Medine Yılları
Kuba’da, İslam’ın ilk mescidi inşa edilir. Hz. Muhammed’in Kuba misafirliği on dört gün sürer. Cebrail’in getirdiği emir üzerine hazırlanır ve kıyamete kadar kendisine yurt seçtiği Medine’ye yönelir. Sonraki senelerde Hz. Muhammed’in şahsi hizmetine bakacak olan Enes b. Malik, o gün için: “Ben, ALLAH’ın Elçisi’nin Medine’ye geldiği o günden daha güzel, daha parlak bir gün görmedim.” diyecektir. Medineli minik kızlar, ellerinde tefler, şarkılar söylemektedir: “Neccar oğullarının kızlarıyız biz! Muhammed’in komşuluğundan ne kadar da sevinçliyiz!” Hz. Muhammed onlara tebessüm ederek sorar: “Beni seviyor musunuz?” “Evet, ey ALLAH’ın Elçisi!” Hz. Muhammed, cevabın kendisinde meydana getirdiği mutluluğu tam üç kez tekrar ederek, duyurur: “ALLAH’a yemin olsun ki, ben de sizleri seviyorum! ALLAH’a yemin olsun ki, ben de sizleri seviyorum! ALLAH’a yemin olsun ki, ben de sizleri seviyorum!” Bu durumu şu şekilde anlamak da mümkündür: O, kendisine duyulan sevgiye tam üç katı ile cevap verir.
Medine’de bütün Müslümanlar, O’nun, kendi evine inmesini ister. O ise kimseyi kırmaz. Sadece devesinin önünü açmalarını, Kasva’nın doğru yerde duracağını belirtir. Ve Kasva Ebu Eyyub’un evinin önünde çöker. Hz. Muhammed’in kendi evine sahip oluncaya kadar konuk kalacağı yer böylece belli olur: Ebu Eyyub el-Ensari… Yani bizim Eyyub Sultanımız. O ne büyük bir lütuftur ki Efendimiz’in ev sahibi, miladi 1453’ten beri bizim de ev sahibimizdir. Ve Hz. Muhammed’den öğrendiğimize göre İstanbul’da toprağa verilen bütün Müslümanlar, haşir sabahı Ebu Eyyub’un sancağı altında diriltilecektir.
Hz. Muhammed ondan sonraki yedi ayını, Eyyub Sultan’ın evinde geçirir.
İnsanlar o evde ziyaretine koşar, O’nun elinden hidayet bulurlar. Bunlardan biri de Medine’nin yahudi bilginlerinden Abdullah b. Selam olur. Abdullah, Müslüman olduktan sonra kendi öyküsünü şöyle anlatacaktır: “ALLAH’ın Elçisi geldi denilince, onu ziyarete giden insanların arasına karıştım ve ben de gittim. Evin kapısında durdum, o köşede oturuyordu. Tanıdıklarıma kendisini göstererek o mu diye sordum, evet dediler. Bunun üzerine hiç vakit geçirmeden, Müslüman olmaya karar verdim. İçeri girdim. Kendisine üç tane de soru sordum. Hepsine doğru cevap verdi. Ben de kelime-i şehadet getirdim, sözlerin en güzelini söyleyip, Müslüman olduğumu herkese ilan ettim. İnsanlar buna şaşırdılar. Nasıl bu kadar hızlı karar verdin dediler. Böyle bir simada yalan olmaz, eğer peygamberim diyorsa doğrudur, dedim.”
Abdullah b. Selam’ın ondan duyduğu ilk söz: “İnsanlar arasında selamı yayın, çünkü o Yüce ALLAH’ın isimlerindendir.” emri olur. O günler buna çok büyük ihtiyaç vardır. Çünkü henüz bütün Medine Müslüman olmamıştır. Ve hiç de tekin bir yer değildir. Übeyy b. Ka’b’ın anlatımıyla: “Bütün putperest Araplar, Müslümanları tek bir yaydan oka tuttu. Müslümanlar, silahsız olarak ne geceleyebilirler ve ne de sabahlayabilirlerdi.” Gece boyunca silahlı bir muhafız, Hz. Muhammed’in evinin önünde nöbet bekler. Bir gece şiddetli bir gürültü duyulur. Akla gelen ilk ihtimal düşman baskınıdır. İnsanlar telaşla uyanıp, organize olmaya ve Medine dışına keşif için bir birlik göndermeye çalışırken, Hz. Muhammed’in tek başına bir atın üzerinde geri döndüğünü görürler. O daha gürültüyü duyar duymaz fırlamış, kılıcını boynuna asıp, eline geçirdiği ilk ata atlamış ve tek başına keşfe çıkmıştır bile. İnsanlara, telaş etmemelerini, korkulacak bir şey olmadığını söyler. Sonra da atın sahibi Ebu Talha’ya döner: “Atın su gibi akıyor!”
Medine’ye, her şeylerini Mekke’de bırakarak hicret etmiş fakir muhacirler, Medineli Müslümanlarla kardeş ilan edilir. Gerçi Medinelilerin de büyük kısmı yoksul birer çiftçidir ama az ya da çok, sahip oldukları maddi varlıklarını Mekkeli muhacir kardeşleriyle paylaşırlar. Onların bütün varlıklarını Mekke’de bırakarak gelmekle yaptıkları fedakârlık, Medineli Müslümanları coşturmuştur. Muhacirleri aralarında paylaşarak evlerine almalarını yeterli görmemişler, Hz. Muhammed’e gelerek: “Ey ALLAH’ın Elçisi!” demişlerdir, “Hurmalıklarımızı da kardeşlerimizle aramızda paylaştır.” Hz. Muhammed’in bu kadarını fazla görüp kabul etmemesi üzerine de: “Öyleyse onlar da bizimle beraber hurmalıklarda çalışsınlar ve mahsule de ortak olsunlar.” derler. Bu teklif kabul edilir. Fazla arazilerini kendiliklerinden Mekkelilere hibe ederler. Hz. Muhammed’e: “İstersen evlerimizi de al!” derler. Hz. Muhammed bunu da kabul etmez. Onlara dua eder.
Hz. Eyyub’un evinin önünde, Kasva’nın çöktüğü alanda bir mescid yapılmasına karar verilir. Bu yapı, ünlü Medine mescidi olacak ve daha sonra Hz. Muhammed’in mezarını da içerecektir. Arsa, iki yetime aittir. Çocuklar para almak istemezler ama Hz. Muhammed, arsanın değerini fazlasıyla kendilerine verir. Çalışma başlar. O da bütün Müslümanlar gibi çalışır, inşaatta işçilik yapar. Omuzunda kerpiç taşırken bir sahabi: “Ey ALLAH’ın elçisi, ver o kerpici ben taşıyayım.” der. Hz. Muhammed kabul etmez: “Git sen de başkasını al. Sen ALLAH’a benden daha çok muhtaç değilsin!”
O da Müslümanların inşaatta çalışırken hep bir ağızdan söyledikleri şiirlere iştirak eder:
“Ahiret yaşantısından başka yaşantı yoktur!
Ey ALLAH’ım! Muhacirlere ve Ensar’a rahmet et!”
Mescidin inşaatı bittikten sonra, yanına da Hz. Muhammed’in evi olmak üzere birkaç tane oda yapılır.
Hicret’in ilk aylarında Mekkeli Müslümanların çoğu hastalanır. Ağır bir sıtmaya yakalanırlar. Memleket hasretinin ve gariplik duygusunun üzerine yüklenen bu yeni sınav, çoğunu ne söylediğini bilemeyip sayıklayacak hale getirir. En sonunda Hz. Muhammed’in duası devreye girer: “ALLAH’ım, bize Medine’yi sevdir. Bizim için Medine’yi sağlıklı kıl. Sıtmasını kaldır. Ölçülerini bereketlendir!” Bütün hastalar bir-iki haftada ayağa kalkar.
Müslümanlar Medine nüfusunun yaklaşık yüzde on beşini oluşturmalarına rağmen toplumun en bilinçli, dinamik ve organize unsurudur. Hz. Muhammed, bir tür anayasa niteliğine sahip bulunan bir sözleşme hazırlar. Bu, bazıları tarafından dünyanın ilk anayasa metni olarak kabul edilen “Medine Sözleşmesi”dir. Önce ashabıyla istişare eder. Hangi dine ve etnik kimliğe ait olursa olsun, bütün toplumsal unsurların karşılıklı olarak sorumluluk ve yetkileri kâğıda dökülür. Özellikle dış ilişkiler ve savunma konularında herkes eşit hak ve yükümlülüklere sahip kılınır. İslam devletine geçiş sürecini düzenleyen bu girişim ile mevcut kaotik ortamdan kaynaklaması muhtemel bütün çatışma nedenleri daha baştan engellenmiş olur. Hz. Muhammed’in, kısa bir süre sonra devlet başkanlığına dönüşecek olan “toplumsal organizatör” rolü herkes tarafından onaylanır. Ve fiili olarak ortaya konmuş olur ki, O’nun kontrolündeki toplum keyfilik değil, bir hukuk ve düzen toplumudur. Sosyo-politik tanımlamalar dini kriterlere göre yapılır. Toplum böylelikle yeniden inşa edilmekte ve “Din” doğru olarak, ne siyasi ne toplumsal nitelikli hiçbir istisna yapılmaksızın, insana ve topluma ait olan her şeyin tam merkezine yerleştirilmektedir. Çünkü “Din” her şeydir. Bu nokta Medine Sözleşmesi’nin hayati unsurudur. Metne hakim olan, seküler değil; aşkın (müteal) bir ruhtur. Örneğin yirminci madde beş vakit namaz ve orucun bütün Mü’minler için farz olduğunu ilan etmekte, yani ibadet, siyasi/dünyevi nitelikli bir metinde toplumsal yaptırıma bağlanmaktadır. Bu örnek, gerçek İslam anlayışının en berrak görünümlerinden biridir. Ve yine bu sözleşmeyle sınırlar netleştirilir, modern anlamıyla bile kabul edilebilecek biçimde İslam devletinin doğuşuna gerçekçi bir zemin hazırlanır.
Yine bu kapsamda olmak üzere ekonomik hayat yeniden düzenlenir. Pazar hakimiyeti yahudilerin elinden alınır. Hz. Muhammed tarafından Medineliler için yeni bir pazar yeri tespit edilir. Ve bu yeni pazarın da hiç kimsenin kişisel mülkü haline dönüşmemesi, haksız yere vergi alınmaması için gereken önlemler alınır. Tam anlamıyla bir “serbest Pazar” oluşturulur. Yeni pazar sık sık Hz. Muhammed tarafından denetlenir. Her tür hile ve aldatma engellenir. Bu denetlemelerden birinde, Hz. Muhammed elini bir buğday çuvalının içine daldırır. Alttaki buğdaylar ıslaktır. Satıcıya: “Bu nedir?” diye sorar. Satıcı: “Yağmur yağmıştı!” der. O, böyle bir mazereti kabul etmez: “Islak buğdayları insanların görmeleri için çuvalın üzerine çıkarman gerekirdi. Bizi aldatan bizden değildir!” diyerek satıcıyı uyarır. Pazar fiyatları belli olmadan alım-satım yapılması, henüz sahip olunmamış malın satımı, müşteri kızıştırmak gibi ticaret ahlakına uymayan davranışlar yasaklanır.
Ayrıca Hz. Muhammed, hangi dine mensup olursa olsun, bütün tarafların gönüllü kabulüyle Medine’nin hakimi olarak tanınır. Hukuki nitelikli anlaşmazlıklar ona getirilir. Kararı onun vermesi istenir. Hz. Muhammed, Mekke’de olduğu gibi Medine’de de “Emin”dir.
Ciddi bir su sıkıntısı yaşanmakta olan Medine’de, mülkiyeti bir yahudiye ait olan “Rume” isimli büyük bir kuyu Hz. Osman tarafından, yirmi dört bin dirhem gibi astronomik denilecek bir ücret karşılığında satın alınır. Ve önceki sahibi olan yahudi tarafından fahiş bir fiyatla satılmakta olan kuyunun suyu, fakir Müslümanlara ücretsiz olarak dağıtılmaya başlanır.
Fakir Müslümanların evlenmeleri kolaylaştırılır. Müslüman ailelerin sayısı arttırılır.
İslam’ın ilk eğitim kurumu olan “Suffa” kurulur. Medine mescidine bitişik, hurma dallarıyla örtülü bir gölgelik olarak inşa edilen “Suffa”da, fakir ve bekâr seksen civarında Müslüman erkek barınmaktadır. İlerleyen senelerde sayıları dört yüze kadar çıkacak olan bu insanlar, Kur’an ve hadis öğrenimi ile uğraşmakta, maddi ihtiyaçları ise diğer Müslümanlar tarafından karşılanmaktadır. Onlar adeta Hz. Muhammed’in aile bireyleri gibi kabul edilir.
Böylelikle, Pazar sisteminden okuluna kadar İslam toplumunun ve devletinin, bütün temel kurumları oluşturulur. Mekke seneleri Müslüman bireylerin yetiştirildiği dönem olmuştu, Medine ise artık İslam devletinin ve İslam toplumunun inşa dönemi olacaktır.