5. İdarecilik:

İslâmiyet, müslümanın devlet idaresi gibi makamlara tâlib olmasını hoş karşılamamıştır. Bu gibi ehliyet isteyen makamlara, ehliyeti bilinen kimselerin araştırılıp bulunarak tayin edilmesini tercih etmiştir. Nitekim Peygamberimiz Abdurrahman b. Semure`ye şöyle buyurmuştur: "İdareciliğe tâlib olma. Çünkü tâlib olmadan bu sana verilirse, (Allah`tan ve insanlardan) yardım görürsün. İstediğin için verilirse, onunla (iş ile) baş başa kalırsın..." Ebu Zer`den de şöyle bir rivayet vardır: "Dedim ki:


- Yâ Resûlâllah, bana herhangi bir idarî vazife vermez misin?" Resûl-i Ekrem eliyle omuzuma vurarak:


- Yâ Ebâ Zer, dedi, sen zayıfsın. İdarecilik ise, bir emanettir. Ve bu emaneti hakkıyla yerine getirenlerden başka herkes, kıyamet gününde pişman olacaktır..." Ancak bir kimse, makama ehil olduğunu, kendinden daha ehlinin bulunmadığını bilir; tâlib olmadığı takdirde o makamın kötü birinin eline geçip toplumun ondan zarar göreceğini anlarsa, o vazifeyi isteyebilir. Hz. Yûsuf`un (A.S.) Mısır hükümdarına: "Beni memleketin hazinelerine me`mur et, çünkü ben muhafaza ve idare etmesini bilirim..." demesinde (Yûsuf, 55) bu duruma işaret vardır. Me`muriyet ve idarecilik, müslümanın en son düşüneceği kazanç yolu ve maişet vasıtasıdır. Çünkü bu makamlar kazançtan ziyade halka hizmet makamıdırlar. Mes`uliyeti de büyüktür. Bu bakımdan me`muriyete giren, idareci olanlar, bu vazifeye yalnızca hamiyet ve hizmet için girmelidirler. Meişetini te`min düşüncesi geri plânda kalmalıdır... Me`mur ve idarecilerde hizmet ve hamiyet duyguları bir kenara atılır, maddî menfaat düşüncesi ön plâna çıkarsa, halka hakkıyla hizmet götürülmesi imkansız hâle gelir. Devlet dairelerinde rüşvetten ve su`-i istimalden geçilmez olur. Bu ise, devlet çarkının felç olması, işlemez duruma gelmesi demektir.


 

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun