Kurukafadan İnsan yüzüne
BİR YÜZ inşa etmek için gerekli olan ilk şey, bir kurukafadır. Yüz, göz, dudak,
yanak, kirpik, kaş, tebessüm gibi düzinelerce kavramla beraber hayalimizde canlanan
ne kadar güzellik varsa, hepsi, korku filmlerinin gediklisi olan bu malzeme üzerine
kurulur.
Kurukafanın yüze isabet eden kısmı 14 parçadan yapılmıştır. Tek parçalı bir
alt çeneyi bundan çıkardığımızda, geriye 13 parça kalır. Bunlardan sapan kemiği
hariç, hepsi çift olarak yaratılmıştır. Yüzün bir tarafındaki bir kemiğin diğer
tarafta bir karşılığı vardır. Biçimiyle, eklenti yerleriyle, girinti ve çıkıntılarıyla,
kavisleriyle, diğer kemiklere bağlantılarıyla birbirinin aynadaki aksini teşkil
eden bu kemikler, yüzün her iki yanında simetrik bir yapı vücuda getirecek şekilde
sıralanırlar. Burası, evrimcilerin üzerinde kafa yormaya fazla meraklı olmadıkları
bir alandır.
Bir insan yüzünün bütün olarak inşası bir yana dursun, ona temel teşkil edecek
kemiklerin tasarımı ve bir mükemmel düzen içinde sıralanışı, zaten kendi başına
birçok olağanüstülüğü içinde barındıran bir hadisedir. Bu mucizeler topluluğunun
çift olarak ve simetri teşkil edecek biçimde yaratılması ise, hadiseyi bütün
bütün içinden çıkılmaz hale getirir. Eğer bu tasarımı tesadüfle açıklamaya kalkarsanız,
her kemik parçasının imkânsızlığı geometrik olarak katlayacağını peşin olarak
benimsemek zorunda kalırsınız. Çünkü tesadüfü bir mekanizma olarak almak, gelişen
şeyin bilinçsiz bir şekilde geliştiğini zorunlu olarak varsaymak demektir. O
takdirde, yüzün her nasılsa bir tarafında bilinçsiz bir şekilde ama mükemmel
olarak gelişmiş bir parçanın, diğer tarafında da aynı bilinçsizlik ve aynı mükemmellikle
gelişmiş olmasını kim nasıl açıklayabilir? Farzımuhal, bir parçanın simetriğine
şöyle veya böyle bir kılıf uydurulmuş olsa, ikinci bir parçanın simetriğini
açıklamak için bunun hiçbir yararı olmayacak, bütün imkânsızlıklar tekrar burada
da ortaya çıkacaktır.
Aslında dünyada hiç kimse insan yüzünü—veya insanın yahut herhangi bir canlının
herhangi bir parçasını—tesadüf ve bilinçsizlikle açıklayabilmiş değildir; açıklayacağı
da yoktur. Bununla beraber, evrimci literatürde arasıra ‘balık gözünün beşyüz
bin senede insan gözüne dönüşeceği,’ ‘insan beynine her yüz bin yılda bir çorba
kaşığı ilâve yapıldığı’ gibi, bol keseden atılmış hesaplara rastlanır. Zaten
hiçbir dayanağı olmayan ve hesap sahibinin aklî melekelerinden başka hiçbir
şey hakkında fikir verme kapasitesine sahip olmayan bu hesapları eğer bütünüyle
berhava etmek isterseniz, sadece simetriyi hatırlatın, yeter!
Bir insan yüzünün altında bir kurukafanın yatabileceğine bizi inandıran tek
birşey varsa, o da tecrübelerimizdir. Yoksa, bir kurukafa, bize hiçbir zaman
insan yüzünün çağrıştırdığı şeyleri hatırlatmaz. İlkel toplumlarda kurukafa
daha çok bir yamyamlık belirtisi olagelmiştir. Bugün de biz kurukafayı genellikle
elektrik direklerinde kullanırız. Bu işareti gören kimse, okuma yazma bilmese
bile, orada bir ölüm tehlikesinin sözkonusu olduğunu anlar. Korku filmlerimizin
ise, iskeletle birlikte, gedikli oyuncusudur; belki üzerine bir parça çürümüş
et yamandığı zaman daha etkileyici olabilir, ama görünmese de kurukafa varlığını
yine bize hissettirmektedir. Her birimizin kafasında taşıdığı bu nesneden daha
evrensel bir korku sembolü düşünmek kolay değildir.
Zıtları birarada toplayan Zât-ı Zülcelâl, dünyanın en canayakın güzelliklerini
işte bu korku sembolü üzerine resmeder. Fakat kurukafa üzerinde inşa edilip
de bir insan yüzünde ortaya çıkacak olan, sadece bir tablodan ibaret değildir.
Bir kurukafa ile yüz arasında, insanı yine en az kurukafanın kendisi kadar ürkütebilecek
kanlar, kaslar, damarlar, sinirler yer alacaktır.
Bir insan yüzüne, bir de onun altındaki yüz kemiklerine baktığınız zaman,
arada benzerlik bulmanız neredeyse imkânsızdır. Fakat o kemikler, o ürküntü
veren görüntüleriyle, bir insan yüzünü sonuç verecek şekilde düzenlenmiştir.
Yüzün en önemli ve en nazik organı diyebileceğimiz gözler, bu kemik yapısı
içinde, kendileri için hazırlanmış iki tane mükemmel yuvaya oturtulmuştur. Yuvaların
yeri, hem fonksiyon, hem de estetik itibarıyla en uygun mevkidedir; biçim ve
büyüklüğü ise, gözlerin yerleşmesine ve her türlü hareketine elverişli bir biçimde,
milimetrik bir duyarlılıkla düzenlenmiştir. Burun, ağız ve kulaklar için de
aynı kusursuz düzenleme sözkonusudur.
Yüz kemiklerinin üzerini, yine simetrik olarak düzenlenmiş kaslar kaplar.
Her iki yana 22’şer tane düşecek şekilde dağıtılmış olan bu kasların her biri,
insan yüzü denen mucizeler topluluğunun bir parçasını teşkil eden bir mucizedir.
Bu kasların çoğu, vücudumuzdaki diğer kasların çoğu gibi, kökleri kemiklere
bağlanmış kaslardır. Fakat diğer bütün kaslardan farklı olarak, bu kaslar, aynı
zamanda deri ile de irtibatlıdır. Meselâ biz ne kadar kasımızı, kaç tane eklemimizi
harekete geçirdiğimizi fark etmeksizin kolumuzu, elimizi, parmaklarımızı rahatça
oynattığımız halde, ne kadar çabalasak derimize bir hareket veremeyiz. Elimiz
somurtmaz, avucumuz hiçbir zaman gülmez, sırtımızın derisi kimseye birşey anlatmaz.
Normal olarak, vücudumuzun geri kalan kısmı için geçerli olan durumun yüzümüz
için de aynen geçerli olması halinde, ne gülen, ne somurtan, sürekli olarak
mahkeme duvarı görüntüsü vermekten öteye gidemeyen sabit, donuk, duygusuz bir
fotoğraf karesini yüz niyetine üzerimize taşımak zorunda kalacaktık. Oysa bizim
için takdir edilmiş olan yüz, bir davul derisinden ibaret kalmamıştır. Yüz kasları,
diğer bütün kaslardan farklı olarak, deriyle irtibatlandırılmıştır. Eğer yüzümüz
şekilden şekle giriyor, onunla sayısız ifadeler dile geliyorsa, bunun sebebi,
yüz kaslarımızın bu özelliğinde yatar. Bütün kaslar içinde sadece yüz kaslarına
bu özelliğin verilişi, bizi zorunlu olarak bir sonuca götürüyor:
İnsan yüzü konuşturulmak istenmiştir.
Yüz kasları, bir yandan kemik ve deriyle irtibatlandırılırken, pek çok noktalardan
da yüz sinirine bağlanmıştır. Sonra da, bu mükemmel yapı için, aynı derecede
mükemmel bir beslenme ağı kurulmuş, şahdamarın bir dalı olan yüz atardamarından
dağılan damarlardan oluşan bir dolaşım ağı, insan yüzünün dört bir yanını kuşatmıştır.
Kaslar, hareket sinyallerini, tek bir sinir olan yüz sinirinin dalları aracılığıyla
beyinden alır. Fakat yüz siniri, 7 bin sinir hattını barındıran yapısıyla, sadece
kaslara sinyal iletmekle kalmaz. Onun, aynı zamanda, gözyaşı ve tükürük bezleriyle
haberleşmek, dilden tadlarla ilgili mesajları almak, deriden gelen duyuları
iletmek gibi birçok görevi daha vardır. Normal olarak sessiz sadasız yürüyen
ve herhangi bir anda pek çok sayıda karmaşık işleri birden içine alan bu görevlerin
ne kadar içiçe geçmiş olduğu ve ne gibi hesaplara dayandığı, birtakım aksaklıkların
hiç umulmayan yerlerde sonucunu vermesiyle kendisini hissettirir. Meselâ, yüz
siniri felce uğradığında, sağlıklı bir gözün bakımı için çok özel bir çaba harcamak
gerekir. Çünkü yüz siniri sağlıklı iken sürekli olarak gözyaşı bezlerini harekete
geçirerek, gözü, çok özel bir yapıya sahip bir lens temizleyici olan gözyaşı
ile yıkamakta, aynı anda da gözkapaklarına talimat vererek, göz kırpma yoluyla
gözyaşını gözümüz üzerine yayıp dağıtmaktadır. Felce uğramış yüz siniri her
iki organa da söz geçiremeyeceğinden, ne göz yaşarır, ne de gözkapağı hareket
eder. Bu da gözün kurumasına, kirlenip aşınmasına yol açar, sonunda da göz elden
çıkar. Böyle durumlarda gözkapağını parmakla kapatmak, gözü koruyucu özel gözlüklerle
muhafaza altına almak, her saat başında göze özel damlalar damlatmak, yatarken
gözü yağlamak gibi bir seri koruma işlemini, yüz sinirimizin yerine bizim yapmamız
gerekir. Bu da, usandırıcı bir işlem olmasının yanısıra, hiçbir zaman yüz sinirinin
bize fark ettirmeden yıllar boyunca yürütegeldiği görev kadar mükemmel bir koruma
teşkil etmeyecektir.
Yüz kaslarımız, sinirlerin ve damarların yardımıyla, her gün binlerce defa
sayısız anlamları dile getirecek şekilde yüz ifadeleri inşa ederken, biz kafatasımızın
etrafında nelerin olup bittiğini fark etmeyiz bile. Oysa bir dostun yüzüne gülümserken
kullandığımız kaslar, hasmımıza kaş çatarken hiçbir işe yaramaz. Kaşları da
kasın biri yukarı kaldırır, bir başkası aşağı indirir. Gözkapaklarını iç taraftan
kapatan başka, dışarıdan kapatan başka kaslardır. En küçük bir ayrıntı bile,
herşeyin birden bir bütün halinde düzenlenmiş olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir.
Yüz kasları arasında, gözlerin ve ağzın etrafına atılmış iki tane ilmek vardır
ki, bunlar, yüz de dahil olmak üzere, vücudumuzun bütün kaslarından farklı şekilde
düzenlenmiştir. Bu kasların hiçbir kemikle bağlantısı yoktur. Ağız etrafındaki
kasın bu yapısı sayesinde biz o ve u seslerini telâffuz ederiz; öpmeyi mümkün
hale getiren de yine aynı kasın bu yapısıdır. Gözlerimizi kısarken de, bu defa
göz etrafındaki kaslarımızın kemiklerden bağlantısız şekilde yaratılmış olmasından
yararlanırız. Küçük bir ayrıntı gibi görünen şeyler; ama hangimiz bunların herhangi
birinden mahrum kalmayı göze alabilir?
Bir göz kırpma, bir öpücük yollama, surat buruşturma gibi sayısız yüz ifadelerinden
herhangi birisi, bizim için dikkate alınmayacak kadar küçük ve basit bir hadise
teşkil edebilir. Fakat biz yüzümüzün herhangi bir noktasını oynattığımız anda—ki
bunu bilinçli veya bilinçsiz olarak her an yaparız—kâinatın en muhteşem san’at
eserinin üzerinde, büyük bir operasyon gerçekleşmektedir.
Biz bir insan yüzüne baktığımız zaman, girintileri etle doldurulup üzeri deri
kaplanmış bir kurukafa seyretmeyiz. Gördüğümüz, seyrettiğimiz, seyre doyamadığımız
güzellik, bir dehşet sembolünün üzerine geçirilen ve her insan için ayrı bir
şekilde düzenlenen kat kat güzellikler manzumesidir.
Bir insan yüzü, sadece kaşını gözünü oynatmakla kalmaz. Durgun haliyle de,
hareketlerinin her biriyle de farklı güzellikler sergiler. Sadece bir güzellik
sergilemekle de kalmaz. Avuç içi kadar bir alanda cisme bürünmüş bir soyut güzellik,
22 çift kasın, 7 bin sinir lifinin, sayısız damarların, hesapsız bağlantıların
âhenk içindeki hareketleriyle dile gelir, anlatacağını anlatır.
Etrafına gülücükler dağıtan bir bebeğin yüzüne bakarken, bu simanın birkaç
ay önce bir anne bedeninin derinliklerinde, insandan başka herşeye benzetilebilecek
birkaç santimlik âciz ve çaresiz bir yaratık üzerinde inceden inceye inşa edilmiş
olduğunu düşünmek ne kadar da zordur!
BENZER SORULAR
- Tövbe kapısı her zaman açık mıdır, bir sınırı var mı?
- Allah’ın sınırı mı var?
- Sınırı aşanlar kimler?
- Allah'ın kendisinden başkasının bilemediği haddi (sınırı) var mıdır?
- Mehrin en az ve en çok bir sınırı var mı?
- Ergenliğin yaş olarak bir alt ve üst sınırı var mı?
- Bir Aczin Hikayesi
- Kas Kasılmasındaki Mucize
- Tesettürde açılması caiz olan yüz el ayak sınırı nedir?
- Sorularlaislamiyet sitesinde neden günlük soru sınırı var?