"Meşru dairede eğleniniz ve oynayınız. Ben dini yaşantınızda bir kabalığın (yobazlığın) görünmesinden hoşlanmıyorum." (Hadis-i şerif, Beyhaki) Meşru daireden ve kabalıktan kasıt nedir?

Tarih: 05.10.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Evvela Beyhakî bu hadisin munkatı' yani senendinde kopukluk olduğundan zayıf olduğunu vurgulamıştır.(bk. Beyhakî, Şuabu'l-İman, 41. Bab, -el-Mektebe eş-şamile-, XIV/61). Sahih olması halinde, mübah/caiz olan eğlencelerle alakalıdır.

"Meşru daire" ifadesi hadiste yer almamaktadır. Ancak Beyhaki'nin de vurguladığı gibi, bu eğlencelerden maksat, meşru dairedeki mübah olan eğlenceler olduğunda şüphe yoktur. Meşru daireden maksat, İslam dininde meşru kabul edilen alan demektir.

İslam'da mübah görülen bütün eğlence türleri buna dahildir. Yüzmek, ok atmak, ata binmek, mızrak oynamak, düğünlerde, sevinç günlerinde def çalmak, halay çekmek, şartlarına uygun yarışmalar düzenlemek gibi hususlar, özetle İslam'da haram olmayan her eğlence türü buna dahildir.

Bediüzzaman'nın aşağıdaki ifadeleri de bu hadisin bir açıklaması gibi görünüyor:

"Madem helâl dairesi keyfe kâfidir. Ve madem haram dairesindeki bir saat lezzet, bazen bir sene ve on sene hapis cezasını çektirir. Elbette, gençlik nimetine bir şükür olarak, o tatlı nimeti iffette, istikamette sarf etmek lâzım ve elzemdir."(Şualar, On Birinci Şua, s. 204).

"Helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir, harama girmeye hiç lüzum yoktur."(Sözler, Altıncı Söz, s.29).

"Kaba" olarak tercüme edilen hadis metnindeki "ğilza" kelimesi, sert, kaba, katı, şiddetli, incelikten uzak, nazik olmayan gibi anlamlara gelir.

Bundan maksat şu olsa gerek: İslam dini, fıtrat dinidir. İnsanın yaratılışında var olan bütün ihtiyaçlarına cevap verir. Bu ihtiyaçları göz ardı eden, bağnaz, kaba incelikten uzak bir din değildir. Helal dairede nefislerin hoşuna giden eğlencelere de açıktır.

Hepimizin yanı başında olan televizyon ve radyoyu da bu anlamda değerlendirmek gerekir. Nitekim Bediüzzaman bu konuyu -özetle ve sadeleştirilerek- şöyle ifade etmektedir: O zaman televizyon olmadığı için radyo misaline dikkat çekilmiştir.

"Radyo insanlar için Allah'ın büyük bir nimetidir. Bu pek büyük nimete karşı insanlar, bir umumî şükür olarak o radyoları her şeyden evvel "kelimat-ı tayibe"/güzel, faydalı sözler olan başta Kur'ân-ı Hakîm ve onun hakikatlerini, iman ve güzel ahlâk derslerini vermek ve insanların lüzumlu ve zarurî menfaatlerine dair konuları işlemek için kullanmalıdır ki, o nimete şükür olsun. Yoksa nimet böyle şükür görmezse, insanlık camiasına zararlı düşer."

"Kuşkusuz, insanlar hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli heveslere, nefsin hoşuna giden eğlencelere de ihtiyacı var. Fakat bunlar, genel programlar arasında ancak beşte biri olabilir. Yoksa havanın sırr-ı hikmetine münafi olur. Hem insanların tembelliğine ve sefahetine ve lüzumlu vazifelerinin noksan bırakılmasına sebebiyet verir. İnsanlar için büyük bir nimet iken, büyük bir bela, bir musibet olur. İnsanlara çok elzem olan gerekeli çalışma ve teşebbüs şevkini kırar. Ne var ki, günümüzde Allah'ın verdiği bu gibi teknoloji nimetlerini, dünya ve ahiret mutluluğunu netice veren İlmî, ahlakî, sosyal, ekonomik ve benzeri alanlarda kullanmak gerekirken, bunlara ancak onda bir pay ayrılmıştır. Umarız ki, insanlar ileride -inşallah- bu hatalarını tamir edecektir." (bk. Emirdağ Lahikası, I/67-68).

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun