Hz. Yakup’un, Hz. Yusuf’un ayrılığına dayanamayarak kırk yıl ağlaması peygamberlik makamı ile nasıl bağdaşır; sabretmesi gerekmez miydi?

Tarih: 09.08.2010 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Peybamberimiz (asm)'in de çocukları vefat etmiş, torunlarının şehadetini bilmiş...

Cevap

Değerli kardeşimiz,

 Hz. Yakub (as)'ın, Hz. Yusuf (as)'ın ayrılığına sürekli ağladığını gösteren herhangi bir ayet veya hadis söz konusu değildir. Bu sürenin kırk yıl olduğuna dair de kesin bir bilgi yoktur.

Kur'an'da Yusuf Suresinde bildirildiğine göre, oğlu Bünyamin'in Mısır'da tutulduğunu haber alan Hz. Yakub'un, di­ğer oğlu Yusuf hakkındaki üzüntüleri yeniden depreşier ve üzüntünün şiddetinden gözlerine boz gelir. Hz. Yakub'un gözlerine boz gelmesi iki şekilde açıklanmış­tır:

a) 96. âyette "tekrar görür hale geldi" buyurulduğu için bunu karine olarak alanlar, boz gelmekten maksat "üzüntüden ve ağlamaktan dolayı gözünün kapanmasıdır" demişlerdir. Tıp mensuplarının açıklamalarına göre nâdir de olsa üzüntü­den gözde katarakt oluştuğu ve sonra bir şokla bunun zail olduğu görülmüştür.

b) Müfessir Râzî'nin de katıldığı ikinci anlayışa göre (bk. Mefatih, ilgili ayetin tefsiri), göze boz gelmesi görmeyi engelleyecek kadar göz yaşı ile kaplanmasıdır; açılması ise üzüntü ve ağlama se­bebinin ortadan kalkmasıdır.

Bu konuda Hz. Yakub (as)'ın Hz. Yusuf (as)’a karşı beslediği aşırı sevgi ve şefkatin kendisi için de bir nevi imtihan olduğunu düşünmek yanlış olmasa gerektir. Bir insan ve bir baba olarak yıllarca bu hicranın ateşine yanmasına rağmen daima sabır içinde şükretmiştir. “Fe sabrun cemîl” (Yusuf, 12/19) diyerek sabr-ı cemil göstermiştir. Bu ise, bu ağır imtihanda onun peygamberliğe yakışır bir performans gösterdiğinin delilidir. Hatta, çocuklarının kendisine “bu işe fazla takıldığını” söylemelerine karşın, “Ben sıkıntımı, üzüntümü sadece Allah’a şikâyet ediyorum...” (Yusuf, 12/86) demek suretiyle, Allah ile olan münasebetini nasıl bir edep halkasında tuttuğunu göstermiştir. Bu davranışıyla da bize “Musibet ve sıkıntılardan dolayı Allah’ı insanlara şikâyet etmenin caiz olmadığı, ama halini Allah’a şikâyet etmenin caiz olduğu yani; Allah’tan şikayet etmek caiz değil, ama Allah’a şikayet etmek caiz olduğu” dersini de vermiştir.

Hz. Yakub, oğlu Yusuf'un durumu karşısında Allaha tevekkül ettiğini şu ayet bizlere bildirmektedir. "Yakub dediki: ...En hayırlı koruyucu Allah'tır. Ve O, merhamet edenlerin en merhametlisidir." (Yusuf, 12/64)

Hz. Yusuf (as)'ın kardeşleri tarafından kaybettirildiğine inanan Hz. Yakub (as)'ın bu açıdan da ayrıca üzüldüğüne şüphe yoktur. Böyle bir hıyanetin hem bir peygamber hem de bir baba olarak içinde taşıdığı geniş şefkatine dokunması gayet normaldir.

Ayrıca Hz. Yakub, evlâtlarını yitirmenin ıstırabını kalbinin derinliklerinde his­settiğini ve üzüntülerini sadece yüce Allah'a arzettiğini İfade etmekle birlikte, "Ben, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından vahiyle biliyorum" demek suretiyle olayın perde arkasındaki hikmetlerini de bildiğine İşaret etmiştir.

Hz, Yakub'un bu ifadeleri, onun, oğlu Yûsuf'tan ümidini kesmediğini ve Allah'ın lütfuyla bir gün kendisine kavuşacağını umduğunu göstermektedir.

Konuyla İlgili Bediüzzaman Hazretlerinin aşağıdaki mütalaasının isabetli ve ufuk açıcı olduğunu düşünüyoruz:

Hz. Yakub (a.s)'un, oğlu Hz. Yusuf (a.s)'a gösterdiği aşırı sevgiyi peygamberlik makamı ile bağdaştıramayan İmam Rabbânî, Hz. Yusuf'un babasını cezp eden güzelliklerinin, dünyevî güzellikten ibaret hususlar olmadığı, aksine uhrevî meziyetler olduğunu ifade ederek meseleyi çözmeye çalışmıştır. Bediüzzaman ise, bunun isabetli bir tevil olmadığının kanaatindedir.

Kullanılan üslûbun nezaket ve nezahetini göstermesi bakımından, ifadenin aynen verilmesinde fayda mülahaza edilmektedir:

"Şu mesele münasebetiyle hâtıra gelen ve Muhakkîkîne, hattâ bir üstâdım olan İmam-ı Rabbânî'ye muhalif olarak diyorum ki: Hz. Yakub aleyhisselâmın, Yusuf aleyhisselâma karşı şedit ve parlak hissiyatı, muhabbet ve aşk değildir; belki şefkattir. Çünkü: Şefkat, aşk ve muhabetten çok keskin ve parlak ve ulvî ve nezihtir. Ve makam-ı nübüvvete layıktır. Fakat, muhabbet ve aşk, mecazî mahbuplara ve mahlûklara karşı derece-i şiddette olsa, o makam-ı muallâ-yı nübüvvete layık düşmüyor. Üstadım İmam-ı Rabbânî, aşk-ı mecazîyi makam-ı nübüvvete pek münasip görmediği için demiş ki: Mehâsin-i Yusufiye, mehâsin-i uhreviye nevinden olduğundan, ona muhabbet ise, mecâzî muhabbetler nevinden değildir ki, kusur olsun. Ben de derim: Ey üstad! O, tekellüflü bir tevildir; hakikat şu olmak gerektir ki: o, muhabbet değil, belki yüz defa muhabetten daha parlak, daha geniş, daha yüksek bir mertebe-i şefkattir. Evet şefkat bütün envaiyle latîf ve nezihtir. Aşk ve muhabbet ise, çok envaına tenezzül edilmiyor." (bk. Mektûbat, s. 27-28)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Odiyorsa.blogcu

Mahrem, NA Mahrem. !!!!!

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editör
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun