"Ellerinizin ve mızraklarınızın erişebileceği avlar ile denenmek…" ayetini açıklar mısınız?

Tarih: 07.05.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Maide suresi 94. ayette geçen "Allah sizleri, ellerinizin ve mızraklarınızın erişebileceği av(lar) ile elbette deneyecek…" cümlesi ne anlama geliyor?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İlgili ayetlerin mealleri:

"Ey iman edenler! Allah, görmedikleri halde kendisinden korkanları ortaya çıkarmak için ellerinizin ve mızraklarınızın yetişebileceği bir miktar av ile muhakkak ki sizleri sınayacaktır. Bundan sonra kim sınırı aşarsa onun için elem verici bir azap vardır."

"Ey iman edenler! İhramda iken av hayvanlarını öldürmeyin. Sizden kim böyle bir hayvanı kasten öldürürse öldürdüğüne denk bir evcil hayvanı ceza olarak öder. Bunu -Kâbe'ye ulaştırılacak bir kurbanlık olmak üzere- aranızdan adalet sahibi iki kişi takdir eder. Yahut o kişi, yoksulları doyurarak veya ona denk olacak kadar oruç tutarak bir kefaret öder ki böylece yaptığı fiilin vebalini tatmış olsun, Allah geçmişi atfetmiştir. Fakat kim bunu yeniden işlerse Allah onun cezasını verir. Allah suçlunun hakkından gelen mutlak güç sahibidir." (Maide, 5/94, 95)

Ayetin nüzul sebebi olarak zikredilen olay şudur:

Resûlullah umre yolculuğu yaparken, beraberindekilerle Ten'îm denen yere vardıklarında Müslümanların etrafında irili ufaklı çeşitli av hayvanları peyda oluvermişti. Bunlar kendilerine öylesine yakın ve bol idi kî mızraklarını dürtseler yetişebilecekler, hatta isteseler elleriyle tutabileceklerdi. Fakat ihramlı oldukları için onları avlamaları yasaktı. (bk. İbn Kesîr, İlgili ayetin tefsiri) Dolayısıyla önlerine gelmiş bu hazır dünya nimeti karşısında nefislerine hâkim olmakta zorlanıyorlardı. Çünkü av hayvanının eti, özellikle yolculuk şartlarında daha cazip hale gelen leziz bir yiyecektir. Ayet, görmedikleri halde insan idrakinin ötesinde bir varlık olan Allah'a iman edip O'nun buyruklarına yürekten teslim olanları ortaya çıkarmak üzere ilâhî bir sınav düzenlendiğini haber veriyordu.

Önceki âyetlerde yer alan içki ve kumar yasağı gibi hükümlerde de esasen bir sınama amacı vardır; fakat yarar ve zararı akılla kavranabilen bu tür hükümlerde insanın o konudaki buyruğa uygun davranması sırf yarar-zarar anlayışına dayalı olabilir. Bu takdirde ortaya konan davranış Allah'ın isteğine mutlak teslimiyetten değil insanın kendi değerlendirmesine duyduğu saygıdan kaynaklanmış olur ve nefse hizmet anlamı taşır. Dindeki buyruk ve yasakların çoğunda zararın kavranabilmesi özelliği bulunmakla beraber, ayrıca dünyevî amaçlarla  karışma ihtimalinden arındırılmış bir kısım dinî hükümlerle kişinin kendi dindarlığını test etmesine imkân tanınmış, sırf Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için yapılabilecek ve (gösteriş yoluyla menfaat elde etme gibi durumlar bir yana) başka amaçla yapıldığında izah edilebilir bir anlam taşımayacak davranışlarla yükümlü kılınmıştır.

İnsanın, aklına yatması için açık bir gerekçe bulamasa bile, sadece "Allah'a, onun birliğine ve kudretine öylesine inandım ki benim kurtuluşum onun hoşnutluğunu kazanmaktan, bu da ondan gelen her buyruğa yürekten teslim olmaktan geçer" anlayışıyla yerine getireceği hükümlere "taabbüdî hükümler" adı verilir. Bunların bu özelliği gerçekte hiçbir faydasının olmadığını değil, aksine kapsamlı ve sınırsız faydalarının bulunduğunu gösterir. Fakat Allah'a nispetle "kapsamlı" ve "sınırsız" kelimeleri de kısır kalacağından, bu tür hükümleri fayda fikrinden tamamıyla soyutlanmış bir kulluk bilinci içinde yerine getirip Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışmak en uygun yoldur.

İhramlı kişi için söz konusu olan yasakların da bu tür taabbüdî hükümlerden olduğunu öğreten âyet bir taraftan da bunun eğitimini vermektedir. Çünkü teorik olarak bir kurala uyma gereğini kabul ve ifade etme her zaman onun iyi biçimde uygulanacağını göstermez. İmkân ele geçtiği halde buna karşı nefsi frenlemek elde bulunmayan bir imkândan vazgeçmekten daha zordur. Zaten mahrumiyetler içinde olan bir kimsenin ibadet gereği açlığa katlanmasıyla önünde mükemmel bir sofra bulunduğu halde ibadet amacıyla açlığa karşı direnen kimse aynı durumda değildir.

Yüce Allah ihram yasaklarının uygulanması konusunda ilk Müslümanları böyle bir sınava tâbi tutarak onların bu konuda da iyi bir örnek sergilemelerini istemiş, diğer Müslümanlar da bu tür hükümlerde aynı anlayışı ve tavrı korumaya çağırılmışlardır. (bk. Elmalılı, III, 1808-1812)

Tabii ki bu tarz izahları, genel olarak taabbüdî hükümlerin, özel olarak da ihram ve ihram yasaklarının hikmetleri ve faydaları üzerinde düşünmenin doğru olmayacağı şeklinde anlamamak gerekir. Burada asıl olan, ibadet görevini fayda şartına bağlamamak, ibadeti ne getirip ne götürdüğünü hesap ederek yapmamaktır. Esasen, ünlü düşünür-âlim Râgıb el-Isfahânî'nin ifadesiyle, "Kişi iyi bir fiili, dünyevî bir menfaat elde etmeyi veya bir zarardan kurtulmayı amaçladığı için yapmamalıdır; aksi halde bu fiili yaparken bir tüccar gibi davranmış olur. Hatta bazı muhakkiklere göre iyi fiili uhrevî bir menfaat elde etme gayesiyle dahi yapmamak gerekir." (ez-Zeria ilâ mekarimi’ş-şeri'a, s. 126)

Allah Teâlâ'nın İsrâiloğulları'nı cumartesi günü denizde avlanma yasağıyla denemesiyle (bk. Bakara 2/65-66) Müslümanları ihramda iken kara avı yapma yasağı denemesi arasında benzerlik kurulabilir. (Ateş, III, 63)

Kaynak: Kur’an Yolu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: II/271-275.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun