Peygamberimiz (s.a.v.) kavimleri İslâm'a davet ederken nasıl bir metod izlemiştir?

Tarih: 02.06.2006 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Resûl-i Ekrem, Tâiflilerin insafsız ve âdice hücum ve hakaretlerine hedef olduktan sonra, Mekke'ye döndüğünde, müşriklerin daha da şiddetli muhalefet ve eziyetleriyle karşı karşıya kaldığı hâlde, îman ve İslâmı tebliğden bir an bile geri durmadı. Aksine, Tâif dönüşü, İslâma dâvet dairesini daha da genişletti ve kabileleri İslâma dâvete başladı.

Bir dâvânın hızla intişârı, şüphesiz, sağlam ve seviyeli müntesiblerinin çokluğu ile doğru orantılıdır. Resûl-i Ekrem de bu gerçeği göz önünde bulundurarak, hem îmâna davet etmek, hem de Kureyş müşriklerine karşı bir kuvvet olarak kullanmak gayesiyle Hac mevsiminde Mekke etrafında konaklamış bulunan Arap kabileleri arasında dolaşıyordu.

Görüştüğü kabile ileri gelenlerinin her biri ayrı ayrı bahaneler ileri sürerek İslâma girmekten uzak duruyorlardı. İçlerinde Müslüman olma arzusunu izhar edenler var idiyse de bunların İslâm safına katılmalarına engel olunuyordu.

İslâma dâvet edilen bazı kabileler ise, dâvete icabet etmedikleri gibi, Efendimize hakaretvâri sözler de söylüyorlardı.

Resûlullahın dolaştığı yerlere müşrikler de gidiyor, onu âdeta bir gölge gibi takib ediyorlardı. Kabile fertlerinin İslâmiyetten uzak durmalarında şüphesiz müşriklerin menfı, yalan ve iftira üzerine kurulu propagandalarının da büyük rolü vardı.

Resûl-i Ekrem, her sene belirli mevsimlerde kurulan Ukâz, Mecenne, Zü'l-Mecâz panayırlarını (bir nevî fuâr) gezmeyi, buraya gelmiş bulunan kabilelerle görüşmeyi, halkına Kur'ân okuyup ve onları İslâma davet etmeyi asla ihmal etmezdi. Ne var ki, o, kudsî gayeyle halk arasında dolaşırken, Ebû Leheb de ara sıra geziyor ve "Muhammed atalarının dininden döndü, yalanlar uyduruyor, ona kanmayın." diyor, halkın kendisiyle temas etmesine mâni olmaya çalışıyordu.

Peygamber Efendimiz, kabileler arasında dolaşıp, tebliğ vazifesinde bulunurken, kabilenin bütün fertleriyle değil, çoğu zaman sadece ileri gelenleri, reisleriyle görüşüyor, konuşuyor ve İslâmı onlara anlatıyordu. Çünkü, kabile ferdlerinin, reislerine sarsılmaz bir bağlılık ve hürmetleri vardı. Reislerinin İslâmı benimsemesi demek, tamamının mü'minler safında yer alması demekti. Bu bakımdan Allah Resûlü, kısa yoldan netice elde edebilecek metodu takip ediyordu.

Resûl-i Ekremin bu tarz bir usül takip etmesinde; hak ve hakikatı tebliğde, mühim bir prensibi tesbit etmiş oluyoruz: Hak ve hakikata dâvete mümkünse önce beldenin ileri gelenlerinden, hatırı sayılır ve herkesin saygısını kazanmış kimselerden başlanmalıdır. Bir beldenin veya bir kabilenin ileri gelenlerinin hak ve hakikatı kabul etmesi, şüphesiz halkın da sür'atle aynı dâvâyı benimsemesini kolaylaştıracaktır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun