyla meşhur önemli bir âlimdir.

Kul Himmet ise, muhabbeti tanımlarken şu mısralarla coşar:

Muhabbettir lailahe illallah
Muhabbettir Muhammed Resulullah
Muhabbettir Ali şah veliyullah
Üç isim manada birdir, muhabbet.

Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed onun resulüdür. Ali, Allah’ın şah velisidir. Bunlar birbirinden ayrılmaz. Hepsini sevmek gerekir. Üç isim, yani Allah, Muhammed ve Ali aynı manayı dile getirir. Hazreti Ali velidir. Hazreti Muhammed peygamberdir. Veli, peygamberin mesajını taşır. Peygamber ise, Rabbinden gelen vahyi tebliğe memurdur. Bu şiirde Hazreti Ali sevgisinin Allah ve Peygamber sevgisine vasıta olduğu açıkça bellidir. 

Pir Sultan, muhabbet faslında daha da özlü konuşur:

Muhabbet nedir? Muhammed.
...
Rehber Muhammed’dir, mürşit Ali’dir.
... 
Aşk ile yürüdük sen pire geldik
Muhammed cemalin seyrana geldik. 

Kul Hüseyin, kabir sualinden bahsederken şöyle der:

Azrail gelince çekilir zahmet 
Kabire varınca kopar kıyamet
Rabbim Allah deyip, nebim Muhammed
Ol makamda söz budur cevap budur.

Kul Hüseyin, bir alev dili gibi insanın içini yakan şiirinde Peygamber Efendimize şu sözlerle seslenir:

Sabahın seherinde yârin yolun gözlerim
Al elim ya Muhammed divanda ağlatma bizi
Hem kalbimde şahadetsin hem dilimde ezberim
Al elim ya Muhammed divanda ağlatma bizi.

Pir Sultan Abdal melaike, kabir suali, sırat ve ahiret hakkında şöyle der:

İki melek gelir sual sorarlar
Dökerler hurcunu cevher ararlar 
Bir kılın üstüne köprü kurarlar
Geçemezsin Hakka kul olmayınca.

Ya ibadet? Ya namaz? Bakalım bu konuda ne buyurmuşlar.

Pir Sultan Abdal şu şiirinde namazı tavsiye eder:

Ay Ali’dir, Gün Muhammed
Kılasın farz ile sünnet
Yedi tamu, sekiz cennet
Bülbül oynar gül içinde. 

Burada, Gün yani Güneş Peygamberimize, Ay ise Hazreti Ali’ye benzetilmekle, feyiz kaynağının Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi vesellem olduğu anlatılmaktadır. Şiirde geçen “tamu” cehennem demektir. Şair, başka bir şiirinde şöyle der:

Hani bizden evvel gelen 
Beş vaktini tamam kılan
On parmağı pınar olan
El Muhammed, Ali’nindir. 

Pir Sultan, şu mısralarında kendi nefsine hitap ederken, başkalarına ders verir:

Pir Sultan Abdal’ım ölürüm deme
Kıl beş vakit namaz kazaya koma
Sakın bu dünyada kalırım deme
Tenim teneşirde, özüm sağdadır. 

Kul Hüseyin de namazı tavsiye eder:

Müminin selamını almalı
Tarikatta tasdik olup durmalı
Üç sünneti yedi farzı kılmalı
Kırk makamda dört duvarın babı odur. 

“Üç” sünnet ve “yedi” farzın, “yirmi üç” rekat sünnet ve “on yedi” rekat farz olmak üzere toplam kırk rekat günlük namaz olduğu açıktır. Alevilikte namaz yoktur diyenlerin kulakları çınlasın! 

Kul Himmet namazın önemini şöyle dile getirir:

Namazı sorarsan ağız tadıdır
Şeriatın edebidir, ududur. 

Sonra da bu önemli ibadeti tarif eder:

Dinleyip öğüdün almayan kişi
Dinin, tarikatın bilmeyen kişi
Dört mezhep nedendir görmeyen kişi
Harap olur, nice kuldur, efendi.
Sabah dört, öğlen on, bana beyandır
İkindi sekiz, gerisi nihandır
Akşam beş, yatsı on üç, bil ayandır
Bunları öğrendik, bildik efendi.
Bir günün farzını on yedi buldum
Sünneti yirmi üç, vitiri kıldım
Sualine cevap vermeye geldim
Var sen de kaçanı üttür efendi.

Buraya kadar yaptığımız alıntılardan da anlaşılacağı üzere, Alevi pirler, temel konularda Sünnilerle aynı çizgidedirler. Allah, Kuran, ahiret, melaike, ibadet ve benzeri meselelerdeki tavırları hiçbir yoruma ihtiyaç bırakmayacak kadar nettir.

Bu vesileyle bir noktayı daha aydınlatmakta fayda var. Malum kimseler, Pir Sultan Abdal’ı daima siyasi cephesiyle nazara vermek arzusundadırlar. Oysa o, katılmak zorunda kaldığı kargaşanın ıstırabı içindedir. Çünkü birbiriyle mücadele edenler iki Müslüman topluluktur. Pişmanlık ve üzüntüsünü şu mısralarıyla dile getirir:

Atlarımız yemin yedi silindi
İki kardeş karşı karşı salındı
Ciğerciğim delik delik delindi
Sal Allah’ım sal sılaya gideyim. 

Allah rızası için barış içinde yaşamak varken eski zamanlarda zuhura gelen ihtilafları bugüne taşıyıp düşmanlıkları körüklemenin kime ne yararı var

Yukarıda bazı terimleri tanımlamış, Alevi teriminin “Hazreti Ali muhabbetini meslek ittihaz eden” manasına geldiğini söylemiştim. Kaynaklarda görülen ifadeler ise, Aleviliğin bir tasavvuf yolu olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Tıpkı Mevlevilik gibi... Mevlevilikteki “sema”nın yerini Alevilikte “semah” almıştır. Mevlevi dergâhları caminin alternatifi olmadığı gibi cem evleri de mescidin alternatifi değildir. Öbür İslam mezhep ve meşreplerine Sünnilik namını takarak Alevilik adına muhalefet etmek yersizdir. Aleviliği İslami daireden ayırıp dine muhalif bir felsefe gibi takdim etmek ise büsbütün hatadır, iftiradır, ihanettir. 

Sahih Alevilerin imanı İslam imanıdır. Nitekim şiirlerinde bunu da açıkça gördük. Hazreti Muhammed aleyhisselamın son peygamber olduğunu bilirler. Dinin esası olan Kuran-ı Kerim’in emirlerini kabul eder, uygulamaya çalışırlar. Hazreti Ali Efendimizi ise, iman hakikatlerini yaymak için hayatını veren bir mürşit bilir, ondan feyiz alırlar. On İki İmam’ı, Peygamberimizin neslinden geldikleri ve dine hizmet ettikleri için severler. 

Hakiki Alevilerin temel konularda öbür Müslümanlardan farkları yoktur. Her ikisi de aynı ilaha, aynı peygambere, aynı kitaba inanırlar. Binlerce birlik cihetleri vardır. Alevi ve Sünni kelimeleri daha ziyade tarif için kullanılır. Esasen netice birdir. Çünkü Sünni, “Peygamber Efendimizin izinde giden” demektir. Hazreti Ali de kuşkusuz bu yoldan gitmiştir. Alevi ise, “Hazreti Ali radıyallahu anhı seven” demektir. Sünni Müslümanların Hazreti Ali radıyallahu anhı sevmediğini kim söyleyebilir! Ekser Sünni tarikatların da şahı yine Hazreti Ali kerremallahu vechedir. 

İki Müslüman topluluk arasındaki fark, daha ziyade yorumlardadır, ayrıntılardadır. Biraz da tarikattaki usul farkından dolayıdır. Bu fark, iki Sünni tarikat arasında da kısmen mevcuttur.

Alevilikte “Ehlibeyt” sevgisinin önemli bir esas olduğunu biliyoruz. Şu halde nedir Ehlibeyt ya da kimlerden oluşur? Bu sevginin dinimizdeki hükmü nedir? 

Ehlibeyt, Peygamber Efendimizin ev halkıdır, onların neslinden gelen güzide Müslümanlardır. Dolayısıyla Hazreti Ali Efendimizin de soyundan. Peygamber Efendimiz, bir hadisinde “Her peygamberin nesli kendindendir. Benim neslim Ali’nin neslidir” buyurur. 

On İki İmam, yani Hazreti Ali, Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyin, Hazreti Zeynel Abidin, Hazreti Muhammed'ül Bakır, Hazreti Cafer'üs Sadık, Hazreti Musa-i Kazım, Hazreti Aliyy'ür Rıza, Hazreti Muhammed'ül Takiyy'ül Cevad, Hazreti Aliyy'ün Naki, Hazreti Hasan'ül Askeri, Hazreti Muhammed Mehdi bu mübarek neslin en büyükleridir. 

Her Müslüman onları sever ve sayar. Ehlibeyt muhabbeti her mümine vaciptir. Çünkü Kuran’ın emridir: “Resulüm sizden peygamberlik vazifesine karşılık ücret istemez. Yalnız yakınlarına sevgi istiyor.” 

Peygamber Efendimiz ise, bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Size verdiği nimetlerden dolayı Allah’ı sevin. Beni de Allah için sevin. Ehlibeytimi de benim için sevin.”

Şüphesiz, her konuda olduğu gibi, Ehlibeyt muhabbetinde de ölçülü olmak gerekir. Aksi halde, Hazreti İsa aleyhisselama dengesiz sevgilerinden dolayı “ibnullah” yani “Allah’ın oğlu” diyerek sapıtan Hıristiyanlara benzemek tehlikesi baş gösterir. Sevgi, Allah ve Peygamber hesabına olmalıdır.

Ehlibeyt sevgisi kişiyi ibadet yükümlülüğünden kurtarmaz. Bilakis, daha fazla ibadete sebep olmalıdır. Çünkü seven sevdiğine benzemek ister. Sevdiğine uymayanın sevgisi ancak bir vehimden ibaret kalır. Namaz ve benzeri emirler, Peygamberimize ve Hazreti Ali’ye bile farzken, onlara tabi olanlara nasıl farz olmaz!

Hazreti Ali namaz kılar mıydı? Evet. Mescide girerken şehit edilmişti.

Güzide evlatları Hasan ve Hüseyin namaz kılarlar mıydı? Yine evet.

Ya daha sonraki imamlar? Onlar da kılarlardı.

Şu halde ne anlamı olabilir “Alevilikte namaz yoktur” demenin! Evvel yok idi iş bu rivayet yeni çıktı!

Namaz konusunda dinimizin emri gayet açıktır. İşte Nisa suresinden bir ayet: “Namazı dosdoğru kılın, muhakkak namaz, müminlere belirli zamanlarda yapılması gereken bir farzdır.” 

Şu ayet de Ankebut Suresi’nden: “Namaz kıl, zira namaz her türlü kötülükten korur.”

Peygamber Efendimiz, sahabelerine sorar: “Söyleyin bana, kapısı önünden bir nehir geçip de günde beş defa o nehirde yıkanan kişinin üstünde kir kalır mı?”

“Hayır, asla kalmaz” dediler.

O zaman şöyle buyurdu: “İşte namazın misali budur. Allah, bu beş vakit namaz sebebiyle bütün günahları siler, yok eder.”

Kuran, Hadis ve İslam tarihi hususunda yeterli bilgiye sahip olmayan bir kısım Alevileri aldatmak için bozguncular tarafından ortaya atılan bazı yalanlar var.

Birincisi: Sünni Müslümanların, Yezit isimli zalimin zulmüne taraftar olduğu yalanı... Oysa Sünniler, Peygamber Efendimizin “Güllerim, reyhanlarım, goncalarım” diyerek öpüp kokladığı sevgili torunlarına zulmeden zalimleri asla sevmezler. Kerbela faciası ve benzeri olayları gözyaşlarıyla hatırlarlar. Yezit ve Velit gibi adamları gaddar, zalim ve facir bilirler. Halis bir Müslüman onların zulmüne nasıl taraftar olur!

İkincisi: “Kuran aslını koruyamadı” demeleri. Ne çirkin bir iftira! Allah, “Kuran’ı biz indirdik, koruyacak olan da Biziz” buyurmuşken böyle bir cinayeti kim işleyebilir? Kuran, Allah kelamıdır. Cebrail aleyhisselam vasıtasıyla Peygamber Efendimize yirmi üç yılda nazil olmuştur. İnen ayetler hemen yazılmıştır. Katiplerden biri de Hazreti Ali Efendimizdir. Tahrif iddiası, başta Hazreti Ali olmak üzere, bütün sahabilere iftiradır. Allah kelamını eksiltmenin veya artırmanın “küfür” olduğunu bilen sahabeler böyle bir cinayete nasıl teşebbüs ederler? Öyle olsa, diğer sahabiler buna göz yumarlar mıydı? Onlar ki “Sahabilerim yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız kurtuluşa erersiniz” hadisiyle övülmüş insanlardır. 

Üçüncüsü: “Ali, kendini sevenlerin namazını kıldı” demeleri. Şüphesiz, bu yalanın maksadı bazı safdil Müslümanları namazdan uzaklaştırmaktır. Aklı başında bir Müslüman, bu sözü duyunca sadece güler geçer. Bilir ki Hazreti Ali radıyallahu anhın ömrü sınırlıdır. Milyonlarca kişinin namazını kılmasına imkan var mı? Kaldı ki, birinin namaz kılmasıyla, başkası sorumluluktan kurtulamaz. Bakara Suresi’ndeki “Herkesin kazandığı hayrın sevabı kendinedir ve yaptığı fenalığın zararı da yine onadır” ayeti bu hakikati açıkça gösteriyor. Hadisin ifadesiyle “dinin direği” olan namaz, bu gülünç iddialar yüzünden nasıl terk edilir? Tembellik sebebiyle ibadeti terk etmek ise büsbütün başka bir meseledir.

İhtilaftan medet umanlar var. Memleket tarlasına nifak tohumları ekiliyor. Koyun postuna bürünen kurtlara dikkat etmek şart oldu. “Müminler kuşkusuz kardeştirler” ayetinin hükmüne her zamankinden daha ziyade muhtacız. 

Teferruatta farklılık gösteren noktaları rafa kaldırmanın zamanı gelmiştir. Sahabiler arasındaki olayları tartışmak ne farzdır ne de sünnet. Dedikoduların ise günahtan başka meyvesi yoktur. Ayrılıktan bozguncular istifade eder. Müslümanları parçaladıktan sonra, birini diğeri aleyhinde kullanmak istiyorlar. Günü gelince o aleti de kıracaklar. Dinimiz hakkı için onlara fırsat vermeyelim. Binlerce birlik cihetimiz var, biz niçin birlik olmayalım? 

İlahımız bir, peygamberimiz bir, kitabımız bir, kıblemiz bir, vatanımız bir iken biz niçin bir olmayalım? Birlikten dirlik doğar. Dinimizin emrine uyup sımsıkı kenetlenme vaktidir artık. İslamiyet hem dünya hem de ahiret hayatımızın ruhudur. Manası barıştır, sevgidir, kardeşliktir. Dinimiz, ölüm karşısında yegane sığınağımızdır. Ecel söz konusu olunca susmak zorunda kalan beşeri fikirler kabir kapısında sönmeye mahkumdur. 

Yapmamız gereken ilk iş, dinimizi öğrenmek. Kulaktan duyma bilgilerin zararını çok gördük. Peşin hükümlerden sıyrılıp, hakikat aşkıyla araştırmalar yapalım. Dinin temel kaynakları olan Kuran ve Hadis önümüzde duruyor.

Peygamber Efendimizin tavsiyesini hatırlayalım: 

“Size iki şey bırakıyorum, onlara uyduğunuz müddetçe sapmazsınız: Kuran ve Sünnetim.” 

Bir başka hadisinde de şöyle buyurur:

“Size iki şey bırakıyorum, onlara uyduğunuz müddetçe sapmazsınız: Kuran ve Ehlibeytim.” 

Kuran, insanı her iki cihanda aziz edecek düsturlarla doludur. Sünnet ise, Peygamber Efendimizin nurlu yoludur. On İki İmam namıyla meşhur kamiller bir ömür hep bu yolu izlediler. Sünnet-i Seniyyenin taşıyıcıları oldular. Allah için, Muhammed için, Kuran için nice çilelere katlandılar.

Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise fani bir yolcudur. Şu kısa ömür vazifelerle dolu. Allah rızası ve ebedi cennet burada kazanılacak. Bu fırsat bir kere verilmiş. Yolculuğumuzun geriye dönüşü yok. Kabir bizi bekliyor. Dünyanın ne malı ne de makamı orada beş para etmiyor. Şu halde manevi azığımız iman ve ibadet olmalı. 

Kardeşçe yaşayalım. Muhabbet, gıdamız olsun. İslam binası “Müslümanım” diyen herkesi içine alacak kadar geniştir. “Muhakkak ki müminler kardeştirler” ayetiyle Rabbimiz bizi kardeş yapmış. Madem öyle, bizi bekleyen sonsuz hayata doğru el ele yürüyelim. 

Ve... 

“Gelin canlar bir olalım!”

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun