Alevilerin Kırklar Cemi ayini İslam’a uygun mu?

Tarih: 12.07.2024 - 14:10 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Alevilerin Kuran’da ve hadislerde geçmediği halde ibadet gördüğü Cem'in kaynağı olarak nereyi gösterdikleri ile ve bu kaynağın doğruluğu ile ilgili bilgi verebilir misiniz?
- Kırklar cemi diye anlattıkları bilgileri de verir misiniz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Bu hikayenin Şii kaynaklı olması sıhhat derecesini zedeler.

- Hz. Cafer-i Sadık'tan nakledilmesinin sahih kaynaklarda yer almaması hikâyeyi çürütmeye yöneltir.

- Miraçla ilgili birçok sahih hadis kaynaklarında bunun yer almaması sıhhatinin iflas bayrağını açabilir.

- Muhtevası: Hz. Ali’yi Hz. Muhammed (asm)’den üstün olduğu imajının verilmeye çalışılması, Aleviliğin de rotasını şaşırtan ve her tarafı karanlığa boğan bir kör pusulanın varlığına kuvvetli şehadet eder.

- İslam’ın ne ahlakına ne adabına ne de edebiyatına yakışmayan bu tür karanlıklı kıssaları gündeme getirmenin hiç de doğru olmadığını düşünüyoruz.

Bu hikâyeyi bilgi amaçlı ve içeriğinin ne kadar uygunsuz olduğunu göstermek ve Cafer-i Sadık Hazretlerine yapılan iftiralardan biri olduğunu ortaya koymak bakımından vermenin uygun olacağını düşünüyoruz:

Alevilikte Kırklar söylencesi, Buyruk metinlerinde anlatılan şu olaya dayandırılır:

“Bir gün Cebrail, Hz. Muhammed'e Hakk’ın davetini bildirir ve ona Miraç yolculuğunda rehberlik eder. Sema’da, yolculuk sırasında, önlerine bir aslan çıkar ve kükremeye başlar. Muhammed, ne yapacağını şaşırmış durumdadır. O anda bir ses;

“Ey Muhammed, yüzüğünü aslanın ağzına ver!”, der. Muhammed, söyleneni yapar; yüzüğünü, aslanın ağzına verir. Aslan, yüzüğü alınca sakinleşir. Muhammed, yoluna devam eder; göğün, en yüksek katına ulaşır. Sonunda Hakk tecelli eder ve Hakk’ın yüzünü görür; dost dosta kavuşur. Dost dostla sessiz ve sözsüz olarak doksan bin sır söyleşir. Bunlardan otuz bini şeriat olur, insanlara iner; kalan altmış bini ise Ali’de sır olur. Cennet’te Muhammed’e bal, süt ve elmadan oluşan bir yemek gelir. Muhammed, Miraç’tan dönerken kentte bir kubbe ilgisini çeker, yürüyüp kapısına varır, kapıyı çalar. İçeriden bir ses; “Kimsin, niçin geldin?”, diye sorar. Hz. Muhammed; “Ben peygamberim. Açın içeri gireyim. Erenlerin güzel yüzünü göreyim!”, karşılığını verir.

Bu kez içeriden; “Bizim aramıza peygamber sığmaz. Var peygamberliğini ümmetine yap.”, yanıtı gelir. Bunun üzerine Muhammed, kapıdan ayrılır. Tam gideceği sırada Tanrı dile gelir ve “Ey Muhammed, o kapıya var!”, buyurur. Muhammed, Tanrı'nın buyruğu üzerine yeniden o kapıya varır; kapıyı çalar. İçeriden; “Kim o?”, diye bir ses duyulur. Muhammed; “Ben peygamberim. Açın içeri gireyim. Mübarek yüzlerinizi göreyim.”, der. Bu kez içerideki ses; “Bizim aramıza peygamber sığmaz. Ayrıca bizim peygambere de gereksinimimiz yok.”, karşılığını verir. Tanrı elçisi umarsız geri döner; makamına varıp sakinleşmeyi diler. Uzaklaşırken Tanrı yeniden dile gelir;

“Ey Muhammed geri dön. Nereye gidiyorsun? Var o kapıyı arala, o meclise dâhil ol!”, buyurur. Muhammed, Tanrı’nın buyruğuna uyar. Yine o kapıya varır; kapının halkasına el vurur. İçeriden; “Kimsin?”, diye ses geldiğinde; “Yoktan var olmuş bir yoksul oğluyum. Sizi görmeye geldim. Girmeme izin var mı?”, diye sorar. O an kapı açılır; “Merhaba! Hoş geldin, kadem getirdin. Gelişin kutlu olsun, ey kapılar açan!”, diyerek kendisini karşılarlar. Tanrı’nın elçisi; “Kutsal kapı, hayırlar kapısı açıldı. Esirgeyen ve bağışlayan Tanrı’nın adıyla.”, deyip, önce sağ ayağını basarak içeri girer. İçeride otuz dokuz can oturmaktadır; yirmi ikisi erkek, on yedisi kadındır.

Muhammed’in içeri girdiğini görünce hepsi kıyama dururlar; ona yer gösterirler.

Muhammed, geçip Ali’nin yanına oturur, ama onun Hz. Ali olduğunu anlayamaz.

Derken; “Bunlar kimler? Büyükleri hangisi, küçükleri hangisi?” diye düşünmeye başlar. Sonunda dayanamaz ve “Sizler kimlersiniz? Size kim derler?”, diye bir soru yöneltir. “Bizler Kırklarız”, karşılığını verirler. Muhammed; “Peki sizin ulunuz kim, küçüğünüz kim? Ben anlayabilmiş değilim?”, deyince; “Bizim ulumuz da uludur, küçüğümüz de uludur. Bizim kırkımız bir, birimiz kırktır.”, yanıtını verirler.

Muhammed’in; “Ama biriniz eksik, o birinize ne oldu?”, sorusuna içeridekiler; “O birimiz Selman’dır; taşraya, parsaya çıktı. Hem niçin soruyorsun? Selman da buradadır. Onu aramızda say.” derler. Hz. Muhammed, Kırklardan bunu kanıtlamalarını ister. O an Hz. Ali, mübarek kolunu uzatır. Kırklardan biri destur çekip Hz. Ali’nin koluna bıçakla bir kesik atar; kolu, kan revan içinde kalır. Bu sırada diğer otuz dokuz canın kolundan kan akmaya başlar. Bir damla kan da pencereden gelip meydana dökülür; bu kan taşrada, parsada bulunan Selman’ın kolunun kanıdır. Sonra Kırklardan biri Hz. Ali’nin kolunu bağlar; kanı diner. O an tüm diğer canların da kanı durur. Bu sırada devşirmeden dönen Selman, getirdiği bir üzüm tanesini Hz. Muhammed’in önüne koyar ve “Ey yoksullar hizmetkârı, bir hizmet et de bu üzüm tanesini paylaştır!”, der. Muhammed kendi kendine; “Bunlar kırk kişi, üzüm ise bir tane. Bu bir tane üzümü kırk kişiye nasıl bölüştüreyim?”, diyerek kararsızlığa düşer.

Bunu gören Tanrı Cebrail’e; “Sevgili Muhammed zorda kaldı. Tez yetiş, Cennet’ten bir nur tabak al, ilet. O üzüm tanesini bu tabağın içinde ezip şerbet etsin, Kırklar’a paylaştırıp içirsin.” buyurur. Cebrail, Cennet’ten bir nur tabak alır; Tanrı elçisinin huzuruna gelir; Tanrı’nın selamını arz edip o tabağı Muhammed’in önüne koyar; “Şerbet eyle, ya Muhammed!”, der. Kırklar, üzüm tanesini ne yapacak, nasıl paylaştıracak diye seyrederken birden Hz. Muhammed’in önünde, nurdan bir tabak belirdiğini görürler. Tabak güneş gibi balkır. Muhammed, tabağın içine bir damla su koyar; sonra mübarek parmağıyla o üzüm tanesini ezip şerbet eder; Kırklar’a sunar.

Kırklar, şerbetten içer; tümü mest olur. Ayağa kalkar, “Ya Allah” diyerek dest verirler. Uryan büryan semaha dururlar. Muhammed de bunlarla birlikte semaha girer. Semah sırasında Hz. Muhammed’in başından mübarek imamesi düşer. Kırklar, imameyi alıp kırk parça ederler. Her bir parçayı biri alarak kırk parçayı kırk kişi bağlayıp tennure yaparlar. Sohbet / semah sona erdikten sonra Muhammed bunlara pirlerini ve rehberlerini sorar. Kırklar; “Pirimiz Şah-ı Merdan Ali’dir ve rehberimiz Cebrail Aleyhisselam’dır.” derler. Bu yanıt üzerine Muhammed, Hz. Ali’nin Kırklar Meclisi’nde olduğunu anlar. Ali, Muhammed’e doğru yürür; Ali’nin yaklaştığını gören Muhammed, tecella ve temenna ile ona yer gösterir.

Kırklar da Hz. Muhammed’e katılır; saygıyla eğilip ona yol açarlar. Bu sırada Hz. Muhammed Hz. Ali’nin parmağında, Mirac’a giderken aslanın ağzına verdiği yüzüğü görür.” (Yorumlu İmam Cafer Buyruğu, 2013, 15-19)

Hikâye işte böyle.

Görüldüğü üzere bu hikâye İslam inancıyla, ahlakıyla, adabıyla yakından uzaktan hiçbir ilgisi olmayan bir uydurmadır...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun