Her şeyde herkes için gerçekten nasıl hayır olabiliyor?

Tarih: 05.02.2016 - 01:10 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Şimdi Allah'ın ilminde her şey yazıldı, yaşandı, oldu, bitti ya hani. Bildiği için yazdı ve biz özgür irademizle bu seçimleri yaptık.
- Yalnız kafam şuraya takıldı; mesela ben bu aralar ruhsal darlıklar yaşıyorum, hatta bazen Allah'u tealanın gözetimini ve koruyuculuğunu dahi hissedemediğim ve bu yüzden de işin içinden çıkamadığım zamanlar oluyor.
- Bazen öyle bir hayat algısına giriyorum ki içim daralıyor, bazen kendimi bu hayatta yaşamıyormuş gibi hissediyorum.
- Bazen hayat algısı bana tuhaf geliyor, sanki böyle sahte bir varlık aleminde yaşıyormuşum gibi geliyor.
- Eskiden hayat, iman, Allah ile olan hissi bağlarım çok güzeldi ve beni hayata bağlayan çok şey vardı. Zamanla ben bana verilmiş olan özgür irademle önüme çıkan seçeneklerden kendi yarım aklımla uygun ve mantıklı gördüğümü seçerek hayatımı kendim bu noktaya getirdim.
- Eyvallah bakınca her şey iyi görünüyor da; geçmişe şöyle bir dönecek olursak, o dönemlerde karşıma çıkan seçeneklerde ben geleceği bilmediğim için o anın kapsamı içinde düşünüp ancak o anın kapsamı içinde karar aldım. Ben hayatımın bu noktaya geleceğini bilseydim muhtemelen beni en hayırlı hayatlara çıkaracak kararları alırdım. Ama diyorum ya nerden bilebilirdim ki.
- Düşünün öyle bir hale geldim ki eskisi gibi kafa ve gönül rahatlığıyla dua bile edemiyorum. Her anımda şüphe ve kaygı var.
- Vallahi bunu ben istemedim. Bu noktalara gelmemde ilme olan merakımın büyük etkisi var eğer cahil kalsaydım kahvedeki Osman emminin rahatlığı bende de olacaktı! Ben şunu anlamıyorum biz geleceği bilemeyen zihnimizle kararlar alıyoruz da bu kararlar her zaman hayra çıkmıyor ki. 
-  Bu kadar şeyi bir arada düşünecek olursak gerçekten her şeyde bir HAYIR var mı?
- Bundan emin olmak istiyorum. Bir insanın Allah ile olan hissi bağlarının değişmesinin ne gibi bir hayrı olabilir ki anlamış değilim.
- İnsan sahibini hissetmez ise bu dünyada nasıl korkularını yenebilir nasıl iç huzuru yakalayabilir ki?
- Allah insanı kendisi ile imtihan eder mi? Ederse de bunun kula hayrı nedir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Önce “Kulun yapacağı her şey hayırdır.” diye bir kural yoktur. Öyle olsaydı, hırsızın yaptıkları da kendisi için hayır olurdu…

“Hoşlanmasanız da savaş size farz kılındı. Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur. Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur. Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 2/216)

mealindeki ayet ve benzerlerinde “Her şey kul için hayırdır.” denilmiyor.

Denilen şey; insanların kendi akıllarına göre her zaman doğruyu bulamayacaklarına, bazen hoşlarına giden bir şeyin kendileri için zararlı olabileceği gibi, hoşlarına gitmeyen şeylerde de kendi yararları olabileceğine vurgu yapılmıştır.

- Bununla insana şu ders verilmiştir:

İnsanlar kendi arzularına, heva ve heveslerine göre hayatlarını yaşamasınlar. Bilakis, Allah’ın emir ve yasaklarını esas alsınlar... Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilir, insanlar ise bilemezler.

Demek ki, bu gibi ayetlerde asıl vurgulanan şey, “sırat-ı müstakim” denilen Kur’an’ın ve Hz. Peygamber (asm)'in yolunu takip etmenin zorunluluğudur.

Hayatta insanın fikir veya eylem bazında başına gelen sıkıntılar, bir imtihan malzemesi olabilir. Ancak bunun da asıl müsebbibi yine insanın kendisidir.

Örneğin: Kurallara uymadığı için kaza yapar; yemek yemede israf ettiği için mide sancısını çeker. Terli terli soğuk su içtiği için nezle olur. Güya ilim namına olumsuz, negatif etkisi olan bazı kitaplar okuduğu için, vesvese hastalığına müptela olur...

Bu listeyi uzatmak mümkündür. Arif olana işaret yeter...

İşte bu gibi yanlışlarımızın faturasını Allah’a kesersek, bunu bedeli ağır olur.

“Ey insan! Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Başına gelen her fenalık ise nefsindendir. Resulüm! Seni bütün insanlara elçi gönderdik. Allah'ın buna şahit olması yeter de artar!” (Nisa, 4/79)

mealindeki ayette bu konuyla ilgili önemli ölçüler verilmiştir.

- Bununla beraber, dini olmayan musibetler ve sıkıntılar, Allah’ın ön gördüğü sabır-şükür ekseninde değerlendirilirse, bunların insanlar için yalnız hayırlı değil, aynı zamanda pek çok manevi terfiler, ödüller kazandıracak bir hayra dönüşür.

Bu konuda özetle birkaç -Nurani- noktaya işaret etmekte fayda vardır:

a) “Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder; vazife-i hayatiyeyi yapar. Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuddan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider.” (bk. Lem'alar, s. 9)

b) “Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir; lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir. Madem dâr-ı hizmettir ve mahall-i ubudiyettir; hastalıklar ve musibetler, dinî olmamak ve sabretmek şartıyla o hizmete ve o ubudiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor. Ve herbir saati, birgün ibadet hükmüne getirdiğinden şekva değil, şükretmek gerektir.” (bk. age., s. 10).

c) “Her zamanın bir hükmü var. Şu gaflet zamanında musibet şeklini değiştirmiş. Bazı zamanda ve bazı eşhasta bela, bela değil, belki bir lütf-u İlahîdir. Ben şu zamandaki hastalıklı ve sair musibetzedeleri (fakat musibet, dine dokunmamak şartıyla) bahtiyar gördüğümden, hastalık ve musibet aleyhtarı bulunmak hususunda bana bir fikir vermiyor. Ve bana, onlara acımak hissini îras etmiyor. Çünki hangi bir genç hasta yanıma gelmiş ise, görüyorum; emsallerine nisbeten bir derece vazife-i diniyeye ve âhirete karşı merbutiyeti var. Ondan anlıyorum ki: Öyleler hakkında o nevi hastalıklar musibet değil, bir nevi nimet-i İlahiyedir. Çünki çendan o hastalık onun dünyevî, fâni, kısacık hayatına bir zahmet îras ediyor. Fakat onun ebedî hayatına faidesi dokunuyor, bir nevi ibadet hükmüne geçiyor. Eğer sıhhat bulsa, gençlik sarhoşluğuyla ve zamanın sefahetiyle elbette hastalık haletini muhafaza edemeyecek, belki sefahete atılacak.” (bk. age., s. 13)

d) “Hastalık iki kısımdır. Bir kısmı hakikî, bir kısmı vehmîdir. Hakikî kısmı ise Şâfî-i Hakîm-i Zülcelal, küre-i arz olan eczahane-i kübrasında, her derde bir deva istif etmiş. O devalar ise, dertleri isterler. Her derde bir derman halketmiştir. Tedavi için ilâçları almak, istimal etmek meşrudur. Fakat tesiri ve şifayı, Cenab-ı Hak'tan bilmek gerektir. Dermanı o verdiği gibi, şifayı da o veriyor. Hâzık mütedeyyin hekimlerin tavsiyelerini tutmak, ehemmiyetli bir ilâçtır. Çünki ekser hastalıklar sû'-i istimalâttan, perhizsizlikten ve israftan ve hatiattan ve sefahetten ve dikkatsizlikten geliyor. Mütedeyyin hekim, elbette meşru bir dairede nasihat eder ve vesayada bulunur. Sû'-i istimalâttan, israfattan men'eder, teselli verir. Hasta o vesaya ve o teselliye itimad edip hastalığı hafifleşir, sıkıntı yerinde bir ferahlık verir. Amma vehmî hastalık kısmı ise; onun en müessir ilâcı, ehemmiyet vermemektir. Ehemmiyet verdikçe o büyür, şişer. Ehemmiyet vermezse küçülür, dağılır.” (bk. age., s. 217).

e) İmtihan şekillerinden biri “inbisat” (ferahlık, sevinç hali), biri de “inkıbaz” (darlık sıkıntı hali)dir.  “Lütfun da hoş, kahrın da hoş!” diyemezsek bil, zihnimizde bu inkıbaz halinin de bir imtihan olduğu, bunda başarılı olmak büyük sevap kazandıracağını düşünüp huzurlu olabiliriz. Özellikle, her zaman Allah’ın sonsuz rahmetini düşünüp, hep bu sıkıntıların yakında geçeceğini tasavvur etmek, hem sevap, ham de bir lezzet kazandırabilir. Çünkü, “zeval-i elem lezzet olduğu” gibi, bu zevali tasavvur etmek de lezzet verir.

f) Allah’a karşı münasebetlerimizde her zaman aynı coşkuyu hissetmeyebiliriz. Bu halet-i ruhiyeyi hazırlayan bazı hatalarımı olduğu konusunda düşünüp istiğfar etmek güzeldir. Bununla beraber, bu “inkıbaz” halini Allah’tan uzaklaşmak gibi yorumlamak yanlıştır/veya her zaman doğru değildir.

- Bu konuyu Bediüzzaman’ın şu veciz ifadeleriyle bitirelim:

“Kastamonu'da ehl-i takva bir zât, şekva tarzında dedi: 'Ben sukut etmişim. Eski halimi ve zevkleri ve nurları kaybetmişim.' Ben de dedim: Belki terakki etmişsin ki, nefsi okşayan ve uhrevî meyvesini dünyada tattıran ve hodbinlik hissini veren zevkleri, keşifleri geri bırakıp, daha yüksek makama, mahviyet ve terk-i enaniyet ve fâni zevkleri aramamak ile uçmuşsun. Evet, bir ehemmiyetli ihsan-ı İlahî; ihsanını, enaniyetini bırakmayana ihsas etmemektir... tâ ucb ve gurura girmesin.” (bk. Şualar, s. 317)

İlave bilgi için tıklayınız:

Her şeyde bir hayır vardır, sözü doğru mudur? Bu söz nerelerde...
İslam'daki kadere teslimiyetin veya her işte bir hayır vardır ...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun