İslam dininde, fakirliğe karşı ne gibi önlemler alınmıştır?

Tarih: 18.06.2011 - 00:48 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Aslî ihtiyaçların dışında, zekât nisabı kadar mala mâlik olmayan veya nisaptan daha fazla mala sahip olduğu hâlde, bunlar ihtiyaçlarına yeterli bulunmayan kimseye "fakir", hiçbir şeyi bulunmayan yoksula da "miskin" denir.

Yoksulluk problemi ve zenginle yoksul arasında denge sağlanması, eski çağlardan beri toplu yaşayışın en önde gelen problemleri arasındadır. Semavî dinler, toplum bilimciler, iktisatçılar ve devlet adamları bu konuda çeşitli çözümler getirmişlerdir.                                                    

İslâm'da "veren el, alan elden üstün" tutulmuş ve müminler helâl yoldan kazanç sağlamaya teşvik edilmiştir. Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur:

"Sâlih (iyi) mal, sâlih kişi için ne güzeldir." (Müsned, IV/194).

Hz. Peygamber (asm) şöyle duâ etmiştir:

"Allah'ım, yoksulluk fitnesinin şerrinden, küfür ve yoksulluktan sana sığınırım." (Nesaî, Sehv, 90).

Yine Allah elçisi şöyle buyurmuştur:

"Ben görmeyen birisiydim, Allah basiretimi açtı; fakirdim, beni zengin kıldı." (Buhârî, Enbiyâ, 51).

"Şüphesiz, insan borçlandı mı, konuşursa yalan söyler, söz verirse, sözünde duramaz." (Buhâri, İstikrâz, 10).

Fakirlik insan düşüncesi üzerinde olumsuz etki yapabilir ve evlilik hayatını da etkileyebilir. Yoksulluk, toplumda huzursuzluğa sebep olur. Bir toplumda zenginlerle yoksullar arasındaki mesafe büyür, zengin azınlık israf ve sefâhet içinde yüzerken, yoksullar aslî ihtiyaçlardan bile mahrum kalırsa, kalplere kin, buğz ve nefret tohumları ekilir, toplum düzeni bozulur.

Allah Teâlâ rızkı, mal-mülk edinmeyi çalışma ve risk esasına bağlamıştır. İnsanların becerileri farklı olduğu, çocuk ve servetler bir imtihan aracı sayıldığı için, servette mutlak eşitlik amaçlanmamıştır. Âyetlerde şöyle buyurulur:

"Allah, rızık hususunda kiminizi kiminizden üstün kıldı." (Nahl, 16/71).

"Şüphesiz Rabbin, dilediği kimsenin rızkını genişletir, dilediğini de daraltır. Çünkü O, kullarının her halinden haberdardır; her şeyi hakkıyla görendir." (İsrâ, 17/30) 

"O, sizi yeryüzünün halifeleri yapan, size verdiği şeylerde, sizi imtihan etmek için kiminizi derecelerle kiminizin üstüne çıkarandır." (En'âm, 6/165).

Servetlerin gerçek sahibi Yüce Allah'tır. İnsan, malı üzerinde vekil ve yed-i emindir. O, serveti, yaratıcının koyduğu sınırlar içinde kazanmak, harcamak ve tasarruflar yapmakla yükümlüdür. Âyetlerde şöyle buyurulur:

"Size (tasarruf için) vekâlet verdiği maldan O'nun uğrunda harcayın." (Hadîd, 57/7).

"Onlara Allah'ın size verdiği maldan verin." (Nûr, 24/33).

Servetinde toplumun hiçbir hakkı bulunmadığını öne süren ve kapitalizmin sembolü sayılan Karun'u, Allah Teâlâ yurdu ile birlikte helâk etmiştir:

"Sonunda biz onu da sarayını da yere geçirdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek hiçbir cemaati de yoktu, onun. Bizzat kendini savunmak için gücü de yoktu." (Kasas, 28/81).

Fakirliğe Karşı Getirilen Çözümler:

İslâm'da fakirliğe karşı şu çözümler getirilmiştir:

Çalışma:

 Allah (c.c.), insan için ancak çalıştığının karşılığı olduğunu bildirmiş; dünyada ve göklerde bulunan her şeyi insanoğlunun emrine âmâde kıldığını haber vermiştir:

"O, yeri sizin için itaatkâr kılandır. O hâlde, onun omuzlarında yürüyün; Allah'ın rızkından yiyin..." (Mülk, 67/15).

"Yerde yürüyen hiçbir canlı hâriç olmamak üzere rızıkları Allah'a âittir." (Mü'min, 23/64).

Hz. Ömer, rızık için çalışmadan oturan ve Allah'a tevekkül ettiğini ileri süren bir topluluğa şöyle demiştir:

"Hiçbiriniz; Allah'ım bana rızık ver, diyerek, çalışıp rızık aramaktan geri durmasın. Bilin ki, gökten ne altın yağar, ne gümüş. Allah Teâlâ'nın; 'Cuma namazı kılınınca yeryüzüne dağılın, Allah'ın fazlından nasip arayın.' (Cum'a, 62/10) buyurduğunu görmüyor musunuz?" (Kardâvî, Fakirlik Problemi ve İslâm, terc. Abdulvehhâb Öztürk, Ankara, 1975, s. 57).

Zengin Hısımların Himâyesi:

İslâm'da prensip olarak, yoksulluğa karşı herkes çalışarak karşı koyar. Ancak çalışmaya gücü yetmeyenler, dul kadınlar, küçük çocuklar, yaşlılar, kötürüm, hasta ve yatalaklarla, başına gelen bir musibet yüzünden kazanç elde edemeyenler, öncelikle zengin hısımları tarafından desteklenir. Bu konu İslâm'da nafaka hukuku hükümlerine göre çözümlenir.

Zekât:

İslâm'da, fakirliğe karşı en büyük ekonomik kuruluş, zekât müessesesidir. Zekât, servetlerin yalnız zenginler arasında dolaşmasına engel olur, zengin-fakir arasında sosyal ve ekonomik dengeyi sağlar. Toplumda, zengin sayılan tüm müslümanların elindeki altın, gümüş, nakit para ve alıp-satmak üzere elde bulunan ticaret malları kırkta bir; tarım ürünleri onda veya yirmide bir (özel masrafla yapılan üretimde); madenlerde beşte bir ve hayvanlarda belli cins ve miktarlara göre, değişen sayıda zekât farz olur.

Bu kadar büyük bir ekonomik potansiyelin işletilmesi hâlinde, bir beldede, yoksulların yeme, içme, giyim, tedavi, mesken ve benzeri problemleri mâkul bir süre içinde çözülebilir. Ancak bunun için zekâtın İslâmî ölçülere göre toplanması ve aynı ölçülere göre dağıtılması gereklidir. Tevbe Sûresi 60. âyette zekâtın verileceği sınıflar şöyle belirlenir:

"Zekât, Allah'tan bir farz olarak ancak fakirlere, yoksullara, zekâtı toplayan memurlara, kalpleri İslâm'a ısındırılmak istenenlere, kölelere, borçlulara, Allah yolunda cihad edenlere ve yolda kalanlara verilir."

İslâm Devletinin Diğer Gelir Kaynakları:

Zekât geliri yoksulların ihtiyaçlarını karşılayamadığı takdirde; vakıflar, maden ocakları ve madenler gibi, çalıştırmak, kiraya vermek ve ortaklık etmekle, devletin idare ve kontrol ettiği âmmeye ait mallarda, ganimetlerin beşte birinde, savaşsız elde edilen mallarda, haraçta ve her çeşit vergilerde muhtaçların hakkı vardır (Enfâl, 8/41; Serahsı, el-Mebsût, III, 18).

Hz. Ömer'in hilâfeti sırasında şöyle dediği nakledilmiştir:

"Devlet malına kimse kimseden daha lâyık değildir. Ben de başkalarından daha lâyık değilim. Her Müslümanın bu malda hissesi vardır. Eğer ömrüm yeterli olursa San'a dağındaki çobana bu maldan hissesini veririm." (Şevkânî, Neylü'l-Evtar, VIII, 79).

Devlete ait çeşitli bu gelirlerde, gayri müslim fakirlerin de hakkı vardır. Hz. Ebû Bekir devrinde Hâlid b. Velid'in, Hıre Hristiyanları ile yaptığı sulh antlaşması, onların fakirlik, hastalık ve yaşlılığa karşı bir çeşit sigorta edildiklerini gösterir. Bir sosyal sigorta niteliğindeki bu antlaşma metnini Ebû Yûsuf, Hâlid b. Velîd'ten şöyle nakleder:

"Onlar için şunu kabul ettim: Onlardan herhangi birisi çalışamazsa yahut başına bir felâket gelirse veya zengin iken fakir düşer, din kardeşleri ona sadaka vermeye başlarlarsa cizye borcu kaldırılır. Kendisi ve ailesi Müslümanların beytülmâlinden geçindirilir. İslâm ülkesinde kaldıkları sürece bu uygulama devam eder. İslâm ülkesini terk ederlerse, Müslümanların onlara bakma yükümlülüğü kalkar." (Ebû Yûsuf, el-Harâc, 2. baskı, Selefiyye Matbaası, s.144; bk. Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, Fakirlik md.)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun