Peygamberimiz Hz. Muhammed ve Dört Büyük Halife, hangi antlaşmaları yapmışlardır?

Tarih: 22.04.2012 - 00:57 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Sulh, barış esasına dayalı uluslararası ilişkileri ve bu amaçla yapılan antlaşmaları ifade eden bir terimdir.

Kur'an-ı Kerim'de (Bakara, 2/208; Nisa, 4/90-91, 128; Enfal, 8/61; Muhammed, 47/35) sulh kelimesi, bunların yanında aynı kökten türeyen kelimeler birçok ayette geçmekte, aynı kullanımlar hadislerde de yer almaktadır. (bk. Wensinck, el-Mu'cem, "slm", "slh" md.)

İslam hukukuna gore, adalet, kanunilik, ahlakilik, eşitlik ve ahde vefa gibi ilkelere dayandırılan uluslararası ilişkilerdeki temel tavır, Müslümanların ülkelerine ve değerlerine kastedilmediği, islam'ı tebliğ ve yaşama hürriyeti kısıtlanmadığı sürece barışı esas almak, düşmanca davranışlardan uzak durmak esastır.

Fakihlerin Kur'an-ı Kerim ve Resul-i Ekrem'in sünneti yanında Reşid Halifeler dönemi uygulamalarını esas alarak geliştirdikleri siyer teorisi, dünya barışı diye ifade edilebilecek şekilde bütün insanlığın ortak değerlerini ve haklarını gözetip aralarında adaleti temin ederek müslüman toplumun güvenliğini sağlama prensibi üzerine kurulmuştur. Bu teoriye göre müslümanların uluslararası ilişkilerde takip edeceği yöntemlerin asıl hedefi yeryüzünde barış ve huzurun sağlanması olmalıdır.

Böyle olunca insanların ayrı milletler, toplumlar ve devletler halinde varlığını sürdürmesini öngören ve insanlığın ortak çıkarlarını dayanışma ve dünyayı beraberce yaşanılır hale getirme amacını güden fitrat kuralının da (bk. Hucurat 49/13) hikmeti gercekleşmiş olacaktır.

Kur'an-ı Kerim'in birçok ayeti yanında özellikle,

"Artık onlar sizi bırakıp çekilir de sizinle savaşmazlar ve barış teklif ederlerse, Allah onlara saldırmanıza izin vermez." (Nisa, 4/90);

"Bu yüzden biz israiloğullarına bildirdik ki, bir cana kıymaya veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın kim bir insanı öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur, kim de bir hayat kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur." (Maide, 5/32)

gibi ayetler, toplumlar arası ilişkilerde barışın esas alındığını göstermektedir.

Hz. Peygamber (asm)'in,

 "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin; Allah'tan afiyet dileyin. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabredin ve bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır." (Muslim, Cihad, 20);

"Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın." (Buhari, Cihad, 164)

şeklindeki buyruklarıyla, "Savaşın kendilerini eritip tükettiği şu Kureyş'e yazık! Savaşta bir hayır yoktur. O sadece daha önce kazandıklarını yiyip bitirir..." (bk. Buhari, Şurut, 15)

şeklindeki serzenişi de söz konusu ilkeyi teyit etmektedir.

Kur'an'da barış yoluyla ve antlaşmalar imzalayarak yeryüzünün özgürce yaşanılan bir yer haline getirilmesi ve bu özgürlük ortamında dinin benimsenmesi gerçek anlamda fetih sayılmıştır. Hudeybiye Antlaşmasının imzalanmasından sonra Medine'ye dönüş yolundayken gelen Feth suresinin ilk ayetleri bu antlaşmayı "fetih" olarak nitelemiştir.

Bu açıklamalardan sonra Saadet Asrında ve Reşit Halifeler döneminde yapılan bazı antlaşmaları şöyle özetleyebiliriz:

İslam tarihinde ilk barış örnekleri hicretten hemen sonra görülmektedir. Hz. Peygamber (asm), Medine'ye geldiğinde Müslümanlarla Medine'deki Yahudiler arasında birlikte yaşama şartlarını ortaya koyacak -Medine anayasası denilen- bir metin hazırlatmıştır. Bu metin Medine'de huzuru sağlayacak bir antlaşma niteliğindeydi. Ayrıca içindeki barış maddeleri müminlerin ve anılan kabilelerin başkalarıyla yapacakları barışa yönelikti.

Resul-i Ekrem Medine döneminde Beni Damre, Beni Gıfar, Beni Cuheyne, Beni Müdlic, Beni Eslem, Beni Esca', Beni Cuayl, Sakif ve Huzaa gibi Arap kabileleriyle barış antlaşması imzalamıştır.

Bu dönemde yapılan en önemli antlaşma ise Hudeybiye Antlaşmasıdır. Hicretin 6. (628) yılında iki tarafın da onayladığı bir katip tarafından şahitlerin huzurunda yazılıp imzalanan bu antlaşma özellikle, Kureyşliler'in müslümanları resmen tanımalarının ilk işareti ve yazılı belgesi olmasından dolayı büyük önem taşımaktadır.

Hz. Peygamber (asm), Hayber'in fethinden sonra Hayberliler'in yanı sıra Vadilkura ve Fedek yahudileriyle antlaşmalar imzalamıştır.

Resulullah kuzeyden gelen savaş tehditlerine karşı çıktığı Tebük Seferi sırasında Cerba, Eyle, Ezruh, Makna, Maan ve Dumetülcendel yöneticileriyle islam hakimiyetini kabul edip cizye vermeleri şartıyla anlaşma yapmış, Tebük Seferi dönüşünde de Taif’ten Medine'ye gelen Sakif heyetiyle islam'ı kabul etmeleri şartıyla sulh akdetmistir.

Hz. Peygamber döneminde yapılan barış antlaşmalarından biri de dokuma ve dericilik sanatlarında ünlü olan hiristiyan Necran halkıyla yapılanıdır. Resulullah'ın daveti üzerine muhtemelen 9 (631) yılında Medine'ye gelen Necran heyeti kendi dinlerinde kalarak islam hakimiyetini kabul etmişlerdir. İmzalanan antlaşmayla Necran hiristiyanlarının mal, can ve din hürriyetleri güvence altına alınıyor, buna karşılık onlar da yılda 2000 takım elbise cizye vermeyi, bir ay süreyle gönderilen görevlilerin ihtiyaçlarını karşılamayı ve Yemen'de savaş olması halinde otuz gömlek zırh, otuzar tane at ve deve göndermeyi taahhüt ediyorlardı. (Belazuri, s. 90 vd.; Hamidullah, Islam Peygamberi, 1/671-672).

Resul-i Ekrem'in vefatından sonra da antlaşmalar sürdürülmüştür. İlk islam fetihleri sırasında kazanılan topraklar savaş veya barış yoluyla fethediliyordu. Bazen bir bölgenin yahut şehrin Resulullah doneminde fethedilen Hayber'de olduğu gibi kismen barış, kısmen savaş yoluyla alındığı da oluyordu. Mesela Dimaşk'ın fethi kısmen barış, kısmen savaş yoluyla gerçekleştirilmiştir.

Başpapazla anlaşan ve şehre girdiğinde canlarının, mallarının korunacağına, kiliselerin, surların ve evlerin yıkılmayacağına dair söz veren Halid b. Velid şehre doğu kapısından, Ebu Ubeyde b. Cerrah ise savaşarak Cabiye kapısından girmiş ve şehir Halid'in yaptığı antlaşmaya göre barış yoluyla fethedilen şehirlerden sayılmıştır.

Fetihler sırasında putperestlerden ve Ehl-i kitap'tan Müslümanlığı kabul etmeleri istenir, islam'ı kabul etmeyen Ehl-i kitap ile cizye vermeleri karşılığında barış yapılırdı; Mecusiler de Ehl-i kitap muamelesi görmüştür.

Barış yoluyla alınan belde sakinleri din hürriyetine sahip olarak kendi yurtlarında yaşamayı sürdürürlerdi.

Bazen barış için sabırla beklenir, uzun kuşatmalardan sonra barış yapılırdı. Mesela Taberiye bu şekilde fethedilmiştir. Yapılan antlaşmaya göre bura halkının canları, malları, çocukları, evleri ve mabedleri korunacak, ancak terkedip boş bıraktıkları evler ve cami inşası için ayrılacak bir yer antlaşma dışında bırakılacaktı.

Hz. Ömer devrinde birçok şehir benzer şartlarla barış yapılarak alınmıştır. Bunların bir kısmı, islam ordularının oradan ayrılmasının ardından antlaşmayı bozduğu için ikinci defa fethedilmiş ve benzer şartlarla yeniden barış yapılmıştır.

Taberiye, Antakya, Menbic, Karkisiya, Cündişapur, Ahvaz gibi şehirler barış yoluyla fethedilmiştir.

Mısır'ın barış yoluyla mı silah zoruyla mı alındığı konusunda ihtilaf vardır. Genel olarak İskenderiye dışındaki Mısır arazisinin barış yoluyla alındığı  kabul edilir.

İran topraklarının da bir kısmı savaşla, bir kısmı ise barışla fethedilmiştir.

Hz. Osman'ın hilafeti sırasında Şam valisi olan Hz. Muaviye denize açılmış ve Kıbrıs adası ile cizye karşılığında antlaşma imzalamıştır.

Uzun islam tarihi boyunca çok geniş bir coğrafyada gerçekleştirilen fetihlerde ve müslüman devletlerin kendi aralarında yaptıkları mücadelelerin sonrasında pek çok barış antlaşması imzalanmıştır.

Öte yandan Müslüman devletler kendi aralarında veya gayri müslim devletlerle siyasi, ekonomik, stratejik vb. amaçlarla çeşitli ittifak ve dostluk anlaşmaları yapmıştır.

Kaynaklar:

- TDV İslam Ansiklopedisi, Sulh md.
- Prof. Dr. Mehmet Ali Kapar, "Asr-ı Saadette Müşrikler ve Müşriklerle İlişkiler", Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam (İstanbul 1994) 2/330.
- Hasan Hattab el-Vekil, Hz. Muhammed´in (s.a.v.) Devrinde Yapılan Anlaşmalar ve Antlaşmalar, Kitap Neşriyat.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun