İnsanın yaradılıştan gelen özellikleri nelerdir ve bu özellikleri asıl kullanması gerekir? Mesela Kur'an'da, insan çok cahil ve zalim deniyor ve unutkan olduğundan bahsediyor...

Tarih: 11.04.2012 - 11:16 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İnsanda binlerce hissiyat var. Bu özellikleri açıklayan geniş eserlere bakmanızı rica ederiz. Her hissin hem iyiye hem de kötüye kullanılması mümkündür.

1. İnsana verilen her bir his ve duygu, insanı Allah’tan uzaklaştırmak için değildir. Aksine insanı Allah’a yaklaştırmak ve terakki etmek içindir. Bu sırrı bilmeyenler insanın kendinde bulunan bazı his ve duygulardan kesinlikle arındırılması gerektiğini savunmaktadırlar. Halbuki böyle bir şey bazı insanlar için mümkün olmayan bir durumdur.

Fakat alimlerimizin çoğunluğuna göre bu his ve duyguların bizi terakki ettirmek için verildiği kanaatindedir. Bu his ve duyguların yüzünü fani ve ehemmiyetsiz şeylerden çevirip baki şeylere yönlendirmek gerekmektedir.

Mesela istikbali düşünmek hissi herkeste var. Bir insan bununla isterse sadece taahhüt altına alınmamış dünya hayatını düşünebilir. Ve ona çalışabilir. Fakat bu his ve duygu bunun için verilmemiştir. Öyleyse bu hissi başka değerli bir şeye yönlendirmesi gerekir. Bu da ahireti düşünmek tarzında olmalıdır. Önceki durumda kendini mesul edecek durumdan Cenab-ı Hakk'ın sevgili bir kulu olmaya yönelir.

Mesela insanda inat duygusu da var. Bu hissi dünya işlerine sarf ettiği zaman ehemmiyetsiz şeylere de inat eder. Ve günah da kazanır. Fakat insan bu hissini, Allah’ın istediği şekilde kullansa, o zaman ibadete inkılap etmiş olur. Şöyle ki, bu his ile bir Müslüman diyecek ki “Ben inat ettim, sabah namazını kaçırmayacağım, inat ettim hiçbir mü’mine kızmayacağım, inat ettim her gün şu kadar namaz v.s ibadet edeceğim..."

İşte değerli kardeşim! Hırsın da böyle iki mertebesi var. Biri insanı günaha sevk eder, diğeri ubudiyete. Günah olan tarafı Allah hoş görmediği gibi, iyiye kullanılsa hoş karşılanır. Mesela bir insan hırs edip devamlı mal, mülk kazanmaya çalışsa ve neticede zekat vermez ise, bu his insanı helakete götürü. Veya insan kendine hedef tayin ettiği herhangi bir makamı elde etmek için, her türlü kılığa girmekten sıkılmıyor ve mukaddesatını feda edecek şekilde hırs gösteriyorsa taşıdığı bu hırs duygusu iyi değildir. Ve Allah bu hissi taşıyanı lanetler. Fakat insan bu hırs damarını “İnsanların imanlarını nasıl kurtarırım, insanlara nasıl faydalı olabilirim, ahiretteki makamımı nasıl artırırım ve Allah’ın rızasını nasıl kazanırım?” diye kullansa, herhalde hırs damarı tüm hissiyatlar içerisinde sultan olur.

Bu açıdan insana verilen her duygunun ve özelliğin iyi ve güzel olduğunu söyleyebiliriz.

2. Sahih bir hadiste, “Her doğan, İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” (Buhârî, cenâiz 92; Ebû Dâvut, sünne 17) (günümüzde de falan ...izm'den yapar) buyurulmaktadır.

a. Her insan yaratılış itibariyle lekesiz, tertemiz, iman ve İslam'a en müsait bir hüviyettedir.
Fıtrat, yani yaratılıştaki mahiyeti itibariyle her insan lekesiz, tertemiz ve iman ve İslam'a en müsait bir hüviyettedir; lekesiz, bembeyaz, üzerine her şey yazılabilecek bir kağıt veya, üzerine hiç ses kaydedilmemiş bir bant, şekil verilmeye müsait bir macun, kalıplara dökülmeyi bekleyen maden cevheri veya eğilmeye müsait bir fidan gibi...

Nasıl dupduru, saf ve berrak bir pınar suyu, esas kaynağı ve mahiyeti itibariyle tertemiz olup, en faydalı ve şifalı bir hal almaya müsaittir. Ya da üzerine toz toprak saçmak suretiyle bulandırılıp başka bir mahiyete sokulabilir. Aynı şekilde yeni doğan bir çocuk da fıtrat ve kainat kanunlarına göre hakikatleri kabule, bulanıklık ve dalaleti ise reddetmeye muvafık ve müsait bir haldedir. Bu sebeple, 5-15 yaş grubu çocuklara ne anlatırsanız, onlar hemen onu hafızalarına kaydedip, kalp dünyalarına iman ve İslam adına yerleştirirler. Söz gelimi, “Bir köy muhtarsız, bir iğne ustasız olmaz; öyleyse, şu koca kainat da sahipsiz olmaz; onun sahibi Allah'tır (c.c.)” dediğinizde, karşınızdaki alıcı o kadar lekesiz ve bu tür mesajların öylesine frekansındadır ki, hiç parazitsiz söylediklerinizi kaydediverir. Yaratılış vakumu, fıtratın manyetik sahası, mesajı hemen çeker. Öyle simalar görürüz ki, aşinası bulunduğumuz mana ve ölçülere binaen “temiz fıtratlı, iyi ahlaklı, çok müsait ve müspet bir insan” deriz.

b. Temiz ve selim fıtrat, küfür ve günahlarla kirletilip, köreltilebilir.

İnsan, küfür ve inkarla, kainat çapındaki delillere gözlerini yummuş, kulaklarını tıkamış, vicdanını söndürmüş ve fıtratını köreltmiş; kendini bütün ışık kaynaklarından mahrum bırakıp, karanlıklar içine gömmüş ve haddizatında baştan temiz olan fıtratının üzerine Allah'ın (c.c.) sevmediği kara lekeler sürmüş olur. Buna karşılık, insan iman ve amelle, aslında temiz olan fıtratını muhafaza eder ve saffetini korur. O halde; İman asli, küfür ise arızi bir husustur. Yaratılışta temiz olan fıtrat, sonradan kirletilir. Fıtratın ilk baştaki hali korunmaz, imdadına koşulmaz ve bu yolda gerekli tedbirler alınmazsa, insanın ya Hristiyan, ya Yahudi, ya da Mecusi olması veya aklınıza gelebilecek küfür cereyanlarından birisine yem olup gitmesi mümkün ve muhtemeldir.

c. Temiz fıtrat kirletilip bozulunca, insan ikinci bir fıtrat kazanmış demektir.

Yumurtadan çıkan yavru kuş, uçamasa da yine “kuştur”. O, yaratılıştan uçmaya müheyya ve elverişlidir. Palazlanma döneminde koşup sıçradığını, düşe kalka uçmaya çalıştığını görür, “bu kuş, uçacak” deriz. Ancak harici bir sebep devreye girer de, kuşun uçma kabiliyetini götürürse, o zaman ne kadar kuş da olsa, uçamaz. İşte küfür de böyledir; uçmaya müsait bir kuşun kanatlarını kırma, güdük bırakma ve kümeslerde bu kabiliyetlerini öldürme, önceki ilk fıtratı köreltip, ikinci bir fıtrat ile uçamayacak hale getirmedir. İradenin suistimaline ve dış sebep ve saiklere binaen fıtratı köreltilen bir insan, ikinci bir fıtrat kazanmış, temiz ve selim yaratılışını kirletmiş olur. Nasıl kuşun ilk haline bakıp da, kuştur bu, uçar diyorsak, aynı şekilde yeni doğan bir çocuğa da “Müslüman bu” veya “Müslüman olur bu” deriz. Ne var ki, zamanla o yavrunun üzerinde muhalif sam yelleri eser ve o da iradesini suistimalle bunların üzerine tuz biber ekerse, işte o zaman kolu kanadı kırılır ve fıtrat çekirdeği küfür toprağının karanlıklarında gömülü ve örtülü kalıp, çimlenip filiz çıkarmak ve neticede her mevsim meyve veren bir ağaç olmak için gerekli ısı, ışık ve yağmuru alamaz duruma düşer. O artık karanlıklar içinde, kara bir yeni fıtrat kazanmıştır.

d. Tahşidatta bulunduğumuz bütün bu meselelerde kader mevzuuyla alakalı iki husus her zaman karşımıza çıkacaktır: Dış sebepler ve irade.

Evet, her doğan İslam fıtratı üzerine doğar; fakat, anne-baba, arkadaş, muhit, toplum ve okul gibi dış tesirlerle, bunları lehinde veya aleyhinde değerlendirecek olan irade, fıtrata müspet veya menfi yönde müdahalede bulunur. Kaderde ise, bütün bunlar hesaba katılarak, bu insan, ya fıtratını temiz tutup said olacak ya da fıtratını köreltip küfre batacak ve şaki olacak diye yazılır.

3. İnsan ruhuna bir İlâhî ikram olarak takılan, ilim, irade, görme, işitme gibi sıfatlarını Allah’ın sıfatlarını bilmeye bir vasıta olarak kullanmak. Kendi ruhundan İlahi sıfatları bilmek için açılan bu marifet pencerelerini iyi değerlendirmek.

- Akıl kuvvetini hikmet dairesinde, şehvet kuvvetini iffet dairesinde, gazap kuvvetini şecaat dairesinde kullanmak.

- Muhabbetini ancak Allah’a vermek ve mahlukatı da yine Onun namına, Onun isimlerine ayna olmaları, kemaline işaret etmeleri, cemalinden haber vermeleri cihetiyle sevmek.

- “İbadatın bütün enva’ına müstaid bir fıtratta” yaratıldığının şuurunda olup, bütün ibadet çeşitlerinin ayrı ayrı feyizlerinden azami ölçüde nasiplenmeye çalışmak.

- Kendisine verilen “kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirmek.” Böylece bunların her birini kendine mahsus ibadetiyle meşgul etmek.

- Duygularının her biriyle Allah’ın rahmet hazinelerinden birini açmak, ondan güzelce faydalanmak ve küllî şükretmek.

- Aczini ölçü alarak Allah’ın kudretini, fakrına bakaran Onun rahmetini, noksanlıklarını düşünerek Onun kemalini tefekkür etmek. Rabbini sonsuz kemal, rahmet ve kudret sahibi, kendi nefsini ise yine sonsuz aciz, fakir ve noksan bilmek.

- Ruhunu günahlardan, bedenini de her tüllü kirlerden, pisliklerden uzak tutarak İlahi huzura çıkmak.

- Kendini Allah’ın en mükemmel eseri olma cihetiyle meleklerin, ruhanilerin seyrine, temaşasına güzelce sunmak.

İşte insan bu gibi ulvî gayeler için yaratılmıştır. Ama ne yazık ki, bir çok insan, kendini unutmuş ve bu gayelerden gafil olarak sadece dünya hayatını rahat bir şekilde geçirmek için çabalar. Bütün kâinatın ibadetlerini temsil etme kabiliyetine sahip olduğu halde, sadece çevresindeki bir gurup insanın teveccühlerini kazanmayı ve kendisini onlara beğendirmeyi hayatına gaye edinir.

Bir süre sonra kendisi de, o insanlar da dünyadan göçüp gitmekte ve bütün bu gayeler de onun bedeniyle birlikte adeta toprağa gömülüp kaybolmaktalar.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun