İslam Sulh Dinidir, Hedefi Dünya Sulhüdür
Gelişen teknik şartlar sonucu, dünyanın küçülüp bir köy haline geldiğine şahit oluruz. Bu safhada dikkatleri çeken bir husus, beynelmilel medyanın ve dünya siyasetini yönlendiren odakların İslamı terörist ve hunhar gösterme hususundaki ittifaklarıdır. Son yıllarda Türkiyenin gündemini işgal eden İslam karşıtı (anti-İslam) faaliyetlerde bu propagandaların rolü var. Pekçok çevreler ve insanlar, İslam aleyhindeki eylemlere “İslam terörist”, “İslam insan haklarına saygı göstermez” gibi sloganlarla ikna edilmiştir.
Müslümanların elbirlik edip bu oyunu bozmaları, dünya kamuoyunun İslam aleyhine yanlış bilgilerle yönlendirilmesini önlemeleri gerekmektedir.
Gerçek şu ki, dünyada hiçbir din hiçbir ideoloji, hiçbir sistem, hiçbir tefekkür İslam kadar barışa samimi taraftar, insan haklarına saygılı değildir.
İslam, sulhperverliğini, Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam devrinden zamanımıza kadar, hiç değiştirmeden aynen korumuştur. Gerek Kurân ve hadiste gelen nazariyat ve fikir planında ve gerekse Hz. Peygamber ve daha sonraki nesillerin tatbikat planında İslam, daima sulhperver olmuştur.
Herşeyden önce islam, "silm" kelimesinden gelir ve silm, sulh ve barış demektir. Dilimize de girmiş olan selam ve selamet kelimeleri de silmden gelir ve İslamın akrabasıdırlar.
İslamdan önceki bütün semavi dinler, muayyen belli bir kavme gelmişlerdi ve her biri millî bir din mahiyetinde idi. İnsanlık tarihinde ilk defa İslam, beynelmilel ve bütün insanlığın dini olarak gelmiştir. Cenab-ı Hakkın: “(Ey Muhammed!) Biz seni bütün insanlara hidayetin rehberi olarak gönderdik.Onları, iyi amellerin mükafatıyla müjdeleyecek, kötülüklerin cezasıyla korkutacaksın” (Sebe suresi, 28) hitabıyla bütün insanlığa yönelik bir vazife ile ilk şereflenen Peygamberimiz olmuştur. Hatta Hz. Peygamber, sadece insanlar için de değil, insanla alakası olan bütün âlemler için gönderilen bir rahmet peygamberidir. Çünki ayet-i kerimede “Seni (canlı- cansız, insî-cinnî, ruhanî-cismanî) bütün âlemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya suresi, 107) buyurulmuştur.
Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam kendisiyle daha önceki peygamberler arasında mevcut olan farkları sayarken belirttiği bir husus, öncekilerden her biri, kendi kavmine gönderildiği halde, kendisinin bütün insanlığa gönderilmiş olmasıdır(1).
İslamı tevhid dini biliyoruz. Bununla, öncelikle itikaddaki tevhidi hatırlıyoruz. Yani herşeyi yaratan, idare eden Allahtır. Allah birdir, benzeri yoktur, insanların ortaya attıkları şirkler, putlar batıldır. Tevhîd ten bütün bunlar anlaşılmakla birlikte, İslamî tevhid, insanların da birliğini, kardeşliğini, temel haklarda eşitliğini ifade ediyor. Evet insanlar dil, renk, kültür gibi ayrılıklara rağmen menşe ve asılda birdirler, hepsi de Âdem ve Havvânın aleyhümâsselam) çocuklarıdırlar (Hucurât suresi,13).
İslam, insanlık tarihinin millî dinler safhasına hatime çekmiş, insanları hürriyet içerisinde aynı kanunlar çerçevesinde beraber yaşamaya davet etmiştir. İslam devrinde, millî dinler döneminin dem ve damarlara işleyen her çeşit egoizmi, vahşeti, zulüm ve adaletsizlikleri kaldırılıp atılmalı idi. Artık “İnsan, insanın kurdu” değil, “kardeşi” sayılmalıydı.; “hayat bir mücadele” değil, bir “yardımlaşma” görülmeliydi; “sen çalış ben yiyeyim” prensibi tahttan indirilmeli, “dayanışma” iktidar edilmeliydi; “zulüm” gitmeli, “adalet” gelmeliydi; “gaddarlık” öldürülmeli, "merhamet ve şefkat” ihya edilmeliydi; üstün ırk-ibtidai ırk safsataları atılmalı, insanların yaratılışta hür ve eşit oldukları, herkesin emeği nispetinde hak sahibi olduğu benimsenmeli; zihinlerden “hak kuvvettedir”, “kuvvetli haklıdır” zalim prensipleri sökülüp atılmalı, onun yerine “kuvvet haktadır, haklı olan kuvvetlidir” düsturları yerleştirilmeli; cemiyetleri iktidardaki mütegallibe azınlığın veya müstebit zalimlerin çıkardığı bencil ve keyfî kanunlar değil Yaratıcının koyduğu adalet düsturları idare etmeliydi.
Bu yeni din, siyasî-içtimâî, maddî-mânevî, ırkî-harsî herhangi bir ayırım yapmadan bütün insanların mükerrem olduğunu ilan ediyor, ona, diğer varlıkların üzerinde bir yer veriyordu: Ayyette “Biz insanoğlunu mükerrem kıldık” (İsra suresi,70) buyrulmuştur. Ayetin devamında kara ve denizlerin insanın tasarrufuna verildiği, insanın pekçok mahlukattan üstün kılındığı ifade edilir.
Bu ve benzeri ayetlerde dikkatimizi çeken husus, herhangi bir ırkın değil, bütün insanların üstünlüğünden bahsedilmesidir. Ayette “Arabı mükerrem kıldık” denmiyor, hatta mümini, müslümanı mükerrem kıldık da denmiyor, “İnsanı mükerrem kıldık” deniyor.
Evet islama göre, savaş hali dışında, kafir bile olsa, insanların malı, canı, ırzı haramdır. Kurân-ı Kerimin getirdiği adalet-i mahza ya göre, masum bir kişinin öldürülmesi bütün insanlığın öldürülmesi kadar büyük bir cinayettir. İslama göre, insanın hukuku, adalet için, fitneyi bertaraf etmek için kendi rızası olmadan çiğnenemez. Tek ferdin hukuku, bütün insanların hukuku kadar aziz ve muhteremdir (Maide suresi,32).
Devlet için, rejim için her şeyi mubah gören günümüzde hangi sistem, hangi devlet , hangi ideoloji, insana bu kadar değer vermiştir, gösterilebilir mi?
Lafla âleme medenîlik satan Batılıların, her çeşit beşerî münasebetlerdeki adalet ölçülerini allak bullak eden -Batılıların kendilerini nispet ettikleri- Aryen ırkının üstünlüğü efsanesini dogma ve nass haline getirdiği bir dünyada, İslamın, ırkına, rengine, diline bakmadan her insanı mükerrem ilan etmesi son derece önemli bir hadisedir.
İsalmın insana tanıdığı bu üstünlük ve kerametten dolaydır ki, hakimiyet kurduğu yerlere müslümanlar, adalet götürmüştür, hürriyet götürmüştür, insanlık götürmüştür.
Hz. Peygamber, herhangi bir yere ordu göndereceği zaman, komutana şu tenbihte bulunurdu: “Karşınıza çıkacak insanlara önce islamı teklif edin, kabul ederlerse onlarla kardeş oldunuz demektir. İslamı kabul etmezlerse, cizye teklif edin. Bunu kabul ederlerse, dinlerinde serbest olacaklar, fakat vergi verecekler. Cizye vermeyi de kabul etmezlerse aranızda Allah hükmedinceye kadar savaşın” (2).
Resulullahın komutanlarına verdiği talimatlar arasında, savaş bölgesinde sivillerin öldürülmemesi de vardır. Yani çocuk, kadın, yaşlı, savaşa katılmayan din adamları vs.nin öldürülmesi yasaktır.
Hz. Peygamberden sonra gelen halifeler de aynı düşünceyle hareket etmişlerdir. Mesela Hz. Ebu Bekrin, Suriyeye gönderdiği ordunun komutanı Üsâme radıyallahu anha verdiği talimat şöyledir: “Ey Üsâme! İhanet etmeyin, haksızlık etmeyin, mal yağmalamayın, (meşru öldürmenin dışına çıkıp) müsle yapmayın(3); çocuk, yaşlanmış, ihtiyar, kadın öldürmeyin, hurmalıkları kesip yakmayın. Meyveli bir ağacı da kesmeyin. Yemek maksadı olmaksızın davar, sığır, deve öldürmeyin. Yol boyu mâbedlere çekilmiş insanlara rastlayabilirsiniz onlara dokunmayın, ibâdetlerine karışmayın....” (4).
Bu hususu daha iyi anlayabilmemiz için İran asıllı Selmân-ı Farisînin İranın fethi sırasında hazırlanan bir askerî birliğe yaptığı komutanlığı misal vermek isteriz. Selmân radıyallahu anh, kuşattığı kale halkına, saldırmazdan önce mühlet tanır ve farsça olarak şöyle hitabeder:
“Ben sizden bir kimseyim, İranlıyım. Görüyorsunuz, Araplar benim emrim altında ve bana itaat ediyorlar. Müslüman olduğunuz takdirde, bizim haklarımız aynen size de verilecek, size terettüp edecek vazîfeler bize terettüp edenlerin aynısı olacak. Dininizde kalmak isterseniz, bize cizye vermek şartıyla, sizi serbest bırakacağız, idaremizde olacaksınız...” (5).
Aleyhissalatu vesselamın, Necranlı hıristiyanlarla yaptığı anlaşma metninden birkaç satırı, kıyamete kadar arkadan gelecek müslümanlara nebevî bir örnek olması bakımından burada hatırlatmaya değer: “Onların mallarına, canlarına, dinî hayat ve tatbikatlarına, hazır bulunanlarına, hazır bulunmayanlarına, ailelerine, mâbetlerine ve az olsun çok olsun onların mülkiyetlerinde bulunan her şeye şâmil olmak üzere Allahın himayesi ve Resulullah Muhammedin zimmeti Necranlılar ve onlara bağlı etraftakiler üzerine bir haktır . Hiçbir piskopos kendi dinî vazife mahalli dışına , hiçbir papaz kendi papazlık vazifesini gördüğü kilisenin dışına, hiçbir rahip, içinde yaşadığı manastırın dışında bir yere alınıp gönderilmeyecektir... onlar ne zulmedecekler ve ne de kendileri zulme uğrayacaklardır. Onlar arasında hiç kimse, bir başkasının işlediği suç ve yaptığı haksızlıktan mesul tutulmayacaktır” (6).
Burada -mevzumuzu uzatma pahasına da olsa- medenî Batılılardan bir insaniyet örneğini, Hz. Peygamberinki ile kıyas edilsin diye hemen kaydedeceğim. Bediüzzaman naklediyor: “Kendi gözümle, Grandük Nikoloviçin namına iki emri gördüm. Der: “Askerimize bir köyden bir tüfek açılsa, çoluk çocuğu ile imha edilecektir”. İkinci emri de: “Bir cemaatte bir adam, cebhe zararına bize hiyanet etse, çoluk çocuğu ile imha edilecektir”. Bediüzzaman cümlesini şöyle tamamlar “İşte böyle azlem (en zalim) bir düstur ile İngiliz Anadoluya hücum ediyor” (7).
Kaynaklar:
1-Buhari, Teyemmüm 1, Salât 56; Müslim, Mesacid 3; Suyutî, el-Hasâisul-Kübra,
Haydaarâbâd-Deken 1320 (baskısından ofset, Beyrut), 2,187.
2-Müslim, Cihâd 3, 1731. h. ; Tirmizî, Siyer 48; Ebu Davud, Cihâd 90..
3-Müsle, düşmana, öldürmenin ötesinde gözünü oymak, kulak ve burnunu kesmek gibi saldırılara denir.
4-İbnul-Esir, el-Kâmil fit-Târîh 2,335.
5-Tirmizî, Siyer1, (1548.h.).
6-Hamidullah, İslam Peygamberi, (Tercüme Salih Tuğ). 1,622.
7-Bediüzzaman, Risale-i Nur Külliyatı, Yeni Asya yayını, İstanbuil, 1995, 2,2336.
BENZER SORULAR
- İslamiyet nedir? İslamiyet hakkında geniş bilgi verir misiniz?
- Allah, Yahudilere ceza olsun diye tırnaklı hayvanları haram kılıyor; adalet mi bu?
- Bir insan dünya ve ahiret saadeti için, neden başka bir din ve inanışı değil de İslamı seçmek zorundadır?
- İslam tarihinin şuurumuza katkıları nelerdir?
- İslam'ın dirilişine bir Müslüman nasıl katkıda bulunabilir?
- Peygamberimiz Hz. Muhammed (asv)'in hayatını ve bazı özelliklerini kısaca özetler misiniz?
- Ehl-i Kitaba; Yahudi ve Hristiyanlara kafir demek doğru mudur?
- Mevlana, Moğollara yönelik neden cihad etmemiştir?
- Medine Vesikası'nın önemi nedir, hangi konuları içeriyordu?
- İslam ne zaman parlaklığını gösterecek?