Alevilik nasıl doğmuştur? Alevilik bir mezhep midir yoksa tarikat mıdır? Aleviliğin bozulma nedeni nedir?
- Alevilik nedir? Müslümanlığın içinde bir mezhep mi? - Öncelerden Aleviliğin bir mahsuru olmadığı söyleniyor, sonradan bozulduğu söyleniyor... - Alevi-Sünni ihtilafının nedeni nedir?.. Neden herkes Sünni ya da Alevi değil?
Değerli kardeşimiz,
Alevîlik aslında bir fırka veya mezhep değildir. Âl-i Beyt'in muhabbetini esas alan bir tarikat şeklinde ortaya çıkmıştır. Meselenin tarihi seyrine baktığımızda Alevîliğin bir tarikat şekline gelişmesi şöyle olmuştur.:
Timur, Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayazıt'ı yendikten sonra Anadolu'dan aldığı otuz bin kadar esiri İran'a götürmüştü. Bunları Erdebil'e yerleştirmişti. Bunlar zamanla, Şah İsmail’in dedesi olan ve Erdebil Şeyhi olarak da bilinen Şeyh Ali'ye intisap ettiler ve ondan tarikat dersi aldılar. Bir süre sonra Timur, ara sıra ziyarete gittiği Erdebil Şeyhinin kendisinden bir arzusu olup olmadığını sorduğunda, şeyh, “Hiçbir dileğim yok, sadece Anadolu'dan esir olarak getirmiş olduğun Türkleri serbest bırakmanı istiyorum.” dedi.
Timur, şeyhin bu arzusunu memnuniyetle kabul etti ve onları serbest bıraktı. Bu esirler, bu vesile ile şeyhe olan muhabbetlerini aşırı derecede ziyâdeleştirdiler. Şeyhin bu sofilerinin bir kısmı Anadolu'ya döndü, bir kısmı da Erdebil'de kaldı. Erdebil Şeyhi, Anadolu'ya dönen bu müritleriyle alâkasını devam ettirdi. Erdebil Şeyhi'nin tarikatında “Hz. Ali muhabbeti” esas alındığı için, bu tarikata devam edenler Hz. Ali sevgisi ile tamamen boyandılar. Bunlara bu niteliklerinden dolayı “Alevî” denildi.
Aslında bu esirlerin ecdatları ve kendileri, bu tarikat ile bağ kuruncaya kadar, Ehl-i Sünnet inanışında idiler. Bu tarikatla irtibatlarını yoğunlaştırdıktan sonra, tamamen Erdebil tekkesinin emrine girdiler. Oradan gelen her emri, harfiyen yerine getirmeye gayret gösterdiler. Öyle ki, bu müritler vergi, sadaka ve zekâtlarını bile Erdebil'e tahsis ettiler. Bunların bu fedakârane gayretleri ve karşılıklı diyalogları, gidip gelmeleri devam etti. Hattâ Erdebil'den gönderilen ve şeyhin “halifesi” olarak isimlendirilen şahıslar, Anadolu'da “nezir” ve “sadaka” namıyla para topluyor ve bu paraları gizli olarak İran'a gönderiyorlardı. Böylece Erdebil Şeyhi'nin tekkesi gittikçe genişliyor, müritleri çoğalıyordu.
Bu Şeyh'in asıl amacı, gerek İran'da, gerekse Anadolu'da müritlerini çoğaltarak irşat postundan saltanat tahtına, şeyhlikten şahlığa geçmekti. Ancak bu arzusuna nâil olamadan ölünce, yerine oğlu Şeyh Cüneyd geçti. O da babasının gizli emelini sürdürmeye devam etti. Bunu hisseden o zamanın İran hükümdarı Cinahşah, kendisini İran'dan sürdü. Bunun üzerine Şeyh Cüneyd Anadolu'ya geldi. Onun altı yıl süren bu Anadolu ziyareti, tarikatına çok mürit kazandırdı. Sadece bir şeyh değil, aynı zamanda bir “seyyid” unvanı ile de dolaştığı için beklediğinin çok üstünde taraftar topladı. Artık Erdebil tekkesi Anadolu'da güçlenmiş, küçümsenmeyecek kadar büyük bir etki sahasına sahip olmuştu. Şeyh Cüneyd de babasının âkıbetine uğradı. Yerine geçen oğlu Şeyh Haydar da aynı gayeyi takip etti.
Bütün gayret ve ihtiraslarına rağmen o da siyasî amacına eremedi. Nihayet oğlu Şah İsmail, babasının ve dedelerinin rüyalarını gerçekleştirmeye maalesef muvaffak oldu. On üç yaşında iken Anadolu'daki müritlerinden teşkil ettiği bir orduyla, o gün İran'da hâkim olan Akkoyunlulara harp ilân etti ve Akkoyunlu hükümdarını devirerek irşat postundan saltanat tahtına çıkmaya muvaffak oldu ve Safeviler Devleti'ni kurdu. Bununla beraber Şah İsmail Anadolu'dan elini çekmedi. Zaman zaman birçok halifeler göndererek Anadolu'daki nüfûzunu kuvvetlendirmek için çalıştı.
Bu çeşit faaliyetler, Çaldıran Muharebesi'ne kadar artan bir hızla devam etti. Bu muharebeden sonra İran'la Osmanlı Devleti arasında kesin hudutlar çizildi. Böylece Erdebil sofileriyle Anadolu arasındaki irtibat kesilmiş oluyordu. Bunun neticesi olarak Anadolu'daki müritler, pirlerin tesirinden gitgide uzaklaştılar. Bu tarikatın Anadolu'da kalan mensupları, Erdebil tekkesinden aldıkları tesirle, kendilerinin dışında kalan Müslümanları Ehl-i Beyt'e gerektiği gibi muhabbet beslemedikleri zannına kapıldılar. Onların bu anlayış ve davranışları diğer Müslümanlarla aralarında bir soğukluk ortaya çıkardı. Bu soğukluk, zamanla ayrılığa dönüştü. Bu ayrılık sonucunda, Erdebil tekkesine bağlı Anadolu Türkleri medreseden uzak kaldıkları için, itikada, ibadete,.. ait birçok hükümleri gereği gibi öğrenemediler. Sadece babadan oğula intikal eden birtakım telkinlerle yetindiler.
Diğer Müslümanlar ise, bunlarla yakın alâka kuramadı ve onlara karşı görevlerini lâyıkıyla yerine getiremediler. Ölçüsüz tartışmalar, yersiz tenkitler ve davranışlarla, aradaki soğukluk gittikçe büyüdü ve derin bir ayrılığa dönüştü. Buna bir de idarecilerin ihmali eklenince, Anadolu Müslümanları arasında Sünnîlik ve Alevîlik şeklinde bir ikilik ortaya çıktı.
Aslında bir Müslüman’ın veya bir tarikatın Hz. Ali muhabbetini meslek ve meşrebine esas almasının dinen hiçbir mahzuru yoktur. Diğer sahabelere tecâvüz etmemek, Kur'an ve Sünnet'in ışığında namazını kılmak, orucunu tutmak ve diğer sorumluluklarını yerine getirmek kaydı ile Hz. Ali ve Ehl-i Beyt muhabbetini rehber edinmenin hiçbir mahzuru yoktur.
Gerçek şu ki, Kitap ve Sünnet'i bilen ve gereği gibi yaşayan hakikî bir Alevî, ancak Allah Teâlâ'yı ma'bûd olarak tanır. Kendisini, İslâmîyet’in bir ferdi olarak bilir, Peygamberimizi, en son peygamber, Kur'ân-ı Kerîm'i de son semavî kitap kabul eder. Bu sun’î ayrılığın ortadan kalkmasının tek yolu, Kur'an'ın ışığı altına girmek ve O'nu yegâne ölçü kabul etmektir.
Nitekim Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'de, “Hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız ve ayrılmayınız.” buyurmakla, bütün Müslümanların Kur'an etrafında toplanmasını emretmektedir. Müslümanların birlik ve beraberlikleri ancak böylece temin edilebilir, ayrılıklar O'nun prensipleriyle ortadan kaldırılabilir. Her türlü hurafe ve safsatalardan ancak böylece uzak kalınabilir.
Evet, Hakk'ı bulmanın, hakikate ermenin tek yolu, Kur'an'a iman ve onun gereği ile amel etmektir. Çünkü, Kur'an, insanlığı mutlak hayır ve hakikate sevk etmek için, bizzat Allah Teâlâ tarafından gönderilmiş mukaddes bir kitaptır. İnsanın dünyevî ve uhrevî saadetini gösterecek ve olgunlaştıracak olan O'dur. O, insanı iman ve tevhide; ubudiyet ve kulluğa, kardeşlik ve sevgiye davet eder. İman ve salih amele ait ölçülerin en güzelini O vazetmiştir. İslâmîyet ancak ve ancak O'nun ölçüleriyle yapılanmıştır. O'nun sarsılmaz ve muhteşem kurallarının dışında hiçbir hakikat yoktur ve aranılmaz. O'nun güzel görüp tasdik ettiği her şey hakikat; çirkin bulup reddettiği her şey ise uydurmadır. O'nun tesis ettiği İslâmîyet köhne hurafeleri, batıl inanışları, rezalet ve fuhşiyatı şiddetle reddeder.
Şu halde, bütün Müslümanlar, itikada, ibadete, ahlâka, helâle, harama, zikre, fikre, muhabbete ait kutsî hakikatleri, O'nun terazisiyle tartacaklardır. Kur'an ayetlerinin Allah'a ait beyanları her insanı ikna edecek bir kuvvettedir. Sıradan halk, O'nun beyanının sadeliğine meftûn, bilim adamları da fesahat ve belagatına hayrandır.
“Kalpler O'nun zikriyle tatmin olur.” ve her seviyedeki fikir erbabı, inanma ihtiyacını O'nunla karşılarlar, O'na uymakla kemâle ererler. Kur'an, insanları tefekküre teşvik etmiş ve bunun ölçülerini aklın eline vermiştir. İnsanlar ancak O'nun ders verdiği ölçülerle kâinat Kitabı'nı okuyabilmişler ve O'ndaki gizli hakikatlerini keşfedip Hâliklarını, Mabûtlarını bulabilmişlerdir. O, hayatın karanlık ve fırtınalı yollarını aydınlatmak için aklın eline verilen bir ilâhi meşaledir. Güneş, madde âlemini aydınlattığı gibi, Kur'an da maneviyat âlemini aydınlatmak için nazil olmuştur. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır:
“Gerçekten bu Kur'an, insanları en doğru yola götürür.” (İsrâ, 17/9)
Bir fende terakki etmek için, o fennin kanunlarına uymak bir zaruret olduğu gibi, hak ve hakikati bulmak için de, Kur'ân ve Sünnet'in düsturlarını rehber kabul etmek son derece gereklidir. Evet, insan Cenâb-ı Hakk'ın zâtını, sıfatlarını ancak Kur'an'ın ve Sünnet'in irşadıyla bilebilir. Nereden gelip, nereye gittiğini, dünyadaki görevinin ne olduğunu, gideceği ahiret âleminin mahiyetini, hakikatini ve o âlemde nelerin makbul, nelerin merdut olduğunu, ancak bu iki vesile ile anlayabilir. Hangi fiil ve hareketlerin, hangi hâl ve tavırların Cenâb-ı Hakk'ın rızasını, hangilerinin de gazabını celp edeceğini; neyin hak, neyin batıl ve neyin hata, neyin doğru olduğunu yine Allah'ın Kitabı ve O'nun sevgili Peygamberin'den (s.a.v) öğrenecektir.
Her Müslüman, kendi inanç ve ibadet dünyasını, bu iki hakikatin rehberliğinde gerçekleştirmekle sorumludur. Nelere, nasıl inanmakla iman dairesine gireceğini ve hangi amelleri işleyip nelerden çekinerek İslâm dairesinde kalacağını yine bu iki esastan, yâni Kur’an ve Sünnet'ten öğrenecektir.
Madem ki, bütün Müslümanların ölçüsü Kur'an ve Sünnet'tir, o halde bir Müslüman beşerî her fikri, her iddiayı, her inancı, her itikadı Kur'an'a ve O'nun birinci derecede tefsiri olan hadîs-i şeriflere göre değerlendirecek ve muvazene edecektir.
Kur'ân-ı Azimüşşân, imanın birinci rüknü olan “Allah'a iman”ı bizlere ders verdiği gibi, “melâikelere, semavî kitaplara, peygamberlere, ahirete, kadere (hayır ve şerri O'nun yarattığına) iman” etmeyi de ders verir. Bir insan, ancak iman hakikatlerine Kur'an'ın bildirdiği gibi iman etmekle mümin olur.
Hem Kur'ân-ı Kerim, Allah Teâlâ'nın bütün emir ve yasaklarından ibaret olan İslâmîyet’i müminlere talim etmiştir. Bir mümin, bu emir ve yasaklara harfiyen uymakla kâmil bir Müslüman olur.
(bk. Mehmet KIRKINCI, Alevilik Nedir?)
İlave bilgi için tıklayınız:
- Şiilik- Alevilik - Caferilik...
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Allah, kâinatı yaratmadan önce ne yapıyordu?
- Nefsimize nasıl hakim olabiliriz?
- Şia, Şiilik ve Alevilik Ehl-i sünnet ve cemaatten midir?
- TEKBİR
- İhlas tam olarak nedir; ihlas nasıl kazanılır?
- SECDE
- Kocasına itaat etmeyen kadının durumu nedir? Öğüt dinlemeyen kadını dövmek caiz midir?
- Hz. Muhammed'in doğduğu Arabistan nasıldı?
- Kur'an okumanın önemi nedir, adabı nasıldır?
- Hz. Ebu Derda kimdir?
Yorumlar
ilginç.Anadoludan giden Türkler deniyor. tunceli halkı alevi ama kürt aleviler bu fark nereden olusmus.tesekkurler
çok merak ettiğim bir mevzuydu aydınlattığınız için teşekkür ederim
hal böyle ise niye hala ayrılık var niye yanlış anlaşılma var..anlamış değilim..
bir kaç gün evvel bir alevi sitesine rasladım biraz inceledim, hz Allahı, peygamberimizi ve hz aliyi kabül ediyorlar diğer 3 büyük halifeyi sevmiyorlar diğer islam büyüklerini kabül etmiyorlar ....
Allah razı olsun...ayrıntılı ve mantıklı bir şekilde açıklığa kavuşturulmuş.
burada yaptığınız yorumlarla biz alevilere söz hakkı doğmasına sebep oluyorsunuz. yazılanların doğruluğuna inanmıyor olsanız bile burada gördüğüm kadarıyla ateiste yakın yorumları bile yayınlıyorsunuz. benim yazdıklarımı da yayınlamanız gerekir. bu konularda duyarlı olmanızı bekliyorum iyi çalışmalar. ...
teşekkürler çok insan bilmiyor
bilgilerinizi keşke umuma açıklayabilseniz. Nekadar yanlış içinde olduğumuzu okudukça anliyoruz. İlim çinde de olsa gidin Öğrenin. Bu asırda çine gitmeyede gerek yok ilim kapının içinde evin içinde artık.yeterki doğru kullansınlar. Allah kötü emeller peşinde olanların işini bozar.saygılarımla kolay gelsin.allaha emanet olun.
sorun ne alevilik nede sünni olmak degil.sorun Allah'ı onun kitabını peygamber efendimizin.açıkca olmasada ikinci plana atmak.yerine önemli görülen kişileri koymaktır.örnek:bazı insanların türbelere gidip onlardan yardım istemeleri her ne kadar bunu red etselerde amaçları o kişiden yardım istemek. alevi sitelerde açıkca peygamber efendimizin namaz kılmasını şekilci ibedet olarak anlamaları ve çok saçma bir şekilde kuran'dan bir ayetle açıklamaya çalışmaları ...insan neden gerçekleri görmezde ,yalan yanlış bildigi düşüncelerini hep haklıya çıkarmak için yollar arar. ve özellikle alevilerin yani peygamberimizi ona uymuş onun yaptıgını yapan namaz kılan ,oruç tutan yanı kuran'ın emirlerini yerine getirmeye çalışan insanları şekilce,gösteriş için yapılıyo diyen alevilerin. bana bu soruma cevap vermelerini istiyorum...
tüm yorumları okudum. bence asıl mürşid bellidir: Kuran-ı kerim. O'nun emirlerini de bilmeyenimiz yok. Ayrıntılara takklmanın manası yok bence. Alevilik, sunnilik, mevlevilik vs. önce islamın şartlarını yerine getirebilmek lazım. namazını kılabiliyormuyuz; orucunu tutabiliyormuyuz; zekatını hakkıyla verebiliyormuyuz? Ayrıntılar için enerji harcarken asıl hedefe varacak zaman ve enerjiyi kaybetmiyor muyuz? her insanın aklı ve mantığı var. Okuması için Kuran-ı Kerim de indirilmiş Allah'a şükürler olsun.
Kelimei şahadet eden herkes Müslümandır. Kitabımız Kuran, Peygamberimiz Muhammed, Dinimiz İslam. Ben de bir Aleviyim.
Aydınlattığınız için teşekürler ...
selamınaleyküm öncelikle bize verdiyiniz bilgilerden dolayı Allah razı olsun tüm alevi kardeşlere kuran ve sünnet ışığındaki kardeşlerime rabbim yardım etsin bize dua etsinler inşallah hepimiz kardeşiz tüm ümmeti muhammed ruhuyla peygamber (s.a.v) efendimizin yüzünü güldürürüz inşallah Allah hizmetlerinizin devamını nasip eder inşallah
Ben bir anadolu alevisi olarak turkmen oldugumu ogrendim.. ama su andaki anadolu aleviliginde ciddi sapmalar vardir.. mesela bir agaci kutsal ilan etmek gibi.. yani bir nevi samanizmde vardir hala..
bende tamamen safir arkadaşıma katılıyorum ALLAH hepimizden razı olasun
Kürtler ile Türklerin asırlarca beraber yaşadıkları herkesçe bilinen bir gerçektir. 1402 Ankara savaşından sonra, Timur'un yaklaşık 250.000 esiri Anadolu'dan götürdüğünü ve bunları İran'da bulunan Erdebil Şeyhinin emrine verdiği de tarihi bir gerçektir. dolayısıyla Anadolu'dan götürülen bukişiler orada Alevilik tarikatını benimsemiş ve daha sonra tekrar Anadolu'ya gelmişlerdir. İşte bu nedenledir ki, bunlara Anadolu alevileri denilmektedir. ayrıca Türkiye Alevileri de denilmektedir. bunlara Türk denilmesi bu yüzdendir. yoksa Anadoludan götürülen tüm esirlerin milliyet olarak % 100 Türk olduğunu zaten kimse iddia etmemektedir.
yeşil alanya ona neden sormadınız neden kabul etmiyorlar. mevali; Kabul etmedikleri halifelere hazretilik verilmemiş diyorlar neden diye sorunca da ben öyle duydum deniyor. Kulaktan dolma bir laf gibi duruyor neden açıp okumuyorsun deyincede keyfiyatları bozuluyor. Hz. Mevlana'nın insanlığa armağanı semah'ta islamiyete varan bir yoldur. Hz. Ali muhabbeti de islama götüren bir yoldur. Yani yolun sonunda islamiyet duruyor. Herkes ikisi de sadece yön gösterisi, hocamızın da söylediği gibi, ne sadece samah yaparak Hz mevlana'nın tam olarak istediğini yapmış olurlar. Ne de Hz. Ali muhabbeti yapılarak Hz Ali'nin (a.s) tam olarak istediğini yapmış olursunuz. Sizden istenen islamiyete uyulmasıdır. Bunu sizden isteyende sizin çok sevdiğinizi söylediğiniz kişi'dir neden hala O,'nun isteğine uymuyorsunuz işte bu merak konusudur.