İslam savaş hukukunda üç gün yağma var mı?

Tarih: 16.03.2019 - 20:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Çanakkale savaşının yıldönümü doğrultusunda İslam’da savaş hukuku ve İslamiyet’te savaş esasları nelerdir ilgili ayetler ve hadisler nelerdir, yağma ne şekilde olur kimler esir köle alınabilir?
- 3 günlük yağma talan hakkı nedir, yağmalanan yerler nereler ve nelerdir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Öncelikle ifade edelim ki, İslam Hukukuna göre bırakın üç gün yağma yapmayı, bir an bile, bir kuzu hatta bir meyve bile olsa yağmalama yasaktır, günahtır. Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz (asm)'in;

“Yağmalayan bizden değildir.” (Ebû Dâvûd, “Ḥudûd”, 14; Tirmizî, “Siyer”, 40)
ve “Yağma tıpkı murdar hayvan eti yemek gibi haramdır.” (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 128)

şeklindeki uyarıları gereğince, yağmalamada bulunmak kesinlikle yasaktır.

Bu kısa bilgiden sonra İslam’da savaş hukuk prensiplerini özetle vermeye çalışalım:

1. Sivilleri Öldürmemek

Peygamber Efendimiz (asm), savaşta sivil halkın öldürülmesini yasaklamıştır.

Başta Allah Resûlü (asm) olmak üzere her halife, etrafa asker gönderirken yalnızca muharip statüsünde olanlarla savaşmalarını hedef göstermiş ve: “Yaşlılara, kadınlara, çocuklara, kendisini ibadet ü tâate vermiş ruhbanlara ve mabetlere ilişmeyiniz.! Ağaçları yakmayınız.! Hayvanlara dokunmayınız.! Ve servetleri heder etmeyiniz” diye emirler vermişlerdir. (bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/300; Ebû Davud, Cihad 90, 121)

Peygamber Efendimiz (asm) bir hadîs-i şerîfinde, rahmet ve savaş kelimelerini bir arada kullanarak şöyle buyurmaktadır:

“Ben rahmet peygamberiyim, ben savaş peygamberiyim.” (Taberî, Hicr suresi 86. âyetin tefsiri)

Peygamberimizin rahmet ve savaş kelimelerini bir arada kullanması, O’nun savaşlarının bile bir rahmet olduğuna işarettir.

Hz. Peygamber Efendimiz (asm) tarafından öldürülmesi yasaklanan kişileri şöyle sıralamak mümkündür:

a. Kadınlar ve çocuklar: Peygamberimiz (asm)’in savaşlarında kadın ve çocukların öldürülmesi yasaktır. Nitekim, savaşlardan birinde, bir kadın öldürülmüş olarak bulundu. Bunun üzerine Resûlullah (asm), savaşlarda kadınların ve çocukların öldürülmesini yasakladı. (bk. Buhari, Cihad, 148; Müslim, Cihad, 24-25)

b. İhtiyarlar: Savaşta ihtiyarların öldürülmesi de yasaktır. Çünkü onlar da muharip statüsünde değildir. Resûlullah (asm) bir askerî birlik veya bir orduyu uğurlarken şöyle derdi:

“Allah’ın adı ile yola çıkın. Allah’ın dini için Allah adına savaşın. İhtiyarları öldürmeyin.” (Ebu Dâvud, Cihad, 90)

c. Din Adamları: Aynı zamanda: “… çocukları ve manastır ehlini öldürmeyin.” diye emir vermişlerdir. (bk. İbn Hanbel, 1/ 300)

d. İşçi ve Hizmetçiler: Bu iki sınıf, savaşmak niyetinde olmayan mustaz’af zümredendirler. Düşmanla beraber olmaları öldürülmelerini gerektirmez. Resulullah Efendimiz (asm), gönderdiği seriyyelere emir verirken şöyle buyurmuşlardır: “İşçileri ve hizmetçileri öldürmeyin.” (İbn Hanbel, 3/ 413; İbn Mace, Cihad, 30)

Bu saydıklarımız savaşa katılmadıkları sürece öldürülmezler.

2. Müsle Yapmamak, Cesede Zarar Vermemek

Müşriklerin, savaşta öldürdükleri kimselerin, intikam maksadıyla kulak, burun ve tenasül uzuvlarını kesmek, karınlarını yarmak gibi âdetleri vardı. Buna “müsle” denirdi. Peygamberimiz (asm) Uhud Savaşında amcası Hz. Hamza’nın cesedini parçalanmış olarak görünce derin bir üzüntü duydu ve: “Eğer Allah bana zafer nasip ederse, Hamza’ya yapılanın karşılığında otuz müşrike aynı muameleyi yapacağım.” dedi. Bunun üzerine:

“Ceza verecek olursanız size yapılanın misliyle cezalandırın. Ama eğer sabrederseniz bilin ki bu, sabredenler için daha hayırlıdır.” (Nahl 16/126)

ayeti nazil olunca, Peygamberimiz (asm) yemininden vazgeçti ve kefaret ödedi. (Heysemî, Mecmau’z- Zevâid, 6/120)

3. Anlaşmaları Bozmamak

Müslümanlar, yapılan bütün anlaşmalara ve akitlere titizlikle saygı göstermişlerdir. Hz. Peygamber (asm) diğer insanlarla olan bütün anlaşmalara -zarar ve kâr durumuna bakmaksızın- harfiyen bağlı kalmıştır.

İslâm, Müslümanların ve İslâm Devleti’nin, vaatlerini daima yerine getirmesini zorunlu görevleri arasında saymıştır.

“Bir de sözleşme yaptığınızda Allah’ın huzurunda verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kefil ederek bağlandığınız yeminleri te’kid ettikten sonra bozmayın. Hiç şüphe yok ki Allah yaptığınız her şeyi bilir. Bir topluluk, diğer bir topluluktan sayıca, nüfuzca veya malca daha çok olduğu için, yeminlerinizi aranızda bir aldatma ve işi bozma sebebi kılıp da ipliğini sağlamca büküp eğirdikten sonra çözen, böylece bütün emeğini boşa çıkaran ahmak kadının durumuna düşmeyin.” (Nahl, 16/91-92)

mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.

Hz. Peygamber (asm)’in anlaşmalara nasıl bağlı kaldığını gösteren bir misal Hudeybiye anlaşmasıdır:

Hudeybiye Anlaşması yazıldığı fakat henüz imzalanmadığı bir dönemde, Ebû Cendel b. Süheyl zincirli bir halde Peygamber Efendimiz (asm)’e gelmiş ve yardım istemişti. Bunun üzerine anlaşmayı Kureyş adına imzalamak için gelmiş bulunan Süheyl b. Amr: “Bu anlaşmaya göre iadesini istediğim ilk kişi budur.” dedi. Allah Resûlü (asm), Ebu Cendel’e: “Bizimle bu insanlar arasındaki anlaşma biraz önce bir sonuca bağlandı, öyleyse Allah bir çıkış yolu gösterene kadar sabret!” dedi ve onu iade etti. (bk. Buhârî, Şurût 15)

4. Düşmanın Kadınlarına Tecavüz Etmemek

İslam’a göre, savaşta da olsa bir kadına tecavüz etmek, cezayı gerektiren bir suçtur. Eban b. Osman’ın rivayetine göre Peygamber Efendimiz (asm)'in, ordu komutanlarına verdiği emirler içinde bu yasakla ilgili olarak şu sakındırıcı ifadeler yer almaktadır:

“Askerlerinizin bozgunculuk (fesat) yapmasına engel olun! Çünkü fesat çıkaran her ordunun kalbine Allah bir korku salar. Askerlerinizi hıyanetten sakındırın! Çünkü hıyanette, çalıp çırpmada bulunan her ordunun başına Allah bir başka belayı gönderir. Yine askerinizi zinadan alıkoyun! Çünkü Allah, zina yapan her askere ölüm ve salgın musallat eder.” (Mâverdi, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed, el-Ahkâmu’s-Sultâniyye, Beyrut ts., s.54)

Savaş sırasında Müslümanların kadınlarına tecavüz edilmişse bile, bu, Müslüman askerlere düşman kadınlarına tecavüz etme hakkını vermez. (Ebû Zehra, Prof. Muhammed, İslâm’da Savaş Kavramı/çev. C. Karaağaçlı/ İstanbul 1976, s.42)

Bu açıklamadan anlaşılıyor ki,  İslâm dini, milâdî 7. asırdan beri kadınlara tecavüzü “bir savaş suçu” kabul etmiştir.

5. Savaş Ortamında da Olsa Zulüm ve Haksızlıktan Uzak Durmak

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvaya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide,5 /8)

mealindeki ayette bu noktaya vurgu yapılmıştır.

Bu ayetin nüzul sebebi, Kureyş müşriklerinin Müslümanları Beytullahı tavaf etmekten alıkoydukları için, bir kısım Müslümanlar da  içlerini rahatlatma adına -müsle yapmak, iftira atmak, kadın ve çocukları öldürmek, mevcut anlaşmayı bozmak gibi işler yaparak- bunun intikamını düşünmüşlerdi. Bunun üzerine bu ayet indi ve bunları yasakladı. (bk. Zemahşeri, Razi, ilgili yer)

6. Elçileri Öldürmemek

Elçiler, bulundukları yabancı ülkelerde öldürülmez, tutuklanmaz ve alıkonamaz. Her devlet, kabul ettiği elçinin kişiliğini, hürriyetini, şeref ve haysiyetini korumak, ona yönelen herhangi bir saldırıyı önlemek için bütün önlemleri almakla yükümlüdür. Kişi dokunulmazlığı, sadece elçilerin şahsını değil, beraberinde bulunan aile üyeleri ile diğer görevlileri de kapsamaktadır. (bk. Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, Kahire, 1392, s.204)

Peygamber Efendimiz (asm) döneminde peygamberlik iddia eden meşhur Müseylemetü’l-Kezzab’ın Medine’ye gönderdiği temsilcilere Allah Resûlü’nün şu hitabı konumuzu aydınlatabilecek niteliktedir:

“Eğer elçilerin öldürülmesi caiz olsaydı, sizi öldürürdüm.” (Ebû Davud, Cihad, 165)

Bu hadis-i şerif bize Hz. Peygamber (asm)’in elçilerin diplomatik dokunulmazlığına ne kadar önem verdiğini göstermektedir.

7. İşkence Yapmamak

Allah Resûlü savaş ortamında dahi, her hal ve şartta düşmanı bedenen ezmeyi ve öldürmeyi esas gaye edinmemiştir. Ayrıca insanlar düşman da olsa merhamet duygularını kabartacak ve acınacak duruma düştüklerinde, onlara acımak gerektiğini ifade etmiş ve düşmana işkence yapılmasına izin vermemiştir.

Süheyl b. Amr Mekke müşriklerinin ileri gelenlerindendi. Bu insan, hicretten önce Peygamberimize hakaret eden ve baskı uygulayanlardandı. Bedir Savaşında esir edildi. Bir ara kaçmaya teşebbüs etti. Yakalanıp getirildi. Süheyl iyi bir hatipti. Sözleriyle insanları etkilemeyi başarırdı. Hz. Ömer: “Ey Allah’ın Elçisi! Bana izin ver, şunun ön dişlerinden ikisini sökeyim de bir daha senin aleyhine konuşma yapamasın.” dedi. Peygamberimiz (asm): “Hayır, ben ona işkence yapamam. Hem, ben ona işkence edersem Allah da beni cezalandırır. Ayrıca umulur ki o, bir gün iyi bir davranışta bulunur.” buyurdu. (İbn Hişâm, es-Sîre, 1/649)

Gerçekten Peygamberimiz (asm)'in bu gaybi haberi, vefatından sonra ortaya çıkmıştır. Şöyle ki;

Süheyl b. Amr Mekke’de irtidat olayları baş gösterince, “Ey Mekkeliler! Siz Allah’ın dinine en son girenlerden oldunuz. Bari en önce çıkanlardan olmayın.” diyerek, Mekkelilerin irtidat olaylarına katılmalarını önlemiştir. (bk. İbn Hişam, es-Sîre, 2/666)

8. Düşman Rehinelerini Öldürmemek

Müslümanlarla düşmanları arasındaki bir antlaşmada: “Eğer düşmanlar antlaşmaya ihanet ederek Müslüman rehineleri öldürürlerse, onların rehinelerini öldürmek de bize helâl olur diye.” antlaşma metninde şart koşulsa ve düşmanlar antlaşmaya ihanet ederek Müslüman rehineleri öldürseler, yine de Müslümanların düşman rehinelerini öldürmeleri caiz olmaz.

Bu hususta Müslümanlar icma etmiştir. Çünkü, karşı taraf, Müslüman rehineleri öldürse bile, bu yasak, İslam’daki suç ve ceza anlayışının ferdî olmasından dolayı devam eder. Antlaşmadaki şart İslam’a aykırı olduğu için bir değer ifade etmez. (bk. Serahsi, Şerhu Kitabi’s-Siyeri’l-Kebîr, 1/1753)

9. Çevreye Zarar Vermemek

İslam dini insanları rahatsız eden yol üzerindeki bir dikeni kaldırmayı imanın bir şubesi kabul etmiştir. Böyle bir dinin her durumda çevreye zarar vermeme hassasiyetinin olduğunda şüphe yoktur.

Bu cümleden olarak, Peygamber Efendimiz (asm), savaşta arazinin ve mamur yerlerin harap edilmesini yasaklamıştır. Vefatından az önce, ordu komutanı Üsame b. Zeyd’e şu tavsiyelerde bulunmuştur: “İnkârcı saldırganlarla çarpışın. Ahde vefasızlık etmeyin. Meyve veren ağaçları kesmeyin, sürüleri tahrip etmeyin.” (bk. Vakıdî, Megazî, Oxford 1966, 3/1117-1118)

Bununla beraber, istisnai bazı durumlar da olmuştur. ″O kâfirleri kızdırmak için herhangi bir hurma ağacı kesmiş iseniz veya kökleri üzerinde bırakmışsanız bu, hep Allah’ın izniyle ve o yoldan çıkmışları cezalandırmak için olmuştur.” (Haşr, 59/5) mealindeki ayette bahsedilen bazı ağaçların kesilmesi hadisesi, Beni Nadîr’in kalesine karşı askeri operasyonların gereği idi.

Bu gibi özel durumlar dışında, Hz. Peygamber (asm)'in ağaçların ve ürünlerin tahrip edilmesini kesinlikle yasakladığı, bilinen bir hükümdür ki hemen bütün müfessirler buna işaret etmişler.

10. Savaş Esirlerine İyi Muamelede Bulunmak

Müslümanlar, bir devletler hukuku sorunu olarak ilk defa Bedir Savaşı’nda esir gerçeğiyle karşılaştığı için, bu savaşın ertesinde nazil olan şu ayetler, esirlerle ilgili ilk düzenlemeyi yapmıştır:

“Bir peygamberin, dünyada zafer kazanıp küfrü zelil kılmadıkça, esirler edinip onları fidye karşılığında serbest bırakması uygun düşmez. Siz dünya metaını istiyorsunuz. Allah ise ahireti kazanmanızı istiyor. Allah Azîz’dir, Hakîm’dir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir). Eğer (içtihat neticesi verilen hükümlerden ötürü azap etmeyeceğine veya ganimetleri helâl kılacağına dair) Allah’ın daha önceden bir hükmü olmasaydı, aldığınız fidyeden dolayı size büyük bir azap dokunurdu. (Ama bundan böyle fidyeyi ve ganimeti size mubah kıldım) artık aldığınız ganimetleri helâl ve hoş olarak yiyin. Allah’a karşı gelmekten sakının! Gerçekten Allah gafurdur, rahîmdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur) (Enfâl, 8/67-69)

Konuyla ilgili son düzenleme de Muhammed Suresi’ndeki şu ayet-i kerimeyle yapılmıştır:

“…Nihayet onları iyice mağlup edince, bağı sıkı tutun, onları esir alın. Savaş bitince onları ister bir lütuf olarak karşılıksız salıverir, ister fidye alarak bırakırsınız...” (Muhammed, 47/4)

Oysa İslâm’dan önce, Arap Yarımadası’nda harp esirlerine ait hususî ve muayyen bir muamele tarzı yoktu. Bazen öldürülürler, bazen köle haline getirilirler (özellikle kadın ve çocuklar), bazen kurtuluş fidyesi alınarak ve bazen hiçbir karşılık alınmadan serbest bırakılırlar ve nihayet bazen de karşı tarafın elinde bulunan esirlerle karşılıklı değiştirilirlerdi. [Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, (trcm. Salih Tuğ), Yağmur yay., İstanbul 1991, s.75]

11. Sözleşmeyi Bozanlara Karşı Savaş Durumunu Açıkça İlan Etmek

“Eğer bir topluluğun antlaşmayı bozacağından endişe edersen, antlaşmayı derhal sona erdirdiğini onlara açıkça bildir. Şüpheisz Allah, hainlik edip ahdini bozanları asla sevmez.” (Enfal, 8/58)

mealindeki ayette, düşman tarafın önceki sözleşmeyi bozup hileyle Müslümanları gafil avlamak için saldırı yapacaklarına dair kuvvetli bir istihbari bilgi alındığı takdirde, Müslümanların da önceki anlaşmayı bozabileceklerine vurgu yapılmıştır.

Ancak bu durumda bile, düşman tarafının yapmak istediği gibi, sinsi bir hile türünden gizlice değil, onlara karşı savaş ilan ettiklerine dair açık bir ültimatomun verilmesinin gereğine işaret edilmiştir. Nitekim ayette geçen “antlaşmayı derhal sona erdirdiğini onlara açıkça bildir” mealindeki ifadede Müslüman tarafın da gafil avlanmamak için sözleşmeyi bozmasını, fakat bunu sinsice değil, karşı tarafa açıkça deklare etmelerinin lüzumuna işaret edilmiştir. Aksi takdirde bunun eski sözleşmeye karşı bir hainlik olacağına “Şüphesiz Allah, hainlik edip ahdini bozanları asla sevmez” mealindeki son cümle ile ortaya konulmuştur. (bk. Razi, ilgili ayetin tefsiri)

12. Barış İsteyenlere Barış Elini Uzatmak

“Eğer barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah’a güven; O her şeyi işitendir ve bilendir.” (Enfal, 8/61)

mealindeki ayette, karşı tarafın barış istemesi durumunda, Müslümanların da barışa taraftar olmalarının gereğine işaret edilmiştir.

Barışa taraftar olmak, bir zaaftan kaynaklanmıyor. Nitekim, bundan önceki ayette, Müslümanların savaş için gereken kuvveti hazırlamaları emredilmiştir. İlgili ayetin meali şöyledir:

“Allah’ın ve sizin düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup sizin bilmediğiniz, ama Allah’ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere, onlara karşı elinizden geldiği kadar güç ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda harcadığınız her şeyin karşılığı, zerrece haksızlığa uğratılmadan size tastamam ödenecektir.” (Enfal, 8/60)

Demek ki Müslümanlar en kuvvetli oldukları bir zamanda bile, karşı tarafın istemesi halinde, barışa taraftar olmaları, onların İslami şuur  karakteridir. Kök harfleri bile (SLM) bir silmi/barışı çağrıştıran İslam’ın mensupları olan Müslümanların herkesten daha çok barışsever olmaları, vicdanlarına sindirdikleri İslami şuurun bir tezahürüdür.

13. Yağmalama Yasağı

İslam'da savaşın gayesi ganimet elde etmek, yağma ve talanda bulunmak değildir. Bir ayette Müslümanlar, kendilerine haksızlık ve zulüm yaparak Mescid-i Haram'dan alıkoyan düşmanlara karşı bile hak ve adaletten ayrılmamaları ve zulümle misillemede bulunmamaları hususunda uyarılmışlardır. (Mâide, 5/2, 8)

Hz. Peygamber (asm) ise, savaş esnasında ve özellikle barış yapıldıktan sonra Müslüman askerlerinin taşkınlık yapmalarını yasaklamış, özellikle yaşlı, çocuk ve kadınların güvenliğine dikkat edilmesini istemiştir (Ebû Dâvûd, Cihad, 82).

İslam’da barış asıl, savaş arızidir; savaş düşmanın tecavüzünü önlemeye yönelik bir savunmadır.  Bu sebeple düşmanın tecavüzü önlemeye yönelik bir hareket olan savaşta, zaruret sınırını geçmek doğru değildir. Nitekim Hayber gazasında barışın yapılmasından sonra, bazı Müslüman askerlerinin haddi aşarak yağma ve talana başladıkları Yahudilerin lideri tarafından "Ya Muhammed, sizlerin eşeklerimizi kesip meyvelerimizi yemek ve kadınlarımızı dövmek hakkınız var mı?” şeklinde şikâyet konusu edildiğinde, Hz. Peygamber (asm) derhal askerin toplanmasını emretmiş, onlara "Şüphesiz Allah, onlar size üzerlerindekini (cizye ve harac mükellefiyetini) verdikleri takdirde Kitap ehlinin evine izinsiz girmenizi, kadınlarını dövmenizi ve onların meyvelerinden yemenizi helal kılmamıştır." diyerek, yaptıklarının doğru olmadığı uyarısında bulunmuştur. (Ebû Dâvûd, İmâre 33)

Yine Hz. Peygamber (asm), bir savaş yolculuğu esnasında askerlerden birisinin haksızca bir kuzu alıp yemek üzere hazırladığından haberdar olunca, oraya giderek kabı ters yüz etmiş ve "Şüphesiz yağma, meyteden (leşten) daha az haram değildir." buyurarak tepkisini ortaya koymuştur. (Ebû Dâvûd, Cihad 128)

Keza, Hayberli bir Yahudi’nin çobanlık yapan zenci kölesi, İslâmiyeti kabul edip Hz. Peygamber (asm)'e gelmişti. Çoban gütmekte olduğu efendisine ait koyunları ne yapması gerektiğini sorduğunda, Hz. Peygamber (asm) ona sürüyü sahibinin bulunduğu kaleye doğru sürmesini ve serbest bırakmasını emretmiştir. Çoban da böyle yapmış ve sürü de gidip kaleye girmiştir. (İbn Hişam, Sîre,  3/344–345)

Hz. Peygamber (asm) bu savaş ortamında da düşmanın sürüsüne el koymayı veya zarar vermeyi düşünmemiştir.

Hz. Peygamber (asm)'in yağma ve talan yoluyla zorla alınan şeyleri yasakladığını belirten başka hadisler de vardır. (bk. Buhârî, Mezalim 30; Ebû Dâvûd, Cihad, 128)

Sonuç

İslamiyet'te; insanlığın karşı karşıya kalabileceği en büyük yıkımlardan biri olduğu kadar insanın doğasından kaynaklanan bir gerçeklik olan savaşın meşruiyet temeli üzerinde önemle durulmuş, hukuk çerçevesinde kalması, tahribatının sınırlı tutulması ve mümkün olduğunca azaltılması için tedbirler öngörülmüş, savaşan-sivil ayırımına özel önem verilmiş ve teamül haline gelen uluslararası uygulamaların adalet fikri çerçevesinde benimsenmesinde tereddüt edilmemiştir.

Savaş-barış hukukuyla ilgili düzenlemelerin Batı’da ancak XVII. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanmasına karşılık Müslüman alimlerce daha ilk fıkıh eserlerinde bu konuya özel bir bölüm ayrılarak ve erken dönemde devletler hukukuna ilişkin müstakil eserler kaleme alınarak yaptırıma da bağlanmış somut kurallar geliştirilmiş olması, hem genel hukuk tarihi hem de devletler hukuku tarihi açısından ayrıca dikkat çekmektedir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun