Hidayete vesile olmanın mükafatı nedir?

Tarih: 18.09.2013 - 06:35 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Duyduğum kadarıyla "Bir kişinin hidayetine vesile olan, o kişinin yaptığı tüm güzel işlerin aynısının sevabını alır." diyordu.

- Bu her sevabı için geçerli mi veya onun hidayetine vesile oldukları kişi için de geçerli mi?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

"Allah’a yemin ederim ki, senin sayende Allah’ın bir tek kişiye hidayet vermesi senin için, kırmızı develerin olmasından daha hayırlıdır.” (Buhari 7/3468, Müslim 2406/34)

Yüce Allah, kulun mübaşereti ve sebeplere sarılması neticesinde hidayete giden yolda muvaffakiyet lütfedecektir. Bu hususta kula düşen, sebepleri araştırmak, vesilelere sarılmaktır. Kur’ân-ı Kerim, hakka ve hakikate götürecek vesileler aranması konusunda şu teşvikte bulunur:

 “Ey iman edenler, Allah’tan korkun. (Kur’ân ve kâinat kitabını mütalâa ile tanımaya çalıştığınız) Rabbinize karşı saygılı olun ve O’na yaklaşmaya vesile arayın!” (Mâide, 5/35)

Efendimiz (s.a.s.) de son nefeslerine kadar hidayet yolunda ashabına ve ümmetine rehberlik etmiştir. Sonraki devirlerde Nebî’nin (s.a.s.) varisleri olan Allah dostları, erenler ve âlimler farklı yollardan, değişik usullerle Rab’lerine yürümüşler, hakka ve hidayete giden yolda insanlara vesilelik ve kılavuzluk etmişlerdir. 

Allah Resûlü, bir hayra vesile olan ve hidayete çağrıda bulunanı Allah katında büyük bir mükafatın beklediğini müjdelemektedir:

“Kim hidayete çağrıda bulunursa, kendisine tabi olanların sevapları kadar ona sevap verilecek ve tabi olanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmeyecektir. Kim de dalalete davet ederse, kendisine tabi olanların günahları kadar günah ona verilecek ve tabi olanların günahlarından da hiçbir şey eksilmeyecektir.” (İbn Mâce, Sünnet 14)

Yani hayra vesile olan bir müesseseye öncülük etmiş, katkıda bulunmuş veya gelecek nesillerin yetiştirilmesi için eğitim seferberliğine iştirak etmiş bir kimse, bütün bu sa’y u gayretinin neticesini bir gün mutlaka karşısında görecek ve amel defteri hiç kapanmayacaktır. 

İnsanların hidayetine vesile olanlar da aynı şekilde dünyevî ve uhrevî mükafata nail olacaklar ve kazandıkları bu yüce vesilelik payesi onlar için tükenmeyen bir sermaye olacaktır. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s.), Hayber’de muharebenin en kritik anlarında Hz. Ali’yi yanına çağırarak ona sancağı vermiş ve sonrasında çok önemli bir tavsiyede bulunmuştur:

“Ey Ali, sen şimdi Hayberlilere iyice yaklaşıncaya kadar sükûnetle ilerle. Sonra onları İslâm’a davet et ve üzerlerine vâcip olan İslâmî esâsları onlara haber ver. Allah’a yemin ederim ki, senin irşadınla Allah’ın bir tek kişiye hidâyet vermesi, senin kırmızı develere sahip olmandan” (Buhari, Megâzî 39) -bir başka vesileyle ifade buyurdukları gibi- “üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha kıymetli ve daha hayırlıdır!” (Hudarî, Nûru’l-Yakîn, s. 255)

Bu da gösteriyor ki, Efendimiz (s.a.s.)’in işaret buyurduğu gibi, gönlünü Allah’ın rızasını kazanma ufkuna yöneltmiş bir mü’min sadece kendi kurtuluşu değil, adanmış bir ruhla bütün bir insanlığın kurtuluşu için çalışmayı kendisine vazgeçilmez büyük bir fazilet ve mesûliyet bilecektir. Öyle ki, ashabın bu husustaki fedakarlık ve gayretleri dillere destandır.

Netice-i kelâm, Yüce Mevlâ hidayeti her halükarda kendi izni ve dilemesine bağlamıştır. O (c.c.) dilemeden ve rıza göstermeden hiç kimsenin hidayet vermesi mümkün değildir. Ancak O’nun lütfu ve inayetiyle hidayete ermek mümkündür. Bununla birlikte Allah (c.c.) rahmeti ve lütfu gereği, gönderdiği peygamberleri, ilahî vahiyleri, Din’in mukaddeslerini ve sevdiği kullarını hidayetine birer vesile olarak kabul edeceği müjdesini vermiştir. Bu münasebetle Allah Resûlü (s.a.s.) de ömrü boyunca insanların hidayeti için olağanüstü bir gayret ve çaba göstermiştir; göstermiştir çünkü, bir insanın ebedî mutluluk veya azabı bu vazifeyi ifa ve liyakat keyfiyetine bağlı kılınmıştır. 

Efendimiz (s.a.s.) insanların hidayete ermesi konusunda o kadar harîs davranmıştır ki, O’nun bu iştiyakı Allah tarafından, “İnanmıyorlar diye nerdeyse kendini harap edeceksin.” diye tadil ve takdir edilmiştir. Zira hidayete erdirmek, Peygamber’in (s.a.s.) salahiyetinde değil, ancak Allah’ın (c.c.) mutlak iradesine bağlı ilahî bir lütuf ve tasarruftur. Resûlüllah’ın nazarında, bir insanın hidayetine vesile olmak, yeryüzündeki en değerli varlıktan daha kıymetli bir hadisedir. Allah Resûlü ashabını böylesine bir adanmışlık ruhu ve vazife şuuruyla terbiye etmiş ve onlara, yeryüzünde hakkı ve hidayeti (Din-i Mübin-i İslâm’ı) herkese ulaştırmaları ufkunu en yüce hedef olarak göstermiştir.

(Prof. Dr. Osman Güner, Ondokuz Mayıs Üniv. İlahiyat Fak. Öğrt. Üyesi)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun