Engelli insanlarımızı hakir görmek, onlarla dalga geçmek ve bazen "imalat hatası" gibi ifadelerle onları rencide etmek isteyenleri nasıl uyarabiliriz?
Değerli kardeşimiz,
SIRTI KAMBUR, ayağı topal, sağır, dilsiz, âmâ, zihinsel engelli ve benzeri kişileri “imalat hatası” olarak görmek ve nitelemek çok ciddi bir iman eksikliğini öne çıkarıyor.
İnsanı yaratan, bedenini birbirinden mükemmel organlarla donatan, onu akıl, kalp, ruh ve binlerce duygularla süsleyen Yüce Allah’a hata isnadında bulunmak, “hatalı iş yaptığını” söyleyip durmak, bir mü’minin ağzından çıkmaması gereken bir sözdür.
Her şeyden önce hiçbir varlık, hiçbir insan “imalat hatası” değildir ve olamaz. Çünkü mülkün sahibi O’dur. O istediğini, istediği biçimde yaratır. Takdir O’na aittir, hüküm O’nundur. Dilerse yaratır, dilerse yaratmaz. Dilerse verir, dilerse alır, dilerse hiç vermez. Allah’a kim söz geçirebilir?
Peygamberler bile bir şey yapamaz. Onlar da kendilerine verilene razı olur. Yakub Aleyhisselam uzun bir süre âmâ kalmıştı, Musa Aleyhisselamın dili hafif peltekti, Eyyub Aleyhisselam yıllarca çok ağır hastalık içinde yaşamıştı. Peygamberlerin hemen hepsi değişik eziyet ve meşakkate maruz bırakılmış, yüzlercesi katledilmişti.
Kur’an’ın ifadesiyle,
“Rabbin dilediği gibi yaratır ve tercihte bulunur. Yoksa tercih hakkı onların değildir.” (Kasas, 28/68)
“Rahimlerde size dilediği gibi bir şekil veren O’dur.” (Âl-i İmran, 3/6)
Meselenin önemli bir yönü de; Allah hiçbir kuluna haksızlık etmez, hiçbir kuluna zulmetmez. Kur’an diyor ki:
“Allah hiç kimseye zerre kadar olsun haksızlık etmez. İyiliği ise kat kat arttırır, kendi katından da büyük bir ödül verir.” (Nisa, 4/40)
Bedensel engeli olan insanların bir organları engelliyken, çoğu kere diğer organlarının daha da gelişmiş bir özelliğinin olduğunu görürüz.
Mesela, görme engelli bir insanın hafıza gücünün daha gelişmiş olduğunu, yürüme engelli olan kişilerde el becerileri başta olmak üzere zihinsel yönlerinin daha da gelişmiş olduğunu müşahede ederiz.
Zihinsel engelli insanlara gelince; bu insanlar her ne kadar dünyada mağdur ve eksik gibi görünseler de meseleye iman boyutuyla bakınca farklı bakış açıları ortaya çıkıyor.
Bir kere bu durumdaki insanlar Allah katında mükellef değiller, dinî açıdan bir sorumlulukları yoktur, Allah’ın emir ve yasaklarına muhatap değillerdir. Bunun için dünyaları kararmış görünse de ebedi hayatları, âhiretleri aydınlıktır, parlaktır.
Her şeyden önce Allah katında suçlu olmadıkları ve günahları bulunmadığı için cehennemden korunmuşlar, cehennem azabına uğramayacaklardır. Yüce Allah onları bir şekilde memnun edecektir. Âyette de bildirildiği üzere, “kendi katından büyük bir ödül”leri vardır.
Zaten bu dünya hayatı nimetlerle zahmetlerle, saadetlerle çilelerle bir şekilde geçiyor. Herkes çok ciddi imtihanlarla yüz yüze kalıyor. Birçok insan imtihanı kaybediyor; hem dünyasını karartıyor, hem de âhiretini kaybediyor.
“Musibetzede mükâfat ister” kuralına göre, gerek doğumla birlikte, gerekse doğum sonrası engelli olan kişi, zihinsel engeliyse zaten sorumlu değil, İlahî mükâfatı peşinen hak etmiştir; fakat bedensel engeli varsa, sabretmesi, şükretmesi, isyana varmaması, şikâyet etmemesi kaydıyla imanına ve ameline göre bir mükâfat alacaktır.
Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Biz sizi biraz korku ve açlıkla, biraz mal ve can ve ürün eksikliğiyle sınayacağız. Müjdele o sabredenleri!” (Bakara, 2/155)
Diğer yandan asıl engelli olanlar, imandan mahrum olan insanlardır. Asıl âmâlık ve sakatlık dünyada iken hakkı ve hakikati görmeyen, Kur’an nimetinden, peygamber tebliğinden mahrum kalan kişilerdir.
İman körlüğünü Kur’an anlatırken şu ifadelere dikkatimizi çeker:
“Kim bu dünyada kör ise, işte o âhirette de kördür ve daha da şaşkın bir yoldadır.” (İsrâ, 17/72)
“Kim benim zikrimden yüz çevirirse onun geçiminde darlık olur. Kıyamet gününde de onu kör olarak diriltiriz. O ‘Rabbim’ der, ‘Niçin beni kör olarak dirilttin? Oysa ben görüyordum.’ ‘Öyleydin,’ buyurur Allah. ‘Fakat âyetlerimiz sana geldiğinde sen onları unuttun. Bugün de sen böyle unutulursun.’” (Tâhâ, 20/125-126)
Diğer yandan bedeni sağlıklı, azaları yerli yerinde, aklı başında, boyu posu düzgün kişiler “imalat hatası” olmamak için neler yapmışlar, nasıl bir emek harcamışlar, hangi çabayı sarf etmişler de öyle sağlam bir bedene ve bir ruh yapısına kavuşmuşlar?
Hatta insan olarak dünyaya gelebilmek için bir tercihleri mi olmuş? Çünkü insan varlık âlemine gelmeden önce bir toprak, bir taş, bir ağaç ve bir böcek bile olabilirdi. Ama bütün bu alternatiflere rağmen Allah’ın lütfu ve bereketiyle insan olmuşuz.
Aza ve organlarımızın sağlıklı ve mükemmel oluşunda, gözümüzün görmesinde, kulağımızın işitmesinde, kafamızın çalışmasında, bütün hayatî fonksiyonlarımızın yerli yerinde oluşunda bizim en küçük bir katkımız ve etkimiz söz konusu değildir.
Bunun için insan her zaman, her seferinde ve her fırsatta şükür içinde bulunmalı, bin bir tür nimetlerle hayatını sürdürdüğünü fark etmeli, kulluğun şuuruna varmalı, Allah’a olan yakınlığını arttırmalıdır.
Yoksa –hâşâ– Allah’ı sorgular bir şekilde, Allah’a hesap sorar bir tarzda, haddini, hududunu aşar bir biçimde, kendi dışındaki olayları değerlendirirken isyana girmeye kalkışmamalı, böyle bir yanlışa düşmemelidir.
Allah’tan bir alacağımız, bir hak edişimiz söz konusu değildir. Elimizden bir şey alınmamış. Her şey bir lütuf, her şey bir ikram, her şey karşılıksız verilmiş. Kur’an,
“Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, saymakla bitiremezsiniz.” diyor. (İbrahim, 14/34)
İlk bakışta göze, kulağa, ayağa, hatta beyne göre basit gibi görünen sağ elimizin başparmağı olmasa, “Bir parmak değil mi ki?” diyenimiz çıkar mı?
Zaten hiç kimse Allah’ın vermediği bir şey için “Hakkım yendi!..” de diyemez. Çünkü Allah insana ne vermişse bir lütuftur, bir ikramdır. Bir kere insanın yokluktan varlığa çıkması bile başlı başına bir nimettir.
Bu açıdan iki gözü olan bir kimse nimet içinde de bir gözü olan bir nimet içinde değil midir?
İki ayağı olan büyük bir nimet içinde olurken, tek bacağı olan bir nimete sahip değil midir?
Allah kuluna ne vermişse bir fazl u keremidir, bir ihsanı ve hediyesidir. Kulun itirazının ve karşı gelmesinin, isyan etmesinin ve asi olmasının bir anlamı yoktur. Çünkü insanın elinden bir şeyi alınmamıştır. Her şeyin Allah’ın mülküdür, istemiş vermiştir, istememiş vermemiştir.
Bütün bu açıklamalar ışığında, bir kimse bilerek ve sözün gittiği yerin de farkına vararak, engelli insanlarımıza “imalat hatası” derse, Allah’ın takdirine itiraz etmiş, yaratılış hikmetine karşı gelmiş, dolayısıyla büyük bir vebal altına girmiş olur.
Ama düşünmeden söylemiş, sonra da uyarılmışsa, tövbe istiğfar ederek hatasını telafi yoluna gitmelidir.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Allah’ın varlık alanına çıkardığı her güzel şeye nimet denilebilir mi?
- Allah, neden kendisi insan kılığına girip yardım etmiyor?
- Bazı canlıların anormal yaratılışının hikmeti nedir?
- Allah’ın sınav yapması çelişkisi, çıkmaz bir paradoks mudur?
- Zihinsel ve bedensel engellilerin dini sorumlulukları var mı?
- NLP (Nöro Linguistik Programlama) caiz mi?
- EVRİMCİLERLE YARATILIŞÇILARIN ÇEVRE PROBLEMLERİNE BAKIŞI
- Hayatımdaki imtihanların bir an önce bitmesini isteyebilir miyim?
- İmanımızı kaybetmemek için neler yapmalıyız?
- Bizim her şeyimiz Allah’ın elindeyse, Allah niye bize zulmetmesin?