Sünnet-i Kifayeyi terk etmek neden günah oluyor?

Tarih: 04.12.2017 - 01:08 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Sünneti işlemek zorunlu değil gönüle bağlıdır diyoruz. Mesela teravih namazını cemaatle kılmak sünnet-i kifayedir. Veya Ramazanın son 10 gününde itikafa girmek sünneti kifayedir. Bunları hiç kimse yapmazsa herkes günaha girer.
- Peki sünnet olan bir şeyi yapmamak nasıl günah olabiliyor?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Sünnet, Hz. Peygamber Efendimiz (asm)'in söz, fiil ve onayının genel adı olup fıkıh usulünde İslam'ın iki kaynağından birisini teşkil eder.

Sünnet, kendi içinde müekked, gayr-i müekked ve zevaid olmak üzere üç kısma ayrılır. Sünnetin terki günah görülmez ve cezaya çarptırılmayı gerektirmez ise de farz namazların cemaatle kılınması, ezan gibi dini şiarlardan olan sünnetin, fert planında terki caiz olmakla birlikte toplum olarak tamamen terki ve ihmali caiz görülemez.

Bir beldede ezanın okunmaması herkesi sorumlu kılar. Ama bir kişinin ezan okuması ile o mesuliyet ortadan kalkar. Ezan gibi bir ibadet yapılmazsa, İslam'ın o beldede duyulmaması, halkın duyarsız kalması daha büyük bir vebal olacağı için, şahsi farzlardan daha önemlidir. Zira islam toplumunu ilgilendiriyor. İslam alametleriyle ilgili olması açısından önem arzetmektedir.

Bu durum, şahsi menfaat ile kamu menfaati gibi de değerlendirilebilir. Kamu menfaati, şahsın menfaatinden daha önemlidir.

Şahsi ibadetlerin faydası o şahıslarla sınırlı iken, kamuyu ilgilendiren ibadetler tüm topluma fayda sağlar.

Bu kısa açıklamadan sonra konunun detayına gelince:

Tabiîn fakihlerinden Mekhûl b. Ebû Müslim sünneti işlenmesi doğru yolu izleme (hüdâ), terkedilmesi sapkınlık (dalâlet) olan ve işlenmesi iyi (hasen) olmakla birlikte terkedilmesinde sakınca bulunmayan sünnet şeklinde iki kısma ayırmıştır.

Bu ayırımı benimseyerek birincisine “sünnetü’l-hüdâ”, ikincisine “sünnetü’z-zevâid” adını veren Hanefî usulcülerine göre bayram namazları, ezan, kāmet ve cemaatle namaz gibi fiiller birinci tür sünnete örnek teşkil eder. Bazı usulcülerce dinin temel alâmet ve işaretleri niteliğindeki bu sünnetler için vâcip derecesinde ve vâcibe benzer gibi ifadeler kullanılmıştır. (bk. Serahsî, Usul 1/114; Molla Fenârî, Fusulü'l-bedayi, 1/219)

Bu nedenle de bir belde halkının bu tür sünnetleri tamamıyla terk hususunda ısrar etmesi halinde onlara karşı kamu otoritesince zor kullanılabileceği belirtilmiştir.

İbadetlerle ilgili olmakla birlikte birinci türdeki sünnetler derecesinde olmayan sünnetlerle Hz. Peygamber (asm)’in dinî anlam taşımayan beşerî davranışları ikinci kısma girer. Dolayısıyla bu grupta ibadet niteliği taşıyan ve terkedilmesi mekruh sayılan sünnetler yanında işleyenin iyi bir iş yapmış olacağı, fakat terk edenin mekruh işlemiş sayılmayacağı örnekler de vardır.

Resûl-i Ekrem (asm)’in yiyip içme, giyinme vb. hususlardaki fiillerini ona olan sevgisi ve bağlılığından ötürü taklit eden kişi sevaba hak kazanır; böyle yapmayan ise kötü bir davranışta bulunmadığı gibi dinen kınanma ve azarlanmaya da müstahak olmaz, çünkü bu tür fiiller âdete dayalıdır. (Serahsî, 1/114-115; Sadrüşşerîa, Tavzih, 2/124; Molla Fenârî, 1/219)

Hanefîlerce yapılan bir diğer ayırıma göre, Hz. Peygamber (asm)’in devamlı yaptığı ve sırf bağlayıcı olmadığını göstermek için nadiren terk ettiği fiillere sünnet-i müekkede adı verilir. Abdest alırken ağıza ve buruna su vermek, sabah namazının farzından önce iki rekat namaz kılmak gibi. Bu kısma giren sünnetleri yerine getiren sevabı hak eder, terk eden ise cezayı hak etmemekle beraber, kınanma veya azarlanmaya müstahak olur.

Taat türünden olup Resûlullah (asm)’ın bazen yapıp bazen terk ettiği fiillere ise sünnet-i gayri müekkede, nâfile ya da müstehap denilir. İkindi ve yatsı namazlarının farzlarından önce kılınan dörder rekat namaz, pazartesi ve perşembe günleri tutulan oruç bu türe örnek verilebilir.

Bu kısma giren sünnetleri yerine getiren sevabı hak eder; yapmayan ise kınanma veya azarlanmaya müstahak olmaz. (Zekiyyüddin Şa‘bân, İslam Hukuku, s. 245-246)

Diğer bir ayırıma göre sünnet vâcipte (farz) olduğu gibi aynî ve kifâî şeklinde iki kısma ayrılır.

Sünnetü’l-ayn diye nitelenen fiillerin bir kişi veya grup tarafından yerine getirilmesiyle toplumun diğer kesiminden bu sünnete uyma sorumluluğu ortadan kalkmaz. Sünnetler genellikle aynî niteliktedir.

Sünnetü’l-kifâye olan bir fiil bir kişi ya da bir grup tarafından yerine getirilirse diğer kişilerin onu yapması istenmez. Meselâ, bir beldede bazı kişilerin ezan ve kameti okuması bu tür sünnete örnek teşkil eder. (Bedreddin ez-Zerkeşî, el-Bahrü'l-muhit, 1/291-292)

Her din ve kültürün kendine has sembolleri vardır. Hristiyanlıkta haç, Yahudilikte altı köşeli yıldız gibi. Bizim kültürümüzde de cami, minare, ezan, namaz, oruç son derece önemli dini sembollerdir. Bunlara “İslamî şeairler” denilir.

Nasıl ki bayrak devletin bir sembolü olarak, dalgalandığı yerlerin o devlete ait olduğunu gösterse, onun gibi bu İslamî şeairler de dinimizi sembolize ederler ve Müslümanlığımızın birer göstergesi olurlar.

Konuyla ilgili bir ayet meali şöyledir:

“Kim Allah’ın şeairine saygı gösterirse, şüphesiz bu kalplerin takvasındandır.” (Hacc, 22/32)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun