İSLÂMIN YAYILMASI ve EFENDİMİZE YAPILAN İLÂHÎ İKAZ

Bir Grup Hıristiyanın Müslüman Olması

Mekkeli Müşriklerin, Müslümanları yıldırmak için uyguladıkları Boykotun kaldırılması Peygamberimiz (s.a.v.) ve Ashab-ı Kirama geniş bir nefes aldırdı. Bu sırada peş peşe İslâm sinesine koşmalar görüldü.

İslâma gönül verenler arasında yirmi kadar Hristiyan da vardı. Bunlar, Habeşistan'a hicret etmiş Müslümanlardan Peygamberimiz (s.a.v.) ve İslâmiyet hakkında duyduklarını yerinde araştırmak için Mekke'ye gelmişlerdi.

Kâbe'nin yanında Peygamber Efendimiz ile buluşan Hristiyan grup, birçok sorular sordular. Sorularına mükemmel cevaplar alınca sevindiler.

Daha sonra Resûl-i Ekrem, kendilerini Allah'ın birliğine imana davet etti, Kur'ân okudu. Kur'ân'ın azameti karşısında gönülleri İslâma karşı muhabbetle doldu. Gözyaşları arasında, yirmisi birden orada İslâmiyetle müşerref oldu.

Hâdise, Kureyşli müşrikleri fenâ halde kızdırdı. Putperestlerin Müslüman olmasını engellemeye çalışırlarken, şimdi de Hristiyanlar kendi ayaklarıyla gelip, İslâmiyete giriyorlardı.
Başta Ebû Cehil olmak üzere bir kısım müşrik, onların yolunu keserek, binbir hakaretten sonra,

"Allah belânızı versin! Sizler, bu adamın ne dediğini öğrenmek için buraya gönderilmişken, onunla düşüp kalktınız ve sonunda dininizden ayrılıp, ona uydunuz. Bu düpedüz bir ahmaklıktır." dediler.

Fakat, İslâmla müşerref olan bu bahtiyarlar, müşriklerin hakaret dolu sözlerine aldırış etmediler ve

"Bize karşı yaptığınız cahilliği, biz size yapamayız." diyerek, bir güzel cevapta bulundular.

Kasas Sûresinin 51-55'nci âyetlerinin bu kimseler hakkında nazil olduğu rivâyet edilmiştir.(İbn Hişam, Sire, II/32.)

Efendimize Yapılan İlâhî İkaz

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, bir gün İslâmiyet ve Müslümanlara şiddetli muhalefetleriyle bilinen Velid bin Muğire, Utbe bin Rebîa, Ümeyye bin Hâlef gibi birçok Kureyş ileri gelenleriyle konuşuyor, onlara îmân ve Kur'ân hakikatlarından bahsediyordu.

Zaman zaman muhataplarının dikkatlerini canlı tutmak ve dinlemelerini sağlamak maksadıyla da, "Nasıl, güzel değil mi?" diye soruyordu.

O sırada bir hak aşığı çıkageldi. Maddî gözden mahrum, fakat mânâ gözü açık bu zât, Hz. Hâtice'nin dayısı oğlu ashabdan Abdullah bin Ümmi Mektûm idi. Âmâ olduğundan Peygamber Efendimizin kimlerle konuştuğunun farkında değildi.

"Yâ Resûlallah, beni irşad et, bana Kur'ân okut, Allah'ın sana öğrettiklerinden bana bir şeyler öğret." dedi.

Efendimizin bütün dikkatini Kureyş ileri gelenleri üzerine İslâmiyeti anlatmak için teksif ettiğini fark edemediğinden, bu arzusunu birkaç sefer tekrarlayıp durdu.

Peygamber Efendimiz bu durumdan sıkıldı ve rahatsız oldu. Onunla pek ilgilenmedi. Zira, o her zaman gelip kendisinden İslâmiyetle ilgili her şeyi öğrenebilirdi. Ama, Kureyş müşriklerinin ulularını bir daha böyle toplu halde bulma imkânını elde etmeyebilirdi. Onların İslâmiyeti kabul etmeleri veya düşmanlıklarından vazgeçmeleri ise, Kureyş'in toptan Müslüman olma mânâsına geliyordu.

İşte bu sebeple Fahr-i Âlem Efendimiz, dikkatinin dağıtılmak istenişinden rahatsız olmuştu. Ve bunu hâliyle de izhar etmişti.

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Kureyş ileri gelenleriyle konuşmasını bitirip kalkacağı sırada vahiy geldi. Gözlerini kapayıp daldı. Abese Sûresi nâzil oldu.1

Sûrede Efendimizin davranışından bahisle şöyle buyuruluyordu:

"Yanına âmâ geldi diye yüzünü ekşitip döndü. Nereden bileceksin, belki de o günahlarından arınacaktı. Yahut öğüt alacak ve öğüt kendisine fayda verecekti. Öğütle ihtiyaç duymayan kimseye gelince, sen ona yöneliyorsun. Onun inkâr ve isyan pisliği içinde kalmasından sen mes'ul değilsin. Sana koşarak gelen ve Allah'tan korkan kimseyi ise ihmal ediyorsun. Sakın! O Kur'ân bir öğüttür. Dileyen ondan öğüt alır." 2

Evet, kalblerinden şirkin pisliğini imân suyu ile gidermek istemeyen, Kur'an'ı dinlemek arzusu duymayan, ondan istifadeyi düşünmeyen kimselerin İslâmiyete girmemesi ve nefsini temizlememesi Resûl-i Kibriyânın üzerine bir mesuliyet yüklemiyordu. Çünkü, Onun vazifesi sadece İslâmı hakkıyla tebliğdi. Ancak, hak ve hakikatı öğrenmek arzusunu izhar eden bir Müslümandan yüz çevirmek, ona bilmediği hakikatleri öğretmemek, arzusuna cevap vermemek, işte böylesine ikazı gerektiriyordu.

Cenab-ı Hak, konu ile ilgili indirdiği âyet-i kerimlerde ma'nen şöyle diyordu:

"Zahir gözü görmese de kulağı ve kalb gözü açık hidâyet aşığı birini bırakıyorsun da zahiren gözü bulunan ve fakat kalb gözü kör, hak sözü dinlemek şânından olmayan müstağnîlerle uğraşıyorsun!"3

Bu hâdise ve ikazdan sonra Resûl-i Ekrem, Abdullah ibn-i Ümmi Mektûm'u her gördüğünde ona ikram ve ihsanda bulunur, ihtiyacı olup olmadığını sorar ve

"Merhaba, ey Rabbimin bana itâb ve ikazda bulunmasına sebeb olan kişi!"

diyerek ona iltifât ederdi.

Ebû Rükâneye Gösterilen İki Mu`cize

Rükâne bin Abd-i Yezid, müşriklerin sırtı yere getirilemeyen emsâlsiz pehlivanlarından biri idi. Önüne geleni yere çalan Rükâne, ne yazık ki, Allah Resûlüne karşı beslediği şiddetli kin ve düşmanlığını yenip, hakiki pehlivan olma şerefine ermeyi bir türlü istemiyordu.

Bu meşhur pehlivan, günün birinde Hazret-i Resûlullah ile Mekke'nin bir vadisinde karşılaştı. Gözleri husûmet kıvılcımları saçıyordu.

Allah Resûlü,

"Ey Rükâne, sen, kendisine îmâna dâvet ettiğim Allah'tan korkmaz mısın?" dedi. Rükâne,

"Eğer sözünün gerçek olduğuna kanaat getirseydim, sana tâbi olurdum." cevabını verdi. Resûl-i Ekrem,

"Eğer seni yere vurursam, söylediklerimin hak olduğuna inanır mısın?" diye sordu. Rükâne,

"Yâ Muhammed, eğer beni yıkacak olursan, sana îmân ederim." dedi.

Bunun üzerine Server-i Kâinat Peygamber Efendimiz,

"Kalk, haydi güreşelim." dedi.

Güreşmek için kalktılar. Mağrur Rükâne, daha ilk tutuşta kendini yerde buldu. Neye uğradığının farkına varamadı ve şaşkındı. Derhal ayağa kalktı ve Resûlullah Hazretlerine bir daha güreş teklif etti. Allah Resûlü kabul etti ve Rükâne ikinci defa kendisini yerde buldu.

Hayret ve şaşkınlığı biraz daha artan Rükâne üçüncü defa Resûlullaha güreş teklifinde bulundu. Peygamber Efendimiz yine kabul etti ve onu tuttuğu gibi yere vurdu.

"Beni yıkarsan, söylediğinin hak olduğuna inanırım." diye Resûlullaha söz veren Rükâne, üç sefer sırtı yere geldiği hâlde, yine şirkte inad etti ve

"Yâ Muhammed, şüphesiz sen bir sihirbazsın. Benimle yaptığın bu güreşe doğrusu şaştım kaldım." dedi.

Böylece Resûlullah'tan gördüğü mu'cizeyi sihir ithamıyla perdelemeye çalıştı.

Not: Rükane, Mekke'nin fethinde Müslüman olmuş ve Medine'ye yerleşmiştir.

Bir Başka Mu'cize

Küfürde direnen Rükâne, bu sefer Allah Resûlünün bir başka mu'cizesine şahid oldu.

"Doğrusu, ben, seninle yaptığım bu güreşe şaştım kaldım." deyince, Allah Resûlü,

"Bundan daha çok şaşılacak olanı da var. İstersen sana onu da göstereyim de Allah'tan kork, dâvetime tâbi ol." dedi.

Rükâne,

"Nedir, o şaşılacak şey?" dedi.

Allah Resûlü,

"Şu semûre ağacını çağırayım. Bana geldiğini gör." dedi.

Rükâne,

"Haydi, çağır da gelsin." dedi.

Allah Resûlü, azılı müşrikin gözü önünde semûre ağacına emretti:

"Allah'ın izniyle bana gel!"

Ağaç emre uyarak, yeri yara yara gelip Fahr-i Kâinatın karşısında durdu. Gözleri faltaşı gibi açılan Rükâne'nin kalb gözü hâlâ kapalı duruyordu. Bu açık mu'cizeler karşısında yine küfürde inat etti ve

"Doğrusu ben bugünkü gibi büyük bir sihir, hayatımda görmedim." dedi.

Sonra da ağacın tekrar yerine gitmesi için emir vermesini, Peygamber Efendimizden istedi. Allah Resûlü, ağaca,

"Allah'ın izniyle yerine dön." diye emretti. Ağaç, derhal yerine döndü.

Bundan sonra Resûlullah Efendimiz, Rükâne'yi tekrar Müslüman olmaya dâvet etti. Ancak, o küfürde inad etti ve dâvete icabet etmedi. Bunun üzerine Resûlullahın kendisine son sözleri şunlar oldu:

"Yazıklar olsun, sana!.."

Hayret ve şaşkınlık içinde kavminin yanına dönen Rükâne, başından geçenleri ve gördüklerini anlattıktan sonra,

"Ey Abd-i Menâfoğulları," dedi, "adamınızla bütün dünyayı sihirleyebilirsiniz. Vallahi, şimdiye kadar ondan daha maharetli bir sihirbazı görmedim."5

Hak ve hakikatı kabul etmemekte herşeye rağmen inad edenler, bu inadlarında kendilerini teselli edebilmek için her zaman çeşitli iftira ve ithamlarla İslâm dâvâsını küçük düşürmek istemişlerdir. Ama, her seferinde küçülenler yine kendileri olmuştur.

Bir rivâyete göre, Rükâne, Mekke'nin fethine yakın Müslüman olmuştur.6

Evet, misâlde görüldüğü gibi ağaçlar da Resûl-i Kibriyâ'yı tanıyor, risâletini tasdik edip, emirlerini dinliyorlar. Acaba, buna karşılık kendilerine insan adını veren bir kısım kimseler, o Resûl-i Zîşan'ı tanımazsa, ona îmân etmezse, kuru ağaçtan daha ednâ, odun parçasından daha ehemmiyetsiz ve kıymetsiz olarak Cehennemin ateşine lâyık olmazlar mı?

Dipnotlar:

1. İbni Hişâm, Sîre: 1/198; İbni Sa'd, Tabakât 4/208-209; Tirmizî, 2/232.
2. Abese Sûresi, 1-12.
3. Hamdi Yazır, Hak Dini, Kur'ân Dili: 7/5576.
4. İbni Sa'd, Tabakât, 4/209; İbni Kesîr, Tefsir; 4/470-471; Hamdi Yazır, Tefsir, 7/5571.

5. İbni Hişâm, Sîre: 2/31; Belâzurî, Ensâb: 1/155; İbni Hacer, İsâbe: 1/506.
6. İbni Abdi'l-Berr, İstiâb: 1/51.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun