Peygamberimizin hanımları hakkında bilgi verir misiniz?

Tarih: 27.12.2006 - 19:24 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Hz. Hatice, Hz. Fatıma'nın ve diğer analarımızın yaşantılarından kesitler gönderebilir misiniz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

HZ. PEYGAMBER’İN HANIMLARI:

1. Hatice (ra):

Hz. Peygamber (sav)’in ilk evlilik hayatı, Hz. Hatice validemizle başlar. Onunla evlendiğinde, Efendimiz’in yaşı 25, hanımının yaşı ise, 40’tır. Yani aralarındaki yaş farkı, on beştir. Onun, Hz. Peygamberin yanındaki yeri, diğerlerinden biraz farklıdır. Risâletini tebliğde O’nun yanında olmuş, bütün insanların terk edip, O’nunla alay ettiklerinde O’na teselli vermiş, hattâ Hz. Peygamber’e ilk vahiy gelmesi esnasında böyle bir şeyle ilk karşılaşmanın verdiği heyecanla ürpermesi karşısında, hiç tereddüt etmeden şu gönül okşayıcı ve heyecan yatıştırıcı sözleri söylemiştir:

"Sana müjdeler olsun! Allah’a yemin ederim ki, Allah seni hiçbir vakit utandırmayacaktır. Çünkü sen, akrabana bakarsın, sözün en doğrusunu söylersin, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin. Fakire verir, kimsenin kazandırmayacağını kazandırır, misafiri en iyi şekilde ağırlarsın, Hak yolunda zuhur eden hâdiseler karşısında, halka yardım edersin."

Bu nâdide kadın, aynı zamanda ilk Müslümanlardandır. Vahyin nüzulünün onuncu yılında, hicretten üç sene önce vefat etmiştir. Allah Resulü (sav), Hz. Hatice’nin ölümü karşısında bir hayli üzülmüştü. Hz. Peygamber’in amcası ve müşriklere karşı koruyucusu olan Ebu Talib ile kendisiyle sükûnet bulduğu eşi Hatice’nin vefatı gibi üzücü olaylar peş peşe geldiği için bu yıla, hüzün yılı denilmiştir.

Resulullah’ın bu evliliği 25 yıl sürmüş, İbrahim dışındaki bütün evlatları da yine bu nâdide kadından olmuştur. Vefatı esnasında Resulullah’ın yaşı 50’dir. Yani Hz. Peygamber evlilik hayatının büyük bir kısmını ve aynı zamanda gençlik ve olgunluk yaşlarını, sadece ve sadece, kendisinden on beş yaş büyük olan bir kadınla geçirmiştir.

2. Sevde binti Zem’a (ra):

Bu hanımı da ilk Müslümanlardandır. Kocası Habeşistan’a yapılan hicretten sonra vefat etmiş olup, kimsesiz kalmıştı. Efendimiz (sav), onunla evlenerek, bu kalbi kırığın da, yarasını sardı; onu perişan olmaktan kurtardı ve ona enis oldu. Zaten sadece Efendimiz’in nikahı altında bulunmayı düşünen bu büyük kadının, dünya adına istediği başka hiçbir şey de yoktu. Ve Allah Resulü’yle evlendiğinde yaşı 55’ti. Buradan da anlaşılacağı üzere, bu evlilikteki asıl amaç, kimsesiz ve yardımcısız kalan bir kadının elinden tutmak, emin bir yuvaya kavuşturmaktı.

3. Aişe (ra):

Resulullah (sav)’ın bâkire olarak evlendiği ilk ve tek kadındır. O, daha sonra halife olacak olan Hz. Ebubekir’in biricik kızıdır. Ayrıca, Hz. Aişe çok zeki bir nâdire-i fıtrat ve nübüvvet dâvâsına tam vâris olabilecek yaratılışa sahip bir kadındı. Evlendikten sonraki hayatı ve daha sonraki hizmetleri de göstermiştir ki, O muallâ varlık, ancak Nebî zevcesi olabilirdi. Zira O, yerinde en büyük hadisçi, en mükemmel tefsirci ve en nâdide fıkıhçı olarak kendini gösteriyor, her yönüyle Hz. Peygamber’i temsil etmeye çalışıyordu.

O’nun Hz. Aişe ile evliliği, yanından hiç ayrılmayan, çektiği sıkıntılara beraberce katlanan, mağara arkadaşı Hz. Ebubekir için en büyük bir mükâfat idi.

4. Hafsa binti Ömer (ra):

Hz. Hafsa dul bir kadındır. Kocası Bedir Savaşı’nda şehid edilmiş bir mücahittir. Kocasının vefatına üzülmüş, yalnız başına kalmıştır. Babası Hz. Ömer, kızını önce Hz. Osman’a evlenmesi için teklif etmiş, ancak O kabul etmemiş, Hz. Ebubekir’e teklif etmiş, O da kabul etmemiştir. Daha sonra da duruma şahit olan Allah Resulü (sav) fazla beklemeden O’nunla evlenmek istediğini bildirmiş ve evlenmiştir. Bu evlilik de, zaruretlerin getirdiği bir evlilik olup, bununla o yüce insan Hz. Ömer’in gönlü hoş edilmiş, kocasının ölümüne üzülen ve yalnız kalan birisinin bu yalnızlığı giderilmiştir.

5. Zeynep binti Huzeyme (ra):

Resulullah (sav) Hafsa’dan sonra bu kadınla evlenmiştir. Onun kocası da Bedir’de şehit edilmiş olan, Ubeyde b. Hâris’tir. Yalnız başına ve kimsesiz kalan bu mübarek kadının yaşı da 60’tır. Bu kimsesizlik zamanında, kendisine yardım edecek bir ele şiddetle muhtaçtır. Onu bu ihtiyaç içerisinde gören şefkat ve merhamet Peygamberi, onu da nikâhlayarak kendi kanatları altına almak istemiştir. Zaten evlendikten iki yıl sonra da vefat etmiştir.

Altmış yaşındaki bir kadınla evlilikte dünyevî bir arzunun bulunması elbette mümkün değildir. Bu evlilikteki tek gaye de, yalnız başına kalan birisine bir yardım eli uzatmaktan ibarettir.

6. Ümmü Seleme (ra):

Bu da ilk Müslümanlardan olup, Habeşistan’a hicret edenlerdendir. Daha sonra da Medine’ye hicret etmiş, çok sevdiği ve kendisine sıkıntılı hicret yolculuklarında arkadaşlık yapıp, yanından hiç ayrılmayan biricik eşini Uhud Savaşı’nda şehit vermiştir. Yurdundan, yuvasından uzak, bir sürü yetimle, hayat külfetini yüklenmiş bu kadına, ilk şefkat elini, Hz. Ebubekir ve Ömer uzatırlar. Ancak o, bu talepleri reddeder.

Daha sonra evlilik teklifini Resulullah yapar ve bu teklif kabul edilir. Böylece yetimleri, sıcak bir yuvaya kavuşmuş, babalarının ölümünden duydukları üzüntüyü, Allah Resulü vesilesiyle unutmuş, hiçbir zaman gerçek bir babayı aratmayacak bir babaya kavuşmuş oldular.

Ümmü Seleme de Hz. Aişe gibi dirayet ve fetaneti olan bir kadındı. Bir mürşide ve mübelliğe olma istidadındaydı. Onun için bir taraftan şefkat eli onu, himayeye alırken, diğer taraftan da, bilhassa kadınlık âleminin medyûn-u şükran olabileceği bir talebe daha ilim ve irşad medresesine kabul ediliyordu.

Yoksa, altmış yaşına yaklaşmış Resulullah’ın, bir sürü çocuğu olan, bir dul kadınla evlenmesini ve evlenip bir sürü külfet altına girmesini, başka hiçbir şeyle izah edemeyiz.

7. Ümmü Habîbe (Remle binti Ebî Süfyan) (ra):

Mekke’de küfrün bayraktarlığını yapan Ebû Süfyân’ın kızıdır. Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarmaya muktedir Yüce Rabbimiz, gelecekte müminlerin annesi konumuna yükselecek bu kadına, İslâm’ın bidayetinde imanı nasip etmişti. Mekke’nin zor şartlarında inancını yaşayamayınca, kocasıyla birlikte Habeşistan’a hicret etme mecburiyetinde kalmıştı. Ancak bu esnada kocası önce Hristiyan olmuş, sonra da ölmüş, Ümmü Habibe yalnız başına kalmıştı. Allah Resulü (sav) durumu öğrenince Necâşi’ye haber göndererek, tek başına kalan bu hanımın kendisine nikahlanmasını istedi. Durumu öğrenince fevkalâde sevinen Ümmü Habibe’nin nikahı, Necâşi huzurunda kıyılmış oldu.

Şayet Hz. Peygamber (sav) böyle yapmayacak olsaydı, yalnız ve kimsesiz bu kadın, ya Mekke’ye dönecek babasının ve ailesinin şiddetli zulümleri karşısında dinini bırakacak, ya Hristiyanlardan yardım dileyecek, ya da kapı kapı dilenip hayatını sürdürecekti. Ancak bu evlilikle en güzel yolu seçmiş oluyordu.

Bu evlilik vesilesiyle, o gün için Müslümanların ve Peygamber (sav)’in azılı düşmanı olan Ebû Süfyan, inananlara yaptığı işkenceyi hafifletmiş, içinde Hz. Peygamber’e karşı olan azılı kini birazcık dahi olsa dinivermişti. Daha geniş dairede ise, Emevîlerle bir akrabalık te’sis edilmiş oldu ki, bu da onların Müslümanlığa girmelerini kolaylaştıran bir unsur oldu. Bundan sonra Ebû Süfyan hâne-i saâdete rahatlıkla girip çıkma avantajına sahip olarak, Müslümanlığı daha yakından tanıma fırsatını bulup, sonunda iman dairesine girmiş oldu.

Açıkça görüldüğü gibi bu evlilikte de, kimsesiz kalan birinin yardımına koşup, onun elinden tutma, onun vesilesiyle Müslümanlara yapılan işkenceyi hafifletme ve azılı düşman biriyle akrabalık kurup, onun imana gelmesine vesile olma vardır.

8. Cüveyriye binti Hâris (ra):

Müslümanlar, yapılan Müreysi gazvesinde galip gelmiş, pek çok ganimet elde edilmiş, bunun yanında 700 kadar da esir alınmıştı. Esirlerin içinde, Benî Mustalik kabilesinin başkanının kızı olan Cüveyriye de bulunuyordu. Cüveyriye, Hâris b. Dırar’ın kızı idi. Hâris, Mustalikoğulları Yahudilerinin reisi idi. Cüveyriye önce Musâfi b. Saffan’la evlenmiş, Musâfi, Müreysi Muharebesi’nde ölmüştü. Cüveyriye, Hz. Peygamber (sav)’e müracaat ederek hürriyete kavuşmayı talep etmiş, Resulullah da onun fidyesini bizzat kendisi vererek hürriyete kavuşturmuştur. Babası gelip kızını götürmek isteyince, o Müslüman olarak Medine’de kalmayı tercih etmiş, bilahare de Resulullah ile nikahı kıyılmıştır.

Resulullah (sav)’ın bu evliliğinden sonra, Abdulmuttaliboğullarının hissesine düşen esirler salıverilmiş, diğer Müslümanlar da bu durum karşısında, Resulullah ile akrabalık bağı bulunan bir kabilenin insanları esir edilemeyeceği düşüncesiyle alınan bütün esirleri salıvermişlerdir.

Hz. Peygamber (sav)’in bu evliliği de altmış yaşları dolayındadır. Bu evlilikte O, önemli bir kabileyle akrabalık kurmayı hedeflemiş, pek çok esirin serbest bırakılmasını sağlamış, bundan da önemlisi pek çok Yahudi’nin İslâm’la şereflenmesine vesile olmuş ve kocası savaşta ölen, dolayısıyla İslâm’a ve Müslümanlara aşırı bir şekilde kinle dolu bir hanımı, şefkat kanatlarının altına alarak onu müminlerin anası mertebesine yükseltmiştir.

9. Safiyye binti Huyey (ra):

Asıl adı Zeynep’tir. O dönemde Arabistan’da reislere düşen ganimet hissesine Safiyye denilmektedir. Bu kadın da Resulullah (sav)’ın hissesine düştüğü için Safiyye adını almıştır. Ana-babası, Yahudilerin ileri gelenlerindendi. Hatta babası Nadiroğullarının reisi, annesi de Kureyza oğullarının reisinin kızıydı. Hayber Gazvesi’nde, babası, kocası ve kardeşi öldürülmüş, kabilesinden pek çok kimse esir alınmıştı. Safiyye, İslâm’a karşı aşırı bir şekilde kin ve nefretle doluydu.

Savaş sonrası Resulullah onu kendi nikahına alarak, yumuşamasını sağlamış oldu. Bu evlilikle de Yahudilerin önemli bir bölümüyle akrabalık kurulmuş, onların Müslümanlığı yakından tanımaları imkânı sağlanmış, düşmanların kötü bir kısım emellerinin, önceden bilinmesi kolaylaşmış ve Müslümanlığın sınırları bu vesileyle genişlemeye yüz tutmuştur.

10. Mâriyetü’l-Kıbtiyye (Ümmü İbrahim) (ra):

Resulullah (sav) İslâm’a davet için etraftaki hükümdarlara mektuplar gönderiyordu. Bunlardan birisi de Mısır hükümdarı Mukavkıs’tı. Mukavkıs, elçiyi güzel bir şekilde karşılamış, Hz. Peygamber’e birtakım hediyelerle birlikte iki de cariye göndermişti. Yolda bu iki cariye, Müslümanlık hakkında malûmat sahibi olduktan sonra, İslâm’ı seçmişlerdi. Bunlar Medine’ye varınca, Resulullah Mariye’yi kendisine almıştı. Bilahare azad ederek, onunla evlenmiştir ki, oğlu İbrahim, işte bu hanımındandır.

Bu evlilik, bütün Mısırlılar üzerinde büyük bir te’sir icra etti. Müslümanlarla Mısır’daki Bizanslılar arasında çıkan savaşta, Mısırlılar tarafsız kalmış, Bizanslılara arka çıkmamışlardır. İşte bunun sebeplerinden birisi de, kendi milletlerinden olan bir kadının, Hz. Peygamber’le evli oluşudur.

11. Meymûne binti Hâris (ra):

Asıl ismi Berre olup, Resulullah tarafından Meymûne olarak değiştirilmiştir. Hz. Peygamber (sav)’in son evliliğidir. Hudeybiye antlaşmasından bir yıl sonra Hz. Peygamber’le Müslümanlar, Mekke’ye tavaf ziyaretine gitmişlerdi. Bu sırada Peygamberimiz’in amcası Abbas, Allah Resulü’ne Meymûne’yle evlenmesini teklifi etti. Zira Meymûne, Abbas’ın baldızı olup, nikah yetkisini ona vermişti. Peygamberimiz de bu teklifi kabul buyurarak, onunla nikahlandı. Bu durum karşısında Mekkeliler: "Demek ki, Muhammed hemşehrilerine hâlâ dostluk ve hayır duyguları besliyor." yorumunu yaptılar.

Bu evliliği yaptığında da Resulullah, altmış yaşları civarındadır. Gayesi, yine dul kalan bir kadına yardım elini uzatma, Müslüman olduğu hâlde Mekke’de müşriklerin içinde kalan birini bu sıkıntıdan kurtarma ve Mekkeliler’e karşı bir jest yapma vardır.

12. Hz. Zeyneb bînti Cahş (ra)

Hz. Zeyneb, peygamberlikten yirmi yıl yıl önce dünyaya gelmiş, Efendimizin  hala kızı idi. İlk iman edenlerdendir.. Asıl adı Berre idi. Resulullah (sav) onu Zeyneb olarak değiştirmiştir. Babası Beni Esed kabilesinden Burre, annesi Efendimizin halası Ümeyye binti Abdulmuttalib'tir. O, Mekke'den Medine'ye ilk hicret edenler arasında yer aldı. Medine'ye hicret ettiğinde bekardı. Efendimiz onu evlâtlığı Zeyd b. Harise ile evlendirdi.

Bilindiği gibi, Mekke dönemi daha ziyade iman esaslarının, Medine dönemi ise İslâmî hükümlerin tesis ve tahkim dönemidir. Bu dönemde cereyan eden olaylar, ya geçmişten gelen toplumda yer etmiş batıl bir hükmü kaldırıyor, yerine yenisini koyuyor, ya da yepyeni bir hüküm ihdas ediyordu.

Hz. Zeyneb'in gerek Efendimizden önce Hz. Zeyd'le evlendirilmesinde, gerekse daha sonra Efendimizin onunla evlenmesinde, diğer hanımlarından farklı, Cahiliyet Dönemi adet ve geleneklerini kaldıran hükümler ortaya çıkmıştır.

Peygamber Efendimizin evliliklerinde gerek o zamanın münafıkları, gerekse yeni zamanın dalalet ehli tarafından en çok dile dolanılıp itiraz edilen Hz. Zeyneb'le olan evliliğidir. Ayrıca çok önemli hükümlerin ortaya çıkmasına sebep olan bir evliliktir. Bütün bu sebeplerle bu evliliğin nikâhı bir "akd-i semavi"dir. yani bizzat Cenab-ı Hak tarafından kıyılmıştır...

Cahiliyyet döneminde kölelik ve imtiyazlı sınıf kavramı en koyu biçimde yer etmişti. Bunun ortadan kaldırılması ve insanların Allah katındaki üstünlüğünün sınıf, rütbe, ırk farklılığıyla değil, takva ile olacağı vurgulanmalıydı. Bunun için en hassas konulardan biri olan evlilik ile bu yanlışın kaldırılması gerekliydi.

Efendimiz (sav) Zeyneb gibi asil soylu ve güzel bir kızı, kendi azad ettiği hizmetçisi Zeyd ile evlendirmekle bu alanda bir adım atmak istemişti. Ancak toplumdaki yaygın kanaatlerin etkisiyle olacak ki, Zeyneb ve kardeşleri önce bu evliliği uygun görmediler. Hür bir kadının, azatlı bir köle ile evlenmesi o günkü geleneğe uymuyordu.

Zeyneb, Resulullah'a, "Ya Resulallah, ben senin halanın kızıyım, ona varmaya razı değilim, üstelik ben Kureyş'liyim." diye görüşünü beyan etti. Resulullah, Zeyd'in kendi yanındaki ve İslâmdaki değerini anlatıp, aslında ana baba tarafından asil ve soylu bir kimse olduğunu belirti.

Derken, Ahzab suresinin 36. ayeti nazil oldu:

"Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur."

Bunun üzerine Zeyneb, "Ben Allah ve Resulüne asi olamam!.." diyerek bu evliliği kabul etti.

Fakat bu evlilik iyi yürümedi. Aralarında samimî bir sevgi ve saygı oluşmadı. Zeyneb, dindar ve Allah'tan korkan bir kadın olmasına rağmen, güzelliği, asaleti ile iftihar ediyor, azatlı bir köle olan kocasına iğneleyici sözler söyleyip tepeden bakıyordu.

Hz. Zeyd, artan bu geçimsizliğe dayanamadı. Efendimize müracaat ederek karısını boşamak istediğini söyledi. Efendimiz çok müteessir oldu. Çünkü bu evliliği isteyen bizzat kendisi idi. Toplumun yanlış algılamalarını kırmak istiyordu. Bu sebebten her defasında Zeyd'e "Karını tut, boşama." diyordu. Ancak her şeye rağmen bu evlilik bir seneden fazla sürmedi. Zeyd, sonunda karısını boşamak zorunda kaldı.

Aradan bir süre geçtikten sonra, sıra Cahiliyette yaygın bir başka yanlış adetin kaldırılmasına gelmişti. Bu da evlâtlıkların, öz evlât gibi kabul edilmesi, dolayısıyla onların hanımları da babalıkların öz kızı hükmünde telâkki edilmesi yanlışı idi.

İslâm, evlâtlık kurumunu temelden değiştirmişti. Ayet-i Kerime bu konuda gayet açıktı:

“Onları, yani evlâtlıklarınızı babalarının ismine nisbet ederek çağırın. Bu Allah katında daha doğrudur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar zaten sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır.” (Ahzab, 33/5)

Bu ayet nazil olduktan sonra Zeyd, artık Zeyd bin Harise diye babasına nisbet edilerek çağrılmaya başlandı. Evlâtlığın kaldırılmasından sonra, evlâtlık hanımlarının da öz kız gibi olmadığı ortaya çıkmış oldu. Ancak bunun bir örnekle de ispatlanması ve kökleştirilmesi gerekiyordu. Bu da Hz. Peygamber (sav)'in, Hz. Zeyneb'Ie evlenmesi ile mümkün olacaktı. Ancak yerleşik bir adeti ortadan kaldırırken ortaya çıkacak fitne ve dedikodular Efendimizi düşündürüyordu. Ama İslâm'ın getirdiği bu prensip, kesinlikle kendi üzerinde uygulanacaktı. Bundan kaçınılamazdı. Nitekim bu hususu Kur'an-ı Kerim şöyle dile getirir:

"Hani Allah'ın iman nasib ederek ikramda bulunduğu ve senin de azad edip evlâtlık edinerek ikramda bulunduğun kimseye sen, 'Hanımını bırakma, Allah'tan kork.' diyordun. Sen o zaman, Allah'ın açıklayacağı bir şeyi bildiğin halde, insanların dedikodusundan korkuyordun. Halbuki Allah korkulmaya daha layıktır. Sonra Zeyd o hanımla alâkasını kesince biz onu sana nikahladık. Ta ki evlâtlıkların boşadığı hanımlarla evlenmenin mü'minler için günah olmadığı anlaşılsın. Allah'ın emri işte böylece yerine getirilmiştir."(Ahzab, 33/37)

Bu ayetin nazil olmasından sonra, Hicretin 5. yılında, Zeyneb, otuz beş yaşında iken Efendimiz (sav) ile semavi bir akitle evlenmiştir.

Nitekim bu evlilik üzerine münafıklar boş durmadı. "Muhammed, oğlunun karısının haram olduğunu bildiği halde, kendi oğlunun hanımını nikahladı!" demeğe başladılar. Bunun üzerine Ahzab suresinin 40. ayeti nazil oldu:

"Muhammed, hiçbirinizin babası değildir, O Allah'ın Resulüdür ve Peygamberlerin sonuncusudur. Allah ise her şeyi hakkıyle bilir."

Peygamberler ümmetleri için bir nevi baba hükmünde olup, onlara kendi babalarından daha büyük bir şefkatle baktıkları halde, bu neseb itibariyle bir babalık değildir. İşte ayet-i kerime bu sebeble peygamberlerin ümmetlerinden hanım almasının akla, ilme ve tabiata uygun düşmeyen bir durum olmadığını açığa çıkarıyordu. Böylece İslâm, evlâtlıkla öz evlâd hukukunu birbirinden ayırıyordu. Ancak bu adet o kadar köklü ve yerleşik idi ki, o gün Müslümanlar arasında bile kimse böyle bir evliliğe cesaret edemezdi. Bu yüzden o günkü münafıklar bu evliliği dillerine dolamış, çeşitli senaryolar üretmişlerdir. Hatta bu evliliği Efendimizin -haşa- nefsaniyetine düşkünlüğüne delil göstermek istemişlerdir.

Bu evliliği nefsanî ve şehevanî telâkki edenlere Üstad Bediüzzaman'ın veciz ve susturucu cevabı şöyledir:

"Yüz bin defa haşa ve kella. O damen-i muallaya, şöyle pest şübehatın eli yetişmez. Evet, on beş yaşından kırk beş yaşına kadar hararet-i gariziyenin galeyanı hangamında ve hevesat-ı nefsaniyenin iltihabı zamanında, dost ve düşmanın ittifakıyla kemal-i iffet ve tamam-ı ismetle Hatice'tül Kübra (ra) gibi ihtiyarca bir tek kadınla iktifa ve kanaat eden bir zatın, kırktan sonra, yanı hararet-i gariziye tevakkufu hengamında ve hevesat-ı nefsaniyenin sükûneti zamanında kesret-i izdivaç ve tezevvücatı, bizzarure ve bilbedahe, nefsanî olmadığını ve başka ehemmiyetli hikmetlere müstenit olduğunu zerre kadar insafı olana ispat eder bir hüccettir." (Risale-i Nur Külliyatı, l/357)

Hz. Zeyneb'i daha önce bakire iken de tanıyan Efendimiz (sav), onu Zeyd'le evlendirmeden önce de evlenebilirdi. Buna bir engel yoktu. Demek ki, bu evlilikte toplumda yaygın eski yanlışların düzeltilmesi ve yeni bir takım hükümlerin yerleştirilmesi gibi önemli hikmetler vardır.

İlave bilgi için tıklayınız: 

- Peygamber efendimiz (s.a.v)in çok evliliği ve evinin ezvac-ı tahirat okulu olması...  
 - Peygamber Efendimizin (asm) çok evlenmesinin hikmetleri nelerdir?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 100.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun