İmanımız mantığımız ile çelişirse ne yapmalıyız?

Tarih: 29.06.2016 - 00:46 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Sosyal medyada yardımseverlikte bulunan bazı Müslüman olmayan insanların videosunu paylaşıp “bunlar mı cehenneme gidecek” gibi paylaşımlar görüyorum.
- Günümüzde imanımızı kurtarmamız gerekliliğinin önemi bundan mıdır?
- Bazı şeyleri mantığımızın kabul etmemesi, çünkü çoğu insan aynı şeylerde takılıyor, şer, cehennem gibi kavramları sorguluyor.
- Nasıl bir bakış açısı getirmemiz lazım böyle durumda, mantığımız kabul etmediğinde?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu konuyu birkaç madde halinde açıklamaya çalışacağız:

a) Mantığımızın almadığı şeylerde de mantığımıza başvuracağız. Ve göreceğiz ki mantığımız çok mantıklı bir şekilde şöyle cevap verecektir:

“Gözün görmesinin belli bir sınırı, kulağın duymasının belli bir frekansı olduğu gibi, benim de görmemin belli bir sınır vardır. Bu sınırın dışında kalan şeyleri bilmemi istemek, gücümün üstünde bir teklif olur ki, bu dinen olduğu gibi mantık bakımından da caiz değildir!..”

b) Kur'an’dan öğreniyoruz ki, Allah insanları en mükerrem, en şerefli bir varlık olarak yaratmıştır. Mükerrem demek, hayvanlardan farklı olarak insana yakışan değerlere sahip olmak demektir.

İnsani değerler arasında bulunan hususlardan biri de şefkattir, merhamettir, yardım etmektir. İnsanların, yaratılıştan sahip olduğu bu erdemleri herhangi bir mükâfat beklemeden de yerli yerince kullanması söz konusu olabilir. Bu erdemlerin insana Allah tarafından özellikle verildiğini yine Kur'an’dan öğreniyoruz.

Demek ki, merhamet etmek, yardım elini uzatmak, yalnız cennet ve cehenneme bakmaz. Fıtratı, vicdanı bozulmamış her insanın, iliklerine kadar işlenmiş bu mekanizmaları çalıştırmaması, bunların gereğini yerine getirmemesi düşünülemez.

Yani, Allah’a ve ahirete inanmayan kimselerin de içindeki şefkat ve merhametin istediği bir insani erdem olan başkasına yardımcı olmaları değil, olmamaları tuhaftır. Bu aktiviteyi, peygamberler tarafından ders verilen ilahi vahiy doğrultusunda hareket eden dindar kesimin yanında, dinden uzak fakat ilahi hikmet tarafından vicdan ve akıl elçisi vasıtasıyla gelen bu bilgilerin kodlarına sahip kimselerin de yerine getirmesi son derece doğaldır.

Nitekim, gözlükle görenler ile gözlüksüz görenler aynı hedefte birleşiyorlar. Hak dine inananlar hem fıtrat gözünü, hem de vahiy gözlüğünü kullanırlar. İnanmayanlar ise, yalnız fıtrat gözünü kullanırlar...

Demek ki, hak dine iman edenler yanında iman etmeyenlerin de iyilik yapma, insani erdemlere uygun davranışlar sergilemeleri mümkündür.

Hatta hak dine inandığı halde fıtratını bozmuş, vicdanını işlemez hale getirmiş bazı kimselerin de insani erdemlerden mahrum olmaları söz konusudur.

Buna mukabil, -az da olsa- hak dine iman etmediği halde, yaratılıştan gelen insani erdemlerine sahip çıkmış, vicdanını bozmamış bazı kimselerin de mükemmel bir insanın davranışlarını sergilemesi mümkündür. Zira, Kur'an gibi vahiy kaynağı olan bir kaynakta seslendirilen ilahi vahyin ilmi ve kelami tezahürleri olduğu gibi, bu vahyi anlayacak ve kabul edecek donanımların verilmesi de ilahi kudret ve hikmet kaynağınca seslendirilen bir fitri vahiydir. İkisinin de kaynağı Rahman ve Rahim olan Allah’tır.

c) Bununla beraber, yüce yaratıcı olan Allah, gönderdiği Kur'an vahyine muhatap ettiği insanların vicdanını, fıtratını da ona uygun yaratmıştır. Tekvini ve teşrii olan bu iki vahiy arasında bir çelişki olamaz.

İmtihana tabi olduğu için kendisine özgür irade verilen insan bu iradesiyle vicdanının sesini kısar, vahyin sözünü duymaz ve bir çelişkiler yumağının ağına düşer.

Bundan anlaşılıyor ki, akıl, tek başına bütün gerçekleri bilecek, tartacak durumda değildir. Akıl mucit değil; kâşiftir. Eğitildiği fikirler muvacehesinde tepki gösterir. Çok daha akıllı olsa bile, okumamış bir kimsenin, okumuş kimseler gibi fizik, kimya, matematik formüllerini, kanunlarını bilmemesinin sırrı budur.

Bunun manası şudur: Akıl tek başına her hakikati görüp anlayacak kabiliyette değildir. Bu sebeple, Allah, insanın fıtratında akıl mekanizmasını yaratmış, sonra da bu aklı eğitecek vahiy göndermiştir.

Demek oluyor ki, Allah’ın indirdiği -örneğin- Kur'an vahyine inanmayanlar, aynı zamanda hakkı batıldan ayıran bu vahyin anlaşılmasını sağlayan aklın ve başka latifelerin de dumura uğramasına sebep olurlar. Zira, vahyin ışığı altında eğitilmeyen bir akıl bir çok hakikati görmez, göremez…

d) İşte Allah, insanlara hem akıl-mantık vermiş, hem de bunları eğitecek, doğruya yönlendirecek vahiyleri, Kur’an’ı göndermiş ve Kur’an vahyindeki emir ve yasaklar doğrultusunda hareket edilmesini emretmiştir. Ve bunların yerine getirilmesinin -olmazsa olmaz- şartı olan iman etmeye davet etmiştir.

Buna iman etmeyen bir kimsenin, vicdanındaki şefkat, merhamet gibi fıtri cihazların sesine kulak vermek suretiyle bu imanın gereklerini yerine getirmesi, Allah katında fazla bir şey ifade etmez.. Çünkü, Allah nasıl ki insanlara verdiği aklı kullanmayı emrettiği gibi, Kuran’ın dürbünüyle hakikatlere bakmayı da emretmiştir.

Buradaki yanılgı noktası şudur: Allah’ın emrinin yerine getirilmesi ile, o emri nazara almadan aynı işi yapmayı bir/aynı şey görmektir.

Halbuki, Allah her şeyden önce insanların kendi emir ve yasaklarına uymalarını, ona saygı duymalarını istemektedir. Allah’ın sözlerine iman etmeyen kimselerin bu imtihanı tâ baştan kaybettikleri anlamına gelir. Çünkü, imtihanın ilk sorusu, Allah’a ve ahiret gününe iman etmekle alakalıdır.

e) Düşünün ki, devlet bir işe eleman almak ister.  Hazırladığı imtihanda bazı sorulara cevap vermelerini ister.. İmtihana girenlerden bazı kimseler, sorulan soruya cevap vermez, fakat bunun muadili başka bir soruya güzelce cevap verir.. Mesela, fizikten sorulan bir soruya, kimyadan cevap verse, biyolojiden sorulan bir soruya psikolojiden cevap verse..

Sizce bu kimseler imtihanı kazanmış olurlar mı? Bizce hayır! Çünkü, imtihanda kimin ne yazacağına/herhangi bir doğruyu yazıp yazmayacağına değil, sorulan soruya doğru cevap verip vermeyeceğine bakılır..

Bütün açıklamalardan anlaşıldığı gibi, Allah din imtihanında, insanın kendi kafasına göre güzel bulduğu doğruları yazmasını değil; bizzat sorduğu sorulara doğru cevap vermesini istemektedir.

Demek ilk soru olan iman esaslarına doğru cevap vermeyenler, ne kadar güzel şeyler yazarlarsa yazsınlar, imtihanda başarısız kabul edilirler..

f) Bir devletin anayasasını kabul etmeyen, devleti tanımayan, kanunlarını reddeden serseri bir eşkıya, /bir anarşist/bir terörist, bu isyankâr tavrıyla beraber, bir yerde güzel bir köprü yapsa, güzel bir hastane açsa, ilgili devlet bunu mükâfatlandırır mı?  Elbette hayır..!

İşte, tabir caizse/deyiş yerindeyse, Allah, kendisinin ortaya koyduğu anayasası olan vahyi, Kuran’ı kabul etmeyen, en mukaddes prensipleri olan iman esaslarını reddeden böyle anarşist bir kimsenin yaptığı bazı insani güzel davranışlarından dolayı ödüllendirmez. Bunun aksini savunanlar, kendi akıl ve vicdanlarını hafife alan kimselerdir.

Hülasa:

Sizden her kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, işte öylelerinin dünyada ve âhirette bütün işleri boşa çıkmıştır. Onlar ateş ehlidir ve orada sürekli kalacaklardır.” (Bakara, 2/217)

İlave bilgi için tıklayınız:

Mekke'de doğan bir çocukla, dünyanın herhangi bir yerinde doğan ...
Bir inançsızın iyiliği karşılıksız, inançlının ise cennet için yapmış ...
Bazı ayetlerde, kafirlerin yaptıklarının boşa gittiği vurgulanıyor. Ama ...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun