Hayber nasıl fethedildi?

Tarih: 24.03.2025 - 00:24 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Hayber savaşı nasıl olmuştur?
- Hayber'de Yahudiler mi yaşıyordu?
- Bu kalenin alınmasında Hz. Ali'nin kahramanlıklarından söz ediliyor; bu konuda rivayet var mı?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Yahudilerin yaşadığı Hayber'in fethedilmesiyle ilgili rivayetlerin birisi şöledr:

Ebü’l-Abbâs Sehl İbn Sa’d es-Sâidî (ra)den rivayet edildiğine göre, Hayber Gazvesi gününde Resûlullah (asm) şöyle buyurdu:

« لأعْطِيَنَّ الرَّايَةَ غَداً رَجُلاً يَفْتَحُ اللَّه عَلَى يَدَيْهِ ، يُحبُّ اللَّه ورسُولَهُ ، وَيُحبُّهُ اللَّه وَرَسُولُهُ »

فَبَاتَ النَّاسُ يَدُوكونَ لَيْلَتَهُمْ أَيُّهُمْ يُعْطَاهَا . فَلَمَّا أصبحَ النَّاسُ غَدَوْا عَلَى رسولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : كُلُّهُمْ يَرجُو أَنْ يُعْطَاهَا ، فقال:

« أَيْنَ عليُّ بنُ أَبي طالب ؟ »

فَقيلَ : يا رسولَ اللَّه هُو يَشْتَكي عَيْنَيْه قال : « فَأَرْسِلُوا إِلَيْهِ » فَأُتِي بِهِ ، فَبَصقَ رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم في عيْنيْهِ ، وَدعا لَهُ ، فَبَرأَ حَتَّى كَأَنْ لَمْ يَكُنْ بِهِ وَجعٌ ، فأَعْطَاهُ الرَّايَةَ . فقال عليٌّ رضي اللَّه عنه :

يا رسول اللَّه أُقاتِلُهمْ حَتَّى يَكُونُوا مِثْلَنَا ؟ فَقَالَ :

« انْفُذْ عَلَى رِسلِكَ حَتَّى تَنْزِلَ بِسَاحتِهِمْ، ثُمَّ ادْعُهُمْ إِلَى الإِسْلامِ ، وَأَخْبرْهُمْ بِمَا يجِبُ مِنْ حقِّ اللَّه تَعَالَى فِيهِ ، فَواللَّه لأَنْ يَهْدِيَ اللَّه بِكَ رَجُلاً وَاحِداً خَيْرٌ لَكَ مِنْ حُمْرِ النَّعَمَ»

“Yarın sancağı, Allah’ın kendisinin eliyle fethi nasib edeceği, Allah’ı ve Resûlü’nü seven, Allah’ın ve Resûlü’nün de kendisini sevdiği bir kişiye vereceğim.”

Gazveye iştirak edenler, sancağın aralarından kime verileceğini düşünüp konuşarak geceyi geçirdiler. Sabah olunca, sancağın kendisine verileceği ümidi ile bütün sahâbîler Resûl-i Ekrem (asm) in huzuruna koştular. Peygamber Efendimiz:

“Ali İbni Ebû Tâlib nerede?” diye sordu. Sahâbîler:

– Ey Allah’ın Resûlü! O gözlerinden rahatsız, dediler.

Bunun üzerine Peygamberimiz:

“Ona haber verecek birini gönderiniz.” buyurdular. Ali derhal getirildi. Resûlullah (asm) onun gözlerini tükürüğüyle tedavi ederek kendisine dua etti. O kadar ki, hiç ağrısı yokmuş gibi oldu. Peygamber sancağı ona verdi. Ali:

– Ya Resûlallah! Onlar da bizim gibi mümin oluncaya kadar mı savaşacağım, dedi. Resûl-i Ekrem:

“Acele etmeden, gayet sakin bir şekilde onların yanına var, kendilerini İslâm’a davet et, uymaları gereken ilahi yükümlülükleri kendilerine haber ver. Allah’a yemin ederim ki, senin vasıtanla Allah’ın bir tek kişiye hidayet vermesi, senin için kırmızı develere sahip olmakdan daha hayırlıdır.” buyurdu. (Buhârî, Fezâilü’s-sahabe 9; Müslim, Fezâliü’s-sahabe 34)

Hayber Gazvesi, hicretin yedinci yılında yapıldı. Hayber, Yahudilerin bulunduğu bir yerdi. En mühim kaleleri de burada idi. Müslümanlara karşı sık sık tehdit oluşturmaya başlamışlardı. Anlaşmalara da uymuyorlardı. Bu sebeple, Resûl-i Ekrem (asm) onlarla savaşmaya karar verdi. Hayber kuşatması günlerce sürdü. İbni İshâk’ın rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber önce Ebû Bekir (ra)’i sonra Ömer (ra)’i Hayber kalelerinin fethi için göndermiş, her ikisi de düşmanı yıpratıcı ve teslime zorlayıcı darbeler vurmuşlarsa da kaleler alınamamıştı. Neticede Peygamber Efendimiz, Hz. Ali (ra)’yi komutan tayin etti. Fetih onun eliyle müyesser oldu.

Sahâbe-i kirâm, Hz. Peygamber (asm) ile cihada katılmayı vazgeçilmez bir görev, bir ibadet bilirlerdi. Allah yolunda cihad ederken şehit olmak onların dünyadaki en büyük arzuları idi. Çünkü cihadın ve şehit olmanın Allah katındaki değerini ve mücahidlerle şehitlerin cennetdeki üstün mertebelerini Kur’an ve Sünnet’ten öğrenmişlerdi. Bu sebepledir ki, Hayber Gazvesi’nde sancağı taşımaya, komutanlık gibi üstün bir görev üstlenmeye hepsi talip olmuş, bu bahtiyar kişinin kim olabileceği düşüncesi bütün bir gece onları uyutmamıştı. Onların bu samimi ve candan arzuları, kalplerinden geçirdikleri iyi niyet bile tamamen bir hayır olup, Allah katında ecir almalarına vesiledir.

Peygamber Efendimiz (asm), sahabeye ve ümmete, hastalıklıların tedavi yollarını öğretmiş ve uygulamıştır. Hastalıkların tedavi yöntemleri tek yönlü olmayıp, çeşitlidir. Bu yollardan biri de okuma ve nefes etme suretiyle yapılan tedavi olup, buna rukye denilmektedir. İşte burada Resûlullah’ın Hz. Ali (ra)’nin ağrıyan ve hasta olan gözünü tedavi etmesi bu çeşit bir tedavi yönteminin isbatıdır. Çünkü Peygamberimiz sahabeyi de bu yönde eğitmiştir. Ancak tedavinin bugün kullanılan bütün meşru usullerine de Resûl-i Ekrem’in emir ve tavsiyelerinde, kendine has adıyla "Tıbb-ı Nebevî" eserlerinde, genel anlamda rastlamaktayız. 

Müslüman olmayanlarla savaş, onlar Müslüman oluncaya veya İslâm’ın hâkimiyetini kabul edinceye kadardır. Onun için Hz. Ali (ra), "Onlarla bizim gibi Müslüman oluncaya kadar mı savaşacağım?" diye sormuştur. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (asm), ilk olarak onları İslâm’a davet etmesini, bu daveti kabul etmezlerse uymaları gereken ilahi yükümlülükleri haber vermesini istemiştir. Bu yükümlülük onların ödeyecekleri cizye, yani Müslüman olmayanların İslâm’ın hâkimiyetini kabul edip, İslâm topraklarında emniyet içinde yaşamalarına karşılık ödeyecekleri vergidir. Şu halde Müslüman olmayanlarla savaş, onların mutlaka Müslüman olup bu dine girmeleri, kendi dinlerini terketmeleri anlamına gelmez. İslâm’ın hâkimiyetini kabul edip, Müslümanların yönetimi altına girmek veya onlarla sulh yapmak anlamına gelir.

Burada bilinmesi gereken en önemli nokta, düşmanla harbe girişmeden önce onların İslâm’a davet edilmeleri gereğidir. İslâm alimlerinden pek çoğu bu davetin vâcip olduğunu söylerler. Böylece harbin, İslâm’ın tebliğinde en son safha ve en son çare olduğu da anlaşılmış olmaktadır. Çünkü İslâm’ın gayesi, yeryüzünde Allah’ın hükmünün geçerli olmasını temindir. Bunun için her meşru çareye başvurulur.

Hadis-i şerifin son kısmındaki Peygamber Efendimizin (asm) sözlerine göre, bir tek kişinin bile hidayetine vesile olmak, bütün dünya zenginliklerine sahip olmaktan daha önemlidir. Çünkü dünya malı bu dünyada kalır, zayi olur, yok olur, hakkı verilmezse insanın dünyada azgınlık ve sapkınlığına, ahirette de azabına, cehenneme girmesine sebep olur. Oysa hidayet, bir insanı dünya ve ahiret saadetine kavuşturur. İnsan yaratılış gayesini anlar, Allah’a layıkıyla kul olur, onun hoşnutluğunu kazanır ve ebedî cenneti hak eder. Bunlar ise, Allah katında en makbul kul olmanın yoludur.

Kırmızı deve, Araplar için, o günün şartlarında en büyük zenginlik alâmetiydi. Bunlar zamana, şartlara ve ülkelere göre değişebilir. Bir yerde lüks marka bir araba, bir yerde uçak, bir yerde denizdeki yat veya başka şeyler zenginlik alâmeti sayılabilir. Burada ifade edilen mutlak manadaki zenginlik ise her zaman için geçerlidir. 

Özet olarak;

- Allah Resûlü’nün (asm), Hayber’in Hz. Ali (ra) tarafından fethedileceğini önceden bildirmesi ve hasta olan gözünü iyileştirmesi, onun mucizelerinden biridir.

- Hadis, Hz. Ali’nin faziletine, Allah’ı ve Resûlü’nü sevdiğine Allah ve Resûlü’nün de kendisini sevdiğine delildir.

- Harbden önce düşman tarafını İslâm’a davet etmek, İslâm’ın gerektirdiği vecibelerdendir.

- İslâm’ın hakimiyetini kabul edenlerle harb edilmez.

- Bir kimsenin hidayetine vesil olmak en üstün dünya nimetlerine sahip olmaktan daha hayırlıdır.

- Sahâbe-i kirâm, Allah ve Resûlü’nü (asm) sevme ve onların sevgisini kazanmada birbirleriyle yarışırlardı.

- İslâmî savaşların gayesi, insanları dalaletten kurtarmak, hidayete kavuşturmaktır. (bk. Riyazü’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, Peygamberimizden Hayat Ölçüleri, Erkam Yay., H. No: 177)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun