Mekke'nin fethi nasıl gerçekleşmiştir? (2)
Değerli kardeşimiz,
Peygamberimiz (s.a.v.)'in Mekke'ye Girişi
Peygamber Efendimiz, Mekke'ye girmek için ordusunu dört kola ayırdı:
Sağ kol: Kumandan, "Seyfullah" ünvanının sahibi Hz. Hâlid bin Velid'di. Mekke'ye aşağı taraftan girecekti.
Sol kol: Kumandan, Hz. Zübeyr bin Avvam idi. Şehre yukarıdan, Küdâ denilen mevkiden girecekti.
Üçüncü kol: Sa'd bin Ubâde kumandasında idi ve Ensar birliklerinden ibaretti. Seniyye tarafından şehre girecekti.
Dördüncü kol: Piyade birliklerinden meydana gelen dördüncü kola Ebû Ubeyde bin Cerrah kumanda ediyordu. O da Mekke'nin üst tarafından ilerleyecekti.60
Peygamber Efendimiz kumandanlara şu emri verdi:
"Size karşı konulmadıkça, size saldırılmadıkça hiç kimseyle çarpışmaya girmeyeceksiniz! Hiç kimseyi öldürmeyeceksiniz!"61
Bu emirden bazı kimseler müstesna kılındı. Bunlar görüldükleri yerde, Kâbe'nin altına iltica etmiş olsalar dahi öldürüleceklerdi. Onlar da şunlardı:
İkrime bin Ebî Cehil, Abdullah bin Sa'd bin Ebî Serh, Habbar bin Esved bin Muttalib, Hüveyris bin Nukayz, Mıkyes bin Subabe el-Leysî, Abdullah Hilâl bin Hatal, Hind binti Utbe bin Rebia, şarkıcı Sâre, Kureyne ve Ernebe.62
Bunlar, irtidad, İslâma ve Müslümanlara aşırı düşmanlık, işkence, katl, Resûlullahı ve Müslümanları küstahça hicvetme gibi affa sığmayacak suçlar işlemişlerdi.
Kollar Mekke'ye Girerken
Takvim yaprağı, Hicretin sekizinci yılı Ramazan ayının on üçü Cuma gününü gösteriyordu. Gün henüz yeni ağarmıştı.
Peygamber Efendimiz, devesi Kasvâ'nın üzerindeydi. Mübârek başında Yemen işi siyah bir sarık vardı. Sarığın bir ucunu iki omuzunun arasına salıvermişti. Bir haşmet ve vakar içinde mübârek Belde'ye giriyordu. Bir taraftan, Allah'ına kendisine bu günü gösterdiğinden dolayı hamdediyor, minnet ve şükrünü arzediyor, diğer taraftan da fethi iki sene evvelinden haber verip müjdeleyen "Ferih Sûresi"ni okuyordu. Bu kendileri için, ashabı için en mesûd, en sevinçli anlardan biriydi.
Dillerde acı söz yok, kalbleri fetheden tatlı tatlı sözler vardı. Simâlardan tebessümler damlıyordu. Mücahidlerde büyük zaferlerin, muhteşem fetihlerin verdiği kendini kaybediş yoktu. Nefislerine, kalb, ruh ve dillerine hâkimiyet vardı.
Sa'd bin Ubâde'nin Azledilmesi
Bir ara baş döndürücü zaferin havasına gayr-ı ihtiyarî kendisini kaptıran üçüncü kol kumandanı Hz. Sa'd bin Ubâde, ağzından, "Bugün büyük savaş günüdür. Kâbe'de vuruşmanın helâl olacağı gündür!"63 diye bir söz kaçırdı.
Durum, derhal Hz. Resûl-i Ekreme bildirildi. Bu söz, Mekke'ye harpsiz, kan akıtılmaksızın girmek isteyişin mânâ ve ruhuna zıddı. Hemen sancağın Sa'd Hazretlerinden alınıp oğlu Kays'a verilmesini emir buyurdular.64
Hâlid bin Velid Koluna Taarruz
İslâm ordusu Peygamber Efendimizin emri gereğince hiç kimseye kılıç kaldırmadan edeb ve hürmet içinde Mekke'ye dalga dalga giriyordu. Ancak bu arada, Hâlid bin Velîd Hazretlerinin kumandanlık ettiği kola bir taarruz oldu. Taarruz İkrime bin Ebî Cehil, Safvan bin Ümeyye gibilerle, topladıkları halktan bazıları tarafından yapılmıştı.65
Hz. Hâlid, önce karşılık vermek istemedi. Çünkü emir bu meyandaydı. Ancak, müşriklerin saldırıyı hızlandırıp mücahidleri ok yağmuruna tuttuklarını görünce, vuruşmaya müsaade etti. Müşrikler kaçmaya mecbur kaldılar. Çarpışmada iki mücahid şehid düştü, müşriklerden ise 13 kişi öldürüldü. Durum, Hz. Resûl-i Ekrem tarafından öğrenildi. Hz. Hâlid huzura çağrıldı. Müşriklerin Müslümanlara saldırdıklarını, mücahidlerin ise sadece kendilerini müdafaa etmek zorunda kaldıklarını Hz. Hâlid'den öğrenince
"Allah'ın hüküm ve takdir ettiğinde hayır vardır."66 buyurdular.
Bundan başka on bin kişilik muazzam İslâm ordusu Mekke'ye girerken hiç bir çarpışma olmadı ve Müslümanlar silahlarını kullanmadılar.
Bu arada kanı heder edilenlerden ve nerede görülürlerse görülsünler, öldürüleceklerden birkaç kişi ele geçirildi ve öldürüldüler. Bunların birkaçı önce Müslüman olup sonra da irtidad eden kimselerdi. Abdullah bin Hatal, Mıkyes bin Subabe bunların ikisi idi. Kanı heder edilip ele geçirildikten sonra öldürülen diğerleri ise Hâris bin Tuleytıla, Huveyris bin Nukayz ve Sâre idi. Bunların hepsi Peygamberimiz (s.a.v.) henüz Mekke'de iken kendilerine en ağır eziyet ve hakarette bulunan kimselerdi. Yakalanıp öldürülmeleri emrolunan diğer müşrikler ise her biri başka başka yerlere kaçmışlardı.
Peygamber Efendimiz, Mekke'ye girer girmez halka emân verdiğini ilân etti:
"Kim Ebû Süfyan'ın evine sığınırsa, ona emân verilmiştir. Kim, elinden silahını bırakırsa ona emân verilmiştir. Kim, evine girer, kapısını kapatırsa ona da emân verilmiştir."
Bunun üzerine müşriklerden bir kısmı evlerine, diğer bir kısmı da Ebû Süfyan'ın evine sığındı.
Peygamberimiz (s.a.v.) Kâbe-i Muazzama'da
On bini aşkın İslâm ordusu Mekke'ye girmişti. Fakat Mekke sakin ve asûde bir gün yaşıyordu. Herkes emniyet içinde idi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Kasvâ'nın üzerinde, terkisinde Üsâme bin Zeyd, sağında Hz. Ebû Bekir, etrafında Muhacir ve Ensâr topluluğu olduğu halde Kâbe-i Muazzamaya doğru ilerliyordu. Dâvâsını ilâna başladığı ilk günden bu güne kadar ve bu muzafferiyet sonunda hiç bir değişiklik yoktu. Tek başına İslâm ve îmânı tebliğ ederken de mütevazi, mahviyetkâr, affedici ve merhametli idi, o gün de. Birkaç kişinin gönlünde yer tutmuşken nasıl alicenap, şefkatli, mütevazi ve afüvkâr idiyse, şimdi on binlerin gönlünde taht kurmuşken de yine bu vasıflarından zerre kaybetmemişti.
İşte Efendimiz bu tevazû, mahviyet ve Allah'a minnet ve şükran hisleriyle dolu bir manzara içinde Hâremi Şerife girdi. Müslümanlar da akın akın muazzam Mâbede doğru akıyorlardı. Resûl-i Kibriyâ tekbir getirince, Müslümanlar da hep bir ağızdan "Allahü Ekber!" diyerek Mekke ufuklarını bu kudsî sada ile çınlattılar. Bu ulvî sadaya, bu mübârek beldenin dağı, taşı "Allahü Ekber! Allahü Ekber!" diyerek karşılık veriyordu.
Kâbe'yi Tavaf
Resûl-i Kibriyâ, binlerce sahabî arasında devesi Kasvâ'nın üzerinde Kâbe'yi tavafa başladı. Peşini ashab-ı kiram takib etti. Tavafın her devresinde ellerindeki değnekle Hacerü'l-Esvede işâret ederek onu istilâm ediyordu.67
Tavafın yedinci devresinden sonra Kasvâ'dan indi. Makam-ı İbrahim'e varıp orada iki rekât namaz kıldı. Sonra da Zemzem Kuyusuna vararak ondan hem su içti, hem de abdest aldı. Bunu Safâ Tepesine çıkışları takib etti. Oradan etrafa baktı ve kendisine bu muazzam günü gösteren Yüce Allah'a bir kere daha minnet ve şükranlarını takdim etti.
Bu sırada Medineli Müslümanlardan bazılarının iç âleminde bir endişe uyandı. Bu endişeyi, "Cenâb-ı Hak, Resûlüne yurdunun fethini nasib etti. Artık burada oturur kalırlar mı dersiniz?" diyerek izhar ettiler.
Duâsını bitiren Fâhr-i Âlem Efendimiz, ne konuştuklarını sordu.
Onlar, "Bir şey yok yâ Resûlallah." dediler.
Sorusunu birkaç sefer tekrarlayıp aynı cevabı alan Peygamber Efendimize, o sırada vahiy ile Ensarın konuştukları haber verildi. Bunun üzerine,
"Ben sizin söylediğiniz şeyden Allah'a sığınırım! Bilin ki, benim hayatım sizin hayatınızla, ölümüm de sizin ölümünüzledir."68 buyurdular.
Bu hitap karşısında Ensar gözyaşları arasında Fahr-i Kâinatın çevresinde toplanıp gönlünü almaya çalıştılar:
"Vallahi biz bunları, Allah ve Resûlüne olan muhabbetimizden dolayı söylemiştik, başka bir maksatla değil." dediler.69
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) ve Müslümanların Kâbe'yi tavaf ettikleri bir sıradaydı. Ebû Süfyan da Mescid-i Haramın bir köşesinde oturup düşünceye dalmıştı. Şeytan zihnini kurcalıyor ve bir takım sinsi vesveseler telkin ediyordu. Resûl-i Ekrem önünden her geçtikçe o,
"Acaba bir asker toplasam, şu adamla (!) bir daha çarpışsam, ne olur?" diye içinden geçiriyordu. Tam bu sırada Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, gelip başucuna dikildi ve
"O zaman da yine Allah seni hâkir eder." buyurdu.
Ebû Süfyan, şimşek gibi çakan bu söz karşısında daldığı derin düşünceden sıyrıldı. Başını kaldırıp baktığında Peygamber Efendimizi yanıbaşında gördü. Şaşırdı, titredi. Sonra da Allah'a tövbe ve istiğfarda bulunarak,
"Vallahi sen Resûlullahsın." dedi.70
Fadale bin Umeyr ise, Peygamberimiz (s.a.v.)'i tavaf sırasında öldürmek niyetiyle gözlüyordu. Bir ara bu niyete fazlasıyla yaklaşan Fadale'ye Resûl-i Ekrem âniden dönüp,
"Sen Fadale misin?" diye sordu. Fadale, şaşkınlık içinde,
"Evet, Yâ Resûlallah." dedi. Peygamberimiz (s.a.v.),
"İçinden ne geçiriyor, ne düşünüyorsun?" dedi. Fadale,
"Hiçbir şey düşünmüyor, Allah'ı anmakla meşgul bulunuyordum." diye cevap verince Resûl-i Ekrem,
"Allah'tan af ve mağfiret dile ey Fadale!" dedi.
Sonra da elini Fadale'nin göğsüne koyarak onun için duâ etti.
Bu mucize karşısında Fadale kötü niyetinden vazgeçti ve yumuşayan kalbiyle birlikte îmânı da karar kıldı. Resûl-i Kibriyânın bir tek nuranî tebessümü düşmanlıkları dostluklara dönüşüyor, katı kalbleri balmumu gibi yumuşatıyordu. Fadale, o ânı şöyle tasvir eder: "Vallahi, göğsümden elini kaldırdığı zaman, bana ondan daha sevimli ve sevgili bir şey yoktu."71
Putların Yıkılışı
Kureyş müşrikleri, Kâbe'nin çevresine üç yüz altmış put dikmişlerdi. Bu putlar, kurşunla yerlerine perçinlenmiş bulunuyordu.72
Tebliğ ettiği Tevhid inancı ile akıl, ruh ve kalblerdeki putları yıkıp, binlerce insanı getirdiği nûrun etrafında pervane gibi döndüren Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, şimdi de Tevhid inancına uygun binâ edilmiş olan Kâbe'yi asliyetine kavuşturmak için putlardan temizlemeye başlıyordu. Elindeki asâ ile o putlara birer birer işâret ederek,
"Hak geldi, bâtıl zâil oldu. Muhakkak ki bâtıl yok olup gidicidir."73
âyetini okudu. İşareti alan her put yere düştü. Putun yüzüne işaret ettiyse arkasına düşer, arkasına işaret ettiyse, yüz üstüne düşerdi. Böylece Kâbe içinde ve çevresinde yere yuvarlanmayan hiç bir put kalmadı.74
Kâbe'de Ezan
Öğle namazı vakti girmişti. Nebiy-yi Ekrem Efendimizin emriyle, Hz. Bilâl, Kâbe'nin üzerine çıkarak ezan okumaya başladı. Îmânlı gönüllerde bir sevinç, bir canlılık, îmânsız gönüllerde ise üzüntü ve yıkılış vardı. Seneler önce boynuna ip takıp sokak sokak dolaştırdıkları, akla gelmedik eziyet ve işkencelere maruz bıraktıkları köle Hz. Bilâl, şimdi Kâbe'nin üzerinde gür sesiyle şirk ehlini çatlatırcasına Tevhidi ilân ediyordu. Onunla beraber âdeta dağ taş da "Tehvid-i İlâhî"yi kendilerine mahsus dillerle haykırıyorlardı.
Bu müstesna manzara karşısında azılı müşrikler kahroluyorlardı. O sırada Kureyş reislerinden Ebû Süfyan, Attab bin Esid ve Hâris ibni Hişâm aralarında konuştular.
Attab, "Pederim Esid bahtiyar idi ki, bu günü görmedi!" dedi.
Hâris, "Muhammed, bu siyah kargadan başka adam bulamadı mı ki, bunu müezzin yaptı." diye konuşarak Hz. Bilâli Habeşî'den tahkirle söz etti:
Ebû Süfyan ise ağzından tek kelime çıkarmadı. "Ben, korkarım, bir şey demeyeceğim. Kimse olmasa bile, şu ayağımızın altındaki kumlar ve taşlar ona haber verir, o da bilir."75 dedi.
Gerçekten de az sonra Peygamberimiz (s.a.v.) onlarla karşılaştı ve konuştuklarını harfiyyen söyledi. O vakit, Attab ve Hâris şehâdet getirip Müslüman oldular.76
Ebû Süfyan ise, "Yâ Resûlallah! İyi ki, ben bir şey söylemedim." dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu söze tebessüm buyurdular.
Bütün bu olup bitenler, Mekke halkı üzerinde derin tesir bırakıyordu. Gönüllerini İslâma ısındırıyor, Hz. Resûlullah ve Ashab-ı Kirama besledikleri kin ve adâvetlerinin erimesine sebep oluyordu.
Peygamberimiz (s.a.v.)'in Kâbe'ye Girmesi
Resûl-i Ekrem, Osman bin Talhâ'ya haber göndererek Kâbe'nin anahtarını getirmesini emretti. Annesinin, anahtarı vermemek hususundaki şiddetli ısrarına rağmen Osman bin Talha anahtarı alıp getirdi. Kâinatın Efendisi yanında Hz. Bilâl, Üsâme bin Zeyd ve Osman bin Talha (r.a.) olduğu halde Kâbe'ye girdi.77 İçerdeki suret ve putların temizlenmesi için daha önce emir buyurmuşlardı. Ancak henüz onlardan eser vardı. Bir emirle bu izlerin de silinip her tarafın tertemiz edilmesini istedi.
Bir müddet Kâbe'nin içinde kaldıktan sonra, dışarı çıktı. O sırada hemen hemen bütün Mekke halkı Mescid-i Haramın etrafında toplanmış, haklarında verilecek hükmü merakla bekliyorlardı.
- Acaba, Resûl-i Kibriyâ, onların kendisine revâ gördükleri gibi yüzlerine işkembe mi atacaktı?
- Yollarına dikenler döküp üzerinden mi yürütecekti? Onlara, akla gelmez eziyet ve hakaretlerde mi bulunacaktı?
- Onların sahabîlerine yaptıkları gibi boğazlarına ip takıp sokak sokak mı dolaştıracaktı?
- Kızgın kumların üzerine yatırıp onlara işkence mi yapacaktı? Onları aç ve susuz mu bırakacaktı? Yurtlarından mı çıkaracaktı?
Hayır, kâinatın vücud bulmasına sebep olan ve âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bulunan o şanlı Resûl, bunların hiç birini yapmadı.
Fetih Hutbesi
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Kâbe-i Muazzamanın kapısında durdu. Mübârek yüzünde beliren tatlı tebessümleriyle halka bakıyordu. Allah'a hamd ve senâdan sonra şu hutbeyi irad etti:
"Allah'tan başka ilâh yoktur. Yalnız O vardır. Onun şeriki yoktur."
"O, va'dini yerine getirdi, kuluna yardım etti, aleyhinde toplanan düşmanları tek başına perişan etti.""Bilmelisiniz ki, Cahiliyye Devrine âit olup, iftihar vesilesi yapıla gelinen her şey; kan, mâl dâvâları, bunların hepsi bugün, şu ayaklarımın altında kalmış, ortadan kaldırılmıştır."
"Bütün insanlar Âdem'den (a.s.), Âdem de topraktan yaratılmıştır. Allah buyuruyor ki:'Ey insanlar! Sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız ve aranızdaki münâsebetleri bilesiniz diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en şerefliniz, Ondan en çok korkanınızdır. Muhakkak ki Allah her şeyi hakkıyla bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır.' " (Hucurat, 49/13)78
Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), bu hitabesinden sonra, halka, "Ey Kureyş topluluğu! Şimdi hakkınızda benim ne yapacağımı tahmin edersiniz?" diye sordu.
Kureyşliler, "Sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun! Ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız." dediler.
Bunun üzerine Âlemlere rahmet olarak gönderilen Resûl-i Kibriyâ Efendimiz şöyle konuştu:
"Benim halimle sizin haliniz, Yusuf'la (a.s.) kardeşlerinin hâli gibidir. Yusuf un (a.s.) kardeşlerine dediği gibi ben de sizlere diyorum:(*)
'Bugün sizin için bir kınama yoktur! Allah, sizi affetsin. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.'79
Gidiniz, sizler serbestsiniz."80
Affedişlerin en makbulü, muktedirken affetmek, iyiliklerin en güzeli ise, kötülüklere karşı yapılandır. Merhametlerin en üstünü kendisine acımayanlara acımak, şefkat etmek ve merhamette bulunmaktır. İşte Kâinatın Efendisi bunu yapıyordu. Çünkü, O, Cenâb-ı Hakk'tan dersini şöyle almıştı:
"Kolaylık göster, affa sarıl, iyiliği tavsiye et, câhillerden de yüz çevir."81
Fetihten Sonra Hicretin Kaldırılması
Mekke'nin fethedildiği gündü. Abdurrahman bin Safvan, babasını alıp Resûl-i Ekrem Efendimizin huzuruna getirdi. "Yâ Resûlallah, babam hicret etmek üzere bîat edecektir." dedi. Peygamberimiz (s.a.v.),
"Mekke'nin fethinden sonra artık hicret kalkmıştır." buyurdu.
Ne var ki, Abdurrahman, babasının muhacir vasfının manevî mükâfatından nasibdar olmasını istiyordu. Bunun için gidip Peygamber Efendimizin çok sevdiği ve hatırını saydığı amcası Hz. Abbas'a başvurdu. Bu hususta şefaatçı olmasını istedi. Abdurrahman'ın ricasını kabul eden Hz. Abbas, "Yâ Resûlallah! Sen benimle filân arasındaki dostluğu biliyorsun, babasını hicret bîatı yapmak üzere size getirmiş, kabul buyurmamışsınız." dedi.
Arabistan müşriklerinin yegâne kalesi olan Mekke artık fethedilmişti. İslâmiyet bununla büyük bir kuvvet kazanmıştı. Müslümanlar da dinlerini istediği gibi, istedikleri yerde yaşama durumunu elde etmişlerdi. Bu sebeple Peygamber Efendimiz "hicret müessesesi"ni kaldırmaya karar vermişti. Bundandır ki, çok sevdiği ve fazlasıyla hürmet duyduğu amcasının bu arzusuna da müsbet cevap vermedi ve "Hicret için bîat yapmak artık yoktur." buyurdu.82
Resûl-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) kaldırdığı hicret, İslâmın serbestçe yaşanabildiği, ahalisi Müslüman olan bir beldeden İslâmın bir başka beldesine hicretti. Daha hususi mânâsıyla, Peygamber Efendimizin sağlığında Mekke-i Mükerreme ve çevresinden, Medine-i Münevvere'ye olan hicretti.83
Peygamberimiz (s.a.v.)’in İkinci Hutbesi
Resûl-i Ekrem Efendimiz, fethin ikinci günü, öğle namazından sonra Kâbe kapısı merdivenine çıkıp, arkası Kâbe'ye dayalı bir halde Allah'a hamd ve senâda bulunduktan sonra halka şöyle hitap etti:
"Ey insanlar!
"Şüphesiz Allah göklerle yeri, güneş ile ayı yarattığı gün Mekke'yi haram ve dokunulmaz kılmıştır. Kıyamet gününe kadar da haram ve dokunulmaz olarak kalacaktır."
"Allah'a ve âhiret gününe inanan kimse için, Mekke Hareminde kan dökmek, ağaç kesmek helâl olmaz! Mekke'de kan dökmek benden önce hiçbir kimseye helâl olmadığı gibi, benden sonra da hiçbir kimseye helâl olmayacaktır! Bu söylediklerimi burada dinleyenler, hazır bulunanlara duyursun!
...
"Şu bulunduğum andan itibaren kim öldürülürse, öldürülenin âilesi için şu iki şeyden birini tercih etmek hakkı vardır: Yâ öldürülenin kısas olarak öldürülmesini ya da öldürülenin diyetini, kan bedelini ister.""Muhakkak ki, insanların Cenâb-ı Hakka karşı en hürmetsizi, en taşkını ve azgını; Allah'ın Hareminde adam öldüren, yahut kendi katilinden başkasını öldüren veya Cahiliyye intikamını almak için adam öldürendir."
"İslâm'da, insanın babasından veya baba tarafından akrabasından başkasına intisab etmesi diye bir şey yoktur. Doğan çocuk döşeğin sahibine aittir. İddiasını ispatlamak için delil getirmek dâvâcıya, inkâr edene düşer!"
"İslâmiyet'te, ne câhiliyyet andlaşması vardır ne de fetihten sonra hicret. Fakat, cihad ve cihada niyet vardır."
"Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Bütün Müslümanlar kardeştirler. Müslümanlar kendilerinden olmayanlara (düşmanlara) karşı bir tek eldirler, elbirliği ile hareket ederler."
...
"Müslümanların kanları birbirine eşittir. Zimmetlerini onların en hafifleri, en uzaktakileri bile yerine getirme gayretini gösterirler. İyi bilmelisiniz ki, ne bir kâfir için bir mü'min, bir Müslüman öldürülür, ne de onlardan taahhüd sahibi olanlar, taahhüdlerinden dolayı harbî olan kâfirler için öldürülürler."
"İslâm'da, değiş-tokuş yoluyla mehirsiz evlenme yoktur. Kadın, ne halasının ne de teyzesinin üzerine nikâhlanıp bir araya getirilebilir."
"Kocasının izni olmadıkça, kadının onun malından bir şey dağıtması, vermesi helâl ve câiz değildir."
"Kadın, yanında bir mahremi bulunmadıkça üç günlük yola gidemez."
"İyi biliniz ki, vâris için vâsiyete lüzum yoktur. Ayrı din sahipleri birbirlerine vâris olamazlar."
"Parmakların her birisinde diyet, onar devedir. Kemiği görünen derin yaralardan herbirisinde diyet beşer devedir."
"Sabah namazı kılındıktan sonra güneş doğuncaya kadar bir başka namaz kılınmaz. İkindi namazından sonra güneş batıncaya kadar da bir başka namaz kılınmaz.
"Sizi iki günün orucundan nehyederim: Biri Kurban Bayramı günü, diğeri de Ramazan Bayramı günü orucudur.
"Ben, size ancak anlayacağınız, tutacağınız yolu gösterdim."84
Resûl-i Ekrem, Fetih Hutbesinde Sikâye ve Hicâbe hizmetleri dışında kalan, Cahiliyye Devrine âit bütün iş, muâmele ve dâvâların ortadan kaldırıldığını beyan buyurmuştu. Hacılara su dağıtma vazifesi olan Sikâye, o sırada Peygamberimiz (s.a.v.)'in amcası Hz. Abbas'ın uhdesinde idi. Kâbe'ye hizmet vazifesi olan Hicâbe ise, Osman bin Talhâ'da bulunuyordu. Hz. Abbas, Peygamberimiz (s.a.v.)'e müracaat ederek bu iki vazifenin de kendilerine verilmesini istedi. Ancak, Resûl-i Ekrem, eskiden olduğu gibi sadece Sikâye vazifesinin kendilerinde kalmasını uygun gördü.
Resûl-i Kibriyâ, Kâbe'nin anahtarını elinde tutuyordu. Bir çok Müslüman bu şerefli vazifeyi üzerine almak arzusunu taşıyordu. Fakat Efendimiz, Osman bin Talhâ'yı huzuruna çağırdı ve
"Muhakkak ki Allah size emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder." (Nisâ, 4/58)
âyet-i kerimesini okuduktan sonra,
"Ey Osman! İşte anahtarın al! Bugün iyilik ve ahde vefâ günüdür!"85
dedi ve Kâbe'nin anahtarını yine ona teslim etti. Osman bin Talhâ(*) anahtarı alıp giderken Resûl-i Ekrem,
"Sana zamanında söylemiş olduğum şey, vuku bulmadı mı?" diye sordu. Hz. Osman bin Talhâ aralarında geçen hâdiseyi hatırlayarak Resûlullahı tasdik etti.
"Evet, şehâdet ederim ki, sen, şüphesiz Allah'ın Resûlüsün."86
Peygamber Efendimizin, Osman bin Talhâ'ya hatırlatmak istediği hâdise şuydu:
Hicretten önceydi. Osman bin Talhâ henüz Müslüman olmamıştı. Peygamberimiz (s.a.v.) bir gün Kâbe'ye girmek istemiş, fakat Osman bin Talhâ buna mâni olmuştu. Mâni olmakla kalmamış, Efendimize kaba, katı ve nâhoş davranmıştı. Resûl-i Ekrem ise, bundan dolayı asla hiddete kapılmamış ve istikbâl semâlarına İslâmın gür sedasının pek yakında hâkim olacağını görür gibi sükûnet ve mülayim bir edâ ile,
"Ey Osman, ümit ederim ki, bir gün gelecek sen, beni bu anahtarı elde etmiş ve istediğim yere koymakta, arzu ettiğim kimseye vermekte serbest olacağım bir mevkiide bulursun." demişti. Osman bin Talhâ,
"O zaman Kureyş müşrikleri kuvvetten düşmüş, yok olmuş demektir." cevabını verince de, Peygamberimiz (s.a.v.),
"Hayır, ey Osman! Asıl o gün Kureyş hakiki kuvvet ve şerefe kavuşacaktır!"87 buyurmuştu.
Mekkelilerin Peygamberimiz (s.a.v.)'e Bîatı
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, umumî af ilân ettikten sonra, Safâ Tepesine çıkıp orada Kureyşlilerin bîatını kabul etti. Seneler önce, aynı tepede peygamberliğini açıktan ilân edip muhalefetle karşılanırken, şimdi aynı tepe üzerinde aynı kimselerden İslâmiyet üzere bîat alıyordu. Erkeklerin Allah'a îmân, Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed'in (a.s.m.) Onun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet ederek İslâmiyet ve cihad üzerine yaptıkları bîatı, kadınların bîatı takib etti.
Kadınlar şu hususlar üzerine Peygamberimiz (s.a.v.)'e bîat ettiler:
1. Allah'a hiçbir zaman ortak koşmamak,
2. Hırsızlık yapmamak,
3. Kız çocuklarını öldürmemek,
4. Zinâ etmemek, iffetini korumak,
5. Herhangi bir iyilik hususunda Allah Resûlüne isyân etmemek.88
Kadınlar tâifesinin başında Hz. Ali'nin hemşiresi Hz. Ümmühanî, Âs bin Ümeyye'nin kızı Ümmü Habîb, Attab İbni Esîd'in halaları Erva, Ebû Âs'ın kızı Ârikâ, Hâris bin Hişâm'ın kızı ve Ebû Cehil'in oğlu İkrime'nin karısı Ümmü Hakîm, Hâlid bin Velid'in kızkardeşi Fâhita gibi Kureyş kadınlarının meşhurları bulunuyordu. Aralarında Resûl-i Ekremin haklarında nerede görülürlerse görülsünler, öldürülsünler buyurduklarından biri olan Ebû Süfyan'ın karısı Hind de vardı. Tanınmamak için kıyafet değiştirerek kadınlar arasına katılmıştı. Geçmişte, Peygamberimiz (s.a.v.) ve Müslümanlara karşı giriştiği hareketlerden pişmanlık duyar bir hâli vardı. Yaptığı her şeye rağmen Kâinatın Efendisi İslâmiyetle şereflendiğini duyduğu Hind'i affetti ve onun da bîatını kabul etti.
Saadete kavuşan insan, sevdiklerinin de kendisiyle aynı saadet lezzetini paylaşmasını gönülden arzu eder. Bu, insanoğlunun fıtratında varolan bir duygudur. Hz. Ebû Bekir, îmân edip bu saadeti yaşayanlardan biri idi. Ama babası Ebû Kuhâfe henüz bu saadetten mahrumdu. Mesûd oğul, babasının bu nimeti, bu huzur ve saadet lezzetini kendisiyle paylaşmasını istiyordu. Bu maksada elinden tutarak onu Peygamber Efendimizin huzuruna getirdi.
"Beni Rabbim terbiye etti, o ne güzel bir terbiyecidir."
buyurarak Cenâb-ı Hakk'ın müstesna terbiyesi altında ahlâken kemâle erdiğini ifade eden Nebiy-yi Muhterem Efendimiz, Hz. Ebû Bekir'in ihtiyar babasını alıp yanına getirmesinden müteessir oldu ve
"İhtiyara, getirme zahmeti vermeseydin de onu evinde ziyâret etseydik olmaz mıydı?" buyurarak nezâket ve tevazuunu izhar etti.
İlâhî terbiye ile yetişen kaynaktan ders alan Hz. Ebû Bekir ise,
"Yâ Resûlallah! Senin onun yanına gitmenden, onun senin yanına gelmesi daha muvafıktır." dedi. Bu kısa konuşmadan sonra Peygamberimiz (s.a.v.), mübârek ellerini âmâ Ebû Kuhâfe'nin göğsüne koyup sığadıktan sonra,
"Müslüman ol, ey Ebû Kuhâfe" dedi. Bu söze muhatab olan Ebû Kuhâfe derhal Müslüman olup oğlunun saadetine saadet kattı.89
İslâm'ın amansız düşmanlarından Ebû Süfyan'ın karısı Utbe kızı Hind'in affedilmesi, nerde görülürse görülsünler, öldürülecekler listesine alınanlar için bir ümit kapısı açtı. Vakit geçirmeden onlar da bu ümit kapısından girerek İslâmiyetle şereflendiler. Hz. Resûlullahın geniş affına uğradılar. İkrime bin Ebî Cehil, Abdullah bin Ebî Sarh, Safvan bin Ümeyye, Süheyl bin Amr, Hz. Hamza'nın katili Vahşî, şâir Abdullah bin Zeb'ârî, Hâris bin Hişâm, Enes bin Züneym bunlar arasında yer alıyorlardı. Dünya tarihinde acaba, en amansız düşmanlarına karşı böylesine lütufkâr ve merhametli davranıp onları affeden, onlara kalbinde yer verip safına alan bir başka şahsiyete rastlanabilir mi?
Mekke artık fethedilmişti. Yüzlerde, gönüllerde sevinç vardı. Şehirde müstesnâ bir bayram havasının neşesi hâkimdi. Bu sırada bir bedevînin Peygamberimiz (s.a.v.)'in yanına yaklaştığı görüldü. Bir peygamberin karşısında bulunmanın verdiği heyecan ve haşyet altında bedevî tir tir titriyordu. Durumu fark eden Resûl-i Kibriyâ,
"Ne oluyor sana, kendine gelsene! Ben, bir hükümdar değilim. Ben, güneşte kurutulmuş et parçaları yiyerek geçinmiş olan Kureyşli bir kadının oğluyum."90 buyurdu.
Bu sözleriyle Peygamber Efendimiz, eşsiz bir tevazu örneği veriyordu. O, hükümdar bir peygamber olmakla, kul bir peygamber olmak arasında muhayyer bırakıldığında da "kul bir peygamber" olmayı tercih etmişti.91 Gönül deryasında hâkim olan her zaman tevazû idi. Resûl-i Kibriyânın bu mübârek sözlerine muhatab olan bedevî, rahatladı ve titremesi geçti.
Mekke fethedilmişti. Resûl-i Ekrem ise henüz bu mübârek beldeden ayrılmamıştı.
Her nasılsa Mahzumoğulları Kabilesinden Fâtıma binti Esved adındaki kadın bir hırsızlık yapmıştı. Kadın itibarlı ve soylu idi ve Kureyş yanında da hatırı sayılıyordu. Haliyle Peygamberimiz (s.a.v.)in bu durumdan haberi oldu. Hırsızlıkta bulunanın elinin kesileceğini herkes biliyordu. Ama düşünüyorlar ve birbirlerine soruyorlardı: "Yüksek mevkiye sahip bu kadının eli nasıl kesilebilir?"
Âile halkı, Fâtıma'nın elini kesmeden kurtarmak için bir ümit ışığı arıyorlardı. Birinin Hz. Resûlullah katında şefaatçı olmasını istiyorlardı. Ne var ki, kimse buna cesaret edemiyordu. Sonunda Üsâme bin Zeyd Hazretleri bu vazifeyi üzerine aldı. Üsâme, Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından fazlasıyla sevilen bir sahabî idi. Bu sevgiye güvenmiş olacak ki, bu görevi üzerine almaya yanaşmıştı. Hz. Üsâme, kadının affedilmesini dileyince Resûl-i Ekrem Efendimizin rengi birdenbire değişti.
"Sen, kötülüğün önüne geçmek için Allah'ın koymuş olduğu cezalardan bir cezanın affedilmesi hakkında mı benimle konuşuyorsun?"
diye buyurdu. Hz. Üsâme, üzgün bir edâ içinde,
"Yâ Resûlallah! Bu uygun olmayan hareketimden dolayı Allah'tan affım için duâ et!"
dedi. Hz. Üsâme'ye dersini veren Peygamber Efendimiz (a.s.m.), akşam olunca da ayağa kalktı ve Allah'a hamd ve senâda bulunduktan sonra halka dersini şöyle verdi:
"Sizden evvelkileri şu davranışları mahvetmiştir: Onlar, asil, soylu birisi hırsızlık yaptığı zaman onu serbest bırakırlardı. Zâif, güçsüz birisi hırsızlık edince de ona hemen ceza verirlerdi. Muhammed'in varlığı kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki; Fâtıma binti Muhammed, hırsızlık edecek olsaydı, muhakkak onun da elini keserdim!"
Bundan sonra kadının elinin kesilmesini emretti. Kadının eli bu emir üzerine derhal kesildi. Kadın da güzelce tövbe etti ve evlendi. Ondan sonra sık sık Hz. Âişe'nin yanına gelir giderdi.92
Bu davranışıyla Peygamber Efendimiz, milletlerin bekası için vazgeçilmez bir şart olan adaletin eşsiz bir örneğini sergiliyordu.
Mekke Çevresinin Putlardan Temizlenişi
Peygamber Efendimiz, Kâbe ve Mekke'nin içini putlardan temizlediği gibi, şehrin etrafındaki putları da yok etmek istiyordu. Bu maksatla Hz. Hâlid bin Velid'i otuz kişilik bir birlikle Nahle mevkiine bulunan Uzzâ putunu yıkıp parçalamaya gönderdi. Kureyş yanında en büyük put sayılan Uzzâ'yı Hz. Hâlid emir gereği gidip yıktı.93
Efendimiz, Müşellel adındaki dağın tepesinde bulunan Menât putunu yıkmak için de Sa'd bin Zeyd el-Eşhel'i gönderdi. Menât; Evs ve Hazreç kabilelerinin putu idi. Emri alan Sa'd bin Zeyd beraberindeki Müslümanlarla giderek Menât'ı yıkıp geri döndü.
Yine müşriklerin taptıkları meşhur putlardan biri de Süva' idi. Bu put, Mekke'ye üç mil uzaklıkta bir yerde bulunuyordu. Kinâneoğulları, Hüzeyliler ve Müzeynelerin bu putunu yıkmak için Resûl-i Ekrem, Amr bin Âs Hazretlerini gönderdi. Amr, verilen vazifeyi yerine getirerek Mekke'ye geri döndü.94
Mekke'nin fethi ile böylece, hem Mekke'nin içi dışı putlardan temizlendi, hem de Kureyşin gönlü şirkten, Tevhid nuruyla tertemiz hale geldi.
Konuyla ilgili önceki bölümü okumak için tıklayınız:
- Mekke'nin fethi nasıl gerçekleşmiştir? (1)
Dipnotlar:
60. Sîre, 4:49.
61. a.g.e., 4:51.
62. Tabakât, 2:136.
63. Buharî, 3:61.
64. Tabakât, 2:135.
65. Sîre, 4:50.
66. Tabakât, 2:136.
67. Sîre, 4:54.
68. a.g.e., 4:59; Müslim, 3:1408.
69. Müslim, 3:1408.
70. İbn-i Kesîr, Sîre, 3:576.
71. Sîre, 4:59; Uyunü'l-Eser, 2:180.
72. Buharî, 3:62.
73. İsrâ Sûresi, 81.
74. Sîre, 4:59; Müslim, 3:1408.
75. Sîre, 4:58; Zâdü'l-Mead, 2:184.
76. Sîre, 4:56.
77. Buharî, 3:62.
78. Sîre, 4:59; Müsned, 3:410; Tirmizî, 5:389; Sünen, 4:185.
* Ahlâk ve yüz güzelliğinden ve babalarının onu kendilerinden daha çok sevmelerinden dolayı kardeşleri, Hz. Yusuf'u çekemezler ve hayatına son vermek için Kenan Kuyusuna atarlar. Oradan geçen bir kafile ise, onu alıp Mısır'a götürür. Başından birçok hadiseler geçtikten sonra Hz. Yusuf, sonunda Mısır'a aziz olur. Kader-i İlâhi, bu makamda iken Hz. Yusuf'la kardeşlerini bir araya getirir. Yusuf'u tanıyan kardeşleri yaptıklarından pişmanlık duyarlar. Bunun üzerine Hz. Yusuf, 'Bugün ve bundan sonra benim tarafımdan size başa kalkma ve serzenişte bulunma gibi herhangi bir ezâ ve cefâ düşünmeyin, ben hakkımı helal ettim.' diyerek, kardeşlerini affeder. ;şte, Peygamber Efendimiz, Kureyş müşriklerine: 'Benim halimle sizin hâliniz, Yusuf'la (a.s.) kardeşlerinin hâli gibidir' derken bu hâdiseyi hatırlatmak istemişti.
79. Yusuf Sûresi, 92.
80. Sîre, 4:55; Tabakât, 2:142; Taberî, 3:120.
81. A'raf Sûresi, 199.
82. Müsned, 4:430-431; ibn-i Mace, Sünen, 1:683-684.
83. Bkz.: Doç. Dr. İbrahim Canan, Tebliğ, Terbiye ve Siyasî Taktik Açılarından Hicret, s. 30.
84. Sîre, 4:58; Tabakât, 2:137; Müsned, 2:207-211, 4:32; Buharî, 3:63-66.
85. Sîre, 4:55; Uyunü'l-Eser, 2:178.
* Bazı tefsirlerde Hz. Osman bin Talhâ'nın Mekke'nin Fethi günü Müslüman olduğundan bahsedilir. Fakat bu tarihçiler tarafından muteber sayılmamıştır. Kuvvetli rivayet daha önce anlattığımız gibi Hz. Osman bin Talhâ'nın Hicretin 7. yılı Muharrem ayında Medine'ye gelerek Peygamber Efendimizin (a.s.m.) huzurunda Müslüman olduğuna dair olan rivayettir.
86. Zâdü'l-Mead, 2:184.
87. Uyunü'l-Eser, 2:178.
88. Nesefi, Tefsir, 4:250.
89. Sîre, 4:48; Tabakât, 5:451.
90. İbn-i Kesîr, Sîre, 3:556; İnsanü'l-Uyûn, 3:43; Kaadı iyaz, Şifâ, 1:266.
91. Kaadı İyaz, Şifâ, 1:262.
92. Buharî, 3:65; Müslim, 5:114.
93. Tabakât, 2:145.
94. Tabakât, 2:146.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- MEKKE'NİN FETHİ-II
- Peygamberimiz (s.a.v.)'in kızı Hz. Zeyneb ne zaman vefat etmiştir? Hz. Zeyneb'in özetle hayatı nasıl geçmiştir?
- HZ. ZEYNEP`İN VEFÂTI
- KAZÂ UMRESİ
- İmzalanan Hudeybiye Anlaşmasıyla Resûl-i Ekrem ve Müslümanlar, bir yıl ertelenmiş olan umrelerini daha sonra nasıl yapmışlardır? Müşriklerin buna karşı tavrı nasıl olmuştur?
- Hz. Ali'nin Müslüman oluşu nasıl gerçekleşmiştir, henüz çocuk olduğu için ailesinin buna tepkisi nasıl olmuştur?
- Hz. Ali (ra) nasıl Müslüman oldu? Küçük yaşta İslam’ı seçmesine ailesinin tepkisi ne oldu?
- Mekke'nin fethi nasıl gerçekleşmiştir? (1)
- TÂİF KUŞATMASI DÖNÜŞÜ SIRASINDA OLAN OLAYLAR VE MÜELLEFE-İ KULUB UYGULAMASI
- MESCİDİ NEBEVÎ`NİN İNŞÂSI
Yorumlar
sağaoln allah razı olsun